Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm: Biz Burada Kalacağız

@hayalperestyazar02

Selamun aleyküm sevgili okuyucularım.😊

Instagram hesabım: hayalperest_yazarr

Keyifli okumalar.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Sizi seviyorum.😘

Acının tarifini yapabilecek biri var mıydı bu yaşadıklarımızdan sonra? Puslu, kirli, kötü kokan hücrede nefes almakta zorlanan ciğerlerime söz geçiremiyordum. Canım yanıyor lâkin yüzüm gülüyordu, bu yaşadığım acılar bana cennet olarak dönecekti inşAllah. Mükafatı büyük olacaktı elbette. Yaşadığımız bunca zulmün içinde kazanacak olanın bizim olduğumuz gerçeği yetiyordu bize. Nesiller gelip geçiyordu, yıllar önce yaşanılan acı hatıra yahudilerin topraklarımıza saldırıp elimizde avucumuzda ne varsa alması ve bizi kendi vatanımızda mağdur etmesi...

 

Ah, ah çekiyordu kana bulanan yüreğim, daha kaç nesil bekliyor olacaktı Filistin'in kurtuluşa ereceği günü? Kaç çocuk, kaç genç şehit düşecekti? Kaç yürek yanacaktı, kutsal mekanımız ilk kıblemiz kana bulanacaktı? Ey sevgili Kudüs'üm sahip çıkmaya çalışıyorduk sana fakat gücümüz yetmiyordu. Ne olur sana kirli eller dokundu diye bizden davacı olma. Rabbim affetmeyi en çok sevendi, keşke Aksa'yı koruyan meleklerin kanatları yahudileri yaksaydı. Atılan iftiralarla bizi devamlı kötüleyen bir toplulukla savaşıyordu bedenlerimizle ruhlarımız. Kurtuluş elbet gelecekti lâkin o günü görememekti ciğerime ateş düşeren. Görür müydü gözlerim, acının son bulduğu, tekbir seslerinin yankılandığı günü?

 

Tek dileğimsin Kudüs, tek duâmsın Mescid-i Aksâ'm, görmeyi en çok arzuladığım olaylardan biriydi bu günün gelmiş olması. Belki görmezdi gözlerim o güzel günü, o şiddetli, kanlı günü lâkin bunun yaşanacağını bilmek de yetiyordu bana. Müslüman kardeşlerim, belki de benden sonraki nesil görecekti bu günü kim bilir. Canım yanıyordu, yüzüm hâlâ gülüyordu. Sabah olmuştu, sahurda bir parça ekmek yemiştim oruç tutmak adına yoksa o iğrenç insanların verdiği hiçbir şeyda yoktu gözüm. Namaz kılmak için abdest almama dahi izin vermediler, başka çarem yokmuş gibi düşündüler fakat ben küflü duvarları elimle silip mecbur kaldığım imkanla abdest alıp sabah namazımı hücrenin bir köşesinde kılmıştım.

 

Ellerim semaya açılmış, içeri çok az sızan güneş ışığı elbisemin eteğine vuruyordu. "Allah'ım vatanıma kurtuluş için sabır ihsan eyle, yaşadığımız acılara dayanma gücü nasip et bize. O güzel güne ulaşmayı bana nasip et Ya Rabbi. Ey güzel Rabbim tüm ismi şeriflerin hürmetine bana şehitliği nasip eyle."

 

Gözyaşlarım yanaklarımdan acıyla süzülürken kalbimde bir yangın yanıyordu. Şehitlik en çok arzuladığım duâlarımdan biriydi. Devamlı ve bitmek bilmez bir şekilde her duâmda istiyordum şehitliği. Hıçkırıklarıma içli bir ses karıştığında kulaklarıma dolan yahudilerin kahkaha sesleriyle kendime kızdım. Ben Rabbimle konuşurken ağlayarak onları sevindirmiştim. Güçsüz, çaresiz kaldığım için ağladığımı sanıyorlardı. Unutuyordum işte onların yanında ağlamamam gerektiğini çünkü onlar dünya hayatıyla meşgulken ben Rabbimle konuşuyordum. Ağlayıp da halime üzüldüğümü sanıyor olmalıydılar, asla, asla üzülmüyordum. Allah bana bu imtihanı verdiyse mükafatını da verecekti sadece sabretmem gerekiyordu.

