Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm: Aksa'da Baskın Var

@hayalperestyazar02

Yanan kaderimin ateşine kendi ellerimle bir kibrit daha attım. Annemi, ailemi kırmamak adına beni gelinleri olarak görmek isteyen aileye evet diyecektim. Umudumu büyüttüğüm topraklardan uzaklaşmak üzüyordu beni, özleyecektim şehrimi. Ey Kudüs nereye baksam neyi görsem aklıma sen gelecektin, bugün hayatımı değiştiren adımı atacaktık ama kalbim paramparçaydı.

 

Sevdamı tel örgüler ardına atıp gidecektim, gitmek ayrı dertti özlemi ayrı dertti. Annemi, Sami'yi ve Yaser'i nasıl bırakacaktım ben? Mecburdum, okumalıydım, geleceğimi avuçlarıma alıp kardeşlerime iyi bir örnek olmalıydım. Onlar da okuyup ülkemizin kalkınması ve gelişmesine yardım etmeliydi.

 

Odama kapattım kendimi, akşam olmak üzereydi bize yemeğe geleceklerdi. Rıdvan ailesiyle gelecekti bize, babası Ahmed El Halabi , annesi Hatice El Halabi ile. Canım yansa da belli etmemeye gayret ettim. Annemin zorlamasıyla üstüme bayramda giymek için aldığım açık mavi elbiseyi giydim.

 

Eteği geniş olan elbisenin kol kısmı da genişti ve her ikisinde de dantel detayları vardı. Üstümde güzel durdu saçlarımı tarayıp her iki yandan bir tutam toplayıp arkamda tokayla başladım. Kıvılcık saç tarandığı zaman kabarıyordu, bunu önlemek adına biraz topladım saçlarımı. Makyaj zaten yapmazdım hem oruçluydum, derin bir nefes verdim.

 

Odamdan çıktım yemek hazırdı birazdan gelirlerdi zaten. Kapının önündeyken Bora ile karşılaştım yine yeşil gözlerini üzerime dikti. Neden bana öyle bakıyordu ki? Bakışlarımı çevirdim, kendimi gülmeye zorlasam da yapamıyordum bunu, üstelik günlerdir belimde bir ağrı vardı. Ayaklarımda ve bileklerimde ise şişkinlik baş göstermişti, oruçtan olsa gerekti midem bulanıyordu, birden bire kendimi yorgun ve bitkin hissediyordum.

 

Bayram yaklaşıyordu, bu sene oruç tutarken zorlanmıştım. Daha önce böyle olmasa da bazen nefesim kesiliyordu. Nefes almakta zorlanıyordum hasta olmasam bari, umarım bayramda iyi olurdum gün geçtikçe daha kötü oluyordum fakat söylemiyordum. Annemi üzmek istemiyordum. Belimdeki ağrı şiddetini arttırırken yüzümü buruşturdum ayakta durmakta zorlanıyordum kapıya tutundum. Bora halimi fark etmiş olacak ki sordu.

 

"Meryem iyi misin neyin var?"

 

Sesi endişeli gibiydi, başımı salladım orucumu açınca kendime gelirdim. Umursamadım geçecekti acılarım. "İyiyim merak etme." dedim fakat nefeslerim sıklaştı. Gözlerimi zorlayarak açtığımda elimle dur dedim. İyiydim, kendime gelmem lazımdı oturursam dinlenirsem rahatlardım.

 

Sakinleşmeye çalıştım nefeslerim yavaş yavaş düzene girdi, yere çakılı kalan bakışlarım kalktığında Bora'nın bakışları üzerimdeydi. Hasta olduğumu düşünmüştü. Kendime geldiğimde adımlayıp salona geçtim. Koltuğa oturdum biraz daha iyiydim, gözlerimi kapattığımda iyi şeyler düşündüm. Stresten oluyordu sanırım, kendimi sıkmamam gerekiyordu fakat elimde değildi işte.

