@hayalperestyazar02
|
Keyifli okumalar.
Benimle birlikte dolan gözlere şahit oldum, dayanamadım, kendimi hıçkırıklara teslim ettim. Müslümanlara emanet edilen beldede yine babamın yokluğu sardı beni. Kulaklarımın aşina olduğu Mawtini Mawtini diye yankılanan ezgiyle tüm kalbimle şehitlik ateşine teslim olmayı diledim. O ateş görünmeyen ama içimi yakan bir ateşti, hevesti, en büyük duâmdı. Yurdum diye başlayan dizeler sesin güzelliğiyle suskunluğa gömülüp kaldı. Hayatımda bu denli güzel bir ses çalınmamıştı kulaklarıma. Gözlerimi kapatıp hıçkırığımı susturmaya başladım. Sözleri Filistin için ayakta durmaya çalışan Müslüman kardeşlerime, davamız uğruna çektiğimiz sıkıntı ve istediğimiz vatanımızın kurtuluşuna şahit olmayı anlatıyordu.
Vatanım, vatanım Güzellik, aydınlık ve nur senin dağlarındadır Hayat, kurtuluş, mutluluk ve ümit sana olan aşktadır Seni yeniden görecek miyim, seni yeniden görecek miyim? Huzurlu mutlu ve azametli iken...
Senin yeniden gökyüzüne süzüldüğünü görecek miyim? Vatanım, vatanım
Vatanım, vatanım Gençlik senin özgürlüğün için dimdik ayaktalar Ölümü su gibi içer ama , Yine de düşmanın kölelik zincirlerine teslim olmaz
İstemiyoruz! Sonsuza kadar zillet ve kölelik altında yaşamayı İstemiyoruz! Geçmişteki eski izettimizi kazanmak istiyoruz. Vatanım, vatanım
Vatanım, vatanım Kılıç ve kalemdir simgelerimiz Sözler ve kavgalar değil Şanlı olmamız ve taahhüdümüz ve bir sadakat vazifesi Bize güç veren duygulardır
Şerefimiz! şerefimiz! Ulu bir sebep ve sallayan bir bayraktır Ah ! Ne güzel Galip yüksekliğinde Düşmanlarını yenmen Vatanım, vatanım
Mavtini (Arapça:موطني "Anavatanım"), Filistinli şair İbrahim Tukan tarafından yazılmış popüler bir şiirdir. Bu şiir 1967 yılından bu yana Filistin Ulusal Yönetimi'nin fiili ulusal marşıdır. Filistin davasına verdikleri desteği göstermek için olarak da Irak, Suriye ve Cezayir gibi diğer Arap ülkelerinde de marş olarak kabul edilmektedir. Özgün müzik, Muhammed Fuliefil tarafından bestelenmiştir. 2004 yılında Paul Bremer'in Geçici Koalisyon Yönetimi Başkanlığı döneminde Irak ulusal marşı olarak yeniden kabul edildi. 1981 yılından 2004 yılına kadar kullanımda olan ve Saddam Hüseyin'in Baas rejimi ile ilgili eski marşı Arz ül Alforatain'in yerini aldı.
Muhteşem ses sona erip etraftakiler Allahuekber nidalarıyla coştuğunda gözlerimi açtım. Ağlayıp kendimi kaybetmiştim, ne zaman mawtininin sözlerini duysam kendimi tutamazdım. Bazı Arap ülkeleri bu şiiri marş olarak kullansa da duygusal tonda söylendiğinde daha çok etkiliyordu beni. Vatanıma olan aşkım kabarırken babamı da anımsatıyor güzel ve acı hatıralar gözlerimin önüne geliyordu. Derin nefesler çekerken yerimden kalktım ve bahçede öylesine yürümeye başladım. Akan yaşlarımı elimle sildim, nereye gideceğini bilemeyen bir kuş gibiydi yüreğim.