 

Bana doğru gelen sesler yükselmeye başladığında duâm son bulmuş ellerim yüzümde bitmişti âmin diyerek. Kapıya dönen bakışlarım kaldığım hücreye birini daha aldıklarını işaret ediyordu. Hep böyleydi, farklı hücrelerde kalırdık, sonra aramıza yeni gelenler olurdu. Aynı acıyla zamanın geçmesini, buradan çıkacağımız günü beklerdik. Sancım devam etse de umursamadım biraz dinlenme fırsatım olsa iyi olabilirdim lâkin devamlı kadın ve erkek askerler yetkili polisler gelip geçiyordu, böyle bir ihtimalim yoktu yani. Neyse ayağa kalktığımda, tahtası eskimiş nerdeyse çürük denecek derecedeki oturağa oturdum, gelen kişiye bakacaktım. Kapının yanına kimin geldiğini göremesem de gelen kişiye de bana yaptıkları sözlü taciz ve hakaretleri yapıyorlardı. Keşke elimden bir şey gelse de hepinizi mahvetsem diye geçirdim içimden. Yüce Rabbim her şeyi görüyordu, bunları yaşayıp mertebemizin artmasını sağlamak bizim elimizdeydi. Dayanma gücüne kavuşmayı nasip eylesin Rabbim.

 

Kapı açıldığında içeri giren kişiye baktım şaşkınlıkla. Aynı okulda aynı sınıfta birlikte büyüdüğüm arkadaşım, süt kardeşim Muna geldi. Ayağa kalktım hâlâ üzerimde şaşkınlık hakimdi, birbirimizi bir süredir görmüyorduk, Muna da beni gördüğüne şaşırdı. Yanına gitmek istedim lâkin hiç halim yoktu, neyse ki Muna bana doğru adımlayıp gülümseyerek ellerimi tuttu, "Selamun aleyküm Maryam." dediğinde ben de gülümseyip, "Aleyküm selam Muna." dedim.

 

Canım arkadaşım, kardeşim benim, özlemle sarıldık birbirimize. Ah Muna seni burada da mi görecekti gözlerim? Şeyh Cerrah mahallesinde oturan canım arkadaşım Muna seni gördüğüme çok sevindim iyi ki çıktın karşıma.

 

"Muna çok özlemişim seni ama burda birbirimizi bulmak garip oldu biraz." dediğimde gülümsedi.

 

"Öyle oldu biraz. Eee senin ne işin var yine burda beni yeni aldılar buraya, bugün çıkarırlar belki hayırlısı neyse o olsun ikimiz için."

 

Başımı salladım dün geceyi anlattım zaten kaç gündür olaylar bitmiyor yok yere herkesi tutukluyorlardı Muna da benim gibi yok yere tutuklanmıştı. "Maryam senin nişanın varmış diye duydum bayramda da düğünün varmış okula gitmeyecek miydin sen?" diye sordu Muna, ses tonu biraz çekiniyor gibiydi.

 

"Evet okulum var, aslında burada da öğretmen olabilirim fakat annem Türkiye'ye gitmem adına çok ısrar edince kıyamadım tamam dedim. O nişan işi de hayırlısı buymuş diyelim annemin kardeşinin oğluyla evleniyorum kaderimde ne varsa Allah onu önüme düşürür değil mi Muna?" Gerçekleri anlatamazdım ona herkes bilmesi gerekeni bilecekti fazlası bizim aile özelimizdi.

 

Gülümseyerek başını salladı, "Hakkında hayırlısı olsun ama şunu da bil yakın çevredeki tüm kadınlar üzüldü ah ah Maryam çok iyi kızdı Türk çocuğu gelip alacak kızı bizimkilere nasip olmadı diye söyleniyorlar."

