Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm: Kına Gecesi

@hayalperestyazar02

Selamun aleyküm.

 

Keyifli okumalar oy ve yorumları unutmayalım lütfen.

 

Ne olacağını kestiremiyordum saldırıya uğrayacak olmaktan korkuyordum. Tenime değerse onun kirli elleri, ölümü göze alırdı cesur yüreğim. Direnmeye çalışsam da zayıf bedenim karşı koyamıyordu. Karşımdaki adam beni duvarın dibine sıkıştırdığında korksam da elinden kurtulmaya çalıştım. Ayraç fazlasıyla tenhaydı ama eminim ki birazdan birileri buradan geçerdi. Yüzüne baktım, siyaha çalan gözleri beni korkuyordu. Yahudi olduğu belli oluyordu. Saçları hafif siyahtı, gözleri siyaha çalsa da kahverengi olmalıydı. Gözlerini gözlerime dikmiş bakışlarıyla korkutuyordu beni. Bakışlarımı aşağıya çevirdim ona bakmak yüzünü gormek istemiyordum. Süremiyordum, elinden kurtulamaya gayret ediyordum. Adam kaşlarını çatıp parmaklarını hafifçe gevşetti.

 

"Beni tanımadın mı?" diye sorduğunda garipsedim bunu.

 

Arapça biliyordu, burada uzun süre kalan bir Yahudi bizi etkisiz hale getirmek için dilimizi bile öğrenirdi. Beni tanıyor muydu ama ben onun kim olduğunu hatırlamıyordum. Belki de kasten yapıyordu onlardan her şeyi beklerdim.

 

"Sakin ol, elimi ağzından çekeceğim. Bağırıp olay çıkartma, tekrar tutuklanmanı istemem."

 

Başımı olumlu anlamda salladığımda dediği gibi elini ağzımdan çekti. Kaşlarımı çatıp sertçe baktım ona, kim olduğunu bilmediğim bu Yahudi karşıma çıkıp onu hatırlayıp hatırlamadığımı, aslında onu tanıdığımı soruyor, belki de benimle oyun oynuyordu. Ona uymayacaktım istediğini elde edemeyecekti.

 

"Seni tanımıyorum, kim olduğunu bilmiyorum. Tutuklu olduğum zaman gördüm seni sadece. Tek bildiğim bir komutan olduğun."

 

Duvardan ayrılıp yürümeye başladığımda bedeni arkamda kalmıştı. "Çocukken seni dövmeye çalışan Yahudi çocuklarını hatırlıyor musun?"

 

Sözleriyle olduğum yerde kaldım, nerden biliyordu ki bunu? Arkamı döndüğümde bana gülümseyen yüzüyle karşılaştım. Başımı eğip o günü hatırladım, sanki bedenim çocukluğumun geçtiği Kudüs'ün eski şehirdeki dar sokaklarda koşturdu. Yahudi çocuklar sarmıştı etrafımı, İbranice bir şeyler söyleyip bana vuruyor, canımı açılıyordu, ben karşı koyup, tepki gösterip karşılık verdiğimde ise onlara gücüm yetmiyordu. Çok fazla çocuk vardı ve çoğu benden yaşca büyüktü. Gülüyorlardı bana, sonra aralarında biri çıkıp arkadaşlarına kızar gibi konuştu. Bilmediğim bir dildi, o zamanlar anlamıyordum söyledikleri şeyleri.

 

Hepsi yaşca benden büyüktü ben ise küçük bir kız çocuğuydum, Müslüman bir ailenin göz bebeği olan kızlarıydım. Hepsine sert şekilde bakıp bağıran çocuk beni onlardan korudu. Nedenini anlamadım ama benimle birlikte evimin yakınına kadar geldi. İlk defa bir Yahudi iyilik yapmıştı bana, gülümsemiştim ona, bilmediği dilimle teşekkür etmiştim. Bana o gün ismini söylemişti hiç unutmamıştım onu, Yosef demişti, yani Yusuf isminin Yahudi versiyonuydu.

 

Eğdiğim başımı kaldırıp ona baktığımda etrafın tenhalığı içime korku ekti hâlâ kimse yoktu.

 

"Benim, Yosef, seni o gün kurtaran çocuk. Maryam, o zaman da hırçındın şimdi de aynısın ama büyümek seni fazla güzelleştirmiş."

 

Bunları bana neden söylüyordu anlamıyordum? Başımı kaldırıp sert bir tavırla konuştum. "Ne istiyorsun benden?"

