@hayalperestyazar02
|
Selamun aleyküm
Keyifli okumalar oy ve yorumları unutmayalım.
Bembeyaz bir elbisenin içindeydi babam, gülümseyerek bakıyordu bana. Babam seni çok özledim geldin mi yanıma, geldin mi kızına? Gözlerim dolarken ağlamamak için kendimi zor tuttum. Babam karşımda duruyordu, kendisinden aldığım kıvılcık saçları düzgün ve parlak görünüyordu. Yüzü nurlara bulanmış adeta etrafina ışık saçıyordu. Birden bire bana doğru adımlamaya başladı, ona doğru koşmak istesem de neden gidemiyordum, neden olmuyordu, yapamıyordum bunun nedenini anlayamıyordum.
"Baba gelemiyorum yanına, sen gel bana, hasretimi bitir yanına al beni babam."
Tek kelime dahi etmedi, adımlamaya devam ederken zaman garip bir hale bürünmüştü sanki. Saniyeler uzun bir zaman dilimi gibi geliyordu bana. Kalbim delice bir hisle atıyordu, kendimi ifade edemiyor olmak canımı yakıyordu. Tam karşımda durduğunda elinde beliren bembeyaz gelinliğe çevirdim bakışlarımı. Babam bana uzattı gelinliği, bembeyaz bir bulut gibi görünen gelinlik babamın ellerinden bana doğru uzatılıyordu. Gelinliği elime aldığımda birden bire babam kayboldu, etrafa korkuyla bakındım. Neredeydi babam ne olmuştu ona? Ağlama isteği ile dolu doluydum, kendime baktığımda gelinliğin üzerimde olduğunu fark ettim. Hangi ara giymiştim ki gelinliği sonra boşluğa diktim gözlerimi, karşıma çocukluğumdan bir kare geliverdi. Yahudi çocuklarla kavga ettiğimde aralarından birinin bana karşı kullandığı söz kulaklarımda çınlayıp durdu.
"Büyüdüğümde seni öldüreceğim!"
Nasıl bir kindi bu nasıl bir öfkeydi ki daha çocuk yaşta bu kelimelere maruz kalmıştım ben. Sonra kayboldu çocukluğum, üzerimdeki gelinliğe elim gittiğinde bir ıslaklık hissettim. Elime baktığımda kan görmüştüm, gelinliğe dönen bakışlarım dehşete düştü, canım yanmıyordu ama gelinliğim kanlar içindeydi. Yüküm ağırdı ya, dayanamadım, çömeldim yere, vücudum ağrıdan sızlıyordu. Dizlerim bir kibrit çöpü gibi kırıldı. Gözlerimden kanlı yaşlar akarken dehşetle bağırdım. Her yer kararıp giderken ben hâlâ bağırıyordum, çektiğim acı tarifsizdi
**********
Gözlerimi açtığımda karşımda tavanı buldum. Rüya mıydı gördüğüm, yoksa kâbus mu? Korkuyla ve şiddetle bağırma isteğiyle uyandığımda boğazımda biriken acı tat midemi alt üst etti. Annem odadaydı gözlerini bana dikmiş iyi olmadığım için endişe ediyordu. Onun soru sormasına bile fırsat vermeden yataktan bir hışımla çıkıp tuvalete koştum. Elimi ağzıma kapatmıştım lavaboya vardığım gibi içimdeki her şeyi boşalttım.
Şiddetli bir kusma tekrar esir almıştı vücudumu, canım yanıyordu ağlama isteği ile dolu doluydum. Gördüğüm rüyanın anlamı neydi bilmiyordum lâkin karışık bir rüya olduğu kesindi. Önce babam geldi, gülümsedi bana, tek kelime etmedi, sadece gelinlik verdi elime ve o gelinliği elime aldığım gibi babam kaybolup gitti. Gelinlik benim için dikilmiş gibi üzerime yakışmıştı sonra gelinlik kana bulandı kan her yeri sardı, korku kalbimi mühürledi babamı istedim lâkin gitmişti babam.
Kusmam devam ederken Abdüssamed gelip başımı tuttu annemin hıçkırığı sardı etrafı. Kardeşim başımdan tutup lavaboya götürdü beni, musluğu açıp altına itti beni. Midem tamamen boşalmıştı ama ağzımdaki acı tat hâlâ varlığını sürdürüyordu. Kıvırcık saçlarım ıslanıp dururken kardeşimin de ağladığını düşündüm, beni böyle gördüğü için üzülüyordu değil mi.
