Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29.Bölüm:Deva

@hayalperestyazar02

Keyifli okumalar oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

 

❤️❤️❤️

 

Yokluğu yüreğime zulüm olan adımın uyanmasını bekliyordum. Hastane köşelerinde beklemek öyle büyük bir acıydı ki şimdi beni beklerken ne hissettiğini anlıyorum sevgilim. Hani üzerimde bembeyaz gelinliğimle seninle nikahlandığım gün yok mu? İşte o gün bana değen kör kurşun seni de benim gibi beklemişti değil mi?

 

Peki söylesene bana seni beklemek yakıyor mu? Sessiz sessiz hıçkırarak ağlayıp ameliyatın son bulmasını bekliyordum. Etrafımda ne olduğu nasıl olduğu umurumda bile değildi kendimde değildim sanki ben kendimden gitmiştim. Omzuma değen elle yanıma baktım. Fatih dayım ban güç vermeye çalışıyordu. Onun için çok zor olmalıydı evin en küçük erkek evladı canıyla cebbeleşiyordu. Beni kendine çekip tesilli etmeye başladı.

 

"Kızım ağlayıp kendini harap etme benim Umeyr'im güçlüdür senin böyle ağladığını görürse bize kızar bak biliyorsun sana çok fazla kıymet veriyor."

 

"Dayanamıyorum dayı kötü bir şey olacak diye korkuyorum."

 

Ağlamaktan kızaran gözlerimle sevdiğim adımın uyanması için içten içe dualar ettim. Dayım yüzümü kendisine çevirip yanlarımdan süzülen yaşları sildi. " Yapma kızım yapma kötü düşünme elimizden dua etmekten başka bir şey gelmez hadi toparlan git namaz vakti çıkmadan namazını kıl Allah'a yalvar Bora'mızı bize bağışlasın. Hadi Meryem'im kendine gel ki oğlum uyanınca gülüşüne değsin."

 

Başımı sallayıp dayıma sarıldım. Ah dayım annemin kıymetli abisi benim bana yarım can içim, çocukken çok vakit geçirme fırsatımız olmasa da beni çok seviyordu. Ayağa kalkıp mescide gittim, abdesthane hemen yanımdaydı baş örtümü çıkartıp çantama attım abdest alıp havlu kağıtla kurulanıp örtümü tekrar taktım. Mescide girip dolaplara baktım namaz elbisesi ve seccade vardı. Seccadeyi serip üzerimdeki feraceyi indirip geniş elbisemle namaza durdum.

 

Tüm kalbimle ruhumu Rabbime teslim edip huşu içinde namazımı kılmaya başladım. Namaz öyle güzeldi ki çoğu zaman sanki bu dünyadan soyutlanıyor gibi hissediyordum. Alnım secdeye her değdiğinde kalbim biraz daha ferahladı biraz daha iyi şeyler olacak diye hissetmeye başladım. Namazımı bitirdiğimde tesbihatımı da yapıp Rabbime yakarmaya başladım. Yine kendimden geçtim, en son babam şehit olduğu gün canım bu kadar yanmıştı. Ölüm bir son değildi elbet ama Bora ile kavuşamadan ayrılmak istemiyordum. Hayatıma ondan başkası girsin istemiyordum. Allah'ım sen hayırlısını ver eşimi bana bağışla diye başlayan dualarım uzayıp durdu.

 

Öğle vakti olmadan yola çıkmıştı akşama varmadan gelmesi gerekiyordu gelmişti de lakin Arda ve yiğit arabayla Bora'yı aldıktan sonra ne olduysa kaza olmuştu. Kaza nasıl olmuştu bilmiyordum ne Arda'yı ne Yiğit'i görmemiştim. Mescitten çıkıp diğerlerinin yanında beklemeye başladım dayım yanında Bahar yengemle bekliyordu. Bahar yengem başını dayımın omzuna indirmiş ağlıyordu. Bora'ya bir şey olmuş olmazdı değil mi? Korkudan koşarak yanlarına vardım. Dayımın yanına varınca çömelip ellerini tuttum.

 

"Ölmedi değil mi dayı ne olur bana kötü bir haber varme?" diyerek hıçkırarak ağlamaya başladım.

 

Elimi tutup başını olumsuz anlamda salladı. " Korkma kızım yengen çok üzgün dayanamıyor acısına Bora'dan daha haber gelmedi bir hemşire çıktı birazdan ameliyat biter dedi başka bir şey söylemedi."

 

Yengemin yanına oturdum o da dayım gibi bana sarılıp ağlamaya başladı. Bekledik bekledik fakat zaman bize inat geçmiyordu sanki.

 

Ah Bora, sen sonsuz bir uykuya dalmış buz gibi odalarda kalırken, ben burda sensizliğin verdiği derin acıyla savaşıyordum. Her hücrem sevdiğim adamın adını haykırıyordu yanımda onu istiyordum. Evimde, kalbimde, baktığım her yerde nefesini çarpsın yüzüme, kokusunu bahş etsin bana. Göğsümdeki sancının nedeniydin sen, beklemekle sınanan yüreğime zulm etme. Zamanı değil, şimdi değil, benden tamamen kopup gidemezsin gitmemelisin. Kalbim kendini öyle ele vermişti ki, aşkımı gizlemeye çalıştıkça daha çok belli eder oldum. Bunun farkına uzun zaman varamayıp kendimi kandırdım. Aslında ben sana ilk görüşte aşık olmuşum da kalbim bunu kabullenememiş sevgilim. Biliyorum söz verdin sen benden gitmezsin...