 

Asla yumuşamadım, bir Yahudi'ye güvenmek saçmalıktı onlar bizim düşmanımızdı. Yanıma yaklaştığında tam karşımda durdu. "Ben daha çocukken aşıktım sana biliyor musun?"

 

Kahkaha attım istemsizce, nasıl yani bana mı aşıktı, bir Müslüman kıza hem de. Şaka yapıyor olmalıydı ya da niyeti beni kandırmaktı.

 

"Sen delirmişsin, bir Yahudi asla düşmanına aşık olmaz. Ben Müslüman bir kızım bir Yahudiye aşık olmaktansa ölmeyi yeğlerim." dedim elim ağzıma gitmişti gülmeme engel olamıyordum.

 

Bakışları daha garip bir hal aldığında gözlerinin elime değdiğini fark ettim. Neye bakıyordu bu adam böyle? Her neyse, gitmeliydim artık bu kadar şaka yeterliydi.

 

"Sen evleniyor musun parmağında yüzük var?" dediğinde bana daha çok yaklaşıp sağ elimi tuttu. Yüzüğüme bakacaktı sanırım, elimi çeksem de bırakmadı. Diğer elimdeki torba ise yere düştü. "Kiminle evleniyorsun buna izin vermem."

 

"Bırak beni, sana ne? Kiminle evlendiğim seni alakadar etmez."

 

Umursamıyor gibi bir tavırla yüzüne değen kıvılcık saçlarımı boşta kalan eliyle tutup kokladı. İçten içe Rabbime duâ ediyor haram olan bu elin benden uzaklaşmasını istiyordum. Kalbim tuttuğu saç telimden çıkıp ağıt yakacaktı sanki. Kendimi kötü hissediyordum. Eskiden olsa adamı bir yumrukta deviren gücüm şimdi yoktu bedenimde, çekilmişti sanki enerjim, gücüm tükenmişti.

 

"Dokunma saçlarıma onlara bir tek kardeşlerim ve babam dokunur bırak beni kalleş." diye sertçe bakıp direndim ama nafileydi.

 

Karşı koysam da olmuyordu, birinin onu sırtında tutup çektiğini fark ettiğimde hemen araya girdim. Bora gelmiş ona vuracaktı, gözlerine masumca baktım. "Yapma her yerde dron ve kamera var seni sınır dışı ederler bir daha asla gelemezsin buraya."

 

Bora beklemeden sinirden boynunda beliren yeşil damarıyla karşısındaki Yahudi komutana baktı. "Senden ne istiyor bu adam?"

 

"Hadi gidelim boş ver." desem de dinlemiyordu beni, adama sertçe baktı İngilizce konuştu tanımadığı adamla. "Ne istiyorsun eşimden?"

 

Komutan fazlasıyla şaşırmıştı, Bora'nın koluna girmiştim kendini sıktığı için kolları kaskatı olmuştu. Adam cevap vermediğinden bana döndü bakışları. Yalan söylemediğimi bildiğinden sordu tekrar ve olayları anlattım kısaca. Dişlerini şiddetle sıkıp adamın üzerine yürüdüğü sırada bedenimi bedenine yaslayıp ona engel oldum. Yapamazdı olay çıkması iyi olmazdı, onun buraya tekrar gelemeyecek olma riski nedense beni fazlasıyla sıkmış ve korkutmuştu, böyle olmasını istemiyordum.

 

"Lütfen yapma madem nikahlı eşimsin sen de Filistin'lisin. Sınır dışı edilmeni istemiyorum bayramda burada olmak istiyorum."

 

Kızgın bakışları yumuşadığında elleri saçlarıma değdi. Karşısındaki adama hiddetle bakıp, "Meryem benim eşim, seni tanımıyorum, ondan uzak dur." deyip elimi tuttu beni zorla yürütmeye başladığında düşürdüğüm torbayı gösterdim. Geri dönüp torbayı aldığında elimi tuttu tekrar, kurtarmaya çalışsam da yapamadım fazla iri biriydi.

 

"Bora yavaş ol sana yetişemiyorum." dediğimde durdu bana dönüp başımı göğsüne gömdü.

 

"Meryem o pislik senin saçlarına dokundu, inan onu öldürmemek için kendimi zor tuttum."