"Maryam hadi hasteneye gidelim iyi değilsin, iki gündür daha kötü olmaya başladın."
Kendime geldiğimde suyu kapatmasını işaret ettim. Kardeşim beni kucağına aldı kollarım boynunu sardı, yatağıma götürüp uzattı. "Korkma iyiyim biraz dinleneyim geçer."
"Maryam geçmiyor işte kusup duruyorsun, halin hal değil aynaya baksana nasıl da zayıfladın korkuyoruz senin için anlamıyor musun?"
"Abdüssamed yapma ne olur bugün geçsin bitsin, söz yarın gideceğim hasteneye. Sen git komşuyu çağır bana bir iğne yapsın kendime gelirim. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım var."
Abdussamed başını salladığında belki de son günüm diye düşünürek vasiyetimi açıklamayı düşündüm dudaklarım acı içinde aralandı. "Bugün bir şey olursa bana verilen mehiri kardeşim Yaser'in gözlerinin tekrar görmesi, tedavisi için kullanın. Bakma bana öyle vasiyetim bu kırma beni."
"Ölmek için erken değil mi? Daha çok savaşacaksın, sen hemen yıkılacak bir kız değilsin. Kendine gel düşünme böyle şeyleri."
"Sana söyledim, sen biliyorsun vasiyetimi, sana bıraktım ve güvende tuttum. Ölürsem son dileğimi gerçekleştir. "
"Tamam." diyerek başını sallasa da gözleri dolu doluydu. Odamın kapısı açıldığında içeri annem ve Bora geldi. Bora bir şey olduğunu anlamış gibi yamacıma vardı.
"İyi misin ne oldu sana Meryem?"
Bora'nın sorusunda bile sesinde endişe ve acı çekiyor bir tını saklı gibiydi. Başımı salladım, sadece halsizdim nedenini bilmiyordum ama artık yüklenecek acı kalmamıştı vücudumda. Ölüm yakındı sanki bana, gördüğüm o kanlı gelinlik belki de şehadet haberini veriyordu kim bilir? Babam vermişti ya gelinliği sonra kana bulanmıştı bembeyaz gelinlik. Kimseye anlatmayacaktım rüyamı, bende saklı kalmalıydı, düğün günüm şehadet şerbetinden içtiğim gün olabilirdi.
Sevmek, aşık olmak neyimeydi ki benim? Ben hiçbir erkeğe sevdam olsun gözüyle bakmamıştım ki, bilmezdim ki bir erkeği sevmeyi. Benim için tek bir aşk vardı İslam ve vatanım. Duâm, sevdam, tek amacım tek aşkımdı vatanım. Müslümanın kalbinin attığı yerlerden birinde doğmuştum ve iyi ki burada yaşıyordum dedim içimden. Tekrar bir kusma isteği belirdiğinde üstümdeki bluzu ağzıma kapattım etrafı batırmak istemiyordum. Kusmam başladığı gibi Bora beni kucağına alıp lavabonun başına götürdü bile.
İçimde hiçbir şey kalmayana kadar boşalttım içimi. Her sey bittiğinde Bora beni lavaboya götürüp suyu açıp başımı suyun altına indirdi. Kıvırcık saçlarımı arkama alıp akan suyu başıma akıtıyordu. Durdu midemin bulantısı, başımı yeter anlamında salladıktan sonra beni banyoya götürdü. Üstümdeki kusmuk değmiş bluzu çıkardığında karşı koymaya çalıştım ama başaramadım, ellerim vücuduma dolandı beni böyle görmesini istemiyordum. Allah katında evli olsak bile utanıyordum.
"Ne yapıyorsun sen? İyiyim ben odama götür beni. Dur yapma ıslatma beni."