 

Gözlerimi açtığımda saatin iyice ilerlediğini fark ettim hemen ayaklanmalı anneme yardım etmeliydim. Koltuktan kalktığımda Bora eliyle işaret etti ona göre dinlenmeliydim, ya annem ne olacaktı yardım etmeliydim ona. Bunu dile getirdiğimde anneme yardım edeceğini söyledi, zaten dünden beri her işe koşturuyor oluşu dikkatimi çekmişti.

 

Kendini yabancı görmüyor bizden biriymiş gibi davranıyordu. Sami ile biraz atışmış olsalar da Yaser sevmişti Bora'yı iyi anlaşmışlardı. Dediği gibi koltukta biraz oturdum, daha iyi hissediyordum. Kapı çaldığında ayaklandım, Rıdvan ailesiyle gelmiş olmalıydı. Kapıyı açtığımda bana sevgiyle bakan aileyi buldu gözlerim.

 

Ahmed bey eşi Hatice hanım ile bana gülümsüyordu, içeri davet ettiğimde ayakkabılarını çıkarıp geçtiler. Hatice hanım elindeki torbayı almam için uzattığında torbayı tuttum, her neyse de yiyecek bir şeydir diye düşündüm. Rıdvan biraz çekiniyor ve utanıyor gibi görünse de hayran bakışları dikkatimden kaçmamıştı. Tabi bunun günahını bildiği için olsa gerek başını hemen çevirmiş bana bakmayı kesmişti, sonuçta evli değildik ve bakışlar bile günaha davet eden unsurlardı.

 

Sevgi olmasa da ilerde olurdu diye geçirdim içimden, en azından Rıdvan iyi biriydi dinine bağlı temiz bir insandı. Belki de benim kaderimde o vardı. En güzelini veren Allah kaderime de en iyisini yazmıştı elbette, inkarı mümkün değildi. En iyisini Rabbim bilirdi, bana onu layık gördüyse zaten evlenirdim onunla, yok kaderimde başkası var ise de elbette olmazdı bu iş.

 

Rıdvan da içeri geçtiğinde tekrar hoş geldiniz dedim gülümseyerek. Annem mutfaktan apar topar çıkıp yanlalarına vardığında heyecanla karşıladı onları. İftardan sonra diğer kardeşlerim de gelecekti, belki yatsı namazından sonra evimizde konuşurlardı. Saate baktığımda hemen sofrayı hazır etmem gerektiğini anlayıp mutfağa gittim. Bora da misafirlere Arapça hoş geldin demişti, sonuçta onlar Türkçe bilmiyordu. Mutfağa geçtiğinde gergin görünüyordu, tabakları dolaptan indireceğim sırada önüme dikildi. Ne oluyor der gibi baktığımda sinirle bir nefes verip araladı dudaklarını.

 

"Bunlar kim niye size geldiler?"

 

Gözlerimi devirdim, evimize gelen misafirin hesabını mı soruyordu? Hem ona neydi ki anlamıyorum? Umursamadan tabakları dolaptan almaya başladım. Mutfakta sofrayı kurmam lazımdı, erkekler ayrı kadınlar ayrı yiyecekti yemeği. Hem birazdan babamın babası Süleyman El Hatib de gelecekti o olmadan olmazdı zaten. Bora sinirle bir nefes verdi, tekrar sordu gelmelerinin nedenini, ne oluyordu ki ona şimdi, anlamak mümkün değildi.

 

"Sana ne ya niye geldilerse geldiler. Misafiri kovmayı mı düşünüyorsun?" diye sordum sinirle.

 

Elini yumruk yapmıştı kaşlarını çatıp uzaklaştığında neden böyle fevri davrandığıma anlam veremedim. Normalde kırmadan söylerdim fakat şimdi sinirime yenik düşmüştüm. Allah'ım bir hata yaptıysam affet beni tekrar gelirse konuşacaktım onunla. Misafire kötü davranmak onu kırmak, üzmek istemezdim.