Babamı kaybetmiştim, kıymetlisiydim babam Bilal El Hatib'in. Yine bayram gününe yakın bir zamandı, babam kendini kurşunlara siper etmişti. Mescid-i Aksâ'ya girmesinler diye verdiği çabanın sonunda kanını dökmüştü Kudüs sokaklarına. Babam gittiğinden beri bayramlarım bayram gibi geçmiyordu, annem eskisi gibi gülmüyor olsa da mutluymuş gibi yapıyordu. Evlatlarım yanımda ya, varsın sevdiğim yanımda olmasın, o gitti ama şehit olarak gitti derdi hep. Bizim için dayanıyordu, önce kardeşim, sonrasında babam gitmişti bizden.
Yaser ise gözlerini kaybettiğinde annemin kalbine sanki ateş atılmıştı, o günkü halini unutamıyordum ağlamaktan kendinden geçip bayılmıştı. Yaser de şehit düştü evlâtları tek tek gidiyor sandı annem. Ah ah çekti dilim, canım kardeşim, daha küçücük yaşında gözlerini kafirin iğrenç oyunlarıyla kaybetmişti. Bankta oturdum, bakışlarım ihtişamlı görüntüsüyle göz dolduran Kubbetu's Sahra üzerindeydi. Öyle güzel bir rüzgar esiyordu ki altında oturduğum bankın yakınındaki ağaçların yaprakları savrulup duruyordu. Rüzgar yaprakları gözlerimin önünde savururken hüznün ve aşkın mekanında olduğum için Rabbime şükrettim. Yanıma usulca oturan kişiye döndü bakışlarım, Bora endişe dolu bakışlarla yanımda duruyordu. Umursamadan başımı çevirip gerçek aşkıma baktım, hüzünle karışık bir aşktı benimkisi.
"Meryem neyin var iyi değilsin?"
Türkçe konuştu, birbirimizi tanımıyorduk ama her fırsatta bana yaklaşıp konuşmaya çalışması canımı sıkmaya başlamıştı. Yine de belli edip onu üzmek istemedim. Ah ben var ya, kendimden başka herkesi fazlasıyla, düşünen kimseyi üzmek kırmak istemeyen birisiydim. Tabi buna bizim toprağımızı işgal eden yahudiler girmiyordu.
"Okuduğun ilahi var ya..." Durdum, zihnimde saçlarımı okşayan, bana güzel sesiyle ezan okuyan, dinimizi öğreten babam geliyordu. "Babam bu ilahiyi çok severdi, ne zaman duysam aklıma babam düşer. Kana bulanan Filistin zaten aklımdan hiç çıkmıyor. Biz mahşer günü bize yapılan işkenceyi, hor görülüp kovulmayı, kadın, çocuk, yaşlı demeden hepimize dönen namluları, bizi korkutma çabalarını, akan gözyaşlarımızı hepsinin hesabını soracağız."
"Seni anlamaya çalışsam da bunu yapamam senin yerinde değilim senin doğduğun günden beri yaşadığın zulmü ben görmedim. Buraya adım attığım ilk gün bu güzel Filistin toprakları sanki vatanım gibi geldi bana hiç yabancılık çekmedim. Din kardeşlerimin gözlerimin önünde yaşadığı zulmü gördükçe çaresizliğime yandım. Tek başına bir şey yapamıyor olmak kalbimi parçaladı Meryem."
Hafifçe tebessüm edip yüzüne baktım. "Senin bunları düşünmen bile yeter. Bizim için üzülen din kardeşlerimin olduğunu biliyorum fakat bu ülke liderlerinin alması gereken kararla olabilir. Bir de kurtuluşun vakti gelmediği için Allah o zamana kadar bu acılara sabretmemizi, zulme dayanmamızı istiyor çünkü bunun mükafatı büyük olacak. Biz burada işgal altında kaldığımız her gün tehlike içindeyiz. Nedensiz yere tutuklanan, yıllarca hapis yatan, yok yere boş bahanelerle şehit edilen Filistin halkı kimin ne olduğunun farkında. Aliya İzzetbegoviç' in çok sevdiğim bir sözü vardır. 'Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır.' İşte bu söz Filistin için her şeyi anlatır nitelikte."
Yüzü düştü, bizim için üzüldüğünü biliyordum. Buraya geldiği günden beri annemle çektiğimiz zorluklar hakkında konuşup duruyordu.