Dinlemedi beni, duymamış gibi banyoya ittiği vücuduma duş başlığıyla su vurmaya başladı. Islandım, ılık su üstümdeki pijamamdan akıp giderken halsizliğim gittikçe artıyordu. Ayakta duramıyordum, çömeldiğimde su üzerimden akıp gidiyor sanki çektiğim acıyı çekip atıyordu üstümden. Muna'nın sesini duyduğumda Bora banyonun kapısından seslenip gelmesini söyledi. Yanıma geldiğinde gözlerimi zorlanarak açıp baktım. Bora çıkarken Muna üstümü indirip beni yıkamaya başladı. Arkamı döndüm, beni görmesini istemiyordum hastaydım, gücüm olsaydı kendim yapar kimseye minnet etmezdim lâkin hâlâ iyi değildim. Muna utandığımı bildiğinden özenerek bana bakmayarak yıkadı beni. Durulama sırasında çıkmasını istedim. Muna çıktığında kendimi yıkamayı bitirip havluyla sardım vücudumu, bir süre sonra Bora geldi banyoya utanarak havluyu tuttum yaklaşıp beni kucağına aldığında hızlı adımlarla odama götürdü. Utanıyordum ama hiçbir şey yapamıyordum. Beni odama götürdüğünde yatağıma uzattı, anneme işaret etti giyinmem lazımdı. Bora utandığım gerçeğini anlayarak beni rahat bıraktı, sonunda çıktı odadan annemle yalnız kaldım. Odaya biri girdiğinde gözlerim kapalıydı açmaya zorluyordum kirpiklerimi, iyi hissetmiyordum.
"Siz çıkın ben üstünü değiştiririm." diyen ses Muna'ya aitti.
Banyomu yaptırdığı gibi giyinmeme de yardım edecekti, düğün günü en büyük yardımcım Muna olacaktı. Muna benim kız kardeşimdi, arkadaşlıktan daha yakındık birbirimize. Annem tamam diyerek çıktıktan sonra Muna dolabımdan bir şeyler çıkarttı. Güçsüz vücuduma bana bakmamaya özenerek giydirmeye başladı, karşı koyamadım gücüm tükenmiş gibiydi. Muna beni giydirdikten sonra kendimi zorlayarak gözlerimi araladım. Ağlamıştı, belli etmek istemese de belliydi ağladığı. Kapı tekrar açıldığında odaya giren kişi komşumuzdu. Hemşirelik yapıyordu şimdi ise yaşlandığı için çalışamıyordu.
Komşumuz Teslime hanım iğne yapacaktı bana. Yanıma vardığında yardımcı olup iğne yaptı, canım biraz yansa da umursamadım. Geçmiş olsun dileğine teşekkür edip Allah'ın rızasını alması umuduyla duâ ettim. Düğün günümdü bugün ama ben hasta olarak uyanmıştım güne. Kalkmalıydım gelinliği giyip şehitliğe doğru yürümeliydim. Gördüğüm salih rüya gerçeğe dönüşmeliydi. Bora geldi yanıma, ağrıyan başıma masaj yapmaya başladığında onu tersleyecek gücü bulamıyordum kendimde. Başıma yaptığı masaj yalan yok çok iyi geliyordu. Bir şeyler yiyip kendime gelmeliydim.
"Meryem hastaneye gidelim mi? Bak iyi görünmüyorsun düğünü erteleriz olur biter."
"Olmaz!" diye karşılık verdim bugün o gelinliği giymeliydim.
"Biraz dinlenip bir şeyler yiyebilirsem daha iyi olurum emin ol. Düğün bitsin hasteneye gideriz söz ama ben bugün o gelinliği giyeceğim."
Yeşil gözlerini kocaman açtığında gözlerinin üzerine düşen uzun kirpiklerin gözlerine ne kadar yakıştığını anladım. Sanırım ilk defa bu kadar uzun baktım onun yüzüne. "Annem görsün istiyorum. Devamlı beni gelinlikle görmeyi arzuladığını söyleyip duruyor."
"Tamam öyle olsun, masaj iyi geliyor mu?"
Başımı salladım, hafifçe tebessüm ettim kendimi zorlayarak. Yavaş yavaş iyi oluyordum sanki, geçen seferki gibi dinlenince geçecekti inşAllah. Bir süre sonra annemin ve Bora'nın zoruyla bir şeyler yedim. Yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. Muna bir ara dışarı çıkmıştı gelirdi birazdan herhalde diye düşündüm. Biraz dinlenmiş kendime geldiğim zaman da gelinlik için hazırlanacaktım. Bora'ya bakıp dün geceyi sordum onun için farklı bir aktivite olmuş olmalıydı.
"Dün geceki kına gecesi nasıldı? Erkekler ayrıydı ya farklı gelmiştir sana." diye sordum gülümseyerek. Daha iyi hissediyordum.