 

Özür dilemem gerekiyordu fena halde acıkmış ve susamıştım. Daha önce böyle değildim, Ramazan'ın ilk günlerinde zorlanırdım, bir kaç gün içinde alışırdı vücudum fakat Ramazan ayı bitmek üzeriydi ve benim halsizliğim giderek artıyordu. Bora tekrar odaya geldiğinde ezana az kaldığını fark edip hızlıca konuştum.

 

"Özür dilerim, galiba kırdım seni oruçluyuz ya işte bazen kızabiliyoruz maruz gör beni. " dediğimde gülümsedi. Gülümsemek neden bu kadar yakışmıştı ona, yeşil gözleri ben burdayım der gibi belli ediyordu kendini.

 

"Kızmadım ki sana ben takmam öyle şeyleri rahat ol."

 

Cümlesini bitirdikten sonra bana göz kırpıp tabakları salona götürdü. Yardım ediyordu bana, erkekler için sofra hazır olmaya başlamıştı bizimkini de ben hazırlıyordum, ikisi de aynı zamanda hazır olacaktı. Kapı çalındığında kimin geldiğini biliyordum. Bizim için de sofra hazırdı artık, oturup duâmızı edip ezan sesini duymayı beklemeliydik. Gidip dedeme sarıldım buruşmuş göz kenarlarına öpücükler kondurup sevgimi gösterdim.

 

Sami ise fazlasıyla mutluydu, kardeşi Yaser gelmişti yanına ya, dünyalar onun olmuştu adeta. Kadınlar mutfağa geçerken erkekler salondaki sofraya geçti. Biz öyle masalarda yemezdik yemeğimizi, yer sofrası kurup sevinçle karşılardık ezanın sesini. Sonunda gönüllere yağmur gibi yağan müslümanın en sevdiği seslerden biri çalındı kulaklarımıza. Ezan öyle bir okunuyordu ki, müezzin ezan okurken, sesine de hayran bırakıyordu. Biraz daha bekleyip uzunca duâmızı ettikten sonra açtık orucumuzu.

 

Sofrayı kaldırdığımız gibi ilk iş olarak abdest alıp namaz kıldık. Erkeklerden sıranın bize geç geleceğini bildiğimiz için abdestimizi ezandan önce almıştık. Ben annem ve Hatice hanım birlikte namaza durduk. Dilim her duâmda mazlumlar için hayırlar, kurtuluş diliyordu. Direnişin en büyük sembolü gençlerimizdi, biz ayrım yapmazdık bizim için bir insanın müslüman olması yeterliydi diğer insanlara saygı duysak da aramıza almazdık.

 

Aramıza bizden olmayanları almamayı öğrenmiştik, zamanında yahudilerin bizim komşu devletlerle kurduğu ittifak ve bizim içimize, şah damarımıza kadar ulaşmalarına yardımcı olmuştu. Evlatlarımız Ümmet bilinciyle yetişmeliydi. Aramızda ümmetin cennet kokan gençleri yetişiyordu. Her kuşak bir diğerinden daha korkusuz oluyordu, Allah'ın yardımı ile geçecekti hepsi, bitecekti çilemiz. Bu yaşadığımız acılar günahlarımıza bedel olacaktı, bizi cehennem ateşinden kurtaracaktı Rabbim'in izniyle.

 

Duâlarımız bittiğinde çabucak bir çay içip Aksa' ya doğru yola çıkacaktık. Hep birlikte gideceğimiz için içimde mutluluk peyda oluyordu. Her gittiğimde kalp atışlarım aynı tonda atardı. İçin içime sığmazdı, bakmaya doymazdım, her yanı peygamber kokulu Kudüs'ün en nadide yeriydi Mescid-i Aksâ, öyle güzeldi ki anlatmaya cümleler yetmiyordu. Çay suyu hazırdı demini de almıştı, gülümseyerek doldurduğum çayları salona getirdim. Rıdvan ve ailesi keyifli gözükürken nedense Bora bir şeye kızmış gibiydi. Yüzünde bariz şekilde endişenin varlığı belli oluyordu.

