Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37.Bölüm:Final

@hayalperestyazar02

 

Keyifli okumalar oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

 

❤️❤️❤️

 

Gözlerim kapanmaya yüz tutarken Beyzanur'un sesiyle başımı zorlukla kaldırdım.

 

"Meryem uyuma hadi son yılın, yetişemiyorum sana not vermeye."

 

Beyzanur okulun çaylak kızlarından biriydi ilk senesiydi ve istikrarlı derecede çalışması beni deli ediyordu. Ya son yılım da bitseydi de kurtulsaydım. Başımı kaldırıp kapanmaya yüz tutan gözlerimi sinirle ovdum. Uykum var benim evde bebekler bekliyor ve benim bu yıl okulumu bitirmem lazım. Okulum bitsin ki Filistin'e gidebileyim. Sırtımı arkama doğru yaslayıp uykumu kaçırmaya çalıştım. Esneyeceğim sırada zorlukla elimle ağzımı kapattım. Esnerken ağzı kapatmak gerektiği ile ilgili hadisi anımsadım.

 

Ebû Said el-Hudrî radiyallahu anhu'den rivayet olunduğuna göre Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Biriniz esnediği zaman elini ağzının üzerine koysun. Zira şeytan girer."

 

Ah bu şeytan her zaman bize zarar vermek için fırsat kolluyor. Aklıma gelenle gülümsedim sahi Bora'nın bana Hac sözü vardı değil mi? Mehir olarak istemiştim ama hâlâ Hac yapmamıştık hayalimde şeytan taşlama olayı canlanınca hafifçe güldüm. Ah şeytan, bulduğum tüm taşları sana atacağım kafanı yarmak gibi bazı hayellerim var. Tabi ben İbrahim Peygamber kadar sert vuramam ama olsun değse bile yeter hırsımı alsın ona da amenna. Şeytan taşlama bütün insanlığın ortak düşmanı olan şeytanı taşa tutarak lanetlemektir. Burada temsili olarak tespit edilmiş olan üç yerde taşlama yapılır. Bu ibadet şekli bize İbrahim Aleyhisselamdan intikal etmiştir.

 

Bu hususta iki rivayet vardır. Birisi şöyledir:

 

Hz. İbrahim, bir imtihan olarak Allah'ın emri ile oğlu Hz. İsmail'i kurban etmeye götürürken şeytan önlerine çıkar. Hz. İbrahim'in babalık şefkatini istismar etmeye kalkarak, bu işten vaz geçirmeye çalışır. Fakat ters yüz edilir. Bundan sonra Hz. İsmail'e musallat olur. Cenab-ı Hakkın emrini babasının yanlış anladığını, annesini gözü yaşlı olarak geride bıraktığını fısıldayarak, emre boyun eğmemesini telkin eder. Şeytanın desiselerine hiç aldırış etmeyen Hz. İsmail, onu yanından kovmakla kalmaz, arkasından da yedi tane taş atar.

 

İşte hacıların cemrelerde taş atmaları bu hadisenin hatırlanması ve yeniden yaşanmasıdır.

 

Bu hususta İbni Abbas'ın rivayeti de şöyledir:

 

"Hz. İbrahim hac ibadetini yapmaya geldiği zaman, Akabe Cemresi yanında şeytan ona göründü. Bunun üzerine onu yedi adet taşla taşladı, şeytan yere battı. Sonra Orta Cemre yanında şeytan ona tekrar göründü. Yedi taş da orada attı. Böylece şeytan tekrar yere battı. Bir müddet sonra Küçük Cemrenin yanında yine karşısına dikildi. Burada da yedi taş daha atınca artık şeytan iyice yere yığılıp kaldı."

 

Bundan sonra İbni Abbas, şöyle diyor:

 

"Siz ancak şeytanı taşlıyor ve ancak atanız İbrahim Aleyhisselamın yolunu izliyorsunuz."

 

"Meryem dersi dinle dalıp gittin yine."

 

Beyzanur'a dönüp omuz silktim. Hocaya baktım bildiğim konuları anlatıyordu hamileyken hiç durmayıp son yılımda fazlasıyla çalıştığım için konuların çoğuna hakimdim. Sonunda dersin bitmesiyle evime doğru yol aldım sahi bugün Ahmet abi Bosna Hersek' ten dönecekti ve orada sürpriz şekilde evlenmiş bunu ise telefonda bizlere söylemişti. Fatih dayım biraz kızmış olsa da Ahmet abinin iyi biriyle evlenmiş olmasını arzuladım. Ne kadar sorsak da eşi hakkında hiç bilgi vermemişti sadece Bosnalı olduğunu biliyorduk.

 

Eve geldiğimde yorgun bedenimi koltuğa attım. Bahar yengem ve Zehra ninem ikizleri pışpışlayıp uyutmaya çalışıyordu fakat ne çare beni de gördüler ya artık, Allah yardım etsin ağlama krizleri başladı. Aylardan Ocak olmuş nerdeyse okulun ilk yarı yıl tatiline girecektik. Bebekleri kucağıma verdilerinde ikisi de yorgun bedenlerini koltuğa attı. Ne yapayım annelik kolay değil. Ne kadar dadı tutalım dediysek de Bahar yengem torunlarımı elealeme bırakmam diyerek kendi bakmak istemişti benim okulum bitene kadar idare edecektik ama çok zorluyordu işte.

 

Altıncı aylarını bitirmiş olan ikizlerimi kucağıma alıp, bana bakmayan gözlerini yorgunlukla kapatan ninem ve yengeme aldırmadan göğsümü açıp ikizleri emzirmeye başladım. Allah'tan Bahar yengem yanıma emzirme önlüğünü getirmişti de biri gelirse beni görmeyecekti. Önlüğü hızlıca önüme çektim doymak bilmeyen ikizlerim sütlerini kana kana içerken uzun saatler emzirmediğim için sütle dolup ağrıyan göğsüm ikizlerin emmesiyle rahatlamaya başladı.

 

Emmelerinin durmasıyla ikisinin de uyuduğunu fark ettim. Baktığımda kucağımda uyuyan ikizlerle gülümsedim tek yumurta ikizi olmaları birbirlerine aşırı derecede benzemeleri hepimizi şaşırtsa da ikisi de çok güzeldi. Göğsümü kapatıp üstümü hafifçe düzelttim ama ikizleri düzgünce tutup yataklarına götürmek böyle zor olacaktı. Bahar yemgeme baktım çoktan uyumuştu, Zehra nineme dönen bakışlarım onun da uyumuş olduğunu görünce ne yapacağımı bilemez şekilde kaldım. Akşam olmamıştı lakin çalışanlar yemeği hazırlayıp gitmiş olmalıydı evde kimse yoktu sanırım.

 

Kapının açılma sesiyle birinin geldiğini fark ettim. Allah'tan üstüm düzgündü yoksa rezil olurum diye korkardım. Kapıya baktığımda Bora'yı görmemle gülümsedim. Yeşilleri beni bulduğu gibi ne istediğimi anladı. Yanıma geldi ve bebeklerden birini kucağına aldı bende kucağımdaki yavrumla kalkıp Bora ile üst kata çıktım. İkizleri yataklarına yan yana duracak şekilde bırakıp üstelerini örterek sessizce odadan çıktık. İlk günden itibaren ayrı yatmayı kabul etmemişlerdi, baktık yan yana gelince uykuları daha rahat onlara göre bir beşik alıp ikisini bir uyutmaya başladık. Şimdilik neyse ama büyüdüklerinde önce emekleyecek ardından ilk adımlarını atıp yürüyeceklerdi. Erkek çocukların fazla yaramaz olduğuyla ilgili bir çok bilgiye ulaşmıştım aynı şeyleri yaşamazdım değil mi? Ya da yaşar mıydım? Neyse diyerek belime konan ellerle kocama gülümseyerek baktım. Yanağıma sıcak bir öpücük bıraktıktan sonra parmakları yanaklarımda gezindi.