Bora güldü, bana çevirdiği bakışları eğlendiğini gösteriyordu. "Sorma ya deveden düşeceğim diye ödüm koptu. Ha yani kocaman hayvan dengede durmak da zor, alışmamışım ilk kez binince zor oldu ama çok keyifliydi." Durdu bir süre, sonra ise kirpiklerini kırpıp bana baktı.
"Gece rüyamda bile Led bir' vele diştiri çalıyordu." Kahkaha atmaya başladığımda odadaki annem de güldü.
"Türkler mezdeke diyordu ona değil mi evet bazı Arap ezgileri fazla oynak oluyor."
"Yaa evet öyle."
Bora dün eğlenceli vakit geçirmişti konuşmasından belliydi. Odada üçümüz vardık fazla kalabalık olmasını istememişti annem gerçi toparlamıştım biraz daha. Kardeşlerim, eşleri ve çocuklarıyla gelmiş olsa da hepsi yanımda değildi, hasta olduğum için etrafımda kalabalık yapmıyorlardı. Düğüne hep beraber gidecektik, düğün dediğime bakmayın sade bir nikâhtı, ardından Aksâ içerisinde kıyılacak dini nikâhımız ve düğün sonlanacaktı. Muna kızarmış gözleriyle çatık kaşlarıyla odama girdiğinde bana doğru yaklaştı. Annem ve Bora endişeliydi. Muna bir şey söylemek istiyor fakat dili varmıyor gibi görünüyordu.
"Muna ne olduysa söyle sonunda öğreneceğim zaten bir şekilde."
"Dışarda Yahudi bir kadınla tartıştım sana iftira atıyor sağda solda bu kız hamile o yüzden bayılıp duruyor günlerdir kusuyor diyor. Bizden kimse inanmıyor elbette ama çok zoruma gitti sözleri. Karşılık verince daha fazla yalan söyleyip senin kötü biri olduğunu söyleyip durdu."
Annem ve Bora şaşkınlıkla dinledi, ikisi de fazlaca sinirlendi. Bora tüm hiddetiyle ayağa kalktığında, "Hiç uğraşma değmez ne söylersen söyle inandıramazsın onları. Beni ve annemi düşünüyorsan yerinde dur, karışma istediğini söylesin o kadın. Hesabını mahşerde verecek siz karışmayın." dedim biliyordum ki bu sözler onu kızdırıp kötü şeyler yaptırabilirdi.
Beni dinlemeyip gidecekti bunu anladığım için elini tuttum. Masum gözlerle ona baktığımda annemin sözleri zihnimi bulandırdı.
"Kızım sen Ramazan ayından önce tutuklanmıştın bir kaç gün çıkamamıştın ordan ve orada bayıldığını söylemiştin bu ay da ayhali görmedin. Yani iyi düşün o hücrede sana biri kötülük..."
Devamını getirememişti, şaşkınlık tüm benliğimi sardığında böyle bir şeyin olup olmadığı konusu yaktı canımı. Bora annemi ve Muna'yı odadan gönderince kapıyı kapatıp yamacına vardı. Düşünüyordum ama öyle bir şey olabileceğini ummuyordum başka bir şey vardı bende. Hastalık mı yoksa yavaş yavaş beni öldüren bir şey mi bilmiyordum.
"Meryem sen bayılmışsın ya, o gün uyandığında kasıklarında bir ağrı ve yanında kanama var mıydı?"
Utanmıştım yeşillerinden çektim bakışlarımı evliydik ama bana bunları sorması hoşuma gitmiyordu. Çenemden tutup hafifçe kaldırdı, yüzüne bakmamı sağladı. "Meryem sadece başına böyle bir şey geldi mi diye soruyorum, asla seni böyle bir şey için yargılayacak değilim. Ki zannetmiyorum Yahudiler dinlerine bağlıdır böyle bir şey suçtur ve bunu göze alamazlar. Onların dininde bakire bir kıza tecavüz etmek evlenmeyi gerektirir ve onlar Müslümanları sevmezler."
Başımı salladım. "Evet sevmezler ve ben böyle bir şey duymadım yani evet bize şiddet uyguladıkları doğru ama tecavüz konusunu duymadım. Ve hayır uyandığımda kasıklarımda bir ağrı ve kanamam yoktu, daha doğrusu hatırlamıyorum, sadece üzerimde biraz kırıklık vardı. Günüm de sanırım hasta olduğum için geçti ya da düzensiz olduğundan, neyse bilmiyorum işte."