 

Hafifçe kıkırdadım gerçekten kadınlar böyle mi düşünüyordu? Hem ben gerçek bir evlilik yapmıyordum ki sadece vatandaşlık içindi ki bunu annem istediği için yapıyordum. Belki de vatandaşlık almam ülkeme geri dönüp burada yaşarım, ki zaten burayı temelli terk etmeyi asla düşünmüyordum. Muna yakın arkadaşım olsa da ona gerçekleri anlatamazdım benim için üzülmesini istemiyordum. Yalnız değildim birazdan çıkardım elbet ama yanımda Muna vardı ve onun varlığına şükrediyordum.

 

Zaman hızla geçmiş öğle saatleri yitip gitmiş Muna ile beraber namazımızı ihya etmiştik. Kendi aramızda sessizce konuşurken birinin geldiğini adım seslerinden anladık. Kapı açıldığında bize iğrenir gibi bakan asker, "Maryam mısın, Maria mısın nesin serbestsin dışarda seni bekliyorlar."

 

İsmimi bile söylemekten aciz insana baktım. Muna ile vedalaşıp kapının önüne vardım. Asker midesi bulanmış gibi davranıyordu resmen. Başlarında bir komutan vardı, daha önce gördüğümü düşündüğüm biri, bakışları üzerimde gezinip duruyor fakat ben geride kalan arkadaşım için üzülüyordum. Başlarındaki o komutan her kimse Muna'yı da benimle çıkması adına emir verdi. Sevinsem de bunu neden yaptığına anlam veremedim. Asker kıyafeti üzerindeydi, diğer askerlerin üst mertebesinde bir komutan olduğu belliydi. Sadece bana bakıyordu ve yüzü tepkisiz görünüyordu. Muna da benimle birlikte çıktığında ona bakıp gülümsedim. Birbirimize bakıp Rabbimize şükürler sunduk. Bayram gelmeden evimize gidiyor olmak sevindiriciydi. Çıkmadan önce telefon ve çantalarımızı da aldık, siyonist askerler hâlâ bize pis pis bakıyordu.

 

Dışarı çıktığımızda bizimle askerler ve yüzü tanıdık gelen o komutan da gelmişti. Dışarda beni bekleyen ailemi gördüğümde sevinçten kalbim tekledi. Annem Fazilet, kardeşim Sami ve Yaser, kaderime kısa süreliğine ortak olacak olan Bora beni bekliyordu. Muna kolumu çimdiklediğinde ona döndüm, canımı acıtmıştı.

 

"Özür dilerim ama sormam lazım evleneceğin Türk genç o mu?"

 

Gülümseyip nefes verdim dudaklarım fazlasıyla kurumuştu. "Evet o." dedim geçiştirerek. Evliliğin sahte olduğunu bizden başkası bilmeyecekti, bir zaman sonra topraklarıma geri dönecektim. Buradan uzakta yapamazdım, yaşamak haram gibi gelirdi, her şeye rağmen vatanımı seviyordum ve uğrunda canımı vermeye razıydım.

 

"Çok yakışırsınız siz, annem görmüş size geldiğini, Yusuf yüzlü dedi onun için Allah sonunuzu hayırlı kılsın."

 

" Âmin." dedim fakat Yusuf yüzlü demesi nedendi ki yüzünün güzelliğinden miydi?

 

Bunu sorduğumda bana annesinin Bora'yı gördüğünde yüzünün güzelliğinin dikkat çektiğini ve dini kâmil birine benzediğini söyledi. Bu yüzden Yusuf yüzlü demişti ona. Kim erişebilirdi ki güzel yüzlü Peygamberin makamına, hem güzellik olarak hem takva olarak? Biz çektiğimiz en ufak zorlukta isyan edip küfre düşerken Allah'ın elçisi olan Peygamberler ne zorluklarla savaşmıştı. Gönlüm Onların ayaklarının tozu olmaya razıydı. Bütün Peygamberler benim için değerli ve önemliydi tabi biri vardı ki yeri apayrıydı. Rasulullah Muhammed Mustafa, son Peygamber, alemlere rahmet olarak gönderilen elçi, kalbimin açlığını doyuran sevgili...