 

Gitmezsin değil mi, beni bir başıma bırakıp kalbimi bir cenazeye çevirmezsin. Kalkacaksın o soğuk masadan, hastane kokusu sinen vücudun yaralarını kapatıp iyileşeceksin. Bana gelecekain, ileride doğacak evlatlarımızı birlikte bekleyeceğiz. Akmaması için zorladığım yaşlar kirpiklerimden tekrar akıyordu. Biliyorum uyandığın zaman bana kızacaksın, neden bu kadar ağlayıp yıprattın kendini diye ama ne yapayım dayanamıyorum işte.

 

Olmuyordu, ne kadar sana söz versem de artık mutluluktan akacaktı gözyaşları demiştim. Yapamıyorum, tüm bedenim vurgun yemiş gibi acıyla yanıyordu. Hastanenin tavanı üstüme çökmüş gibi bir ağırlık hissediyordum kalbimin üstünde. İşittiğimiz sesle hepimizin bakışları o yöne döndü. Ameliyathane kapısı açılmıştı, doktor Bora Yiğiter'in ailesi deyince hepimiz oraya gidince doktor sakin olmamızı söyleyip gülümsedi.

 

"Sakin olun merak etmeyin Bora beyin durumu iyi ayakları arabada sıkışmış bu sıkışmadan dolayı iç kanama geçirdi ve ameliyat etmek zorunda kaldık. Şu an durumu iyi, bir süre yoğun bakımda kalacak. Merak etmeyin uyanması için hiçbir neden yok geçmiş olsun."

 

Doktorun sözleriyle ağlayan yüzlerimiz gülmeye başladı. Dayım eve gitmemi istese de gitmek istemedim yengemin de ısrarıyla eve gidip en azından bir kaç saat bile olsa uyuyup sabah tekrar hasteneye döneriz diye anlaştık. İstemesem de dayımı kırmak istemedim şükürler ede ede eve gidip üstümü değiştirip yatağıma yattım. Aklımda sevdiğim adam varken nasıl uyuyacaktım bilmesem de bir süre sonra uykusuzluktan içim geçti ve uyuyup kaldım.

 

**************

 

Geçip giden altı gün Bora'nın uyanmasını bekleyerek geçiyordu. Sınavlarım olduğundan mecburen okula gidiyordum ama hiçbir şey anlamıyordum. Zihnim tamamen Bora'daydı. Devamlı onu düşünüyor uyanması için dua ediyordum. Hastenede kızlarla bekliyordum, Arda ve Yiğit de buradaydı. Arda'ya bir şey olmamıştı Yiğit ise kolunu kırmıştı ve hâlâ alçılı halde iyileşmeyi bekliyordu. İsra ve Atiye her daim bana destek olurken Gözde'nin de desteğini görmezden gelemezdim. Kazanın olduğu günün ertesi ablasıyla gelmiş saatlerce hastanede beklemiş bana ve ailemize destek vermişlerdi.

 

Annem ve kardeşlerim üzülmesin diye haber etmek istememiştik fakat haber yayılmıştı bile. Annem Yakup abimle ilk uçakla yanıma gelmişti. Kardeşlerim ise okullarından dolayı kalmak zorunda kalmıştı. Yakup abim iki günün ardından mecburen gitmek zorunda kaldı. Onun da ailesi işi vazifeleri vardı burada kalmaya zorlayamazdım. Bir Filistinli her zaman dirayetli olmalıydı ne olursa olsun bunu yapmaya mecburduk.

 

Annemin ellerini tutup başımı omzuna indirip ağlamaya devam ederken omzuma değen elle kim olduğuna baktım. Abdurrahman'ın kız kardeşi Ferda ve amcasının kızı Sare bana üzgün bir edayla bakıyordu. Ayağa kalkıp ikisine de sarıldım. Sare zaten beni ayrı bir sevmişti abla deyip duruyordu. Abdurrahman ise uzaktan geçmiş olsun deyip erkeklerin yanına gitti. Herkes ara ara geliyor Bora'nın uyanacağını söyleyerek bana teselli veriyordu. Şimdiye uyanması lazımdı ama neden uyanmıyordu bilmiyorum.

 

Arda ve diğerleri yanıma gelmeye başladığında Arda buruk bir edayla dudaklarını araladı. " Yenge hadi kalkın hep beraber türbe ziyareti yapalım Allah'a dua edelim. Kim bilir belki Allah türbede yatan zatın hatrına duamızı kabul eder."

 

Annem bana zoraki olduğu belli bir şekilde gülümseyip, " Hadi kızım gidelim." dediğinde başımı salladım. Bahar yengem ve Fatih dayım ise beklemeyi uygun görüp bizimle gelmedi. Annem ve Arda'nın arabasına arkaya geçerken Atiye annemin zoruyla ön koltuğa oturdu. İsra ise Abdurrahman'ın arabasıyla geleceğini söyledi Yiğit ise kolu çok acıyınca baktırmak için gitmişti bizimle gelemeyecekti. Bir süre yol aldıktan sonra Arda arabayı uygun bir yere park etti. Abdurrahman'ın arabası da bizi takip ediyordu onlar da park edince inip Arda'nın öncülüğünde onu takip ettik. Sonunda geldiğimiz türbe Muradı Münzevi Hazretlerinin türbesiydi. Hep birlikte değil de ayrı ayrı girip dua etmeyi uygun gördük. Arda dışarıda türbede yatan mübarek evliyanın kim olduğunu anlatmaya başladı.

 

"Muradı Münzevi Hazretleri,

İstanbul'da medfûn bulunan (Ashab-ı Kiramdan Sonra) en büyük üç evliyâdan biridir. İsmi, Muhammed Murâd bin Ali bin Dâvûd Hüseynî Özbekî Buhârî Keşmirî'dir. 1644 (H. 1054) yılında Buhârâ'da dünyaya gelmiştir. 1719 (H. 1132) senesi Rebîul-âhir ayının on ikinci günü İstanbul'da vefât etmiştir. Cenaze namazı büyük bir kalabalık tarafından kılınıp, Edirnekapı dışındaki, Münzâvî Câmii karşısında sultan birinci Mahmûd Han'ın şeyhülislâmlarından Ahmed Ebü'l-Hayr Efendi tarafından yaptırılan medresenin dershanesine defnedilmiştir."