Havluyla kurutmaya çalıştığım saçlarıma hangi ara dokundu anlayamadım bile. "Daha iyi misin gelinliği giyebilecek misin?" diye sorduğunda tebessüm etmeye zorladım kendimi. Annemin mutluluğunu görmek en büyük hayalimdi. Bugün o gelinliği giyip bir süre sonra güzel ülkemden gidecektim.
Özleyecektim, olsun geri dönecektim, hem uçakla 2 saatlik mesafedeydi ve ara tatillerde yaz ayında gelecektim. Ailemi bırakmıyordum, içine düştüğüm evlilik büyük bir sorumluluk olsa da altından kalkacak ve evime dönüp buraya olan hasretimi dindirip Aksa'yı korumaya devam edecektim. Başımı olumlu anlamda salladım.
"Hazırım, birazdan toparlanırım gidip düğünümüz için hazırlıkları yapalım."
Gülümsediğinde yeşil gözleri daha da aydınlık oluyordu. Nedenini bilmesem de Bora'yı kendime yakın hissediyordum belki de annemden dolayıydı, akraba oluşumuzdandı bilemiyorum. Kısa bir süre sonra buradan ayrılacak olmak beni büyük bir buhrana sürülmese de farklı bir ülkede okumak iyi gelecekti, bana tecrübe olacaktı. Geleceğim için attığım adımlarda yardımcı olacaktı elbette.
***********
Gelinliğimi giymiştim, üzerimde gayet sade bir gelinlik vardı. Gelinliğin etek kısmı gayet genişti a kesim bir gelinlik giymiştim, kolları balon koldu ve bilek kısmı dantelliydi. Belinde sade olan gelinliğin tülüne uygun bir kemer vardı, eteği de tüldendi ve oldukça sadeydi. Hayalimdeki gelinlik değildi, rahatsız olduğum için gelinlik beğenmeye bile fırsatım olmamıştı. Fazla şaşalı olsun istemiyordum, zaten güzeldi gelinlik, sahte bir düğüne göre fazla güzeldi hem de. Belki de bu düğün gerçek olurdu ve ben evlendiğim adamı severdim yani annemin istediği olsa benim için de iyi olurdu.
Türbanım da güzel bağlanmıştı ve omuzlarımdan uzanıp göğsüme kadar uzanıyordu. İslama uygun olmayan bir gelinlik giymek istemiyordum. Başımın sağ kısmında çiçeklerle bezeli bir aksesuar vardı ne kadar takmayın desem de gelinliğe uygun olması için akrabalarım ısrar edip taktırmıştı. Başımda ise ufak da olsa gelin olduğumu haykıran bembeyaz taşlarla bezeli bir taç vardı. Duvağım bembeyaz ve yine tüldendi, gelinliğin arkasından uzanıp gidiyordu. Ellerime baktım, dün kınayla çizilen şekiller elimde çok hoş duruyordu. Avcumun içinde ise B ve M harfleri vardı. Bora ve Meryem.
Evlendiğim kişiyle ismimizin baş harfleri, saklamaya çalışsam da zorunda olduğum evliliği hatırlatıyordu bana. Kollarım ise altın bileziklerle doluydu, boynumda şık bir gerdanlık olsa da görünmüyordu. Ayağımda ise beyaz taşlı bir babet vardı. Bora uzundu evet ama ben yanında babetle kısa durmazdım. Topuklu ayakkabı hem çıkardığı ses nedeniyle hem de hasta olduğumdan giymem uygun değildi.
Kadınların topuklu ayakkabıları giymesi haram değildir. Ancak yabancı erkeklerin dikkatini çekecek şekilde ses çıkartmaları ve kadının yürüyüşündeki edeb ve vakarını etkileyecek şekilde topuklu ayakkabılar giymek caiz görülmemiştir. Bu konuya örnek olarak verilebilecek en güzel ayet Nur Sûresinin 31. Ayetiydi.
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.
Hür kadınların ayette belirtilen kişilerden başkasına ziynetlerini göstermemeleri, kendi iffet ve korunmalarını en güzel şekilde yapmaları emredilmiştir. Yabancı erkekleri etkilememek, günaha sokmamak adına yürüyüş tavırlarının düzeltilmesi için buyuruluyor ki:
"Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Yani baştan ayağa örtündükten sonra yürürken de edeb ve vakar ile yürüsünler. Örtüp gizledikleri sunî veya doğal ziynetler bilinsin diye, bacak oynatıp ayak çalmasınlar, çapkın yürüyüşle dikkat nazarları çekmesinler; çünkü erkekleri tahrik eder, şüphe uyandırır.