 

Annem bana doğru geldiğinde gözleri yaşla doluydu, kollarım ona dolandığında güzel kokusu doldu burnuma. Ah annem kokunu bile özlemişim, hıçkırarak ağlıyordu annem, kıyamazdı ki bana. Babamdan geriye kalan tek kızıydım, o yüzden değerliydi yerim. Üzülüyordum annem için, her duâmda şehitliği istiyordum, bazen düşünüyordum annem dayanabilir miydi buna? Babam ve evimizin kıymetli miniği Ruveyda gittiğinden beri annem daha çok çökmüştü daha da bitik bir hâle gelmişti.

 

"Ağlama annem iyiyim ben hadi eve gidelim kendimi iyi hissetmiyorum."

 

Bana döndüğünde ağlamaktan kızaran yeşil gözlerini eliyle sildi. Başını salladı, Muna'yı görünce onu da götürebilir miyiz sordu yeğeni Bora'ya. Benden ayrılmayan yeşil gözleri onaylar gibi kırpıldığında yutkundum. Bana karşı hissettiği bir şey mi vardı diye düşündüm çünkü evde sadece sahte bir evlilik olacak demişti lâkin bakışları farklı gibiydi. Benim hissettiğim bir şey olmadığından umursamamaya gayret ettim, zaten her bir yanım sızlıyordu. Ramazan ayının son günlerinde oruç tutmak bana acı veriyordu nedensizce. Daha önce böyle değildim ama bu yıl fazlasıyla zorlanıyordum. Olsun ben razıydım halime, biraz dinlenince geçerdi, hem bayrama az kalmıştı. Çok şükür bu günleri de görecektik Allah'ın izniyle.

 

"Maryam bu akşam Süleyman babam sizin nişanı aradan çıkaralım dedi. İyi değilsen ben senin için alışverişe çıkayım sen evde dinlen olur mu kızım?"

 

Ha şu nişan olayı bir de düğün vardı, ne aceleye gelmişti hepsi, ertelese miydik acaba diye geçirdim içimden. Neden bu kadar acele ediyordu annem ve ailem bilmiyorum. Sanırım gideceğim içindi hepsi. Beni emin ellere emanet etmek içindi, buradan tek başıma çıkmama ailem izin vermezdi, ki ben de zaten tek gitmeyi istemezdim. Bilmediğim bir yerde kesin kaybolurdum.

 

"Anne aceleye gelmiyor mu bu iş, hem biraz beklesek daha iyi olmaz mı? Belki senin ailen de gelir onları bekleriz."

 

Niyetim elimden geldiğince uzatmaktı bu olayı. Bayrama çok az bir zaman kalmıştı ve bu sıralarda yine Beytulmakdis'e baskınlar düzenlenecekti. Buna izin veremezdik, koruyacaktık orayı zarar görmesine izin vermeyecektik. Toplanıp gücümüzü görmeliydi siyonist yahudiler.

 

"Kızım, benim ailem gelemiyor vize vermemişler gelmeleri uzun sürecekmiş, o yüzden düğünden sonra Bora'yla Türkiye'ye gideceksin. Siz oraya gidince abimin eşi Bahar kendi aramızda bir düğün yaparız dedi. Sen söyle bakalım çarşıya geliyor musun?"

 

Kaçış yoktu iyi değildim, eve gitmek istediğimi söylediğimde Bora başıyla onaylayıp önce Muna'yı eve bıraktı, sonrasında ise beni. Muna'nın yanımda kalmasını istemiş olsak da akşam geleceğini söyledi. Annem alışverişten sonra eve dönüp akşama yakın Mescid-i Aksâ'ya gidecektik. Bu hep böyleydi Ramazan ayının son 10 gününde olaylar büyür giriş çıkışlarımız zorlaşır ibadetimize dahi saygı duyulmadan eziyetlerine devam ederdi kaybedenlerden olan bu topluluk. Eve geldiğimde, odama çıkıp uzanıp dinlenmek istiyordum. Sami benimle inip birlikte evimize girdik. Bu sefer bulaşmıyordu bana, zaten ona cevap verip kızdıracak halim yoktu. Sami bana yardım ettiğinde odama vardım, onu uyarıp banyoya gireceğimi söylediğimde başını sallayıp üst kattaki terasta olacağını söyledi ve evden çıktı