 

Buraya geldiğimden beri kalbimde farklı bir huzur oluşmuştu anneme baktım sanki buraya daha önce gelmiş gibi bakıyordu. Sanki eskilere dalıyordu da belli etmek istemiyordu. " Annem sen daha önce gelmiş miydin bu türbeye?"

 

Başını hafifçe sallayıp bnei onayladı. " Gelmiştim ya anılarım canlandı gözümde, Allah'tan babanla kavuşmayı istemiştim Muradı Münzevi Hazretlerini de duâma aracı kılmıştım. Meryem'im ben burada ne zaman dua etsem Allah'tan ne istesem gerçekleştiğine şahit oldum. Sende annen gibi sevdiğine kavuşmayı dile..."

 

Annem hıçkırıklara boğulurken ona sarıldım. Canının çok yandığının farkındaydım babamı çok özlüyordu belki belli etmiyordu ama en çok da onun canı yanıyordu babamı en çok özleyenin kendim olduğumu sanıyordum lakin yanılmışım bu kişi annemdi. Annem hep bizim için gülüyor mutluluğumuzu istiyordu bu yüzden ağlayan yüzünü saklıyor kanayan yarasına tuz basıyordu. Birlikte türbeye girdik önce evliyaya selam verdik ardından Allah'a dua etmeye başladık.

 

Çoğunluk İslâm âlimlerine göre i Allah'tan bir şey isterken salih zatları aracı ve vesile kılmak ve bunun için onların kabirlerini ziyaret etmek caizdir. Annemin de dediği gibi bu büyük evliyayı duâma aracı kılıp uzun uzun dua ettim. Nedenini bilmesem de hıçkırarak ağlarken kalbime dolan ferahlıkla kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Sanki üzerimdeki yük kalkmıştı sanki bedenim hafiflemişti. Bu duygularla dolu dolu olup annemle türbeden çıktık. Arabaya binip hasteneye doğru tekrar yol aldık. Hastaneye varmamıza yakın telefonum çaldı Fatih dayım arıyordu korkuyla açtığım telefonda sevinçten bağıran dayımın sesini duyunca sevinçten gözyaşı dökmeye başladım. Annem haklıydı gönülden edilen her dua kabul edilmeye mahkumdu...

 

Hastane koridorunda heyecanla uyandığını öğrendiğim sevdiğime gitmeye başladım. Yengem heyecanımı gördüğü için bana sen önce git demişti. Dayım gidip Bora'yı görmüştü uyandığını ve konuştuklarını söyledi lakin biraz morali bozuk gibiydi nedenini bilmiyordum. Neyse dedim Bora iyiydi sonuçta belki işle ilgili bir sorundur diye düşündüm. Hemşire beni girmem için hazırlayıp çok kısa kalmamı istediğinde onaylayıp odaya girdim. Bora sonunda hasret kaldığım yeşillerini açmış yorgun bakışlarını üzerime çevirmişti. Yanına varıp ellerini tutup öpmeye başladım.

 

"Meryem..." dediğinde kalbimden bir hançer kopup gitmişti. Sanki Bora'nın uyanışıyla nefes almaya başlamıştım.

 

Bakışlarımı yüzüne çevirip hafif de olsa kaybolmaya yüz tutan çiziklerine baktım. Gözleri sevinçle bakmıyordu başka bir şey var gibiydi.

 

"Çok şükür uyandın sevdiğim Umeyr'im seni çok seviyorum bir daha bırakma beni."

 

"Beni bu halimle de isteyecek misin?"

 

Yüzüme büyük bir şaşkınlık ve endişe konarken ne olduğunu anlamaya çalıştım ne olmuş olabilirdi ki? " Bora ne oldu ne demeye çalışıyorsun? Ben seni her halinle kabul ettim ya..."

 

"Ayaklarımı hissetmiyorum Meryem, belki de ömrün boyunca sakat kalacağım, böyle bir adama hizmet etmeyi istemezsin. Sen de yuva kurmak isteyeceksin ama benimle bunu yapman çok zor."

 

Gerçekleri bir çırpıda yüzüme vururken ağlamaya yüz tutan yeşillerinde kızıllıklara rastladım. Fazlasıyla ağlamıştı demek ki ayaklarını hissetmediği için kendini yetersiz gibi hissediyordu ama öyle değildi Bora her haliyle benim kalbimin sahibiydi. Hafifçe kalkıp onu sarsmadan sarıldım. " Bırakmam seni, benim ailem sensin evlatlarımın babası sen olacaksın bir daha böyle cümleler kurma. Allah dermansız dert vermez."

 

Tekrar özlediğim yüzüne baktım bir kez bile olsa yoğun bakımda onu görmeme izin vermemişlerdi. Yanaklarımı okşayıp gülümsedi, yaklaşıp yanağını öptüm onun da beni öpmesine izin verdim. Askere yolladığım eşimi ölüm döşeğinde bulmak beni öyle yormuştu ki şimdi ise tüm dünya benimdi sanki. Hemşirenin çıkmam gerektiğini söylemesiyle Bora'ya son kez sarılıp odadan çıktım. Uyanmıştı ya her zorluk bir şekilde atlatılırdı. Fatih dayımın yanına vardığımda doktorla konuşuyordu doktor son cümlelerini sıralayıp giderken dayıma ne olduğunu sordum.