 

"Meryem aşağıya inelim annemle ninemi uyandıralım birazdan abim ve eşi gelir ayıp olmasın."

 

Tamam anlamında başımı salladım. Ahmet abinin çocukları Bora'nın diğer abisi Adem abinin evindeydi. Üçü de ikizleri çok seviyordu lakin onlar da oynayacakları çocuk istiyordu ve haliyle amca çocukları da kurtarıcı oluyordu. Sağ olsun Filiz yenge de Ahmet abinin yokluğunda yetim kalan çocuklarla ilgilenmişti. Bahar yengem ve Zehra ninemi uyandırıp misafirlerimizi bekledik. Büşra yorgun halde elindeki çantasıyla gelirken çok geçmeden Adem abi Filiz yenge ve çocuklar da geldi. Biz sofrayı hazırlarken ikizlerim uyanmıştı bile onlarla ilgilenirken çalan kapıyla kimlerin geldiğini anlayıp merakla kapıya baktık.

 

Fatih dayım güler yüzüyle içeri geçerken ardından gelen Ahmet abi yüzü beyaz örtüyle örtülü geliniyle el eleydi. Gelin hanım geniş beyaz bir elbise giymişti ve yavaş adımlarla Ahmet abiye ayak uydurmaya çalışıyordu. Salona geçtiğimizde Ahmet abi gelin hanımla yan yana oturdu. Evleneceğini haber verdiğinde hepimiz şaşırmıştık ama zaten bir gün evleneceğini biliyorduk sadece biraz ani olmuştu. Fatih dayım daha ismini bile bilmediğimiz gelinimizin ismini gülümseyerek söyledi.

 

"Oğlumun eşi evime gelmiş tekrar hoş geldin kızım. Şimdi gelelim tanışma faslına Bosnalı kızımızın adı Lamija kendisi söylediğim gibi Bosna Hersek'te doğup büyümüş. Evli ve bir kızı bir oğlu varmış ancak iki yıl önce eşini ve iki çocuğunu bir yangında kaybetmiş. Annesi ve babasını da yıllar önce kaybetmiş yanına sığındığı aileye yük olmak istememiş bazı sorunlar yaşamış. Ahmet oğlum da orda karşılaşmış Lamija ile ve evlenmek istemiş şimdi de karşımızdalar."

 

Kısaca hayatından behsettikten sonra hepimizin yanında da nikahlarını tazeledi. Lamija yenge Ahmet abimle yaşıt ya da bir kaç yaş küçük olmalıydı. Dualar eşliğinde amin dedikten sonra Fatih dayım Ahmet abiye bakarak başını salladı. Hepimiz gelini merak ediyorduk. Ahmet abi gerçekten de mutlu görünüyordu ilk defa yüzünde samimi olduğu bir gülüş takılıydı. Lamija'nın yüzünü kapatan beyaz örtüyü açtığında Bahar yengenin ağzından, "Aaaaa." diye bir şaşırma sesi çıkıverdi.

 

Yanımdaki Bora'ya kolumu vurup ona baktım. " Maşallah siz ne çok seviyorsunuz yabancı gelinleri Bosna'nın en güzel kadınıyla evlenmiş resmen." dediğimde Bora erkeksi bir sesle benim duyacağım şekilde güldü.

 

"Ne yapalım huyumuz kurusun güzelleri görünce aklımız karışıyor. Tabi ben güzelimi buldum abim de güzelini bulduysa sorun yok."

 

Tekrar Lamija yengeye baktım. Masmavi gözleri bembeyaz teniyle oldukça güzeldi Bosnalı olduğunu dış görünüşünden belliydi. Teninin beyazlığından sarışın olduğunu anlamak zor değildi. Fazlasıyla utanıyor ve çekiniyordu ama Ahmet abiye de gizliden bakıp gülümsüyordu. Ahmet abi için sevindim ama Lamija'ya da üzüldüm ilk evliliği ölümle bitmişti iki yavrusuyla beraber eşini de mezara gömmek zor olmalıydı. Allah kimseye yaşatmasın. Ahmet abi Lamija'yla kalkıp Fatih dayımın ve Bahar yengemin elinden öptü.

 

Minik Fatih babasının yanına gelip bakışlarını Lamija'ya çevirdi. " Benim annem mi oydu yani?" dediğinde Lamija küçük Fatih'e dolan gözleriyle baktı. Masmavi gözleri yaşlarla dolarken minik çocuğu kucağına alıp sarılarak ağlamaya başladı. Ahmet abi açıklama ihtiyacı hissetmiş gibi dudaklarını aralayıp bizleri aydınlattı.

 

"Lamija'nın küçük bir oğlu vardı ve öldüğünde Fatih ile aynı yaştaydı ağlaması bu yüzden."

 

Lamija ağlamaya devam ederken Ahmet abinin diğer çocukları da babalarının yanına gitti biraz şaşkın olsalar da babaları onlarla konuşmuş az da olsa kabullenmişlerdi. Onlar için de kolay değildi tanımadıkları biri babalarıyla evlenmişti hemen kabul etmeleri saçma olurdu. İçimden Lamija için yüzü gibi kalbi güzeldir inşeAllah diye geçirdim. Derin nefesler alırken kucağına sinen Fatih'i hafifçe sallamaya başladı. Minik Fatih'in hoşuma gitmiş olacak ki derin derin, " Anne." demeye başlayıp Lamija'ya sıkı sıkı sarıldı.

 

"Beni bıyakma anne."

 

Minik Fatih'in sözleriyle hepimizin gözleri doldu. Annesini özlemişti ve aylardır ilk defa birine anne dediğini duyuyorduk. Genelde küçük yaştaki çocuklar annelerini kaybedince kendileriyle ilgilenen kişiye anne derdi lakin Fatih Bahar yengeme eskisi gibi babaanne demeye devam etmişti. Kimseye anne dememiş olan bu miniğin üvey bile olsa annesine anne demesine sevinmiştim. Umarım Lamija evlendiği adamın çocuklarını kendi evladı bilip onları bağrına basardı.

 

Hep birlikte sofraya geçip yemeğimizi yedikten sonra ben Bora'nın Adem abisinin eşi Filiz yenge ve yeni gelin Lamija ile sohbete başladık. Lamija bize hayatından bahsetti Türkçe'yi ailesinin merakıyla öğrenmişti eskiden ailesiyle mutlu olsa da Bosna'da başlayan Sırp katliamıyla anne ve babasıyla ölmemek için kaçmak zorunda kalmışlar Türkiye'ye gelmişler uzun yıllar Türkiye'de kaldığı için Türkçesi gayet iyiydi. O zamanlar küçücük bir çocuk olan Lamija yenge o yılları ağlayarak anlatıyordu.

 

Dinlerken biz de dayanamayıp ağladık. Savaş sona erdiğinde vatanlarına döndüler lakin oradaki acının hâlâ taze olduğunu söyledi. Babasının ve annesinin ailesinden nerdeyse kimse sağ kalmamıştı. Lamija çocukluğunun acılarla dolu yıllarını anlatırken hıçkırıyor dökülen yaşları yüzünü yakar gibi yanaklarından süzülüyordu. Büyümüş evlenmiş ve bir yuva kurmuştu, mutluydu, bu arada anne ve babasını da trafik kazasından kaybetmişti.