 

Dolabımdan kıyafetlerimi çıkarıp yatağın üzerine bıraktıktan sonra banyo havlumu alıp usulca banyoya girdim. Kimse yoktu evde, yine de kapıyı kilitleyip öyle üstümü indirip suyumu hazırladım, akşam nişanım vardı. Benim ise umurumda değildi. Banyodan sonra rahatlamış bir şekilde etrafa göz gezdirerek girdim odama. Hızlıca giyinip ıslak saçlarıma havlu sararak yatağıma uzandım. Biraz uyumak iyi gelecekti, en azından ikindi vaktine kadar uyusam kendime gelirdim. Sami'nin anahtarı vardı ben uyurken gelirdi zaten. Kirpiklerim kapatırken zihnimi meşgul eden şeyleri düşünmemeye çalıştım.

 

Gürültünün sardığı kulaklarım olanları başta algılamadı, kirpiklerimi zorlayıp gözlerimi açtığımda diğer odadan gelen sesleri duyup aceleyle odamdan çıktım. Ne oluyordu böyle? Hızlıca salona geldiğimde Yakup ile Bora sözlü şekilde atışıyordu. Olayı kavrayamadım onları dinledim ne oluyordu, neydi aralarındaki mevzu çözmeliydim.

 

"Kardeşimi sana layık görmüyorum evlenmenize asla izin vermiyorum. Rıdvan olmayacaksa sen de olmayacaksın. Maryam gibi bir kıza layık değilsin sen!"

 

Yakup hiddetle konuşurken Bora sadece kaşlarını çatıp sakin kalmaya çalışıyor gibi görünüyordu. Annem yanıma geldiğinde gözlerimle ne oldu der gibi sordum. Onların gürültüsünden dolayı kulağıma yaklaşıp Yakup'un bu duruma onay vermediğini bu akşam nişan olmasını istemediğini söyledi. Onlar ağız dalaşına devam ederken aralarına girip Yakup'un elini tuttum, zira dayısının oğluna, Bora'ya vuracaktı. Nedendi ki bu öfkesi, hayat benim hayatımdı. Evliliğin sahte olacağını bilmiyordu, bilse daha çok karşı çıkardı eminim ki fakat onu bu kadar kızdıran şey arkadaşı ile değil de Bora ile evleniyor olmamdı. Gözlerine üzgün bir edayla baktım, yapmamalıydı, onu bu denli delirten şey şeytanın verdiği vesveseydi. Zaaflarıyla kandırıyordu kardeşimi, beni seven, bana kimseyi layık görmeyen kardeşim benim için Bora ile kavga ediyordu. Olayın büyümesini istemiyordum, önlemeliydim bunu. Yakup sakinleşmeli benim kendi isteğimle evleniyor olmama inanmalıydı.

 

"Yakup delirdin mi, ne yapıyorsun şeytana uyma oruçlusun sen. Benim hayatım, kararı ben verdim karşı çıkma ne olur."

 

Kızsa da biliyorum ki bana kıyamazdı. Yakup'un gözlerine dikkat kesildim, sakinleşmiş gibiydi, gözleri dolmuş bana bakıyordu. Acıyla yutkunduktan sonra kuruyan dudaklarını araladı. "Tamam ne yapıyorsanız yapın ben nişana da düğüne de gelmem. Maryam mutlu olsun, her şeyi bensiz olsun." dediği gibi benden uzaklaşıp evden çıkmaya başladı.