 

"Kızım Bora'nın durumu şimdilik iyi fakat ayaklarını neden hissetmiyor bunu anlamadıklarını söylediler. Yani şöyle ki ayaklarında sinir kaybı oluşmamış yürümemesi için bir neden yok. Ya beyninde bir sorun var ya da kazaya bağlı olduğunu düşünüyorlar bu yüzden bazı testler yapılacakmış ama durumun fizik tedaviyle geçebileceğini düşünüyor. Geçici bir durum olduğundan şüphelendiğini söyledi. Korkma kızım oğlum uyandı çok şükür bunları da atlatır hepimiz yanında oluruz iyileşmesine yardımcı oluruz."

 

***********

 

Bora'nın uyanmasının ardından bir hafta geçmişti. Hafta sonuydu ve bugün çıkacaktı çok şükür. Annem, dayım ve yengemle hastaneye gelip Bora'yı araca bindirip yola çıktık. Bizim evimize gidiyorduk çünkü dayımın evindeki asansör bozuktu bu da Bora için sıkıntı olacaktı. Esma ve Büşra da eşyalarını toplayıp bize gelmişti. Zaten Bora'ya tek başıma bakmam zor olurdu dayımın Bora'yı kaldırıp indirmekte yardım etmesi iyi olacaktı. Çocukları büyümüş olsa da dayım çakı gibiydi hâlâ güçlü kuvvetli bir adamdı Elhamdullilah.

 

Bora sessiz sedasız etrafa baksa da içsel olarak bir psikolojik çöküş yaşadığını anlamak zor değildi. Annem elini tutup yüzüne güldüğünde Bora da zoraki şekilde tebessüm etti. Askerliği sorunsuz geçmişti ama bu kaza ve ardından gelen geçici yürüyememe durumu içine kapanmasına neden olmuştu. Bora hiç iyi değildi, eskisi gibi keyifli değildi, sanki neşesini söküp almışlar gibiydi. Eve vardığımızda Esma tekerlekli sandalyeyle gelip arabaya yakın bir yerde durdu.

 

Dayım inip Bora'yı tekerlekli sandalyeye bindirdi. Yapılan testler sonucunda kötü bir sonuç yoktu çok şükür. Geçici bir durum olduğunu fizik tedaviyle tekrar yürüyebileceğini söylediler. Bora'nın da keyifli olması gerekiyordu ama öyle değildi işte. Eve geçtiğimizde Bora odasına gitmek istedi babasından yardım isteyip abdest almak istediğini söyledi. Namazı hasta haliyle bile bırakmamıştı. Sanırım secdeye alnı değmiyor diyeydi bu çektiği sıkıntı. Onu anlamaya çalışıyordum zor olmalıydı ayaklarınızı bir süre kullanmadığınızı düşünsenize bu büyük bir sınavdı. Allah'a Bora'ya güç kuvvet vermesi için dua etmekten başka yapacak bir şeyim yoktu...

 

***********

 

Acı katlanarak büyüyüp giderken sıkıntıyla üst kata çıkmaya başladım. Derslerim her zamanki gibi oldukça yoğun geçip duruyordu. Beni en çok sıkan şey de Bora'nın fizik tedaviye asla yanıt vermiyor oluşuydu. O kadar tedaviye rağmen iyileşiyordu bir ay geçmesine rağmen Bora gittikçe daha da hasta hale geliyordu. Takvim yaprakları Ocak ayını bulmuştu ilk sömestr tatili nerdeyse başlayacaktı ama Bora günden güne eriyip bitiyordu. Dünden beri namaz bile kılamıyor yatakta haraketsiz neredeyse bütün gün uyuyarak geçiriyordu. Uyanık olduğu saatlerde ise canı yandığı için inleyip duruyordu.

 

Doktorlar gelip baksalar da hiçbir şey anlayamadılar durumunu belirsiz diyerek geçiştirdiler. Hastanede kalsa da değişecek bir şey yokmuş mecburen evde bakılıyorduk, bazen ağrılarını kesmek için çeşitli ilaçlar veriliyordu fakat fayda etmiyordu. Odanın kapısını açıp girdiğimde uyanık olan eşimin yanına vardım. Sağ eli yatağın kenarında haraketsiz duruyordu elini yatağa indirip alnından terler süzülen sevdiğimin terini havluyla sildim. Acıyla inledi, o güzel yeşil gözleri solmuştu, gözlerini zorlukla açıp harelerime bir şey ister gibi baktı. Zorlanarak kuruyan dudaklarını araladı ağlayıp onu üzmemek için kendimi zor tutuyordum.

 

"Meryem ne olur git, canım yanıyor öleceğimi düşünüyorum. Bekleme beni, Kudüs'e git yuva kuracağın biri illa ki çıkar karşına. Ben sana kavuşamadan öleceğim galiba..."

 

"Saçmalama, deme öyle sensiz gitmem, hani birlikte gidecektik bana ihanet mi edeceksin."

 

"Ölüyorum Meryem beni böyle görmeni istemiyorum vatanına git..."

 

Hıçkırıklarıma engel olamayıp ağlamaya başladım. Yanından ayrılıp sinirle makyaj masasında duran parfümü aynaya şiddetle vurup bağırdım. "Yeter, yeter, yeter..."

 

Cam kırıkları etrafa saçıldı ağlayarak çömelip ellerimi yüzüme kapatıp yaşadıklarıma anlam vermeye çalıştım. Ne yapıyordum ben, isyan mıydı bu yaptığım sanırım evet. Allahım affet beni bilmeden işlediğim günahları bağışla Bora'mı bana bağışla.

 

Bora'nın da ağlayan sesini işittim kapı sertçe açılınca gelen kişiye bakma ihtiyacı hissettim. Esma karşımda endişeli şekilde duruyordu. " Meryem ne oldu niye bağırdın?"