 

Gözlerim kocaman açılırken acıyla yutkundum. Bu adam bana karşı bir şeyler hissediyor olmalıydı bayram günü evleniyordum onunla ve bu evliliğin gerçeğe dönüşmesini arzu etmiyordum. Kendime kızdım, o Yahudi komutan saçlarıma dokundu ya, eve gittiğimde namaza durup yaşadığım zulme karşı koyamayıp saçıma değen haram el için tövbe edip af dileyecektim Rabbimden. Yaşayacağım evliliğin de beni zorlamadan bitmesini, hayırlısı neyse onun kaderime gelmesini isteyecektim.

 

Başımı kaldırdığım vakit dolan yeşil gözlerine baktım. Bana değer veriyordu ama biz daha birbirimizi tanımıyorduk bile sadece ara sıra konuşuyorduk hepsi o kadardı. Gitmek istediğimi tekrarladığımda başını salladı.

 

**********

 

Zaman geçmiş bayram günü geldi, coşkulu bir günün sabahına uyandık. Annem dışarıda gelip geçen herkese bayram şekeri dağıtıyordu, komşularla bayramlaşıyordu. Hep birlikte kahvaltı yapmış bayramlaşmak için Mescid-i Aksâ'ya gidecektik. Erkekler sabah namazına gidip dönmüştü bile ben annem ile gitmek istesem de nedense namazdan önce kusmuştum ve kendimi çok kötü hissediyordum iyi değildim o yüzden gidememiştik ama şimdi daha iyiydim. Kalbime bir hüzün çöreklenmişti, yarın düğünüm vardı evlenip vatanımdan gidiyordum. Nasıl gidecektim, nasıl elveda diyecektim bilmiyorum? Ailem için, geleceğim için mecburdum gitmeye.

 

Gülümseyerek kapımızı kilitleyip coşkulu kalabalığın arasına karıştık. Kudüs'ün eski şehri yine insan seline tutuldu. Tekbir sesleri yükseldi coşkulu şekilde. Allahuekber nidaları dilimizde aşkla dökülürken yolumuz Aksa'ydı. Her şey hazırdı, bu akşam kendi aramızda bir salonda kına gecesi olacaktı. Sadece kadınlar olacaktı aramızda, erkekler ise ayrı bir gece geçirecekti kendilerine göre. Annemin elini tutarken arkamızda Yaser ve Sami geliyordu. Yaser için endişe etsem de biliyordum ki Sami onun elini asla bırakmaz yanından ayrılmazdı. Korunmasızdı gözleri görmeyen kardeşim, ona iyi bakamazsak günahının vebali ağır olurdu. Annem üstüne titriyordu Yaser'in, hiçbirimiz de kıskanmıyorduk, biliyorduk ki aramızda en ağır darbeyi daha çocukken alan oydu.

 

Kapılardan büyük bir kalabalık eşliğinde geçip Beytulmakdis'e vardığımızda gözlerim ışık saçan mekana takılıp kaldı. Bir mekan bu denli huzur verir miydi insana? Her gördüğümde kalbime bir ok saplanıyor gibi oluyordum. Sanki kalbim yerinden sökülecekti. Beytulmakdis'e girişlerde kapıların her yönü süslemelerle donatılmıştı. Bayram gibi görünüp süsünü takmıştı ilk kıblemiz. Öyle güzel bir enerji vardı ki etrafta, insan burayı gördüğünde kalbindeki ferahlığı anlamaması imkansızdı. Bayram gelmişti sonunda, dün burada bayram temizliği yapmıştık. Yerleri köpükmeyip su dökmüş suyu güzelce çekmiştik tabi askerler yine olay çıkarmıştı. Bazıları elimizdeki fırçaları almıştı. Sopadan bile korkan, elinde koca koca silahlar olan askerler sarıyordu etrafımızı. Korkaklar hiçbir zaman kurtuluşa eremezdi. Zamanında işgale uğrayan kadim şehrin insanları yıllarca gelip geçen nesillerle zorluklarla baş etmeye çalışmış hâlâ bu yolda çabalıyordu.

 

Biz güçlendik, korkularımızı attık üstümüzden, vatanımız uğruna can vermeyi göze alacak kadar bağlıyız buraya. Kim ne derse desin bırakmazdım burayı. Ey Beytulmakdis, ey güzeller güzeli Kudüs gideceğim buralardan ama söz veriyorum geri döneceğim. Adımlarım yankılanacak Kudüs sokaklarında, yine küçük çocuklara ders vereceğim bu bahçenin etrafında. Yine göğüs gereceğim zalimlikleriyle bizi yıldırmaya çalışan Yahudi halkla. Yine değecekti baş örtümüze zalimin elleri, hor görülecektik, tekrar tekrar tutuklanıp serbest kalacaktık ama sonunda Rabbim onları helak edip bize vatanımızı verecekti. Dolan gözlerimden yaşlar firar ederken elimi tutan ufak elle irkilip ona döndüm. Buraya her geldiğimde ders verdiğim miniklerden biri tutmuştu elimi.