 

Neden böyle yapıyordu ki anlamıyordum. Annem diğer kardeşlerimle bu konuyu konuşmuştu, hepsi onaylarken Yakup karşı çıkıyordu. Küçük kardeşim Sami de pek istemiyor gibiydi fakat küçük olduğu için ses etmiyor daha doğrusu lafının dinlenmeyeceğini bildiğinden konuşmuyordu.

 

Gözlerimden yaşlar peyda olurken annem vardı yanıma, teselli dolu sözlerle beni avutmaya çalıştı. Hallederim Yakup gelir, yanımızda olur merak etme gibi şeyler söyledi bana ama kardeşimin yaptığı şeyden sonra kalbim sızlıyordu. Saate baktım, ikindi vaktini geçeli çok olmuştu hemen abdest alıp namaz kılmalı sonra Beytulmakdis'e gitmeliydik. Haliyle bayram yaklaşıyor, onlar ise bize saldırmak adına fırsat kolluyordu. Gazze ateşler içinde yanarken, biz Kudüs için ayakta durmaya çalışıyorduk. Namazdan sonra duâ için kalkan ellerim Yakup'un da razı olmasını diledi.

Geleceğim uğruna verdiğim savaşta önüme taş çıkmamalıydı. Okulumu bitirip dönecek eski hayatıma devam edecektim. Annem ile aramda sır olan sahte evlilikten kimsenin haberi olmamalıydı.

 

Namazımı kıldıktan sonra annem beni çekiştire çekiştire aldığı şeyleri gösterdi. Güzel giyinmeliydim, bu akşam Aksâ bahçesinde nişanım olacaktı yani sadece yüzük takılıp bir iki fotoğraf çekilecekti. Fazlası olmasını zaten istemiyordum. Bu işten sıyrılırım diye düşünmüştüm lâkin çok geçti, artık işler ciddiye binmişti. Annemin zoruyla toz pembe dantel detaylı uzun elbiseyi giyip üstüne de aynı renk şalı taktım. Orucumuzu Aksâ bahçesinde açacaktık büyük ihtimalle. Niyetimiz mescidimizi korumaktı fakat benim nişan olayı da aradan çıksın herkes görsün istemişti ailem. Odadan çıktığımda tam karşımda Bora vardı, elini kapının kulpuna uzatmıştı, sanırım beni çağıracaktı .Yüzüne kısa süreliğine baktıktan sonra bakışlarımı çevirdim, şeytan kandırıyordu beni, nefsim onun güzel yüzüne bakma arzusu uyandırıyordu. Nefsimi yenip bakışlarımı yere indirdiğimde sonumuzu merak ediyordum. Rabbim inşAllah onu bana karşı hayırlı ve saygılı kılsın, istemediğim şeyleri yapmaya zorlamasın.

 

"Süleyman deden geldi seni bekliyoruz nikah kıyılacakmış düğün günü bir daha nikah yaparız dedi. Nişan olacağı için yakın durmamız doğru değil günah olmasın diye yani. Meryem benden korkma sana zarar vermem."

 

Türkçe konuştu benimle ve cümleleriyle şaşkınlığım arttı nasıl yani hemen dini nikâhımız mı kıyılacaktı? Harelerime odaklanmış olan yeşillerine baktım, sanırım Muna'nın annesi haklıydı Bora kötü birine asla benzemiyordu güvenilir bir görüntüsü vardı. Onu tanımıyor olsam da kalbim ona güvenmemi söylüyordu. Zaten nikah eninde sonunda olacaktı, ailemi üzmek istemiyordum başımı onaylar biçimde salladım. Bora önden giderken ben o gittikten sonra odaya geçtim. Aile üyelerimiz gelmişti, oda oldukça kalabalıktı. Aceleye gelmişti ama annemin gülen yüzünü görmek içime su serpti. Uzun zaman oldu onu böyle gülerken görmeyeli. Canım annem senin yüzün hep böyle gülsün inşAllah.