 

Bir şeyi inceliyor gibi bakıp dururken çığlık attı. Ne oluyordu ona Bora'ya bir şey mi olmuştu kalkmaya yeltenince kolumu tutup, " Dur Meryem abim iyi önüne bak bu senin mi yoksa sandığım şey mi?"

 

Ona dönüp önümde ne var diye baktım. Camların arasında bir muska vardı bu da neydi böyle? Tekrar başıma şiddetli bir ağrı saplanıp kaldı. Ellerimi başımın arasına alıp ayağa kalktım gözlerimi açıp kapattım, zihnime dolan anılar boşluğa düşmeme neden oldu. Hatırlamaya başladım Buse'nin yaptığı her şeyi anımsıyordum şimdi. Elinde tuttuğu muskalardan birini makyaj masasının aynasının olduğu kısma sıkıştırmıştı sonra yapışkan bir şeyle yatağın altına ve evin çeşitli yerlerine saklamıştı o muskaları.

 

Buse bize büyü yapmıştı, ayrılmamız için, belki de bir çok şey için ve ben bunları şimdi hatırlıyordum öyle mi? Düşüncelerle boğulup durdum, Bora'nın birden bire geçirdiği kaza ve geçmeyen hastalığı evet evet nedeni kesinlikle büyü olmalıydı. Bora gittiği gün eve gelip bavulunu almasının nedeni de büyüyü bir yere saklama ihtiyacıydı. Bora'nın acı çeken haline dayanamayıp yanına vardım ellerini tutup öptüm.

 

"Kurtulacaksın Bora sorunun ne olduğunu buldum. Buse bize büyü yapmış, her şeyi hatırlıyorum. Onu gördüm büyüleri saklıyordu üzerime yürüdü ve beni merdivenlerden itti niyeti bizim ayrılmamızdı."

 

"Sen ne diyorsun Meryem abimin bu halinin sebebi Buse mi yani?"

 

"Esma, babana haber ver babam zamanında İstanbul'da cinlerle ilgili bir sıkıntı yaşadı bir hüddam yardım etmişti hatta baban bulmuş o adamı, eğer yaşıyorsa gelip büyüleri bozsun Bora'yı kurturacak tek çaremiz büyülerin bozulması olabilir."

 

Esma olayı hâlâ anlayamasa da kızıp git dediğimde kendine gelip babasına haber vermeye gitti. Elim boynumda duran cevşenime değdi, boynumdan çıkartıp elimle tuttum. Bu babamın bana emanetiydi şehit olacağı günün sabahında çıkartıp bana vermişti, sanki şehitliğini biliyor gibiydi. Babamın emanetini Bora'nın boynuna taktım, hâlâ acı çekiyor inleyip duruyordu.

 

Dayım telefon trafiğiyle boğuşurken babamın sıkıntısını alan hüddamın öldüğünü öğrendik fakat iyi olan bir şey vardı oğlu babasından el almıştı ve eve geleceğini söyledi. Dayım oğullarıyla işlerle ilgili konuşup dururken biz salonda merakla bekliyorduk. Bora'yı zorlukla salona getirip koltuğa uzatmıştık hâlâ inliyordu. Kapının sesiyle Esma ve Büşra heyecanla kapıyı açtı. Dayımla yaşıt sayılabilecek saçları hafif beyazlamış nur yüzlü kısa boylu hoca içeri girdi. Yanında simsiyah giyimli bir erkek vardı hoca o kişinin oğlu olduğunu söyledi.Dayımla selamlaşıp içeri geçtiler. Oğlunun adı Cefer'di. İçeri geçerken hoca dualar etmeye başladı.

 

Hepimiz hoş geldiniz dedik, hoca bize tebessümle karşılık verdi Cafer ise ses çıkarmadı sadece selamımızı alıp hocanın yanına geçti. İsmail hoca babasının yolunda giden bir hüddamdı. Babası Süleyman hoca babamın sıkıntısını çözüp ona bendeki cevşeni vermişti. Babam bunun tılsımlı olduğunu bunu takan kişiye şerli varlıkların yaklaşamayacağını ve takan kişiye büyü yapılsa bile ters tepeceğini söylemişti. Demek ki gerçekti ki ben etkilenmemiştim. Hoca Bora'nın üzerine dualar okuduktan sonra Arapça mırıldanır gibi konuştu ne dediğini anlayamadım çünkü çok kısık sesle konuşmuştu.

 

Bakışlarını dayıma çevirip derin bir nefes verdi. " Bakın bu gence bir sürü büyü yapılmış ama ilk yapılan büyüler tesirsizmiş yapan kişi daha fazla para almak için büyüleri yapmış gibi boş kağıtlarla muskalar vermiş ama bazılarını ise yapmış onlar da bu gencin içki içmesini sağlamış ibadetlerini kısıtlamış. Büyü yaptıran kız büyücünün yalan söylediğini anlayıp başka bir büyücüye gitmiş o da ikiniz de ölün diye büyü yapmış ancak Meryem'e hiçbiri işlememiş boynundaki cevşen babamın elinden çıkmış ve çok tesirli o yüzden onu asla etkilememiş."

 

Hoca Bora'ya dönüp saçını okşadı. " Buse diye bir kız aşık olmuş bu gence, plan yapmış onu kurtarmış gibi yapmış ama aslında onu bıçaklayan da onun tuttuğu adammış. Bu kız da onu kurtarmış gibi yapıp arkadaş olmaya çalışmış büyülerle de her dediğini yaptırmaya başlamış. Neyse bunlar önemsiz konular asıl önemli olan son yapılan büyü, Bora'yı öldürmek için yapmış ve etkisi devam ediyor. Üzgünüm ama o kızın gelip büyüyü kendi eliyle çıkartması gerekiyor yoksa bozamayız ve Bora evladımız Allah korusun ölebilir de."