"Sen gözaltına alındığın gün deden ile konuştum ona bu günlerin geçeceğini Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v) kıyamet alametleri arasında belirttiği Müslüman ve Yahudilerin arasında çıkacak olan savaşı Müslüman halkın kazanacağını söyledim. Deden bana ne dedi biliyor musun?" Derin bir iç çektikten sonra devam etti.
"Kaç kuşaktır bu sözü duyduklarını söyledi. Onun dedesi de o günü görmeyi istemiş, babası da fakat göremeden Hak Teâlâya varmışlar. Sonra gülümsedi bana, ben o günü görür müyüm bilmiyorum ama görmeyi çok isterdim dedi. Gözleri öyle doldu ki ağlayacak sandım. Ona acısını hatırlattığım için kendime kızdım"
Dedem bize hep eskileri anlatırdı, eskiden bu denli zor değildi her şey, yavaş yavaş bitiriyorlardı bizi. Ülkemizi terk etmemiz için yüklü vergilere muaf tutuyor adeta ülkemizi terk etmemiz için bizimle savaşıyorlardı. Mescidimizi ise her yıl baskınlar yapıp Müslümanları içeri almayarak Yahudilerin ziyaretine açıyorlardı. Ey Beytulbakdis, kirli, kana bulanan eller dokunuyor sana bizim ise elimizden gelen engel olmaktı fakat bunu bile yapamıyor olmaktı bizi yıkan. İşgal altındaki bir milletin elinden ne gelebilirdi ki? Gözlerimizin önünde sevdiklerimiz şehit ediliyor, bayrağımız ayaklar altına alınıp yakılıyordu. Söyler misiniz başınıza bunlar gelirse ne düşünürsünüz, ne yaparsınız? Bizim onları yenmeye şimdilik imkanımız yoktu, ellerinde mermi dolu tüfekler bulunan askerlere bizim taşlarımız işlemiyordu... Ama biliyorduk ki Davut Peygamberin attığı taşın Câlût'u öldürmesi gibi bizim attığımız taşlar da bir gün israiloğullarını öldürecekti.
"Meraklanma dedem alışkın hepimiz alıştık bunlara her gün atılan plastik mermi, gaz bombası, karşılık olarak bizden giden havai fişek, molotof kokteyli ve onlara atılan taşlar, bu sesler bize yabancı değil. Bunların olmaması daha iyi olurdu elbette fakat son nefese kadar elimizden ne geliyorsa yapacağız."
Başını salladı oturduğu bankta hafifçe arkasına döndüğünde bende onun baktığı yöne baktım, hemen başımı önüme çevirdim. Dedem bizi izliyordu ve gülümsüyordu. Sanırım artık Allah katında evli olduğumuz için konuşmamıza ses etmiyordu, zaten onun bizim evde kalmasına dahi izin vermemiş uyku vaktinde Bora mecburen otele gitmişti.
"Deden bizi izliyor galiba hoşuna da gitmiş ki gülüyor."
Başımı onay verir biçimde salladım. Kısa süreli de olsa yüzüne indi bakışlarım. Başının üzerinde rüzgarda sallanan ağaçların yaprakları gözlerinin rengini daha belirgin hale getiriyordu. Dudaklarını tekrar araladı sanırım benimle uzun süre konuşacaktı fakat akşam vakti yaklaşıyordu, burası artık kalabalıklaşmaya başlayacaktı.
"Meryem merak ettiğim bir şey var da şey..." Durdu başımı olumlu anlamda salladım sorması için. "Yaser, hani gözüne plastik mermi değmiş dediniz ya, her iki gözü de görmüyor ikisine de mi isabet etti? Beni yanlış anlama merak ettim, yaşadıklarınız çok zor şeyler."
"Yok yanlış anlamadım evet bir gözüne plastik mermi değdi, gözü kanlar içinde kalmıştı. Biber gazı da sıkılmıştı tek gözünü kaybetmişti o zaman. Tedavi için Filistin ambulansı gelmesine rağmen kardeşimi beklettiler ve diğer gözü de biber gazından etkilenip kör oldu. Fark ettiysen sağ gözü içe çökük plastik mermi çok şiddetli çarptığı için onu kötü etkiledi."