 

Etrafıma baktım kardeşlerim gelmişti ama Yakup yoktu bir yanım buruktu gözlerim onun varlığını arıyorken boynuma dolanan elle irkilip arkamı döndüm. Şaşkınlıkla büyüyen gözlerim genişleyen gülümsememle coştu. Ürdün'deki kardeşim 16 yaşındaki Âlâ gelmişti. Kollarım onu sararken gözümden sevinç dolu yaşlar dökülüyordu.

 

"Doğru söyle, gözlerin beni mi yoksa Yakup'u mu arıyordu?" dediğinde ona döndüm koluna hafifçe vurdum.

 

"Kızdırma beni." dedim buruk bir tınıyla.

 

Görmeyeli kocaman olmuştu, boyu beni geçmişti nasıl da büyümüştü öyle. Beni göğsüne sardığında kapıdan içeri giren kardeşim Yakup'u gördüm, gözlerim tekrar doldu. Bu sefer tutamadım, yaşlar aktı yanaklarımdan, süzüldü usulca. Gözümün gördüğü tek şeydi kardeşim, onay vermemişti, gelmeyeceğini söylemişti, yakmıştı canımı. Şimdi ise bana bakıp gülümsüyordu herkesi geçip ona doğru geldiğimde benimle aynı şekilde kollarını açıp sarıldı. Onun yaşları da hıçkırıklarıma eşlik etti. İki kardeş ağlayarak sarıldık birbirimize.

 

"Affet Maryam, senin en mutlu gününde yanında olmaz mıyım hiç? Sen mutlu ol da gerisinin önemi yok iyi gününde de kötü gününde de yanındayım kardeşim."

 

Süleyman dedem toparlanmamız için uyardığında gözyaşlarımı sildim. Kardeşlerim ve yengelerime sarıldım, hepsi bu mutlu günümüze ortak olacaktı. Bora ise kardeşlerimle sarıldı hepsi bağrına basmıştı onu, hele Yakup ile sarıldığında aralarındaki sorun bittiği için çok sevindim. Zaman geçiyordu ve acele etmemiz lazımdı. Ben Bora ile odanın ortasında oturduğumda dedem karşımıza geçti duâlar eşliğinde nikâhımızı kıyacaktı. Mehir olarak isteyeceğim şeyi düğün günü olacak nikahta söyleyecektim fakat bu seferlik de bir şey istemem gerektiğini söylediler. Bora annemin elindeki kutuyu alıp bana uzattığında araladı dudaklarını.

 

"Eğer kabul edersen altın bir bilezik ve önceden aldığım bir kolye var burada. Sonrasında istediğin mehri alacağıma da söz veriyorum." dediğinde başımı sallayıp onayladım. Kutuyu açtığımda dediği gibi altın bir bilezik ve kolye vardı.

 

Kolye dikkatimi çekmişti fakat bakmak için vaktim yoktu kutuyu kapatıp kabul ettiğimi söyledikten sonra dedem nikâhımızı kıydı. Odadaki aile üyelerim de şahit olmuştu bize. Yakup ve Abdusamed şahitlerimiz oldu Allah katında evlendik, duâlar eşliğinde kıyılan nikahın ardından mescide gidecektik. En sonda biz kaldık annem, ben, Bora ve Yaser. Bora elindeki kutuyu açıp içindeki bileziği çıkardı, koluma takmak istediğinde anneme baktım, bakışlarıyla onaylandığında elimi uzattım utangaç şekilde. Bileziği taktıktan sonra kolyeyi çıkarttı, arkamı döndüğümde başımdaki şalı bozmamaya dikkat ederek kolyeyi taktı. Kolyeyi şalımın altına koyduktan sonra kendime çevirdim ve gördüğüm görüntü kalbime huzur verdi. Filistin şeklindeki kolye öyle güzeldi ki bana vatanımı anımsatıyordu toprağıma duyduğum sevdamı arttırıyordu.

 

Ona döndüğümde samimi bir gülümseme sarmıştı yüzümü. Bora da gülümsüyordu ve gülümseyişi yüzüne hem çok yakışıyordu hem de insanın aklını alıyordu. Onun yüzüne bakmam artık günah değildi lâkin kendimi kaybetmekten korkuyordum, yüzü normal bir erkeğin aksine fazla güzeldi fazla yakışıklı biriydi. Gözleri neden böyle güzeldi ki, iki orman ya da çimen rengi göz gözlerime sevgiyle bakıyordu.