 

Duyduklarımla herkes gibi bende şaşırdım Bora tepki veremiyordu kendinde değildi, terliyor acı çekiyordu. Buse'nin büyü yaptığını biliyordum lakin Bora'yı Amerika'da bıçaklatan da oydu demek ki. Buse'nin gelmesi gerekiyordu ama gelir miydi ki? Bora'ya bir şey olmasına dayanamazdım. Bora'nın yanına vardım ellerini tuttum gözlerini zorla açtı başını bana çevrilip dudaklarını araladı.

 

"Gitme Meryem ondan yardım isteme bırak ölüp gideyim acılarım dinsin."

 

Başımı olumsuzca salladım. "Olmaz Bora her şey onun yüzünden oldu şimdi gelmek zorunda yaptığı bu pisliği düzeltmek zorunda!"

 

İsmail hoca beni onaylayıp, " Git getir o kızı, kocanı dinleme hayatı söz konusu. Bende hocayım asıl böyle bir durumda kocanı dinlemen günah olur." dedi.

 

Bahar yengem ağlayarak Bora'nın başucuna varıp ellerini öpmeye başladı. Bir yandan kurtulacak diye umut ediyorduk bir yandan da ya Buse gelip yardım etmezse diye koskuyorduk. Bora ne kadar gitme dese de umurmadım hayatı söz konusuydu Ameer'i arayıp onu alacağımızı ve bizimle gelmesini istedim. Esma da benimle gelecekti. Arabaya binip önce Ameer'i aldık ardından Buse'nin evine doğru yola çıktık. Evini biliyordum çünkü bir keresinde evine bırakmıştık aklımda kalmıştı.

 

Evin önüne geldiğimizde kapıda bekleyen korumalara Buse ile konuşmak istediğimi, çok önemli olduğunu söyledim. Arama yaptıktan sonra bizi içeri aldılar. Buse dışarıya çıkmıştı bile, üzerinde pijama ellerini önünde birleştirmiş sinirli şekilde bakıyordu. Saçları eskisine göre fazla dağınık bitap bir halde görünüyordu. Yüzü çökmüş eski güzelliği adeta sönmüştü ne olmuştu bu kıza böyle, adeta yürüyen mumyaya dönmüştü. Yanına adımlayıp karşısında durdum. Gözümdeki yaşa engel olamıyordum.

 

"Buse senden bir şey istemeye geldim ne olur benimle gelip Bora'yı kurtar yoksa ölecek. Yaptığın büyüleri biliyorum her şeyi hatırlıyorum Bora'yı seviyorsan ölmelisine izin verme."

 

Beni duymamış gibi yaptı. "Gelmiyorum..." dediğinde hıçkırarak ağlamaya başladım. Arkasını dönüp gidecekken omzundan hafifçe tutup ağlamaklı sesimle tekrar konuştum.

 

"Ne olur gel büyü neredeyse çıkar, Bora çok kötü bir halde sana ihtiyacımız var. Buse ne olur yardım et ne istersen yaparım yeter ki Bora iyileşsin."

 

Bana doğru dönüp uzun uzun izledi halimi. Acıyor muydu bana? " Şartım var Bora iyileşecek ama sende ondan boşanacaksın kabul ediyor musun?"

 

Ameer ve Esma araya girmeye çalışsa da izin vermeyip, "Tamam." dedim. Bora iyileşsin de ben onsuz olmaya bile razıydım. Buse izin isteyip üstüne uygun bir şeyler giyinip geleceğini söyledi. Esma ve Ameer bana kızsa da umurmadım Bora için bedel ödemem gerekiyorsa bunu yapardım. Çok geçmeden Buse geldi birlikte araca binip yola çıktık. Eve vardığımızda kapıda Bora'yı gördüğü o halde gördüğü gibi ağlamaya başladı koşarak yanına varıp çömeldi.

 

"Affet beni seni o kadar çok sevdim ki benim olmanı istedim ama olmadı. Ne yaparsam yapayım seni kendime bağlayamadım büyü yoluyla seni bambaşka birine çevirdim özür dilerim Bora. Her şey için çok pişmanım."

 

Hoca Buse'ye kızıp büyüyü olduğu yerden alıp buraya getirmesini istedi. Biz yokken hocanın oğlu ve görmediğimiz yardımcıları evdeki büyüleri de bulup hepsini toplamışlar. Bahçedekini ise Ameer'in çıkarmasını istedi. Meğer diktiği ağacın kökünde de büyü varmış. Ameer yanında Esma ve Büşra ile çıkıp toprağa gömülen büyüleri çıkartacak hoca da bunları bozacaktı. Sinirlerim bozulmuştu şeytanın aklına gelmez Buse nasıl bir kızmış böyle hepimize ayak üstü bir sürü yalan söyleyip kandırmış.

 

Niyeti devamlı büyü yapıp bana zarar gelmesi ve Bora'yı elde etmekti. Buse, hocanın yanında gelen Halime ve Cefer ile üst kata çıktı büyüleri çıkartıp geleceklerdi. Bir süre sonra Buse geldi, Cefer büyüleri hocaya uzattı, hiç konuşmadan tekrar yanına oturdu.

 

Ameer büyüyü bulup getirdiğinde hoca yüzünü ekşilterek içinde büyü olan pis kokulu poşeti alıp ayağa kalktı. Dışarı çıktı, fena halde kokuyordu midem alt üst olmuştu. Hoca uzun süre saatlerce büyüleri bozmakla uğraştı uzun süre bekledik akşam olmak üzereydi yengem ve Esma yemeklerle uğraşırken hoca dua okumaktan büyüleri bozmaktan kuruyan dudaklarıyla işlemlere devam etti.