 

Bir gece ansızın gelen yangınla eşi ve iki çocuğunu kaybeden kadın kendisini kurtaran kişiye ne kadar kızdığında bahsettiğinde evlatlarının fotoğraflarını gösterdi. Sarışın masmavi gözleriyle gülen 10 yaşlarında bir kız çocuğuyla Fatih gibi tatlı kumral mavi gözlü beyaz tenli 4 yaşlarındaki erkek çocuk öyle güzellerdi ki yavruları ikisinin olduğu fotoğrafı öpüp bağrına bastı. Lamija'nın Aliya İzzetbegoviç'e ait sözleri söylesiyle kendi acım da kalbime doldu.

 

Refah içinde olan tek bir Müslüman ülke yoktu. Hepsi düşmanlar tarafından saldırı altındaydı ve hiç biri gerçekten Allah'ın kanunlarıyla yönetilmiyordu. Ne acı bir durumdur ki bunun önüne dahi geçmiyor belki de geçemiyorduk. Allah'ın kanunlarıyla yöneltilmeyi hayal ediyorsak bu gerçekleşeceği içindir ve bizim durumumuzun nedeni gittiğimiz kötü hâl ve bize verilen imtihandır.

 

"Bunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır ve bugünkü refahı; devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur."

 

Lamija'yla birlikte hıçkırarak ağlamaya başladım. Vatanıma olan özlemimle yanıyordum kalbim Filistin diye atıyordu. Beynim Kudüs'e gitmelisin Mescid-i Âksa seni çağırıyor diyordu. Lamija'ya bakıp ona sarıldım. " Biz zulüm altında olan iki Müslüman ülkenin evlatlarıyız. Aliya İzzetbegoviç benim ülkem için de konuşmuş sanki aynen şöyle demiş. Ve her şey bittiğinde, hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır."

 

Lamija bana döndü yaşlı gözlerini silip ellerimi tuttu. " Sen Filistinli olan gelinsin değil mi?"

 

Başımı olumlu manada salladım. " Evet öyleyim galiba bizim Yiğiter kardeşler yabancı kızları seviyor." dediğimde filiz yengem dudak büktü. "Ama çok ayıp ben yabancı gelin değilim diye beni dışlıyor musunuz?"

 

"Yok be yenge Adem abim akıllı adam en tatlı Türk kızını almış diğerleri de kaderindeki yabancı kızları almış gerçi ben yarı Türküm ama Arap tarafım ağır basıyor işte ne yaparsın."

 

Ahmet abinin yanımıza gelişiyle bize ufak çaplı kızmasına Lamija gülmüştü. " Ne yapıyorsunuz eşimi üzmenize daha fazla izin veremem hadi gidelim Lamija."

 

Lamija Ahmet abiye gülümseyip tuttuğu eline baktı sanırım Fatih dayım, Bora ve Adem abi karşımızda olduğundan utanıyordu. " Onların suçu yok Bosna aklıma geldi hani bana Türkçe bir şarkı söylemiştin ismi Srebrenitsa'ydı onu tekrar söyler misin sesin çok güzel."

 

Ahmet abi erkeksi sesiyle gülüp Bora'ya baktı. " Lamija, benim sesim iyi sayılır ama ses konusunda eline su dökemeyeceğim bir kardeşim var bence o şarkıyı Bora okusun."

 

Bakışları Bora'ya kaydığında duydun der gibiydi. Bora hangi şarkı olduğunu sorduğunda Ahmet abi söyledi. Haluk Levent'in Srebrenitsa diye bir şarkısı mı varmış ve ben bunu yeni öğreniyorum öyle mi? Bora herkese oturun der gibi baktığında hepimiz sessizce onun söylediği şarkıyı dinlemeye başladık. Bosna Hersek için acıları anlatan her söz eksikti.

 

Ne güzel baktın bana, ne güzel ne güzel

Görmedim diyar diyar görmedim senden güzel

Sonunu hazırladık emanet ellerle

Katliamlar yaşadın hüzünlü gözlerinde

 

Seni kurtaramadık hiçbirşey yapamadık

Yüreğim buruk yüreğim hasta

Tam 16 yıl oldu seni unutamadık

Affet bizi Srebrenista

 

Her Temmuz'un 11'i yaralar kan bağlar

Düşündükçe ağlaşır çocuklar ve kadınlar

Bazen canavardır uygarlık denen illet

Çağ dışı kalır bazen insanlık medeniyet

 

Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı. 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)'nda Sırp Cumhuriyeti Ordusu'nun Srebrenitsa'ya karşı giriştiği Krivaya '95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995'te yaşanan ve en az 8.372 Bosnalı'nın Bosna-Hersek'in Srebrenitsa kentinde general Ratko Mladiç komutasındaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından öldürülmesine verilen addır. Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır. Sırp Cumhuriyeti Ordusunun dışında katliama "Akrepler" olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler Srebrenitsa'yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barış gücü askerinin varlığı katliamı önleyememiştir.

 

Srebrenitsa katliami II. Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa'da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa'daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır. Ülke genelinde kurulan yüzlerce toplama kampında esir tutulan Boşnaklar, işkencelere maruz kaldı, tecavüze uğradı ve katledildi.

 

Avrupa'nın ortasında, uluslararası toplumun duyarsızlığında, 3,5 yıl süren ve çok sayıda katliam, soykırım, insanlık suçlarının işlendiği bir savaş yaşandı. Savaş, 1995 yılında imzalanan Dayton Barış Antlaşması ile sona erdi.

 

Yugoslavya döneminde Müslümanların hakları için mücadele eden Aliya İzzetbegoviç, 1990 yılında Demokratik Eylem Partisi'ni kurdu. İlk çok partili seçimde Bosna-Hersek'in başkanı seçilen Begoviç, bağımsızlık referandumunun ardından ülkesine yapılan saldırılar karşısında (1992-1995) halkına önderlik etti. Dayton Barış Antlaşması sonrasında 'bağımsız' Bosna- Hersek'in ilk cumhurbaşkanı seçildi. Sağlık sorunları nedeniyle 19 Ekim 2003'te hayatını kaybetti. Allah ona rahmet eylesin.

 

Bora'nın güzel sesiyle Lamija'nın mavi gözleri büyüdü kendinden geçerek sessizce ağladığında Ahmet abi yanına gelip beyaz bir pamuk gibi olan ellerini tuttu. Sanki ikisi de birbirlerinin yarasını sarıyor kanayan yaralarına merhem sürüyordu. Ahmet abi hem kendine iyi ve güzel bir eş hemde evlatlarına gerçekten annelik yapacak bir kadın bulmuştu. Bosnalı güzel kadın Lamija ise bitti sandığı hayatını Ahmet abi ve onun çocuklarıyla şenlerdirmişti. Çektiği acıları Ahmet abiyle unutacak kendi doğurmamış olsa da ölen çocuklarına benzettiğinden onlara anne olacaktı. Belliydi, hissediyordum Lamija ve Ahmet abi fazlasıyla uyumluydu Allah yollarını açık etsin.

 

Lamija ellerini tutan eşinin gözlerine bakarak tebessüm etti utanınca beyaz teninden ötürü fazlasıyla kızarıyordu. " Ben iyiyim." dediğinde Ahmet abi bize aldırmadan eşinin elini öptü.

 

"Sen hep iyi ol Boşnak güzelim."

 

İçimden ama olmuyor aile var burda demek istesem de sustum. Ahmet abinin mutluluğunu görmek çok güzeldi. Geç olsa da sonunda kendine yakışan bir kadını hayatına almıştı. İkisi de ikinci baharlarını yaşıyordu ve ben onların mutluluğu için dua ediyordum. Lamija ismi bana farklı geldiğinden sorma ihtiyacı hissettim çünkü Türkiye'deki Lamia ismiyle benziyordu aynı mıydı acaba diye düşündürüyordu.