Yüzünde derin bir acı belirdi, yaşadığımız olaylar onu sarsmıştı. Biz alışmıştık her şeye, alıştırılmıştık her gün mermi sesi, havai fişek, molotof kokteyli ve her gece Filsitin'li gençlerin yahudilere karşı kendi bölgelerini korumak amaçlı yaktığı araç tekerlerinin dumanı... Hepsine alışmıştık böyle büyümüştük. Zorlukla dolu bir hayata gözümüzü açmıştık, bazılarımız şehit düşmüştü, bazılarımız ise çeşitli yaralar alıp gördüğümüz şiddette dayanmaya çalışıyorduk. Elbette içimizde hainler de vardı nerde yoktu ki? Bize benzeyen, Arap gibi görünen takkeli, bazen bayrağımızı sallayıp tekbir getiren ama ajanlık yapıp bizi siyonistlere satanlar. Derin bir nefes çektim ciğerlerime, nefes almak neden bu kadar zorluyordu beni anlayamıyorum. Kötü havayı dağıtmalıydım sanırım, ne zamandır ona sormak isteğim ama fırsatını bulamadığım soruyu beklemeden sordum.
"Bora, isminin anlamı nedir merak ettim de?"
Kötü hava dağılıverdi birden bire, yeşil gözleri bana döndüğünde çarpık şekilde gülümsedi. "Bora ismi Türkçe kökenli bir isimdir, arkasından yağmur getiren sert ve şiddetli fırtına anlamına geliyor."
Hiç de öyle ismini yansıtmıyordu, garipser gibi baktığımda anlamış gibi dudaklarını araladı. "Benim sakin görüntüme aldanma ismim gibiyimdir kızarsam fena birine dönüşüyorum."
"O halini görmek istemezdim." dediğimde cevapladı beni. "Merak etme büyük ihtimalle görmezsin. Ha bu arada senin isminin anlamı neydi?"
"Maryam, sizde Meryem deniliyor ibadete düşkün kişi demek."
"Sen tam da isminin anlamını taşıyorsun."
Gülümsedim başımı olumlu biçimde salladım."Buraya ilk gelenleri mescide hemen almazlar sana sordukları bir şeyler oldu mu?" dediğimde hafif bir şekilde güldü.
"Evet mescidin imamı Fatiha Suresini okumamı istedi eksiksiz okudum ve geçtim. Biliyorum buraya Müslüman olmayanları almıyorlar yalnız siyonistler baskınlar yapıp içeriyi ziyaret ediyormuş"
"Aynen öyle." Gülümsediğimde onun da yüzündeki gülümseme beni başka bir yere götürüyordu sanki.
Zaman geçiyordu akşam oluyordu bir yer ayarlayıp oturmalıydık evden getirdiğimiz yiyecekleri yiyecektik. Orucumuzu bu harika mekânda açmak muhteşem bir duyguydu. Bora ile kalktığımızda annem bizimkilerin yerini değiştirip üzerine oturacağımız kilimi taşla döşenmiş yere seriyordu. Onların yanına gittik, buraya doğru gelen kalabalığa baktık hepimiz. Sanırım akşam yemek dağıtılacaktı malzemeler getiriliyordu ve önümüzden geçip gittiler, giderken de bizimle selamlaştılar.
Akşam ezanına fazla kalmamıştı yakınımızda oturmaya başlayan aileye baktığımda Muna ve ailesini görüp ona gülümsedim. Bu akşam o da sahte olacak evliliğime attığım ilk adına şahit olacaktı. Süleyman dedemle konuşan mescidimizin görevlilerinden biri onunla hararetli bir konuşma yapıyordu. Konuyu başta anlamadım, daha sonra ezanın yaklaştığını fakat müezzinin bugün rahatsız olduğundan dolayı gelemediğini öğrendim. Ezanı kim okuyacak diye bir tartışma ortada dönerken annem bir fikir verdi.
Bora'nın sesinin güzel olduğunu ezanı çok güzel okuyacağını söyledi. İlahi okumakla ezan okumak aynı şey değildi, şarkıcı olan birinin ezanı hatasız ve güzel okumasını beklemesem de yine de ne olacak diye bekledim. Bora kendisine yöneltilen teklifle başta şaşırmış olsa da annem ısrar edince kabul etti. Bora imam ile mescide doğru giderken, kalbim ezanı güzel okumasını diliyordu. Yemekler dağıtılmaya başlandığında bize de yemek verildi, kendi yemeklerimizi etrafımızda oturan kardeşlerimizle paylaştık.