 

Muskaları tek tek açıp çeşitli dualar okuyor ardından ya ateşte yakıyor ya da suya atılmak üzere kenara ayırıyordu. Meğerse her büyü yakılmazmış bazıları bozulduktan sonra akan bir suya atılmalıymış. Uzun işlemlerin ardından tüm büyüler bozuldu ve sıra Bora'nın işlemine geldi. Odadaki herkesin gitmesini istedi çünkü etkilenmelerini istemiyordu. Ben, dayım ve Buse dışında kimse kalmadı odada, bir de hocanın yanındaki oğlu Cafer. Hoca hazırladığı bir suyu Bora'ya içmesi için uzattı. Bora kokladı yüzünü ekşitti, "Kötü kokuyor ben bunu içmemem ki." dedi.

 

İsmail hoca ise zorlayarak, " Hadi evladım zorla kendini az da olsa içmen lazım ki sendeki büyüler de çıkıp seni rahatlatsın." dedi.

 

Bora istemese de başını sallayıp bardağı tutup içmeye başladı. Cefer, Bora'yı tutup oturur pozisyona getirmişti. Bora zorlanarak içti eliyle ağzını tutup önünde duran leğene doğru kusmaya başladı. Midesinden çıkanlara hayretle baktık. Ben de dayım da şaşkındık, Bora bunları nasıl yemiş olabilirdi ki? Kocaman bir topak halinde saç parçası, küçük et parçaları, parçalanmış kağıtlar kanlı kanlı kusmuştu üstelik. Hemen ardından bayıldı, Cafer onu tuttu düşmesine izin vermedi.

 

Merak edip sordum. " İsmail hocam bende Bora'yla aynı şeyleri yedim bende de böyle bir şeyler var mıdır?"

 

Hoca bana dönüp tebessüm etti. "Yok kızım sen içinde büyü olan hiçbir şeyi yememişsin, Buse'nin getirdiği ve yaptığı hiçbir şeyi yememişsin büyü sana dokunmamış bile etkilenmemişsin korkma sende bir sıkıntı yok."

 

Bora'nın ayaklarına ellerini indirip dualarına devam etti. Hoca öyle yorulmuştu ki alnından terler geliyordu, dayım teri silmesi için yanındaki Cafer'e peçete uzattı. Başını sallayıp teşekkür ederek elinden alıp hocanın alnını sildi. O da dua ediyor hocaya yardım ediyordu. Sonra Cafer de hoca gibi ellerini Bora'nın ayaklarına indirip duaya devam ettiler. Bora gözlerini açtığında ayak parmağının oynadığını gördüm. Dayıma baktım o da görmüştü bana gülümsedi. " Bora kurtuldu artık yürüyebilecek." dedi.

 

Duaları bitirdiğinde Bora'yı yatağa bırakıp yerlerine oturdular. Bora kendine gelmiş gibiydi gözleri daha iyi bakıyordu ayaklarına bakıp parmaklarının hareketlerini girince gülümsedi. Önce babasına bakıp, "Baba ayaklarımı hissetmeye başladım hareket ettirmekte zorlanıyorum ama hissediyorum Allah sizden razı olsun hocam." dedi cümleleri biterken hocaya baktı sevinçle.

 

İsmail hoca Buse'ye yaptığı yanlışı anlatmaya çalıştı.

 

"Bak kızım büyü yapmak yaptırmak haram kılınmıştır. Büyü bedenlere ve gönüllere tesir eder hasta eder hatta öldürür evli çiftlerin arasını açar ve bunun gibi birçok kötülüğe neden olur. Büyü İslam dininde yasaklanmıştır büyü yapan da yaptıran da Allah'a karşı gelmiş imanını satmış küfre girmiş olur. Büyünün haram olduğunu söyleyen iki ayetten bahsedeyim sana. Önce Felak Sûresini okuyup anlamını söyleyeceğim ardından Nas Sûresini okuyup anlamını söyleyeceğim beni dikkatle dinle.

 

Felak Sûresi

 

Bismillahirrahmânirrahîm.

 

Kul e'ûzü birabbil felak

 

Min şerri mâ halak

 

Ve min şerri ğasikın izâ vekab

 

Ve min şerrinneffâsâti fil'ukad

 

Ve min şerri hâsidin izâ hased

 

Felak Sûresi Türkçe Anlamı

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

 

De ki: "Sığınırım o sabahın Rabbine,

 

Yarattığı şeylerin şerrinden,

 

Karanlığı çöküp bastırdığında bir gecenin şerrinden,

 

o düğümlere üfleyen üfürükçülerin şerrinden

 

ve kıskançlık gösterdiğinde bir kıskancın şerrinden!"

 

Nas Sûresi

Bismillahirrahmânirrahîm.

 

Kul e'ûżu birabbinnâs.

Melikinnâs.

İlâhinnâs.

Min şerrilvesvâsil ḣannâs.

Elleżî yuvesvisu fî sudûrinnâs.

Minelcinneti vennâs.

 

 

Nas Sûresi Türkçe Anlamı

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

 

De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,

 

İnsanların hükümdarına,

 

İnsanların ilahına,

 

O sinsi vesvesecinin şerrinden.

 

O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar.

 

Gerek cinlerden, gerek insanlardan.

 

Kur'ân-ı Kerîm'in Felak ve Nâs olarak adlandırılan 113 ve 114. sûrelerine "Muavvizeteyn", bunlara İhlâs Sûresi'nin ilâvesiyle birlikte üç sûreye "Muavvizât" denilmiştir.

 

Muavvizeteyn, "sığındıran, koruyan" anlamındaki muavvize kelimesinin tesniyesi muavvizetânın mansup hali olup, Türkçede bu şekliyle yaygınlık kazanmıştır. Felak ve Nâs Sûreleri ayrıca "Mukaşkışetân" (şirk ve nifaktan koruyan, tedavi eden) diye adlandırılmıştır.