 

"Öğretmenim hayırlı bayramlar." dediğinde çok tatlı şekilde gülümsüyordu.

 

Eğilip elini tutup öptüm. "İyi bayramlar Aişe ailen nerede tek değilsin değil mi?"

 

Başını olumlu anlamda salladı. "Korkma tek değilim." Sustu sanki söyleyeceği başka bir şey varmış gibi görünüyordu. Bakışlarını üzerime çevirdiğinde gözlerimle onayladım onu. "Yarın evleniyor musun? Gidecek misin bizden, seni göremeyecek miyim yani?"

 

Başımı eğdim ne diyecektim ki bu miniğe elbette ki dönecektim. "Canım miniğim, döneceğim, orada kalmayacağım merak etme. Her yıl belirli zamanlarda geleceğim, o zaman seninle görüşürüz, yine sohbet ederiz olur mu?"

 

Aişe kocaman gülerek sarıldı bana. "Seni çok seviyorum ne olur çabuk dön bugün kına gecene geleceğim yarın da senin gibi güzel olacağım."

 

Ona dönüp minik burnunu sıktım. Bora da eğildi ve minik kıza gülümseyip elindeki lolipop şekerini uzattı. "Meryem kadar güzel olma ama gelin o." dediğinde minik Aişe onun yeşil gözlerine kocaman açtığı gözleriyle baktı. "Maryam kadar güzel olmam mümkün mü, damat sensen ben görünmem bile."

 

Ne demişti bu kız böyle? Utandım sanırım, neyse konuyu değiştirip bayramlaşmaya başlamalıydık. Aişe ile birlikte yürümeye başladığımda bir eli benim elimi diğer eli Bora'nın elini tuttu sevgiyle. Yolda gelirken balonlara değmişti bakışlarım Bora anlamış gibi balon almıştı. Sami öyle isteksiz tutuyordu ki balonları, büyümüştü ve artık balon sevgisi yoktu. Kubbetu's Sahra'nın karşısında durduğumuzda etrafta sevinçle dolaşan çocukları gördüm.

 

Etrafta dolaşan çocukların yanına gittiğimde eğilip ellerine balonlar verdim. Bora da benimle birlikte çocuklara balon dağıtıyordu. Onlar masumdu, günahsızdı ama bazı çocukların gülmediğini görmek içimi yakmıştı. Onlarda biliyorlardı yaşanılan olayı, günlerdir Gazze'ye atılan füzeler her yönü yıkmıştı. Gidemiyorduk onlara yardım edemiyorduk. Onlar da çıkamıyordu oradan. Fotoğraf çekinsek bile gülmemişti çocuklar, acıyı daha çocukken tatmak ne kadar kötüydü. Hamas temas halindeydi ve ateşkes olmaması halinde füze atışlarına başlayacağını bildirmişti.

 

Annem tanıdığı herkesle bayramlaşıp şeker dağıtırken gülmeye gayret ediyordu. Babam yoktu, yaşasaydı okuduğu ezanla herkesi toplayıp namaza çağıracaktı. Babam Bilal El Hatib Mescid-i Aksâ'nın müezzini ve korucusuydu. Gönüllü koruyucuları olan Aksâ asla Müslüman olmayanların girişine izin vemiyordu. Buraya gelen biri ancak şehadet getirip Fatiha Süresini okur ve Müslüman olduğunu kanıtlarsa girebilirdi. Dünyanın en güzel mescitlerinden biri karşımda duruyordu. Altın kubbesiyle şehrin her tarafından fark edilen mavi ve tonlarıyla bezenmiş çinileriyle dikkatleri çeken, kalplere dokunan, kalpleri feth eden Kubbetu's Sahra'yı selemlıyordum. Kudüs'ün kalbindeydim ben, kalbim Kudüs'te atıyordu ve burada kalacaktı her daim. Ailemle birlikte Kubbetu's Sahra içine vardık. Göz kamaştıran bir görüntü, eşsiz bir güzelliğe sahip olan bu mekânda Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa ( s.a.v.) bu mescidin içinde bulunan taşın üzerinde miraca çıkmıştı.