 

"Ahmet abi Lamija isminin anlamı ne? Bizdeki Lamia ile aynı mı?" diye sordum.

 

Ahmet abi bana baktı ardından eşine bakıp gülümsedi Lamija ise tekrar kızaran yanaklarıyla öylece kaldı.

 

"Aslında anlam olarak aynılar parlayan ve parlayan kişilik demek ama yengeniz Lamia ismini değil Lamija ismini kullanmak istiyor. İkisi de aynı anlama sahip sadece telaffuz farklı."

 

************

 

Günler aylar mevsimler birbirini kovalarken Nisan ayının ilk günleriydi. Bebeklerim biraz daha büyümüş ele avuca sığmaz olmuşlardı. Güneşli sıcak bir İstanbul gününde bahçede ikizlerle oynayan Büşra'ya baktım. Onlarla oyunlar oynuyor halaları olarak sevgisini fazlaca belli ediyordu. Yeşil çimlerin arasında gülüşüyle adeta bir melodi sunan Abdülaziz tüm tatlılığını kullanıyordu. İkizler hep zıt olur derlerdi galiba öyleymiş çünkü Abdülhamit sadece yakınındaki kişilere gülen genelde somurtkan bir bebekti. İkisi de büyüdükçe farklı huylarını sergilemeye başlamıştı. Biri fazla sıcak ve neşeli diğeri soğuk ve durgundu. Bunların şimdilik önemi yoktu ikisi de benim yavrumdu.

 

Hafif esen rüzgarla az da olsa üşüdüm aklıma hemen ikizler geldi Büşra ikisinin de yeleğini giydirmişti gayet uygun giyinmişlerdi. Omuzlarımda hissettiğim sıcaklıkla başımı kaldırıp baktım. Bora ince battaniyeyi örttükten sonra yanıma oturdu. Bahçe kapısının açılmasıyla birini mi bekliyorduk diye düşünüp Bora'ya baktım. Omuz silkip bilmiyorum der gibi sessiz kaldı. Gelen kişileri görmemle yüzümde kocaman bir gülümseme peyda oldu. Muna ve Gözde yan yana yürüyordu sanırım Muna bu yüzden beni arayıp evde misin diye sormuştu. İkisinin gelişiyle konuşmamız gerektiğini anlayan Bora oflayıp somurttu.

 

"Bir yalnız bırakmadılar ha neyse bende ikizlerle ilgileneyim biraz size iyi sohbetler."

 

Göz kırpıp giderken Muna ve Gözde'ye de selam vermişti. İkisiyle de sarıldıktan sonra oturduk. Gözde her zamankinden daha güzel görünüyordu Muna ise aşk acısı çekmeye devam ediyordu. Bu durumu aşmasına yardım etmek istesem de olmuyordu hâlâ Yosef'i seviyordu. Ne yazık ki sit kardeşim evli bir yahudiye aşıktı ve onu kalbinden atamıyordu.

 

"Hayırdır kızlar birinizin bir meselesi var ama kimin?"

 

Muna kıkırdadığında konunun Gözde olduğunu anladım. Bir süredir aşk üçgeninin içinde boğuluyordu. Bir yandan kendini kandıran ama ona hâlâ aşık olan Oğuzhan bir yandan eşini kaybetmiş ve Gözde'ye hisleri olan Zeyd abi. Ah Gözde ikisiyle de olamam diye küplere binip sinir krizine girip girip çıkıyordu. Şimdi İsra olsa ortalığı bir güzel toplardı lakin iş için yine İtalya'ya gitmişti.

 

Tabi peşinde gezen Benjamin diye bir yahudi de vardı. İsra ne kadar kaçsa da Benjamin inatla kovalıyordu bakalım yarışı kim kazanacak. Bence İsra Benjamin'in ağzından burnundan getirip onu Müslüman yapmadan asla evet demezdi. Ki bunu da kendi için değil gerçekten Allah'a inanarak İslam'ı seçip Müslüman olmasıyla kabul ederdi. Her ne kadar deli olsa da aramızda aşka en kapalı kişi oydu. İnat ettiyse inadından dönmediğini hepimiz biliyorduk.

 

"Mesele ne?"

 

Gözlerim mavişin üzerinde gezinirken utançtan kızardığını fark ettim. " Şey Zeyd bana şey dedi."

 

Bu kız niye hâlâ çekiniyordu benden. Zamanında saç saça birbirimize girmiştik şimdi ona akıl verdiğime inanamıyorum. Şey ne, ne diyecekti ki Muna'nın kızgın bakışlarıyla sözcüğünü tamamladı. Oh be sonunda.

 

"Zeyd bana evlenme teklifi etti."

 

Ha evet evet Zeyd beyden Zeyd'e geçişimiz çok güzel olmuştu. Her ne kadar ilki Oğuzhan olsa da Gözde onu görmeye tahammül bile edemiyordu. Oğuzhan'ı görmüştüm gayet de yakışıklı, terbiyeli, hoş çocuktu ama Gözde için çoktan bitmişti geri dönüşü olmadığını defalarca kez söylemişti. Konu Zeyd abiye gelince ise Gözde kızarıp bozarırken aslında o adama hisleri olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Raziye yenge öleli bir buçuk yıl oluyordu ve Gözde ile Zeyd abinin meselesi önce çocukların Gözde'ye ilgisi ve sevgisiyle başlayıp ardından Zeyd abi tarafından ciddiyete ulaşmıştı. Ay Allah'ım düğün mü var yine acaba, ah ne güzel olurdu okul bitmeden ben Kudüs'e dönmeden Gözde'yi de baş göz ederdik içim rahatlardı.

 

Gözlerimdeki neşeyle Gözde'yi inceledim. Utançtan kızaran yüzü oynadığı parmakları endişeli haliyle bir şeylerden korkuyor gibi duruyordu. "Neden bu kadar endişelisin Zeyd abiyi seviyorsun ve evlenmek istiyorsan kendisine evet demelisin."

 

Gözde bakışlarını bana çevirip acıyla yutkundu. Başını eğip elbisesinin eteğinde bıraktığı ellerine baktı. Dudakları büyük bir yorgunlukla kıvrıldı. " Onu seviyorum hatta aşık oldum ilk defa birine gerçekten aşık oldum. O hayran olunması gereken biri her hareketi İslam'ı anlatan bir adam sevilmeye layıktır ama bir sorun var."

 

Durdu mavi gözleri acıyla kavrulup biriken yaşlar salınırken yanakları ıslandı. "Zeyd tertemiz bir adam sadece eşiyle olmuş onunla çocukları var ama ben ben..."

 

Ağlayışı hıçkırıklara dönüşürken elini tuttum. " Gözde yapma böyle kimsenin geçmişinle seni sorgulama hakkı yok."

 

Bana döndü." Ben ona layık değilim ki nasıl evet derim. Zeyd kirli geçmişimi bilmiyor bir sürü erkekle iğrenç şeyler yaşadığımı duysa yüzüme bakar mı sanıyorsun?"

 

"Gözde." diye bağırdım hâlâ aklı orada mıydı? Defalarca kez söylemiştim ona geçmişi ettiği tövbeyle temizlenmişti Allah günahlardan arınmamız için tövbe etmemizi istiyordu. Gözde hâlâ tesettürlü değildi ama namaz kılıyor orucunu tutuyor vücudunu sergileyen kıyafetlerden uzak duruyordu. Kendisini fazlasıyla değiştirmişti hayatı değişmiş daha güzel bir hal almıştı.