Hakkın sancağı altındaki Kudüs muhteşem bir sesle tanıştı. Ve vakit gelip çattı ezan vaktiydi, önümde duran bir parça hurma ile orucumu açacaktım, duâmızı ettikten sonra ezanı bekledik. Ezan sesi duyulduğunda gözlerim kocaman açılmış yüzümde geniş bir gülümseme belirdi. Allah'ım ezan öyle güzel okunuyordu ki gözyaşlarımızı tutamayıp serbest bırakıyorduk. Gözlerimi kapattığımda ezanı dinledim, sanki başka bir yerdeydim, öyle etkileyici okuyordu ki ezanı, Aksâ çevresinde oruç açmayı bekleyenler benim gibi kalmış sadece ezanı dinliyordu.
Duyduğum harika ezan sesiyle kalbimde bir hafiflik hissettim. Neydi bu, sanki sesiyle kalbime dokunuyordu. Ezan bitmesine rağmen önümdekilere dokunmamıştım. Annemin uyarısıyla kendime gelip tekrar duâmı edip orucumu açtım. Zihnim hâlâ duyduğum o harika ezan sesindeydi, kulaklarımda yankılanıp tekrarlanıyordu. Huşu içinde, dinleyenlere huzur veren ezanı Muhammed'inin sesi.
Oruçlar açılmış abdestler alınıp akşam namazı kılınmıştı. Dışarı çıkıp yatsı ezanının okunmasını beklerken, dağıtılan çaydan yudumluyordum. Annem güler yüzüyle elimi tuttu dedemi gösterip sözüne başladı. "Güzel kızım hadi çayını bitir de yüzükleriniz takılsın."
Başımı olumlu manada sallayıp "Tamam annem." deyip elini alıp avuç içini öptüm.
Çayımı bitirdikten sonra yerimden kalktım. Bora da karşı tarafta erkek kardeşlerim ile yemişti yemeğini yemişti. Kardeşlerimin eşleri ise bizim yanımıza gelmiş bizimle oruç açmıştı. Süleyman dedem bembeyaz, uzun, pamuktan işlenmiş ve bol bir kesime sahip olan genelde arapların giysisi olarak bilinen lâkin gerçekte Müslüman kıyafeti olan kandura isimli geleneksel kıyafeti giymişti. Üzerine çok yakışmıştı. Yaşlandığı için bastonundan yardım alıyor olsa da ibadetlerine eksiksiz devam ediyordu. Her gün bir kez bile olsa Aksa' ya gelirdi, buradan ayrılamazdı buranın verdiği haz çok başkaydı. Etrafta bize dönen bakışlarla başladı sözlerine. Mescidimizin imamı da bizim yanımıza geldi. Bugün nişanımız olduğunu ve dini nikâhımızın kıyıldığını belirtti, bizim yanımıza gelen mescid imamına.
Düğün günü tekrar nikah kıyılacağını ve nikâhımızı kıymak isteyip istemediğimi sordu. İmam hafifçe tebessüm edip kabul ettiğini söyledi, bizi tebrik etti. Maryam ve Bora parmaklarına takılan yüzükle herkesin gözleri önünde evlilik yolundaki adımı attı. Bu duruma pek sevinmesem de annem için katlanıyordum, benim vatandaşlık almamı istiyordu çünkü burada kimliğim bile yoktu. Kendi ülkemde kimliksizdim, geçici bir kimlikti benimkisi. Yurt dışına bile geçici bir izinle verilen pasaportla gidebiliyorduk. İsrail'li askerlere karşı çıktığımızda geçici kimliğimize rahatça el konulurdu.