 

Mi'rac hadisesinde önemli yer işgal eden Mescid-i Aksâ'nın hangi mescid olduğu hususunda âyetlerde açıklama yapılmamış, sadece çevresinin mübarek kılındığı belirtilmiştir. Mescid-i Aksâ'nın "uzak mescid" anlamına geldiği halbuki Kur'an'da Filistin için "edne'l-arz" (en yakın yer) ifadesinin kullanıldığı belirtilerek Mescid-i Aksâ'nın semavî bir mescid olması ihtimali üzerinde durulmakla birlikte, hem tarihî veriler hem de âyetteki ifadeler dikkate alındığında söz konusu mâbedin tarihî bir gerçekliğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. O dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha önceleri Kudüs'te Mescid-i Aksâ'nın bulunmadığını göstermediği gibi Mescid-i Aksâ'nın müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur. Bir hadiste de belirtildiği gibi Resûlullah dönemindeki Kâbe Hz. İbrâhim'in kurduğu binadan farklıdır. Öyle anlaşılıyor ki semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin ifası sırasında müminlerin yöneldiği mekân (kıble) bir amaç değil bir araçtır. Bu mekânın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden yapılması veya zaman zaman mevcut olmaması mekânın mânevî konumunu etkilemez.

 

Kubbet-üs Sahra'nın içinde " Asılı Duran Taş" anlamına gelen Hacer-i Muallak taşı bulunmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v)'in Miraç'a çıktığı kabul edilen kaya işte burasıdır. Bu kayanın en geniş yeri 17.70 metre, en dar yeri ise 13.50 metredir. Bu kayanın içine on bir basamak merdivenle inilebilmektedir. Kayanın iç kısmı yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde ve 4.5 metre boyutlarında boş bir mekandır. İçeriden tavana bakıldığında havada asılı izlenimi verir, bundan dolayı Hacer-i Muallak olarak anılmaktadır.

 

Hz. Peygamber (s.a.v)'in Mirac'a çıkarken üstünde durduğu taş olmasının yanı sıra Hz. İbrahim (a.s)'in oğlu Hz. İsmail (a.s)'i kurban etmek için kullandığı taşın da bu olduğuna inanılmaktadır. Müslümanlar bu taşın altında namaz kılabilmek için yarışırlardı resmen. Kadınlar için olan bölmeye geçip namazımızı eda ettikten sonra dışarı çıkma isteği doğmuştu bende. Kendimi iyi hissetmiyordum dün kusmaktan başıma ağrılar girmişti, annem hastaneye gitmek için zorlasa da geçeceğini düşündüğüm için gitmeyi reddetmiştim. Kusma istediği ile dolduğumdan acele içinde Kubbetu's Sahra'nın içinden çıktım. Kalbimde biriken duâlar dilime dışarıda vuruldu.

 

Rabbim, gideceğim ülkede bana daha fazla ilim irfan ver. İşlerimi kolaylaştır, bana yarın eş olacak adama İslam yolunda gitmeyi nasip eyle. Vatanımın kurtuluşa ereceği günü görmeyi nasip et Ya Rabbi. Zalim olan Yahudi topluluğuna büyük bir yıkım vererek şehitlik makamına yükselmeyi bana nasip eyle Allah'ım. Annemin duâlarını kabul et, kardeşlerime ilim irfan ver benim gibi zor durumda kalan işgal altında olan tüm Müslüman kardeşlerime yardım et Allah'ım.

 

Duâm uzayıp giderken dışarı çıktığımda kusma isteğim yok oldu nedense. Kendimi iyi hissetmiyordum, umarım düğün günü kötüleşmezdim. Annemin mutlu olduğuna şahit olmak istiyordum, dönecektim elbet, kardeşlerim tek tek yuvalarını kurarken ben eski şehirdeki evimde kalacak ve Aksa'yı koruyacaktım. Evlerimizi sahipsiz bırakmazdık, birinin bu evde kalması gerekiyordu ve o kişi ben olacaktım annem döneceğimi biliyordu.