 

"Gözde bunu daha önce defalarca kez konuştuk geçmişin kimseyi ilgilendirmez ve sen Zeyd'i seviyorsan onunla konuş geçmişini anlatmak zorunda değilsin istersen anlat eğer seni geçmişinle yargılarsa ki sanmıyorum öyle birine benzemiyor o zaman uzak durursun."

 

Yaşlarla dolu mavilerini bana çevirip başını iki yana salladı. "Geçmişim benim utancım olarak kalacak diyelim ki beni yargılamadı ya geçmişimi bilen biri hakkımda konuşursa ben ne yaparım Zeyd'i utanç içine sürüklemek istemem. Hem onun iki çocuğu var etkilenirler ben yapamam o temiz adama temiz bir eş olamam."

 

Gözde'yle uzun uzun konuştum Muna da bana destek oldu. Gözde'nin durumunu kızlarla bilsek de hiç dile getirip onu yargılamadık çünkü pişman olmuştu ve hayatını değiştirme kararı almıştı en önemlisi de buydu. Allah'ın günahlarından tövbe eden kullarını affedeceğini bildirdiği bir kulu insanların yargılaması saçmaydı. Allah affetmişse o günahı biz kulların susması gerekliydi geçmişi deşmek kimseye fayda vermezdi. Gözde iyice ağladıktan sonra gitti Muna da bu gece yanımda kalacaktı onu özlemiştim biraz hasret gidersek iyi olacaktı.

 

*************

 

Bora'nın Ağzından

 

Mayıs ayının sonlarında sıcak bir günde Zeyd'in evinde toplanmış Zeyd ve Gözde'nin nikahını kıymıştım. Gözde tesettüre girmişti Medine'ye gittiklerinde orada tamamen çarşafa bürünecekti Zeyd böyle olmasını istemişti çünkü Gözde yüzüyle bile dikkat çekiyordu ve Zeyd fazlasıyla kıskanç bir adamdı. Meryem köşeden beni izlerken kucağındaki oğlum da beni görüp gülümsedi. Elindeki bandajdan Abdülaziz olduğunu anlamam zor olamamıştı. İkizler hep farklı olurdu bizimkiler de huy olarak farklı olsalar da yüzleri fazlasıyla benziyordu ve ayırd etmemiz çok zor oluyordu. Nikah bitmiş Zeyd ve Gözde ayağa kalmıştı Zeyd ile sıkıca sarıldık. Arkadaş değil de kardeş gibiydi. Arda ve Yiğit de her zamanki gibi yanımdaki yerlerini almıştı. Yiğit de benim gibi baba olmuştu, Sevde kucağındaki 5 aylık kızıyla oynarken Yiğit'in gözleri ikisine kayıyordu. Koluna hafifçe vurup başımı salladım.

 

"Kız babası olmak nasıl bir duygu dostum?"

 

Yüzüne kocaman bir gülümseme kondurup bize döndü. " İnan bana dünyanın en güzel duygusu beni gördüğünde gözlerinin içi gülüyor. Hatta geçen gün Arda da bizimle ben elimi arkaya uzattım Sevde elimi tutunca bırakıp tekrar elimi salladım bana kızdı kızımız doğdu beni unuttun diye."

 

Arda'yla kahkaha tufanına kapıldığımızda kızların bize baktığına yemin edebilirdim. "Lan manyak arada karının da elini tut sevgini göster sanki bebeği kendin tek yaptın." dediğimde Arda bana çattığı kaşlarla imalı şekilde bakarken bunu umurmadım Sevde'nin abisi olması bir şeyi değiştirmiyordu onlar evliydi ve onlara karışamazdı.

 

"Bari benim yanımda yapmayın lan ayıp ayıp."

 

Arda'nın omzuna kolumu geçirip başını başıma dayadım. "Kıskanma lan senin yok diye mi hırslandın baba olunca anlarsın bizi şimdi kızmaya devam et."

 

Yiğit bizi duymuş olacak ki kahkahası daha da büyüdü. " Lan Arda varsa bir şey söyle, yoksa da gidip bebek yap bize bakıp kinlenme. Sevde bilse böyle kızdığını abisini çocuk yapmaya ikne etmeye çalışır benden söylemesi."

 

"Aman ya ben istemiyor muyum sanki ama Atiye daha erken deyip duruyor neyse Allah kısmet ederse inşeAllah bizde anne baba oluruz bir daha konuyu açmayın Atiye'yle kavga etmek istemiyorum. Neden diyeceksiniz konusu açıldığı zaman sinirlerim bozuluyor Atiye'yle tartışma yaşıyoruz o yüzden bir daha açmayın konuyu."

 

Yanımıza gelen Abdurrahman'ı görmemle birbirimize sıkça sarıldık. Başta sevmeyip hakkında önyargılı olsam da aslında temiz bir insan olduğunu görüp onu da yakın arkadaşlarım arasına almıştım. Mavi gözleri neşe saçarken yanında gelen kız ona bakıp duruyordu. Meryem bahs etmişti bu 18 yaşlarındaki kız Sare olmalıydı. Meryem'in yanına gidip ikizlerden birini kucağına alıp sevmeye onunla ilgilenmeye başladı. Abdurrahman ile dinî nikahlı olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım her ne kadar başka sebeplerden evlenmiş olsa da bu kız onu seviyordu belliydi ama bizimkinde pek o hisler yok gibiydi.

 

"Kardeşim senin de düğününü görseydim Kudüs'e gitmeden iyi olurdu. Düşün derim yani aradan çıkarırsın."

 

Gözlerini devirip somurttu. "Yapma abim ya ne evliliği zaten ailemi dinledim şimdi bırakmıyor beni evlen diye bıktım cidden. Suriye'ye gidip hepsinden kurtulmasım var."

 

"Hadi ya Suriye'de kalan var mı? Hepsi Türkiye'ye geldi iyilerine lafım yok ama bazıları cidden başımıza bela oldu."

 

Arda şakacı yönünü açığa çıkarmaya çalışsa da bir yandan da gerçekleri söylemişti. Abdurrahman bozulmuş gibi durmuyordu. " Evet orada hâlâ Suriyeliler var. Doğruyu söylemek gerekirse haklısın ben kalmaya çalıştım ama olmadı iki tane ablam orada tecavüze uğrayıp öldürüldü babam da öldü abilerim ailelerini korumak için mecbur kaldı ben de annemin başında durmak zorunda kaldım. Hem yaşım da küçüktü gençtim kimseye gücüm yetmezdi ama şimdi gitmek istiyorum. Eğer bir gün durumlar tamamen düzelirse gideceğim. Vatanımdan uzak kalmak zorunda olmak çok kötü ama herkes savaştan kaçtık diyor gerçekler öyle değil. Bizim elimizde silahlar yoktu üzerimize bombalar yağarken hepimiz öldürülmeye çalışırken bunun adına savaş diyorlar bu katliamdan başka bir şey değil. İki ablamı koruyamadığım ve onlara kötülük edildikten sonra kurşuna dizildiklerini gözlerimle gördüm ama hiçbir şey yapamadım. Yapsaydım ben de ölmüş olacaktım. Annem ve kız kardeşimin başlarında bir erkek olsun diye yaşamak zorundaydım. Kimse başka bir ülkeyi vatanı yapmak istemez ama biz buna mecbur kaldık. Türklere hiç kin gütmedim onlara kötü davranmadım ama onlar tarafından çok zorlabalığa uğradım. Evet kabul ediyorum aramızda kötü olanlar çok ama bunu iyi olanlar yapmadı yani iyi olanlar bundan sorunlu tutulamaz. Her ırktan kötü insan vardır insanlar ırklara ayrılmaz sadece iyi ve kötü insan vardır. Allah bizi kötülerden uzak eylesin."