 

Taze naneli çayları dağıttıktan sonra mutfağa gidecektim fakat Hatice hanım beni yanına oturmam için zorladı. Zaten utanıyordum ya, neden yanlarında oturmamı istiyordu ki, bildiğin cezaydı bu bana. Ahmed beyin bakışları Süleyman dedeme döndüğünde dudaklarını aralayıp canımı yakan evlilik mevzunu açtı. Acıyla yutkundum, sanki boğazıma bir yumru oturuyordu. Hatice hanıma döndüm, su içip döneceğimi söyledim ama kalbim kan ağlıyordu kimse görmüyordu.

 

Banyoya gittiğimde suyu açıp yüzüme su çarptım, içim ağlama hissiyle dolup taşıyordu. Kendine gel Maryam istemediğini düşünecekler aileni üzmeye hakkın yok. Yüzümü havluyla silip hemen dönmeli, yüzüme gerçekçi bir gülümseme takınmalıydım. Banyodan çıktığımda karşımda Bora duruyordu, yüzünde yine endişe dolu tedirgin bir eda vardı. Onu umursamayıp salona gideceğim sıra önümde durup geçmeme izin vermedi. Kaşlarımı çatıp geçmek istedim fakat buna izin vermiyordu.

 

"O adamla evlenmek istemediğini anlamadığımı mı sandın?"

 

Anlamış mıydı belli etmiş miydim yani? " Ne alakası var, sana öyle gelmiş." diyerek geçiştirmeye çalıştım, umarım üstüme gelmezdi hayatıma karışma hakkına sahip değildi.

 

"Ya sen istemediğini söylersin ya da ben. Karar senin."

 

Tehdit mi ediyordu beni? Yaptığı saçmalıktı, ne diye karışıyordu ki hayatıma, hangi hakla? Derin bir nefis verip tüm hiddetimle içeridekilerin duymayacağı şekilde tepkimi gösterdim.

 

"Sen kimsin ki bana karışıyorsun ailem varken sana laf düşmez kendi işine bak sen."

 

Umursamadım fakat söyler mi acaba diye düşünmedim de değil yani. Yapar mıydı acaba bunu, onu tanımıyordum ki. Neyse umursamadım ve önünden hızla geçip salona girdim. Annemin yanına oturdum, Hatice hanım bana sevgi dolu gözlerle bakarken eşi tekrar sözü ele almıştı. Dedem düşünceli görünüyordu, elindeki bastonunu avcunun içinde sıkıyordu. Canını sıkan bir şey vardı yoksa böyle yapmazdı onu tanıyordum. Ahmed beyin sözleri bittiğinde dedem konuşmaya başladı.

 

"Bu işin olması zor, Maryam çok zorlanır zaten kimliği bile geçici. Ha evlendi diyelim Rıdvan Batı Şeria doğumlu Maryam ise Kudüs yani kızımızı kendi üzerine resmi olarak alamaz. Rıdvan devamlı burada ikamet de edemez, bir süre sonra mecburen Batı Şeria' ya dönmek zorunda kalacak. Maryam ile evlense bile ikamet ettiği bölgenin nüfusuna geçiremez. Evlenmenize engel bir durum, bilmem ki nasıl yapsak, hem siz hem biz zor durumda kalırız."

 

Sözleri bittiğinde Bora dudaklarını aralayıp kendini de içlerine katmıştı sözleriyle. Arapça kurduğu cümleler hiç yabancı gibi değildi. Gayet iyi konuşuyordu dilimizi maşaallah.

 

"Aileleri dağıtma politikası bunu yapıp sizi yıldırma çabasındalar."

 

Herkes başını sallayıp onay verdi dedem bakışlarını bana çevirdiğinde hafifçe gülümsedi. "Maryam kızım son söz senindir. Gönlün varsa, istiyorsan biz her daim arkandayız, yok istemem diyorsan yine yanındayız."

 

Ne diyeceğimi bilemez şekilde kalakaldım. Bakışlarım yerde gezindiğinde duyduğum sesle şoka uğradım.

 

"Maryam Rıdvan'la evlenemez."