 

Evliliğin sahtesi olmaz diyecekti, belki de mutlu olurum diye düşünüyordu fakat zihnimdeki meşguliyetim vatanımdı. Yuva kurma isteğim günden güne yitip gidiyordu. Korkuyordum, annem gibi olmaktan endişe ediyordum belki de. Birini severse bu yüreğim, kalbime Kudüs'den, Beytulmakdis'den başka bir aşk girerse babam gibi şehit oluşuna şahit olursam dayanamazdım ki ben buna. Acıları yüreğimize daha çocukken aşıladığı şehirde kalbinde giden sevdiğini taşımak kimi üzmezdi ki?

 

Annem bizim için ayakta duruyordu, evlatları olmasaydı acıdan yüreği paramparça olurdu. Düşünürdüm bazen, Türk bir genç kız Arap bir genci sevip sahip olduğu her şeyi bırakıp Kudüs'ü nasıl yuvası yapardı? Annem yapmıştı, üstelik yabancı birinin dayanmaya zorlanacağı acılara göğüs germişti, buradaki kadınlar gibi. Evladını kaybetmişti, ardından eşini sonra göz bebeği Yaser'i gözünü kaybetmişti. Ben annem kadar yürekli ve cesur muydum bilmiyorum lâkin onun gönlü olsun diyeydi Bora'ya evet deyişim.

 

Başımı kaldırıp gözlerimin önüne Kubbetu's Sahra'yı aldığımda karşıdan beni görerek yanıma gelen Bora'yı fark ettim. Hafifçe tebessüm ediyordu, başkası olsa etkilenirdi belki de onun fiziğinden ama ben sadece sesinin güzelliğinden etkilenmiştim. Okuduğu ezan hâlâ kulaklarımda akıbetini sürdürüyordu sanki, çok güzel okumuştu ezanı. Yanıma gelip oturduğunda yeşillerini üzerime dikti.

 

"Heyacanlı mısın yakında birlikte gideceğiz buradan, özleyeceksin buraları ben de özleyeceğim."

 

Sesi hüzünlü gibiydi. Başkalarımı ona çevirdiğimde yeşil hareleri buraya özlemle bakıyordu, mescidin güzelliğine vurulmuş gibiydi. "Özleyeceğim tabi ki o yüzden kalbim hüzün dolu. Sen bu kadar kısa bir zamanda nikah işini nasıl hallettin, normalde zorlaştırmak adına her türlü yola başvururlar." diye sordum. Merak ediyordum, merakımı gidermeliydim. Yabancı evliliklerde zorlaştırma kaçınılmaz bir gerçekti.

 

"Burada tanıdığım kişiler var o yüzden biraz kolay oldu yoksa dediğin gibi nikah işlemleri uzun sürecekti."

 

Başımı salladım geçen günlerde hastaneye gidip kan vermiştik gerekli tüm evraklar hazırdı, yarın ufak bir nikah eşliğinde sözde evlenecektim. Kimse bilmiyordu kalbimde kocaman bir acıyla gittiğimi, sevdim, kendim istedim sanıyorlardı. Akşama doğru eve gidip hazırlanacaktık kına gecem olacaktı ve ben çok sevdiğim ülkemden uçup gidecektim.

 

***********

 

Kına gecem oluyordu, etrafım kadın ve genç kız akrabalarımla doluydu. Erkekler ayrı bir yerde eğleniyordu, çalan Arap ezgileriyle birlikte kadınlar kendi aralarında eğleniyordu. Ben annemin benim için diktiği geleneksel kına gecesi kıyafetini giymiştim. Bazen akrabalarım beni zorla kaldırıp eğlenceye katılmaya zorluyordu. Onları kırmamak adına yerimden kalksam da, gittikçe artan sancılarım ve halsizliğim beni yoruyordu. İyi ki gelmeden önce ağrı kesici almıştım ve bugün rahat geçsin diye Bora ile hasteneye gidip iğne vurdurmuştum çünkü her an bayılacak gibi oluyordum. İğne yaptırmasam düşerdim galiba. Doktor tahlil istemişti fakat kına gecesi için acele etmiştik daha sonra tahlil yaptırmalıydım yoksa kötüleşecektim.

 

Filistin'de düğünler iki gün sürüyordu. İlk gün gelin ve damat için ayrı kutlamaların düzenlendiği kına gecesi yapılıyordu. Damat tarafı bu gecenin sonunda gelinin ailesinin evine kına götürür, damadın annesi kınayı gelinin yüzüne sürer. Bora için üzülüyordum çünkü ailesi gelememişti, bu yüzden annem gidip Bora'nın kınasını da yakacaktı. Gelin kına elbisesini bu gece giyerdi benim yaptığım gibi. Evlilik töreni ise ikinci gün yapılırdı. Gelin düğünde beyaz elbise giyerken damadın kadın akrabaları el işlemeli elbiseler giyerdi.