Bir yanım korkuyla cebelleşiyordu, ya bugün bir şey olmaz da evlendiğim adamla gitmek zorunda kalırsam ve o evliliğimizi gerçek yapmak isterse ne yapacaktım bilmiyorum. Bu evliliğin gerçekleşeceğini bilsem dr bunun benim isteğimle olmasını arzuluyordum. Bunun olmasını istemiyordum, bana söz vermişti ama o bir erkekti ve bana bakışında bile nefsane duygular seziyordum. Korkum, isteğim dışında benimle olmayı istemesiydi. Belli etmedim içten içe duâlar ettim. Ona eş olsam da aramızdaki şey sadece yatak odasından ibaret olsun istemiyordum. Ona karşı aşk ve sevgi duygularının oluşmasını istiyordum.
Oturur vaziyette aynadaki aksime dönüp baktığımda Muna başını omzuma koyup benim gibi aynaya baktı.
"Maryam, sen dünyanın en güzel gelini oldun. Çok güzelsin, beyaz öyle yakıştı ki sana güzelliğin daha bir ortaya çıktı."
Gülümseyip ona döndüm." Yapma Muna makyajı bile yapmasın istedim sadece gelinlik güzel ve baş örtüm hoş duruyor o kadar. Hem üzerimdeki gelinliğin vücudumun hatlarını belli etmesini istemiyorum."
"Deme öyle ya güzelsin işte gelinlikle alakası yok senin kalbin güzel Maryam ve bu güzellik yüzüne yansıyor."
Yaklaştı bana türbanımdan öptü samimi şekilde, elini yanaklarıma indirdi ben de gülümsüyordum ona. "Sen hep böyle gül güzel kız. Rabbim sizi birbirinize hayırlı kılsın, mutlu mesut bir yuvan olsun duâlarım seninle canım kardeşim."
Ona hafifçe sarıldığımda kuaföre birilerinin geldiğini anladım, sanırım Bora geldi sanırım, erkek sesleri geliyordu. Kapı usulca açıldığında kuaför kız beni beklediklerini söyledi. Muna ile birlikte ayağa kalktığımda benimle gelen akrabalarım da ayaklandı. Yalnız bırakmamışlardı beni, kardeşlerimin eşleri ve küçük kızları hevesle gelmişti benimle. Gelinliğin eteğinden hafifçe tutup kalktığımda Muna bana eşlik etti.
Kapıya vardığımda beni bekleyen adamı gördüğümde şaşırdım. Bora üzerinde çok şık duran siyah bir takım elbise giymişti. Sakalını hafif de olsa kesmiş yüzü daha bir yakışıklı olmuştu. Saçları güzelce taranıp yana doğru şekillendirilmişti. Dikkat çeken yeşil gözleri beni gördüğünde şaşkınlıkla ve hayranlıkla büyüdü. Kapalı olan dudakları aralanıp genişce gülümsedi. İstemsizce gülümsemiştim, ona bakmak istemesem de gözlerim bana inat sadece onu görüyordu. Yakışıklı yüzünü görmek beni istemsizce heyecanlandırıyordu. Her genç kızın aklını alacak derecede yakışıklı biriydi.
"Gidelim mi gelinim?"
Ondan bu sözleri beklemiyordum, şaşırdım ama kendimi çabuk toparladım. Bir sürü araba gelmiş bizi bekliyordu. Kardeşlerim de eşleri ve çocuklarını alıp bizimle gelecekti. İlk durak olarak mezarlığa, ardından hasretim olan Kudüs'ün çeşitli yerlerinde fotoğraf çektirecektik. Ben istemesem de Bora bizim bir albümümüzün olması gerektiğini söylemişti. Fotoğrafcı da kız olduğu için sorun olmuyordu bizim için. Muna ise yanımda duruyor Bora'nın ailesine bizi gösteriyordu. Yeni ailem yani annemin akrabaları beni fazlasıyla sevmiş görünüyordu. Onlar Türkiye'de bir düğün düşünürken ben bu işten nasıl sıyrılırım diye düşünüp duruyordum ama bu düşüncem boşaydı biliyorum.