 

Bora ne diyordu öyle, hepimizin bakışları ona döndüğünde kendime kızdım onu tanımıyordum, banyonun önünde karşılaştığımda bunu söyleyeceğini belirtmişti zaten ben inanmamıştım ona.

 

"Ben Maryam'a talibim, hem ben akraba olduğum için de önceliğim var." dediğinde şaşkınlıktan ağzım açık kaldı.

 

Bana talip olduğunu mu söylemişti? Öncelikli olduğunu söylemesi ise kuzen oluşumuzdan kaynaklıydı. Hangi ara bu karara varmıştı diye merak etsem de kasten yapmasa bile bu davranışı hoş değildi. Şaşkınlık dolu bakışlarım içeridekilerle birlikte sürüyordu. Herkes bu duruma anlam veremez görünüyordu. Hatice hanım ve Ahmet bey fazlasıyla şaşırmıştı, Rıdvan ise elini yumruk yapıp Bora'ya bakıyor adeta birazdan kalkıp dövecek gibi görünüyordu. Dedem Süleyman El Hatib olaya el atıp konuya hakim oldu.

 

"Ne demek bu, madem böyle bir mevzu vardı neden bizim haberimiz yok?" diyerek anneme döndü, kırışık göz kenarları gözlerini kıstığı için daha kırışık görünüyordu. Annem Bora'ya baktı, sanırım bizim bilmediğimiz bir şey vardı.

 

"Babam, erkek kardeşim haber etmişti kızını oğluma istiyorum diye ama oğlumun gönlü yok demişti. Dün geldi zaten ama ben bu yüzden geldiğini bilmiyordum."

 

Bora beklemeden atladı söze. "Babam ve annem istedi ben görmediğim için başta olmaz dedim buraya onu görmek için geldim. Maryam'ı beğendim ve ona talibim. Kendisiyle konuşmama izin verirseniz onun da bu işte gönlü olduğunu göreceksiniz."

 

Ne diyordu bu adam böyle, onda gönlüm mü varmış? Peki benim bundan neden haberim yok? Süleyman dedem şiddetle elindeki değneği yere vurdu. Annem olaya el atarken benim dilime ket vurulmuştu sanki, şaşırmış ne diyeceğimi bilemez biçimde kalakaldım. Ne diyecektim, ne yapacaktım, garip bir işin ortasında kaldım. Annem Süleyman dedemi ikna edince, benim kolumdan tuttu diğer odaya gitmeye başladık ardımızdan Bora da geliyordu. Biz giderken dedemim sözlerini de duydum.

 

"Sami sen de git annen yanlarında mı yoksa yalnız mı konuşuyorlar haber ver bana."

 

Yalnız konuşmamızdan endişe etmişti, tabi benim böyle bir şey yapmayacağımı biliyordu. Odaya girdiğimizde Bora bakışlarını kaçırır gibi baktı bana. Annem ise yeğenine kızsa da kıyamıyor gibi duruyordu. Bora'nın sesiyle başımı kaldırıp yaşla dolan gözlerimi durdurmaya çalıştım.

 

"Meryem ben içerde yalan söyledim, seni korumak o adamla evlenmene engel olmak için yaptım bunu. Benimle evlenmeyi kabul edersen aramızda sahte bir evlilik olur yemin ederim saçının teline dahi dokunmam."

 

Ciddi görünüyordu fakat neden inanaydım ki ona. Anneme baktım bana lütfen der gibi bakıyordu. "Maryam niye söylemedin bana Rıdvan'ı sevmediğini? Arar konuyu hiç açmayın derdim." Sözleri sitemle karışık bir acı taşıyordu.

 

Gözlerimde saklı dolan yaşlar yerinden çıkacak kıvama geldi. Neden böyle garip bir hale düşmüştük böyle? Zaten gidecektim, ailemi, Kudüs'ümü, Aksa'mı bırakmak canımı yeterince yakıyorken başına bir de evlilik çıkarmaları bardağı taşırmıştı.