 

Filistin'de hâlâ yaşatılan geleneksel kına geceleri, renkli sahnelere tanıklık ediyordu. Filistinli bazı aileler, düğünden bir kaç gün önce damat ve gelinin ayrı ayrı mekanlarda arkadaşları ve akrabalarıyla eğlendiği bu geleneği hâlâ yaşatıyordu. Kına gecesi için damat, arkadaşları eşliğinde özenle süslenmiş develer üzerinde, geleneksel müziklerin çaldığı alana getiriliyordu. Kına gecesinin yapıldığı alanda damadın yakınları ve arkadaşları çeşitli geleneksel danslar yaparak eğlenirdi.

 

 

Gecenin sonlarına doğru damadın annesi, gül yaprakları ve mumlarla süslenen kına tepsisiyle gelerek, oğlunun sağ eline şarkılar eşliğinde kına yakıyor. Kına yakılma esnasında damadın büyükannesi, teyzeleri, halaları ve mahallenin kadınları da bu mutluluğa tanıklık etmek üzere alanda hazır bulunuyordu. Damadın arkadaşları ve akrabaları da isterse o gecenin anısına ellerine kına yaktırabiliyordu.

 

Damadın sağ eline kına yakılmasının ardından gelinin arkadaşları ve akrabalarıyla eğlendiği alana geçilirdi. Kayınvalide orada da gelinin ellerine ve ayaklarına kına ile güzel şekiller nakşederdi. Ayrıca gelinin avuçlarına kendisi ile damadın baş harfleri de işlenirdi. Gelinin arkadaşları da bu mutluluğa eşlik ederek ellerine gül, ağaç dalı gibi çeşitli şekiller çizdiriyordu. Kına adeta Filistinli kızların ellerinde sanatsal bir tabloya dönüşüyordu.

 

Muna ve çocukluk arkadaşlarım olan kızların zoruyla oynuyordum, eğlenceli geçiyor olduğunu inkar edemezdim. Benim elime kınayı da eşiyle mutlu olan bir komşumuz yakacaktı. Malum Bora'nın ailesinden kimse yoktu, gelmeleri mümkün olmamıştı gerçi benim için fark etmezdi zaten. Ben üniversiteye gidince Bora da yurt dışına okulunu bitirmeye gidecekti. Birbirimizi uzun süre görmeyecek olmak işime gelecekti.

 

Yorulmuştum ve yerine oturduğumda çantamı elime alıp telefonuma baktım. Saatim yoktu ve salonda saat de yoktu. Epey olmuştu, kına yakılıp dağılırdık birazdan ama telefonumdaki bildirimleri geldiğini gördüğümde kim olduğunu merak edip baktığımda şaşırdım. Bora bu kadar işin içinde beni nasıl aramıştı, bir şey mi olmuştu acaba diye merak etmiştim çünkü kardeşlerim Sami ve Yaser de erkeklerin arasındaydı. Annemin yanıma gelmesiyle Bora ile konuşacağımı söyleyip yerimden kalktım. Gitmeden önce mesaj attım, müsait bir yere gitmesini konuşacağımı söyledim.

 

 

 

Korksam da belli etmedim, salondaki boş odalardan birine girdiğimde sırtımı duvara yasladım derin bir nefes verdim sanki boğazımı sıkan bir şey vardı. Aslında rahattım türbanlı bir gelin olmuştum, fotoğrafları önceden çekip ayrı yerlere geçmiştik. Sırf anı kalsın diye düğünde kapanmıştım, hepsi annemin mutluluğu içindi. Ölmeden kızımın mürüvetini göreyim demişti, onun adına katlanıyordum her şeye. Bora beni aradığında kapattığım gözlerimi açtım görüntülü arıyordu. Beklemeden açtığımda onun da boş bir odada olduğunu anlamam zor olmadı. Arkadan gelen Arap ezgileri duyulabiliyordu.

 

"Çok güzel olmuşsun Meryem."

 

Utandım, yüzüm kızarmış mıydı? Bir şey olduğunu düşünmüştüm fakat sadece bunun için aramış olmalıydı. "Beni fotoğraf çekinirken gördün ya." dediğimde genişce gülümsedi.

 

"Etrafımda o kadar çok erkek var ki, senin sesini duymayı, yüzünü görmeyi istedim yoksa güzelliğin unutulacak gibi değil."