Yüzükler takıldıktan sonra yanımıza Muna geldi, elindeki fotoğraf makinesiyle poz vermemizi istediğinde istemsizce poz verdik. Ailem yanıma gelip beni ve Bora'yı tebrik etti. Ona baktığımda biraz buruk görünüyor gibiydi, ailesinin yanında olmasını istiyor olmalıydı. Buraya gelmek o kadar kolay değildi, bazen çeşitli sorunlar çıkartıp bazı kişilerin gelmesine izin verilmiyordu. Onun için üzülsem de annem görüntülü olarak konuştuğu akrabalarına bizi gösterdiğinde Bora'nın yüzündeki gülümsemeyi fark ettim. Telefondaki kişileri tam göremesem de hepsine selam söyleyip gülümsedim. Babası yani annemin büyük erkek kardeşi de yeşil gözlüydü birbirlerine benziyorlardı. Annesi Bahar hanım çok tatlı görünüyordu ve benimle daha tanışmadan bana gelinim demesi, bu görüntümüzü görüp ağlaması içime oturdu. Onları tanımıyordum lâkin bana duydukları sevgi gözlerimi yaşarttı.
Biz bekliyorduk, biliyorduk ki bu gece yine saldıracaklardı kutsal mekanımıza. Yatsı namazı sonrasında mescid kapatılırdı fakat biz günlerce sürse bile nöbet tutup gitmeyecektik. Biz Kubbetu's-Sahra çevresinde bekliyorduk, erkekler, kadınlar mescidinden buldukları ne varsa yine barikat kurup mescide zarar gelmemesi adına çabalıyordu. Elimizde ne vardı ki sadece taş, onların ise teçhizatları oldukça fazlaydı en ufak bir hareketimizde saldırmaktı niyetleri. Erkekler barikat kurup beklerken beklenen oldu, bize doğru atılan plastik mermilerden kaçmaya başladık. Benimle birlikte olan kadınlar da çığlık atmıştı.
Birlik halinde durmalı dağılmamalıydık. Erkekler her yönden, her merdiven başlarında nöbet tutuyordu. Kardeşlerimin eşleri çocuklarını da alıp güvenli bir yere çekilirken ben geri çekilmedim, belki de şehitlikle süslenecek hayalim bugün gerçekleşirdi kim bilir. Bir adım daha attığımda atılan gaz bombalarını ve plastik mermileri umursamadım lâkin birinin başımdan tutup beni eğmesiyle yere çömeldim. Kim olduğunu görememiştim, Bora başını kaldırıp bana sinirle baktığında beni hafifçe sarstı.
"Meryem delirdin mi sen? Geride dur, zaten hasta gibisin düşüp bayılacaksın."
"Sana ne, bırak beni geride duramam, belki de şehit olacağım buna engel olma." diye bağırdığımda sesimi sadece onun duyduğunu biliyordum herkes kendi derdindeydi. Herkesin görevi siper alıp mescidi korumaktı. Koluma kilitlenen eli kolumu tehdit eder gibi hafifçe sıktı.
"Eğer şehitliği bu kadar istiyorsan duânda siyonist, kâfir yahudilere büyük bir zarar vererek şehit olayı dile. Şimdi geride dur, Allah katında eşimsin sözümü dinle ne olur?"
Sonlara doğru yumuşayan sesiyle birlikte, eli de kolumu bıraktı. Gözlerime yapma der gibi bakıyordu. Geriye dönen bakışlarım annemin açtığı elleri ile ettiği duâları gördü. Başımı salladım geriye gidip annemin yanına oturdum, dualarımızı paylaştık birbirimize sarıldık. Gazze şimdi yanıp kavruluyorken biz mescidimizi korumaya çalışıyorduk. Elimizden gelen tek şey duâ edip burada nöbet tutmaktı. Uykusuzluk sarsa da bizi Beytulmakdis kadar önemli değildi. Bora'nın ve diğerlerinin Doğu Kanatiri tarafına gittiklerini gördüm. Kanatir, Kubbetu's Sahra'nın başlarına inşa edilmiş kemerlerin adıdır ve bu kemerlerde Kubbetu's Sahra daha güzel görünür. Güney kemerinin üzerinde zamanı ölçen güneş saati bulunur. Bazı zamanlar burada toplanıp protestolarımıza devam eder tekbir getirip mescidimiz için savaşırdık.