 

"Evet Rıdvan'ı sevmiyorum onu Yakup gibi görüyorum onu seveceğimi düşünmüyorum. Evlenmek istemiyorum." dedim annemin gözlerine bakarak. Bora'ya sert bakışlar attıktan sonra parmağımı onun üzerine dikip anneme döndüm.

 

"Onunla evlenmem de gerekmiyor ama..."

 

Annem başını olumsuz anlamda salladı. "Kızım ben mutlu olmanı istiyorum Rıdvan ile de evlensen hayatın zorlukla geçecekti. Beni dinle, bak yeğenim yalan söylemez iyi biridir, hem zaten gideceksin Türkiye'ye. İyi düşün kızım 5 yıl evli kalırsan vatandaşlık alabilirsin burda kimliğin bile yok..."

 

Yoktu değil mi? Vardı ancak geçiciydi. Sırf vatandaşlık uğruna bir evlilik yapmak ise bana göre saçmalıktı. İtiraz ettim lâkin annem ve Bora devamlı konuşup beni ikna etmeye çalıştı. Annem ağlamak üzereydi kıyamıyordum ona, vatandaşlık alırsam daha güzel bir geleceğim olacağını düşünüyordu. Mecburen gidecektim, burada okumak istesem de yurt dışı benim için daha iyi olacak düşüncesini annem içime akıtmıştı. En güzel yerin Türkiye olduğunu söylemiş ve sınavlara girmeme teşvik etmişti. Sonunda pes ettim lâkin Bora'ya hiddetle bakıp onu uyardım, bana dokunmaya kalkarsa başına geleceklerden ben sorumlu değildim.

 

Odaya döndüğümüzde babamın babası kimi isteyip istemediğimi sordu, cevap veremedim. Suskunluk dilimde dolanıp duruyordu adeta. Yerinden kalkıp bileğimden tuttuğunda beni mutfağa çekti. Diğerleri bizi duymuyordu, kırışmış elleriyle yüzümü okşadı bana sevgiyle bakıp doğruyu söylememi istedi. Ne yapacaktım ki ben Rıdvan'ı sevmiyor istemiyordum ama Bora'ya karşı da hissettiğim bir şey yoktu annem istediği için evet diyecektim bir süre evli kalıp boşanacaktım vatandaşlık uğruna. Ne kadar da saçma.

 

Kendimi kötü hissetsem de yine suskunluk sardı etrafımı cevap veremedim. Bu sefer Rıdvan'ı isteyip istemediğimi sordu başımı olumsuz anlamda salladım. Fark ettiğini söyledi, sonrasında Bora'yı sordu. Dudaklarım titremişti ne cevap vereceğim konusunda şaşıp kalmıştım. Bakışlarım salona kaydığında harelerim yeşil gözleri benden ayrılmayan Bora'yı buldu. Bakışlarımı çevirdim lâkin dedem bunu farklı algılayıp onu istediğimi sandı. Elimden tutup içeri geçtiğimizde durumu anlattığında utançtan yerin dibine girdim resmen.

 

Ahmed bey ve Hatice hanım durumu anlayışla karşılamış olsa da Rıdvan fazlasıyla bozuldu. Fazla uzatmadan evden çıktık, herkes hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Aralarında istişare yapıp önce nişan ardından burada düğün olsun demişlerdi. Tepkisizdim, ailemden annem ve Yaser sevinirken Sami istemediğini açıkça belli ediyordu. Benimle devamlı atışsa da evlenip gitmemi istemiyordu. Beni kimseyle paylaşamıyordu, bizden önce çıkıp Aksa'ya doğru yol almıştı. Hepimiz hazır olunca hızlıca çıktık evden, az bir vakit kalmıştı namaza anca yetişirdik. Hatice hanımdan özür dilesem de kızmamış kısmet neyse o olur demişti. Beni ne kadar da sevdiklerini şimdi daha iyi anladım. Erkeklerin ardından yürüyüp eski şehrin dar sokaklarından geçip kalbimin aşkıyla yandığı mekana vardık.