Bir süre sonra babamın mezarına vardık, oraya ulaşmadan önce burada yatan herkes için duâlar ettik. Yürüdük ve babamın mezarının başında durdum, annem mezarın ucuna doğru eğilip dualar etmeye başladı ama ağlıyordu.
Ah babam rüyamda seni gördüm biliyor musun? Ama rüyaydı işte uyanınca bitti. Babam, seni çok özledim yanına alsana beni. Yine öpüp koklasana güzel kızını. Ezan okuyup bana dinimizi anlatsana. Vatanına olan sevdanı kalbime koysana tekrar. Dokunmasınlar bana baba, kalayım burada toprağını sulayayım gözyaşımla. Şehit kızıyım ya ben, Şehitliği verse Rabbim bana, Kavuşsam sana. Hayatı öğreniyorum babam, Yanımda yoksun be babam. Babam unutur muyum seni? Annem sensiz çok ağladı biliyor musun? Çok zor geliyor, yokluğun yakıyor hepimizi.
Babama gelinlik giyip geldim ben. Eşimi gördün değil mi babam, bak gelinlik giydi gül yüzlü kızım diye sevdiğin kızın. Babam evleniyorum ama buradan gitmeden önce gelip veda edeceğim sana. Mezarına su döktük, ektiğimiz gül fidanı köklenip büyümüş, baharda çok güzel çiçek açmıştı. Şimdi sıcaktı gülleri kurumuştu ama köklenen gül fidanı büyümeye devam ediyordu. Son kez duâ edip ayrıldık mezarlıktan.
Nikâh salonuna gitmeliydik. Gözyaşımı sildim Muna kızdı bana çok ağlamıştım gelinler çok ağlamaz mutlu olmalısın baban da seni görünce mutlu olmuştur diyerek beni kendime getirmeye çalıştı. Uzun bir süre geçtikten sonra nikah salonuna vardık. Resmî nikâhımız da kıyılacaktı, ardından Aksâ'ya gidip dini nikâhımız Aksâ imamı tarafından tazelenecekti. Yerlerimize geçtikten sonra hızlı şekilde nikâhımız kıyıldı.
Evet dediğimizde annemin yüzündeki o mutluluğu tarif edemiyordum. Nikâhımız kıyıldıkktan sonra yolumuz belliydi. Akşam üzeriydi ve sonunda arabaları park ederek Şam kapısından geçmeye başladık. Askerler garip bakışlarla bize bakıyor olsa da umursamadık bizleri sevmezlerdi. Kendimi iyi hissediyordum midem bulanmıyordu ama olaylar hâlâ devam ediyordu. Aksâ bugün oldukça kalabalıktı, kapılarda bekleyen gençler vardı. Sanırım yine bir baskınla karşı karşıyaydık. Şimdilik ortalık durgun görünse de ne olacağı belli olmuyordu. Fotoğrafçı ve Muna eşliğinde Mescid-i Aksâ çevresinde çeşitli yerlerde fotoğraflar çekinerek anılar bıraktık.
Fotoğraf işine son verip akşam ezanı okunmuş olan namazın bitip herkesin çıktığı mescide vardık. Karşımda asıl adıyla Mescidu'l-Kıble yani Kıble Mescidi vardı. Kurşun kaplamalı bir kubbeye sahip üstü kapalı bir mesciddir. Ana mescid olarak bilinir, dikdörtgen bir mesciddir ve 11 kapısı vardır ayrıca içinde 5500 kişi namaz kılabilecek kapasiteye sahiptir. Çok büyük bir yapı olduğu kaçınılmaz bir gerçekti, 7 sütun vardı ve bu sütunlar farklı tarihlere aitti, 7 koridordan oluşan bu muhteşem yapının orta koridoru 12 mermer sütun üzerinde yükseliyor ve bu sütunların başları ahşap kolonlarla birbine bağlanıyordu. İçinde sarı, yeşil ve mat kırmızı mozaik işlemeler bulunur. Farklı renkte mermer sütunlar, altın yaldızlı başlıklar ve yine farklı renkte mermer levhalarla bezeli göz alıcı bir yapıydı.