Uzun bir bekleyişten sonra askerler uzaklaşmaya başladı, saat epey ilerlemiş sahur vakti gelmişti. Neyse ki halimizi bilenler vardı da burada aç şekilde oruç tutmamıza izin vermeyip sahur için de ne varsa getirmişlerdi. Sahurumuzu biraz da olsa rahatlamış şekilde yapsak da hâlâ tedirgindik, her an gelip bir şey yapabilirlerdi. Geçen sefer Kıble Mescidi'nin kapılarının üst bölümlerine zarar verilip tahrib edilmişti. Kalabalık olduğumuz için askerler de artmıştı ama gitmiyor oluşumuz onları baskından elleri boş dönmeye mecbur kılmıştı.
********** Kudurmuş zalim köpekler yağdırıyordu Gazze'me bombalarını. Gazze, sen ağlarken benim, bizim yüzümüz güler miydi hiç? Gazze bir gün özgürlüğe kavuşacaktı, Kudüs gibi, Batı Şeria gibi, tüm Filistin toprakları gibi. Ey Aksâ, sileceğim gözyaşlarını, bitireceğim bu savaşı. Şehitler şehri Gazze kaldıracaktı eğilen başını. Yahudilerin mezarı olacaktı Gazze, bir gün kalkacaktı derin uykusundan. Kundaktaki bebeklere mavzerler sıkılıyor dünya sesizce izliyordu sadece. Peki ölüm size gelmeyecek mi? Mahşer günü gülecek mi o kara yüzleriniz? Adı Müslüman olanlar, nasıl hesap vereceksiniz acaba?
Kutsal olan üç mescidden birine sahip çıkamadınız, canlarımız bu uğurda feda edildi gözyaşlarımız dinmedi. Gazze yakılıp yıkılırken, bebekler ağlarken, ölürken neredeydiniz ey Müslümanlar? Direniş devam ediyordu, zaferi bekleyen kalbimle gözlerim yine kan ağlıyordu. Haberlere bakmaya korkuyordum, evlerine bombalar yağan kardeşlerim, şehit olan mazlum halkım, zalimlerin elinde yitip giden hayatlar. Ey Kahhar olan Allah'ım ismin hürmetine Filistin'i mezar eyle zalimlere.
Hamas karşılık veriyor füzelerini gönderiyordu Tel Aviv'e fakat İsrail'in kürecik denilen ve onlara atılan füzeleri etkisiz hale getirip patlatmalarına izin veren bir radarları bulunuyordu. Kürecik radarı, 120 derecelik bir açıyla bin kilometre genişliğindeki bir bölgeyi tarayabiliyordu. Bu özelliğiyle 1300 kilometre menzilli balistik füzelerine karşı etkin koruma sağlıyordu. Kürecik Radar Üssü şu an Türkiye sınırlarında bulanan Malatya Akçadağ ilçesine bağlı bir askeri tesistir. Amerikan askerlerinin kurmuş olduğu ve bulunduğu üs, terk edilerek Türk askerinin kontrolüne bırakılmıştı. 2012 yılında Nato tarafından balistik füze saldırılarına karşı erken uyarı radarı olarak kullanılmak üzere kurulmuştur.
Keşke olmasaydı o kürecik dedim içimden, bizi korumak amaçlı atılan füzeleri daha havadayken patlatıyordu. Tahminen on tane füzeden ancak ikisi isabet edebiliyordu. İsrail'in ise attığı her füze, her bomba isabet edip bitiriyordu Gazze'yi. Ne acıydı değil mi? Kimsenin bizi görmüyor oluşu, yaşadıklarımızı film izler gibi keyifle izleyenler hakkım size helal değil! Bu vatan toprağında savaşan kimsenin hakkı size helal değil. İyi ki mahşer günü vardı, iyi ki Cehennem vardı zalimler için!
Hamas için duâlar ediyordum başka ülkeler terör örgütü olarak görse de onlar Filistin kurtuluşa ersin diye karşı çıkıyordu İsrail'e. Hamas (Arapça: حماس) veya resmî adıyla İslamî Direniş Hareketi (حركة المقاومة الاسلامية Harakat al-Muqawama al-İslamiya), Filistin Ulusal Yönetimi'nde seçimle belirlenmiş Filistin Parlamentosunda çoğunluğu elinde tutan Filistinli paramiliter örgüt ve Sünni İslamcı siyasi parti. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği'ndeki ülkeler ve uluslararası topluluklar tarafından terör örgütü olarak ilan edilmişti.