 

Ey Aksa sen ne güzelsin öyle, ne kadar da anlamlı ve harika bir şeysin. Her gördüğümde gözlerimi yaşlarla dolduran, kalbimi hak aşkıyla kuşatan kutsal mekan Mescid-i Aksâ. Bastığım her adımda kalbime giren vatan sevdasıyla başa çıkmam zorlaşıyordu. Kıldığım her namazda, ettiğim her duâda sen varsın ey Aksâ. Rabbin melekleriyle koruduğu, kimsenin paylaşamadığı kutsal mekan. Kalbim deli gibi atarken geldiğimizde sıkıntı olmaması aklıma başka şeyler sokmuştu nedense.

 

Her Ramazan çıkan olaylarla ortalık kan gölüne dönüyordu. Yine aynısı olacak diye endişe ediyordum fakat namazımı kılıp ellerimi vatanım Filistin, yaşadığım kutsal Kudüs ve ilk kıblemiz Mescid-i Aksâ için kaldırıp duâ edecektim. Kadınların olduğu kısım kapatıldığı için kalabalık olmayan kısımda namaz kılacaktık. Ezan neredeyse okuyacaktı anca yetişmiştik orucumu açınca daha iyi hissetmiştim ama yine de midemde anlayamadığım bir bulantı vardı. Ezan okunduktan sonra namaz kılmaya başladık.

 

Namazımız neredeyse bitecekti zihnim huzurla dolup taşıp, namazıma adepte olmuşken dışardan gelen yüksek seslerle bir şeyler olduğunu anladım. Yine namazda vuruyorlardı bizi, içeri giren ve camları kıran her neyse etrafı önce sis hemen ardından gelen boğazınızı yakan biber gazı kokusuyla yaktı içimizi. Ne olursa olsun öksüre öksüre de olsa namazımızı bitirdik. Selam verdikten sonra bulantım iyice artmaya başladı, boğazım feci şekilde yanıyor ve deli gibi öksürüyordum. Çoğu kişi dışarı çıkmaya başlarken ben bayılacak gibi hissediyordum. Başımı seccadenin üzerine indirip öksürmeye devam ederken annemin sesini duydum.

 

"Maryam kalk kızım dışarı çıkalım dayanamazsın sen boğulacaksın hadi, zorla kendini kalk ayağa."

 

Başımı salladım koluma giren annemin elini kavrayıp ayaklandım. Dışarı çıktığımızda biraz nefes alır gibi olsam da müslüman kardeşlerime atılan gaz bombası ve plastik mermi sesleriyle gerçek mermilerin sesi birbirine karışıyordu. Ailemdeki erkeklerin neredeyse hepsi gelmişti, buradaki herkes tehdit altındaydı. Annem beni dışarıda bırakıp Yaser'e ve Sami'ye bakacağını söyledi. Neden bilmiyorum normalde dayanamaz gaz kokusunu bile umursamaz askerlerin önünde siper ederdim kendimi fakat şimdi canımın acısından yapamıyordum bunu. Kalbim acı çekiyor, nefeslerim boğazımı yakıyordu. Yakınımdan geçenleri görmesem de askerlerin yaptığı baskına karşı koymak için her şeyi yapacaklarını biliyordum. Gözlerim yanıyor, yaşlarla doluyordu, biber gazı beni çok kötü etkilemişti, hatta içime kör olma korkusu bile atmıştı. Allahım sen affet beni bunu düşünmem bile hataydı senden gelecek her şeye razıyım ben. Gözümden olmam gerekiyorsa bile razıydım yeter ki hidayetini eksik etme bizden.

 

"Meryem neyin var kötü görünüyorsun." diyen sesin Bora olduğunu anladım. Zorlanarak cevap verdim.

 

"İyiyim ben merak etme."

 

Ne iyi olması canımdan can gidiyordu. Allah'ım sen affet beni, yabancı bir erkekten yardım isteyemezdim ya, başka çarem kalmamıştı. Bora da öksürüyordu gözümü zar zor açtığımda etrafta büyük bir kalabalık Aksâ'nın dört bir yanını kuşatmıştı. Yine namazda vurmuşlardı bizi, yine can evimizden vurmayı, en hassas noktamızdan bizi etkisiz hale getirmeyi biliyorlardı. Biber gazı etrafı sarıp dururken her yöne yayılan plastik mermilerden mecburen herkes kaçıyordu.