 

Hepimiz amin dedik Abdurrahman eskileri hatırlamış olacak ki biraz uzaklaştı sanırım gizlice ağlıyordu onu yalnız bırakmak en iyisiydi. Kendi halinde ağlaması içini az da olsa dökmesi lazımdı. Benjamin ve Talha'nın iyi anlaştığını görmeyi beklemiyordum. Karşımda samimi şekilde konuşmaları garibime gitmişti. Benjamin İsra'ya yaklaşmaya çalışıyordu bunu biliyordum. Meryem söylemişti İtalya'da abisinin eşinin abisi olduğunu öğrenmiş sonra da orada bir süre çalışmıştı ve Benjamin de aynı şirkette İsra'yı delirtmek için elinden geleni yapmıştı.

 

İsra bir süre sonra Türkiye'ye dönüp burada bir şirkette işe başlamış olsa da Benjamin tekrar gelip ne garip ki o şirketin de patronlarından biri çıkmıştı. Bu adam kesinlikle her şeyi ayarlıyor olmalıydı. Eminim ki diğer şirketler İsra'yı kabul etmesin diye tehdit bile etmiştir kız da kabul edildiği şirkete girmiş rahat ederim sanmıştı galiba. Bir de olayın başka bir boyutu vardı Talha da İsra ile görüşmek istiyordu. Gözde bir kaç kez konuşma ayarlamak istese de İsra hiç müsait olmuyordu.

 

Kesinlikle nedeni Benjamin olmalıydı. Peki niye bu ikisi can ciğer olmuştu, birbirlerinden haberleri mi yoktu acaba diye düşündüm ama Benjamin zeki biriydi Talha'dan haberinin olduğuna eminim. Belki de başka planları vardır neyse umarım İsra'yı üzmez ve Müslüman olur yoksa kızın sonu iyi olmayacaktı. Onun da hislerinin olduğunu düşünüyordum fakat yahudi birine asla evet demezdi. Korktuğum şey ise ona inat biriyle evlenmek istemesiydi öyle olursa sonu kötü olurdu. Aklı başkasındanken evlenmesi büyük hata olurdu.

 

*************

 

Saatler ilerleyip duruyor akrep ve yelkovan dans eder gibi birbirlerini kovalıyordu. Akşama doğru hepimiz gitmeye başladık. Birlikte araçlara geçelim dedikten sonra en sona biz kalmıştık Meryem dışarıda Gözde ile sarılırken ikizler bebek arabasında uyumuştu. Ne olur ne olmaz arabaya almıştım dışarıda uyumaları sorun oluyordu. Zeyd'e sarılıp omzunu sıvazladım. Osman ve Gülsüm bir kaç günlüğüne bizim yanımızda kalacaktı. Zeyd ve Gözde ne kadar ısrar etseler de dinlemeyip onları arabaya bindirmiştim, biz gelene kadar şoförümüz Ali abi ikisiyle de ilgilenirdi.

 

Zeyd'in verdiği çantayı aldım çocukların üst baş kıyafetleri vardı. Meryem de Gözde'yle kısa bir konuşma yaptıktan sonra yanıma geldi. Gözde eve girerken Zeyd bize bakıp gülümsedi. Zeyd'e göz kırpıp Meryem'e döndüm. "Hadi gidelim gençler yalnız kalsın."

 

Meryem eliyle ağzını kapatıp gülüşünü gizledi. Bebek arabasını ilerleyip kapıya vardım. Bizimkiler beni beklemişti ayrı ayrı gitmeliyim demişlerdi erkekler yanıma geldiğinde kızlar da Meryem'in yanına gitmişti. Bizim arabaların ilerisinde farklı bir arabayı görmemle o yöne baktım. Arda'nın arabasının arkasına park etmiş araç bana tanıdık gelmişti. Düşündüm ama kim olduğunu anımsayamıyordum. Baktığım arabanın kapısı açıldığında içinden çıkan kişiyle gözlerim şaşkınlıkla büyüdü.

 

Onun burada ne işi vardı, aylar geçmişti karşıma çıkmayalı şimdi neden gelmişti. Buse karşımda duruyor bana doğru adım atıyordu en son gördüğümde Meryem doğuma yakın hastane kontrolüne gittigimizde bebeklerimi severken kapının önünde durup bizi izlemişti. Meryem korkmuştu lakin ben ona sert şekilde bakmış karşısına çıkıp tehditlerimi savurmuştum. Şimdi neden karşıma çıkmış neden tekrar hayatıma müdahale etmeye çalışıyordu. Benden hâlâ ne istiyordu?

 

Diğerleri baktığım yöne döndüğünde Arda beni çekmeye çalıştı. Umursamadım haraket dahi ettiremedi çünkü öyle çelimsiz değildim. " Bırakın ne istiyormuş sormam lazım." dediğimde Meryem'in ağlayışını duydum.

 

Ona dönüp baktım ikizlerin önünde durmuş bana yapma der gibi bakıyordu. Benjamin ve Yiğit bana doğru gelmeye yeltendiğinde elimle onlara durmalarını işaret ettim. "Gelmeyin ben hallederim."

 

Herkes tedirgin bir yüzle beni ve Buse'yi izlerken ben hayatımı karartmaya yemin etmiş kadına doğru adımlar atıyordum. Buse öfkeli gözlerini üzerime dikmiş baştan ayağı beni süzüyordu. Bu sondu bir daha karşıma çıkmasına izin vermeyecektim bu son görüşmemiz olacaktı. Ya o beni öldürecekti ya ben onu öldürecektim ondan kurtulmanın tek çaresi buydu. Beni bulaştıracağı son günahın bu olmasını dilemekten başka çarem yoktu. Artık karıma ve çocuklarıma bir şey olacak korkusu yaşamak istemiyordum. Kendimi feda etmek yapacağım en doğru hareket olacaktı.

 

Meryem'in ardımdan Bora dur gitme dediğini duysam da adımlarımı Buse'ye doğru attım. Tam karşısında durduğumda beklediğim gibi hızlı bir hamleyle kolunda duran çantasından çıkarttığı tabancayı bana doğrulttu. "Sonunda karşılaştık Yiğiter."

 

Sesi kendinden emin tavrı oldukça öfkeliydi. Ona inat eder gibi gülümsedim. Biliyordum benim gülüşüm onun hayatıydı ela gözleri hasretle yüzümü incelerken uzun zaman sonra onu görmek beni sevindirmese de bende ona baktım. Eskisinden daha zayıftı güzelliği kaybolmuş ela gözlerindeki ışıltı gitmişti. Gözlerinin altlarında mor halkalar oluşmuş ve şişti, silahı tutan eline baktığımda ellerinin titrediğini fark ettim. İlk defa karşımda benden güçsüz bir kadın olduğuna şükrettim çünkü beni mecbur bırakırsa onu etkisiz hale getirmek zorunda kalacaktım. Bana gücünün yetmeyeceğini kendi de biliyordu.

 

"Seni sevmiştim hâlâ da seviyorum."

 

Dolan gözleri yeşillerimde kaybolurken ben düşünüyordum onu kendi isteğiyle uzaklaştırmak zorundaydım. Elinde bir tabanca vardı ve başkalarına zarar vermesinden endişe ediyordum. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Seninki sevgi değil Buse seninki takıntı. Sen beni kendine takıntı haline getirdin."