Şeyh Ahmed Yasin 'Hamas' kısa adıyla bilinen İslami Direniş Hareketi'ni Müslüman Kardeşler Cemaati'nin Filistin sahasında faaliyet gösteren Dr. Abdülaziz Er Rantisi, Dr. Mahmud Ez Zehhar ve diğer üyeleriyle birlikte kurdu. Hamas, Filistin'de Yahudilerin hakkı olduğuna inanmıyor ve Filistin'den kovmaya çalışıyor. 1967 sınırları çerçevesindeki bir ateşkes yolunda bu hakkı kabul etmekte isteksiz değil, ancak dışarıdan gelen Yahudilerin Tarihi Filistin'deki haklarını tanımıyor. Hamas, dini, siyasi ve sosyal bilinçlenme içinde aktif çalışıyor, siyasi liderleri Filistin ile dışarısı arasında dağılıyordu. Filistin içindeki birçok ve çeşitli kurumların yanısıra, dışarıda önemli sayıda kurumdan destek alıyor olması sevindiriciydi.
Başka yardım edenlerimiz de vardı elbette. Mesela Kassam Tugayları, onlar için de duâ ediyordum. Hamasın silahlı koluydu ve bizim bağımsız bir ülke olmamız adına bu uğurda savaş veriyordu. İzzeddin el Kassam Tugayları, Hamas'ın silahlı koludur. Hamas'ın silahlı kanadına bu ismin verilmesinin nedeni, İzzeddin El Kassam'ın Filistin'in bağımsız ve İslâmi bir ülke olması için fikren harekete geçen ve ardından da bu mücadelesini silahlı direnişe çeviren ilk eylemci olmasıdır.
İşgalci israil tarafından tespit edilmeyi zorlaştırmak için dağınık ve hücresel bir yapıda oluyorlardı. Herkes herkesi tanımıyordu. Buna bölüm sorumluları da dahildi. Şehitliğin için de Bora'nın sözlerini hatırlayarak onlara büyük bir kayıp verip öyle şehit olmayı istedim Rabbim'den. Bayrama çok az kalmıştı ve Hamas temaslarla ateşkes kurmaya çalışıyordu. İşgalci israil bu duruma daha fazla devam ederse Hamas daha fazla karşılık vereceklerini söylüyordu.
***********
Sami ile birlikte bizim kapalı çarşıya gidecektik, almamız gereken bir kaç eksik vardı. Annem benim için özel diktiği kına elbisesini göstermişti, çok güzeldi fakat onu eliyle yapmış olması yüreğimi yakmıştı. Ben anneme kıyamıyordum, eline her aldığında yapma istemiyorum diyordum ama benden gizli yapıp bitirmişti. Adetimizdi bizim, anne kızı için gösterişli bir kına elbisesi diker veyahut satın alırdı. Çarşıya geldiğimizde eksikleri hızlıca alıp gitmeyi planladım, aldım da fakat Sami ortalarda yoktu.
Etrafıma baktığımda onu göremedim. Neredeydi bu çocuk böyle? Arkadaşı Ahmed'i gördüğümde tembihledim, onu görürse benim onu beklediğimi beni bulamazsa eve gelmesi gerektiğini söyleyip yavaş şekilde eve doğru ilerlemeye başladım. Evimize yakındım zaten askerler yine konuşlanmıştı her tarafta ve geçici kimliğime bakıp öyle gidiyordum bir yerlere. Etrafın tenha oluşuna aldırmadan yürürken karşıma çıkan adam durdurdu beni.
Pardon askerlerin komutanı olmalıydı bu başımı kaldırıp baktığımda hücrede bana iyi davranıp çıkmamı sağlayan komutan olduğunu fark ettim. Yine kimlik isteyecekti sanırım elim çantama gittiğinde kolumdan tutup beni duvara dayadı. Ne olduğunu anlayamadım bile, elini ağzıma kapattığında çığlık atmak istedim fakat gücüm yetmedi. Elinde silahı, avcu ağzımın üzerinde sıkı sıkıya kapalı.
|
0% |