 

"Bunlar ne biçim insanlar, ibadete bile saygıları yok. Namazda gaz attılar içeri, ha her yöne atılan plastik mermileri saymıyorum bile."

 

Başımı salladım çok hafif yeşil gözlerine kısa süre bakmak durumunda kalmıştım. Yeşil hareleri kıpkırmızıydı, derin nefesler alıp duruyordu. Başıyla işaret ettiğinde onunla hızlı şekilde ordan uzaklaştım. Etrafta erkekler çok fazlaydı, kendime gelene kadar bir yerde beklemem lazımdı. Bir ağacın altına geldiğimde Bora uzaklaştı ve diğerlerine yardım etmeye başladı. Her köşeye siper olarak kullanılacak ne varsa dizdiler. Baskının şiddeti fazla olmalıydı ki ambulansın sesi doldurdu etrafı, demek ki yaralanan birileri olmuştu.

 

Nefeslerim düzene girdiğinde etrafa baktım öyle bir kalabalık vardı ki elimle kalbimi tuttum. Başımda bağlı olan örtüm rüzgarda salınıp duruyor mecburen düzeltmeye çalışıyordum. Olduğum yerde kalmayacaktım, kapıya yakın bir yere varıp gerekirse sesimi askerlere çıkartacaktım. Yerdeki taşları elime alıp avcuma doldurdum. Kalabalığın etrafından ilerledim, canım yana yana giderken askerlerin kardeşim Sami'ye saldırdığını görünce gözüm döndü. Askerlerin yanına varıp aralarına girdim. Onlara engel olmaya çalışırken ben de onların darbelerine maruz kaldım. Bağırıp kardeşimi bırakmalarını istediğimde gözlerimin önünde kardeşimi tutukladılar. Sami onlara beddualar yayarken ben dayanamayıp yaptıkları zalimlikleri yüzlerine vurdum.

 

"Bırakın kardeşimi. Elinizdeki silahlara güvenen pislik fareler." dedikten sonra onlardan biraz uzaklaşıp elime aldığım taşı askerlere fırsattım.

 

Taş bir askerin kafasına isabet etmişti, hemen etrafımı sarıp kolumu arkama sıkıştırıp bileklerime kelepçeyi taktıklarında buranın onlara ait olmadığını haykırdım yine.

 

"Burası asla sizin olmayacak ne yaparsanız yapın buradan gitmeyeceğiz. Filistin bizim, bize ait, Allah yaptıklarınızı yanımıza bırakmayacak eninde sonunda buradan çekip gideceksiniz."

 

Sami için ağlayan gözlerim baskına uğrayan Aksâ için de yanıp kahroluyordu. Namusunuza göz dikilse ne hissedesiniz? Bizim namusumuza göz dikilmişti işte... Kutsal mekanımız Mescid-i Aksâ baskına uğrayıp namusumuza, şerefimize göz dikiliyordu. Hepimiz toplanıp namusumuzu şerefimizi koruyorduk. Yaptıkları ibadete karşı yapılan suç ve nefretin en büyük haliydi. Mescid-i Aksâ sadece bizim değildi tüm müslümanlara aitti ve sadece bizim burayı savunuyor olmamız kadar acı bir şey yoktu.

 

"Meryem! Bırakın onu durun...."

 

Bora sesleniyordu fakat onlar bunu umursamıyordu. Boş yere yok yere takrar gözaltına alınıyordum. Alışmıştım bunlara, kollarım arkamda kelepçeyle bağlı halde duruken siyonist askerler beni çekiştire çekiştire zorla arabaya bindirdi. Tutukluluk halim ne kadar sürecekti hiçbir fikrim yoktu. Arabaya bindiğimde gördüğüm son şey baskına uğrayan sevdamdı. Yapabildiğim tek şey duâ etmekti.

 

Loading...
0%