 

Muavvizeteyn şeklindeki adlandırmanın kaynağı sûrelerin ilk âyetlerinin muhtevası ile Hz. Peygamber'den (s.a.v) rivayet edilen hadislerdir. Ukbe b. Âmir'den gelen bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v) Felak ve Nâs Sûrelerini kastederek, "Bana bazı âyetler indirildi ki benzerleri görülmemiştir: el-Muavvizeteyn" demiştir.

 

Kur'an'ın "muavvizeteyn (iki koruyucu)" adını alan bu son iki sûresinin inme sebebi çoğunluk bilginlere göre, Medine'de Yahudi Lebîd İbn Âsım'ın Hz. Peygamber'e yaptığı büyü kıssasıdır. Büyü vardır ve inkar edilmez Peygamber Efendimize bile büyü yapılmış ve bundan bazı sıkıntılar yaşamıştır.

 

Risale-i Nur'da sihir ile alâkalı şöyle bir hadis rivayet ediliyor:

 

 

"Hem, nakl-i sahih-i kat'î ile, muzır bir sâhir olan Lebid-i Yahudi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı rencide etmek için acip ve müessir bir sihir yapmış. Bir tarağa saçları sarmış, üstünde sihir yapmış, bir kuyuya atmış. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali'ye ve Sahabelere ferman etmiş: 'Gidiniz, filân kuyuda bu çeşit sihir âletlerini bulup getiriniz.' Gitmişler, aynen öyle bulup getirmişler. Her bir ipi açıldıkça, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dahi rahatsızlığından hiffet buluyordu."

 

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 

"İnsanı helâka sürükleyen yedi şeyden sakınınız." Sahâbîler:

 

- Yâ Resûlallah! Bu yedi şey nedir? diye sordular. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:

 

"Allah'a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, - haklı olarak öldürülen müstesna- Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, evli olup hiçbir şeyden haberi olmayan namusuna düşkün Müslüman kadınlara zina isnad etmek."

 

 

Bak kızım hata yapmışsın, bu hatandan dön yoksa başına daha kötü olaylar gelir bu genci de rahat bırak, bak zaten evli eşini de seviyor yuvalarını yıkıp ahiretini mahfetme."

 

Buse ağlayarak hocayı dinleyip durmuş ardından başını sallamıştı.

 

Hoca Buse'ye onun da sıkıntıları olduğunu söyledi Buse de onayladı, sıkıntı dediği sanırım cinlerin onu rahatsız etmesiydi. Ona da bazı işlemler yapıp Bora gibi onu da kusturdu. Buse yaptığı büyüler yüzünden rahatsız ediliyormuş bunlardan kurtuldu. İsmail hoca Buse'yi uyarıp bir daha büyü yaparsan hepsi sana dönecek Allah'a yönel diye tavsiyeler verdi. Buse başını eğip başını salladı. Çantasından çıkardığı farklı kağıtlara koruma cevşeni yazıp birini Bora'ya diğerini Buse'ye verdi. Bora'nın boynundakini ise bana tekrar verdi banyo ve tuvalet dışında boynumdan çıkartmamam gerektiğini söyledi.

 

Evin her tarafını sirkeli suyla silmemiz gerektiğini de ekledi cümlelerine. Yatak odanıza sürülen şey ise sandığımız gibi domuz yağı değilmiş. İlk gittiği büyücü daha para almak için büyüyü yapmış gibi göstermiş verdiği yağ başka bir hayvanın yağı olsa da hoca orayı yanında getirdiği suyla silip dualar okudu. Orayı da sirkeli suyla silecektim, Bora askere gittiği gün Buse'yi eve sorgusuz almamızın nedeni de yine büyünün etkisiymiş. Şimdi şimdi aklım başıma geliyordu normalde olsa onu asla eve almazdım ama o gün basiretim bağlanmış gibi ondan kötülük beklememiştim meğerse yaptığı büyünün büyüklüğü ve tesirinin güçlü olması o an dilime ket vurmuş. Ah Buse kendiyle birlikte bizi de yakmıştı, neler yaşamıştık onun yüzünden.

 

Buse kalkıp gideceği sırada İsmail hoca onu durdurdu. " Bir şey unutmadın mı?"

 

Buse bana dönüp sanki kalbini söküyorlarmış gibi zorlanarak konuştu. " Meryem sana şart koşmuştum, gelirim ama Bora'dan boşan diye ama bundan vazgeçtim birbirinizden ayrılmayın. Özür dilerim bunların hiçbirini yapmamam gerekirdi şeytana uydum çok pişmanım."

 

Hoca duyacağını duymuş gibi başını salladı. Buse'ye verdiğim söz aklımdan çıkmıştı bile, Bora iyileşmişti ya gerisi çok da önemli değildi. Buse gittiğinde Bora'nın yanına vardım ellerini tuttum kendine gelmişti yeşilleri artık ışık saçarak bakıyordu bana.

 

"Allah İsmail hocadan razı olsun iyileşmeme vesile oldu Allah'ın izniyle. Mücahidem beni dertlerimden kurtardın Allah senden razı olsun."

 

Ellerini sıkıca tutup gözümden dökülen iki damla mutluluk yaşıyla sevinçle gülümsedim. İsmail hocaya baktım çok şükür Allah'ın izniyle gelip derdimize derman olmuştu. Bora devasını sonunda bulmuştu. Tekrar Bora'nın yeşillerinde kaybolup dudaklarımı araladım. "Allah'a çok şükür kurtuldun mücahit yüreklim. Allah senden de razı olsun."

 

 

Loading...
0%