 

"Teşekkür ederim zahmet etmişsin kolye çok güzelmiş."

 

"Sen çok daha iyilerine layıksın."

 

Şaşırdım ama umursamıyor gibi yaptım, gitmeliydik, bu akşam da olay çıkartabilirlerdi. Birlikte evden çıkıp Kudüs'ün kalbi olan Mescid-i Aksâ'ya doğru yol aldık. Zorlu bir bekleyişin ardından vardığımız mescidimizin bahçesine girdik. Kalabalıktı, çok sayıda müslüman kardeşim gelmişti, bahçede yatsı vaktine kadar bekleyecektik. Biz geldikten sonra askerler etrafta saf tutmaya başladı, yine olay çıkarıp bizi kovmaya çalışacaklardı. Bir süre sonra toplandık ve aramızdan biri sözleri aslında şiir olan, dile dökülen ezgiyi okumaya başladı. Biz burada kalacağız. Alandaki topluluk ezginin sözleriyle herkesi susturan tınıya bıraktı kendini herkes susmuştu duyulan melodiyle.

 

Biz burada kalacağız

Acıların bitmesi için

Biz burada yaşayacağız

Melodiler elbet daha güzel olacak

 

Vatanım ey vatanım

Vatanım; ey gurur kaynağım

Vatanım ey vatanım

Vatanım benim

 

Düşmanların tüm tuzaklarına rağmen

Her türlü belalara rağmen

Bereketi yaymak için her çabayı göstereceğiz

Azametleri yükseltmeye gayret göstereceğiz

 

Daha yükseğe çıkmak için, zirvelere ulaşmak için

Artık hepimiz kalkalım ilaç ve kalemler

Hepimiz bu müzmin hastalığa karşı koyalım

Ve daha önemli hedeflere doğru yürüyüşümüzü sürdürelim

İşte o zaman ümmetlerin en hayırlısı oluruz

 

Biz burada kalacağız

Acıların bitmesi için

Biz burada yaşayacağız

Melodiler elbet daha güzel olacak

 

Vatanım ey vatanım

Vatanım; ey gurur kaynağım

Vatanım ey vatanım

Vatanım benim

 

Bu şiir Libyalı şair, tıp doktoru; Adil el-Muşayti'nin; zulmün yok olup yerine ilim ve özgürlük yeşersin diye kaleme aldığı ve seslendirip, tüm İslam âleminin özgürlüğüne hediye ettiği bir şiirdir. Bu şiir Arap ülkelerinde özgürlüğün marşı oldu. Şiirin orijinal ismi "Sevfa Nebqa Huna" (سوف نبقى هنا) 'Biz Burada Kalacağız.' Bu şiir tüm Arap ve İslam âleminde yayıldı.

 

Dile dökülen mısralar dinleyen herkesin kalbine vatan aşkını doldurdu yine. Kısa kesmişti, devamı vardı ama susuzluk dilini kuruttuğundan devam edemedi. Annem Bora'ya yaklaşıp onun da bir şeyler okumasını istedi. Başta olmaz diyen Bora ısrarlara dayanamadı, sesinin nasıl olduğunu bilmesem de Türkiye'de şarkıcı olduğunu ve bir albümü olduğunu annemden duymuştum. Sıcaktan kuruyan çimlerin üzerinde oturuyordum ve duyduğum sesle kalbim tekledi, bu babamın en sevdiği ezgiydi. O nasıl bir sesti öyle, duyduğum en güzel seslerden biri olabilirdi. İnsani kendinden geçiren bir tınıyla söylüyordu ve yaşlar harelerimi yakarak yanaklarımdan süzülüyordu. Aslında şiirdi fakat duygusal tonda ezgi halinde söyleniyor olması ve marş niteliği taşıyor olması daha çok sevdiriyordu kendine.

 

Loading...
0%