 

"Hayır." diye bağırdığında bir adım geriye gitti elimdeki tabancayı kaldırıp bana doğrulttu. Meryem'in çığlığını duysam da elimi kaldırıp "Gelmeyin." diye bağırdım.

 

Artık sondu bir daha zarar görmek istemiyordum. Ona hamle yapmalıydım ama kimseye bir şey olmamalıydı. "Buse delilik etme bırak o silahı."

 

Beni duymamış gibi başını iki yana salladı. " Hayır hayır sen benim olmadın kahretsin ki ne yaptıysam olmadın. Seni ondan daha çok sevdim neden ya neden!"

 

Duygusuz bir sesle onu sakinleştirmeye çalıştım. " Lütfen yapma Buse azıcık hatırım varsa bırak silahı kimsenin zarar görmesini istemiyorum."

 

Titreyen elleriyle silahı kavradı ve karşıya doğru tuttu. Arkama baktım herkes bebek arabasının önünde siper olmuştu Meryem arkadaydı ama bağırışını duyuyordum. Gelmemi istiyordu, yapamazdım ki söz konusu ailemin hayatıydı. Buse'ye doğru atıldığımda geri çekilip silahı bana doğrulttu. Havaya bir el ateş ettikten sonra ellerinin titremediğini gördüm. Numara mı yapıyordu yoksa heyecandan mı elleri titremişti bilmiyorum ama bu akşam ikimizden biri ölecekti.

 

"Buse yapma yeter."

 

"Ben sevdim çok sevdim, seni ondan çok sevdim ama bana hiç gelmedin hiç benim olmadın. Ölmelisin Bora benimle birlikte ölmelisin."

 

Başım geriye doğru gideceği sırada Meryem'in çığlığını duydum. Yanıma gelmek istiyordu onu tutsunlar da başka bir isteğim yoktu.

 

"Öldür o zaman sende rahatla."

 

Buse delirmiş gibi kahkaha atıp gülmeye başladığında psikoljik bir rahatsızlığı olduğuna emin oldum. Davranışları hiç normal değildi. Ani bir hareket yapsam birini vurabilirdi. Silahı elinden almam lazımdı ya da onunla ölmem.

 

"Ölürken bile benimle ol istiyorum."

 

Ağlamaya başladı, ela gözleri acıyla kavrulup coşarken bir yandan korkuyor bir yandan sakin durmaya çalışıyordum. "Buse bırak şunu ne istiyorsan yaparım kimseye zarar verme. Lütfen."

 

Gözleri gözlerimle bulduğunda silahını indirip yanıma doğru adım attı. Bir fırsatını bulup elinden almam lazımdı. Bostaki eli sakallı yüzüme değdiğinde midem bulansa da ses etmedim belli etmemeye çalıştım onu kızdırmak istemiyordum. "Benimle gelir misin? Kaçar mıyız uzaklara?"

 

Başımı salladım. Bana sarıldığında isteksizce bir elimi omzuna indirdim ve "Evet seninle gelirim." dedim.

 

Yalan söyledim. Kendini bana bıraktığında elindeki silahı almaya kalkıştım hızlı bir menavrayla onu tutmaya çalıştım lakin dirseğini çeneme geçirip beni geriye atmasıyla ağrıyan çenemi tuttum. Olmamıştı alamamıştım. Benjamin elinde bir silahla tetikte dururken Buse onu fark edip aradan kaçıp bana doğru koşan Meryem'e doğru ateş etti. Meryem'nin önünde ise Abdurrahman vardı ne olduğunu anlamadan silah patladı ortalık karıştı kim vurulmuştu görmedim lakin sanırım eşimi vurmuştu.

 

"Ne yaptın sen manyak kadın?"

 

Bağırdım öfkem bedenimden taşıp dururken üstüne yürümeye çalıştım ama Buse beklemediğim bir hamleyle silahı kendi başına dayadı. " İntikamımı aldım senin seveceğin bir karın yok ve ben seni tüm ruhumla sevdim. Beni hiç unutma Bora bu günü asla unutma."

 

"Buse yapma değmez."

 

Gözleri ağlamaktan kızarmıştı bana öyle bir bakışı vardı ki dünyadaki en sevdiği kıyamadığına bakıyor gibiydi. Aklım vurduğu kişide olsa da daha kötüsünü yapmasından korkuyordum. "Hayır Bora senin için değer. Beni sığdıramadığın kalbinden onu söküp aldım. Seni en çok ben sevdim o değil. Sana değer, Bora benim olmasan bile sana değerdi. Sen öldürmeye de öldürülmeye de değersin."

 

"Yapma!" diye bağırmam yersizdi bana son kez gülümseyip parmağıyla tetiğe bastı.

 

Duyduğum o şiddetli sesle kulaklarım tüm seslere kapandı sanki sağır olmuştum. Yüzüme değen kanlar yere düşen beden ayaklarımın dibine kadar sızan kanla olduğum yerde kaldım. Ben ne yaşıyordum öyle? Ne olmuştu? Buse karşımda kendi canına kıymıştı ve benim bir parçamı alıp gitmişti. Rüzgar esti, eserken hayatıma yaşadığım en dehşetli günü bahş etti. Yerde yatan beden kaybetme korkusuyla dolu bir adama en sevdiğini kaybettirdi. Ellerimi başımın üzerine koyup ağlamaya başladım bana doğru gelen adım seslerine sağır olmuştum Meryem yoksa benim varlığımın bir anlamı yoktu ki. Omzuma değen elle birinin beni sarsmasıyla arkamı dönmek istedim ama yapamadım. Görmekten korktum, Meryem'in ölü bedenini görmekten korktum.

 

"Bora kendine gel lütfen kendine gel."

 

"Öldü. Sevdiğim kadını öldürdü." diye bağırdım gözyaşlarıma engel olamazken.

 

"Ölmedi kimse ölmedi kendine gel Meryem yaşıyor sadece bayıldı."

 

Duyduğum şey neydi ben ne yaşıyordum? Anlamakta güçlük çekiyordum yaşadığım şeyler normal değildi.

 

*********

 

Meryem'in ağzından

 

Düğüne gittiğimizi sanmıştım lakin düğün bitmiş yerini korku dolu bir güne bırakmıştı. Bora'ya bir şey olduysa ben ölürdüm koşmaya başladım kimseyi dinlemeyecek Bora'ya gidecektim. Buse'nin ona bir kez daha kıymasına izin veremezdim. Koşup Bora'ya varacağım zaman Abdurrahman önüme geçti duyduğum sesle korkuyla kalırken önümde duran bedenin omzundan kanlar aktığını gördüm. Abdurrahman vurulmuştu, Yiğit Abdurrahman'ı tutarken yere yığılan adamın mavi gözlerinin kaydığını gördüm ve sonra bir ses daha. Bora vurulmuş olmalıydı. Hıçkırıklarım tekrar bedenimi sararken "Bora." diye bağırdım. Gözlerimin önü kararırken tek istediğim ona gitmekti.

 

Duyduğum sesler de neydi böyle? Bora bana sesleniyordu. "Meryem uyan güzelim uyan mücahidem." Kendimi zorlayarak gözlerimi açtım. Bora yanımda duruyor elimi tutuyordu.

 

"Bora sen ölmemişsin."

 

Ağlamaya başlığımda onun da gözlerinin yaşlarla dolu olduğunu gördüm. Elimi tutup öptüğünde gözlerimi birbirine bastırdım canım yanıyordu Buse silahıyla ateş etmişti Bora'yı vurduğunu sanmıştım.

 

"Bende sana vurduğunu seni kaybettiğimi sandım. Şükür yanımdasın."