 

Bora benden ya hoşlanıyordu ya da eşi olduğumu kabul etmişti ve bana kur yapıyordu. Ellerim titrese de telefonu düşürmedim, bu gece kötü bir şey olmasını istemiyordum düğünden sonra gidecektim. Eğer bana dokunmayı düşünürse ne yapardım bilmiyordum fakat bildiğim tek şey isteğim dışında gelişen bu evliliği gerçeğe dönüştürmek istemeyişimdi.

 

"Ben korktum, bir şey oldu sandım da ondan mesaj attım."

 

"Hmmm korkuttum seni sanırım, merak etme her şey yolunda sorun yok. Sen heyecanlı mısın yarın için?"

 

Ne düşündüğü gerçeğini kestiremesem de boğazımda bir yumru kalmış gibi acı bir tat bırakmıştı sözleri bende. Dudaklarımı acıyla birbirine bastırdım, beni neyin beklediğinden emin değildim.

 

"Sadece gideceğim için üzülüyorum heyecanlı değilim. Hem sahte bir evlilik için neden heyecen duymam gerekiyor ki?"

 

Benden bunu beklemiyordu ki yüzü düştü, başını hafifçe eğip bakışlarını çevirdi, ardından sahte bir gülümseme belirdi yüzünde. "Neyse sana iyi eğlenceler yarın evleniyoruz gitmeye hazır et kendini geri döneceğini biliyorsun."

 

"Biliyorum ve dönmeme kimse engel olamaz." dedim sesim biraz yüksek çıktı. Gözlerim dolsa da eğlenceye dönüp hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam etmeliydim.

 

Telefonu kapattım içimdeki korkuyla yüzleşmek canımı yakıyordu. Kalkacağım sıra annemin sesiyle bakışlarım ona döndü. Annem gülümseyerek yanıma varıp oturdu. Ben de gülümsedim ağrılarım olsa da yokmuş gibi davranmaya zorluyordum kendimi. Elimi tutup öptüğünde gözlerimde biriken yaşlar süzülmeye yüz tuttu. Annem de ağlamaya başladı sonra tebessüm edip parmaklarıyla yaşlarımı sildi.

 

" Ağlama güzel kızım seni böyle gördüm ya nasıl mutluyum bir bilsen. Gideceksin ama biliyorum ki mutlu olacaksın seni emin ellere teslim edecek olmak içimi rahat ediyor."

 

" Annem, üzüldüğünü anlamıyor muyum sanıyorsun? Lütfen yapma böyle döneceğim elbet."

 

Parmağını dudağımın üstüne indirdi. " Sakin sahte bir evlilik olacağını düşünme, bu Allah'ın razı olmadığı bir evlilik olur. Baban şehit olmadan önce Türkiye'ye gitmişti orada Bora'yı görmüş konuşmuş onu çok beğendi. Döndüğünde hissetmişti olacakları ve bana dedi ki kızımı Bora'ya layık görüyorum. Bora Meryem'imi üzmez kıymetini eder ileride evlenmelerine yuva kurmalarına yardımcı ol demişti. Kızım, baban hissetti, belki de Allah geleceği rüyayla bildirdi ama senin kaderinde olan kişi Bora ve onunla sahte bir evlilik fikrini aklından çıkart."

 

Duyduklarım beni oldukça şaşırttı. Babamın bu isteğini bilmesem de buna saygı duyacaktım. Annem haklıydı sanırım, Bora benim kaderim olmasa karşı çıkacak olsam da dilim susmazdı. Bahanelere sığınsam da aslında alnıma yazılan yazının gerçekleştiği inkar edilmez bir gerçekti. Kaderime razı olmak benim için en güzeli olacaktı. Annemin yeşil gözlerine samimi bir gülümseme yollayıp sarıldım.

 

" Tamam annem sen haklısın, ben Allah'ın razı olmadığı bir evlilik yapmaktan korkarım. Bana dua et ki evlendiğim adama karşı kalbimde sevgi oluşsun."

 

Hıçkırıklarla ağlamaya başladığında bana dönüp ellerini yanaklarıma indirdi.

 

" Allah ikinizin kalbine de aşk eklesin birbirinizi sevin mutlu bir yuva kurun. Kızım ben biliyorum sen bir gün Bora'ya olan aşkını anlayacaksın. Dilerim o gün çabuk gelir."

 

Loading...
0%