 

"İkizler!" diye bağırdım onları korkudan Zeyd ve Gözde alıp eve götürmüştü. Bebeklerim iyi miydi?

 

"Korkma ikisi de çok iyi hastanenin bahçesinde Atiye ve Arda yanlarında durup ilgileniyor."

 

Koluma serum takılmıştı bitmek üzereydi acısını umursamayıp kolumdan çekip çıkarttım. "Meryem sakin ol."

 

Aklıma olay anı geldiğinde dehşete düştüm Bora'ya doğru koşarken Abdurrahman önüme geçmiş beni arkasına almıştı."O ateş etti Abdurrahman önüme geçti sonra tekrar ateş etti ne oldu Bora sana vurmadı mı?"

 

Ayağa kalktım hıçkırarak ağlamaya başladığımda beni kolları arasına alıp sıkıca sarıldı. " Sana doğru ateş ettiğinde kime vurduğunu anlamadım Buse de seni öldürdüğünü sandı sonra da silahı kendi başına dayayıp gözlerimin önünde canına kıydı."

 

Gözlerimi kaldırıp ona baktım fazla durgun ve kötü haldeydi fark etmemiştim ama yüzünde kan izleri vardı giydiği takım elbisesi kanlarla bulanmış gibiydi. Peki döktüğü gözyaşı neydi?

 

"Onun için ağlamadım, seni kaybettiğimi sandım. Korkma Meryem o kendi belasını buldu sonunu kendi yazdı bana olan takıntısı sonu oldu."

 

Hissettiğim ne varsa anlaması ne güzeldi. Bora benim diğer yarımdı kaderimdi. Korkum, sevincim, gözyaşım, neşem kısacası her güzel şeyin sonu ona çıkıyordu. Gözyaşlarımı silip yanağıma bir öpücük bıraktı. "Kendine gel, geçti, Allah'ın izniyle bundan sonra bize zarar verecek kimse kalmadı. Abdurrahman yaralanmış onu ziyaret edip gitmemiz lazım ikizler durmaz seni isterler."

 

"Ne Abdurrahman vuruldu mu nasıl iyi mi?"

 

"Korkma ameliyat ettiler omzundan vurulmuş durumu iyi bir kaç gün hastenede kalması lazımmış inşeAllah sonra çıkacak."

 

Derin bir nefes alıp elimle kalbimi tuttum. Çok korkmuştum birine bir şey oldu diye kendimi suçlamak çok kötü bir duyguydu. Her şeyden önce bir düğün de bizim yüzümüzden mahfolmuştu. " Aaa Zeyd abi ve Gözde'ye de ayıp oldu başlarına neler geldi düğünleri mahfoldu. Ha bir de çocuklar nerde bizimle geleceklerdi ya?"

 

"Meryem biz bir şey yapmadık Buse mahfetti bizim suçumuz yok kendini sorumlu tutma. Çocuklar da şoförle eve gönderdim annem ve Büşra ilgileniyor merak etme."

 

Kimseye bir şey olmamasına sevindim lakin Buse'nin takıntısı onun sonu olmuştu. Anlamamıştı ve hayat yolunda kaybetmeyi göze almıştı. Zihnime dolan hadîs-i şerif beni gözyaşlarına boğarken Buse'ye sadece üzüldüm.

 

Alıp verdiğimiz her nefes, vâdesi meçhul olan son nefese hazırlık mâhiyetindedir. Hadîs-i şerifte buyurulur:

 

"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!.."

 

************

 

İkizlerim Abdülaziz ve Abdülhamid'in doğum günlerini aile arasında mumsuz bir pastayla kutlayarak bebeklerimizin ilk yaş gününü sevinçle kutladık. İkisi de paytak adımlarla bahçedeki ağaçların gölgesinde gezip oynarken ben ve Bora onları kovalıyor onlarla oynuyorduk. Babalarına fazlasıyla düşkün olan ikizlerim çoğu kez Bora'nın kucağında uykuya dalıyorlardı. Yorulup çimlerin üstüne oturdum bahar yengem ve Fatih dayım gelip ikizleri götürdüğünde sevsinler diye gitmelerine ses etmedim. Çok yoruldum aman biraz da onlar baksın değil mi? Bora beni kendine çektiğinde ağacın gövdesine yaslı bedeniyle başımı dizlerinin üzerine aldı. Bana sevgiyle bakıp yüzümü okşadı.

 

"Meryem sana bir haberim var."

 

"Hmmm neymiş acaba?"

 

Yine yüzünde o çarpık gülüşü belirdi. Ne saklıyordu benden. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Hayırdır ne oluyor."

 

"Senin okulun bitmişti değil mi? Yani mezun oldun diplomanı alman kaldı sadece onun dışında sorun yok."

 

"Evet yok okulum bitti artık öğretmenlik yapabilirim tabi senin bebeklerin izin verirse."

 

"Sanki tek benim." dedi ve omuz silkti.

 

Kıkırdadım. "Yarı yarıya bizim eee çıkar şu ağzındaki baklayı."

 

Elini cebine koyup bir zarf çıkarttı ve bana uzattı. " Bu ne para falan mı veriyorsun bana, yalnız hatırlatırım benim zengin bir kocam var paraya ihtiyacım yok."

 

Bora kahkaha atarken, " Aç hadi en güzel hediyeni veriyorum." dediğinde yüzümdeki gülümseme büyüdü. Zarfı açtığımda şaşkınlıkla kaldım. Beş tane uçak bileti vardı ve gideceğimiz yer...

 

Aman Allah'ım inanamıyorum...

 

"Bora bu gerçek mi?" diye bağırdım.

 

"Gerçek tabi annen de bizimle geliyor ne dersin ister misin?"

 

Ağlayarak sevdiğim adama sıkıca sarıldım. Kurban Bayramı'nda Mekke'de olacaktım ben kutsal topraklara gidip Kabe-i Şerifi görecektim öyle mi? Yıllardır beklediğim gün gelip çatmıştı öyle mi? " Bora bana verebileceğin en güzel hediye buydu teşekkür ederim."

 

Yanağıma uzanıp sıcak bir öpücük bıraktı. " Sana sözüm vardı mehir olarak Kabe'ye gitmeyi istemiştin bende inşeAllah yerine getireceğim. Ziyaretimiz bittiğinde de Kudüs'e temelli gidiyoruz her şey hazırlanıyor."

 

"Gerçekten mi ev hazır mı sonunda vatanıma gidecek miyim?"

 

"Evet mücahidem vatanımıza Kudüs'e gideceğiz. Dönüyoruz önce Mekke ve Medine sonra da Kudüs ve Mescid-i Âksa sonunda bizi çağırıyor."

 

Ve canlarım sonunda final bölümüyle sizinleyim. Benim için çok hüzünlü bir veda ama devam kitabı olacağı için biraz daha hevesli olduğumu söylemek zorundayım.

 

İki yılı aşkın bir süredir bu kitabı yazıyorum iyi kötü çok vakit harcadım aklımda Haziran gelmeden ilk kitaba final vermek vardı lakin olmadı süreç uzadı. Yaşadığım deprem beni çok kötü etkiledi Rabbim bir daha yaşatmasın gerçekten hayatımızı kökten değiştirdi. Yeni bir korkum oldu deprem olacak korkusu ve bununla başa çıkmak çok zor.

 

Destek veren herkese teşekkür ederim her sıkıntımda yanımda olup bana maddi manevi destek olan herkesten Allah razı olsun. Yaptığınız iyiliği asla unutmayacağım. Güzel bir sözünüz düşünceli haliniz bile bana yeter.

 

Sizi seviyorum Allah'a emanet olun yeniden buluşmak dileği ile.

 

Loading...
0%