Kıble mescidinden girdikten sonra dedem Süleyman El Hatib yanımıza vardı ikimizi de orta kısımda oturttu. İçerisinin güzelliğini anlatmaya gerek var mıydı? Görkemiyle göz dolduran güzellikteki mekan kalbime huzur veriyordu. İmam karşımıza geçtiğinde akrabalarım da etrafta oturup beklemeye başladı. Namaz kılanlar ibadet edenler vardı, onları da bekledikten sonra imam, nikâhımız için konuşmaya başladı.
"MaşAllah hayırlı olsun evliliğiniz Allah mutlu etsin sizi." dedikten sonra benim isteyeceğim mehirin ne olduğunu kararlaştırmak istedi.
Bakışlarım Bora' ya kaydığında kalbimdeki isteği belirttim beklemeden. "Ben hacı olmak istiyorum mehir olarak Mekke'ye gitmek ve Kabe'yi görmek, hac yapmak istiyorum."
İmam memnun olmuş bir bakış takındı. "Güzel kızım bunu söyleyeceğini inan ki tahmin etmiştim fakat biliyorsun ki erkeğin mehri kendi malından vermesi gerekir. Ev, araba, altın ve yahut para gibi maddiyat gerektiren her şey mehir olarak verilebilir. Mehrin alt ve üst sınırı yoktur. Eğer kadın mehir olarak umreye gitmek ya da hacca gitmek istiyorsa bu mehir olarak sayılmaz çünkü bu mehir manevidir. Yani maddi bir şey istemen gerekiyor."
Başımı sallayıp imamı onayladım. Kıza bir süre Bora'ya bakıp isteğimi söyledim. " Bana bir ev almasını istiyorum ve hacca gitmem için de söz vermesini istiyorum." dedim.
İmamın bakışları Bora'ya kaydığında bu talebimi karşılayıp mehiri ilerde vereceğine dair söz vermesini istedi. Bora bana bir ev alacağını evi üzerime yapacağını söyleyip hac isteğimi yerine getireceğine dair söz verdi. Ayrıca yanında bana takılan takıların da mehir olarak kararlaştırılmasını istedi. İmam da bu isteği bana tekrar sordu ben de onay verdim. Mehrim karara bağlandı. Kalbimde büyük bir huzur peyda olurken nikâhım kıyıldı. Ben Bora'yı eşim olarak kabul ettim onun da eşi oldum. Kalkacağımız sırada herkes hayır dualarıyla bizi tebrik etti, imam da aynı şekilde bizi duâlarla uğurladı. Gitmeden önce kadınlar olarak kadınlar bölmesine gidip akşam namazını kılıp duâlar ettik. Şükür secdesine varıp Rabbimden hayırlı isteklerde bulundum. Erkekler de namaza durup akşam namazını ve şükür namazı da kıldı düğünümüz için. Namazlarımız bitince dışarı çıktık. Kubbetu's Sahra'nın güney kısmında bulunan kemerli yapının orda büyük bir kalabalık vardı ve olaylar büyüyerek devam ediyordu. Alt kısmında merdivenler vardı, o kemerli yapının üzerinde güneş saati mevcuttu.
Kalabalığa doğru yürümeye başladığımızda 'Birruh, biddem nefdike ya Aksâ!' dediklerini duydum. Yani 'Kanımız canımız sana feda olsun Ey Aksâ!' anlamına geliyordu.
Protestolar devam ediyordu. Biz de onların arasına karıştık desteğimiz her daim vardı Aksâ'mız için, vatanımız için. Siyonist askerler kemerli yapıların etrafında içeriye girmeye çalışıyor fakat bizim mücahid gençlerimiz buna izin vermiyor adeta kendilerini siper ediyorlardı. Toplu şekilde duruyorlardı. Cesurca göğüs geriyorlardı şiddete. Yahudilerin en çok korktuğu slogan dillerden dökülmeye başladı. 'Hayber Hayber ya Yahud, Ceyşu Muhammed sevfe yeud!'
Anlamı şuydu, 'Ey yahudi Hayberi hatırla Muhammed'in ordusu yeniden geliyor!' Korkuyorlardı çünkü biliyorlardı ki Muhammed'in ordusu geldiği zaman sadece Gazze'den değil her taraftan gelecek, denizden, karadan, havadan ve siyonistler tamamen ortadan kalkacak.
Annem benim için endişe etse de içindeki vatan sevdası burayı koruma aşkı baskın kalıyordu. Yanıma Yaser vardığında kalabalığa uyup sloganları tekrar ediyordu. Elini tuttum diğer elimi de Bora tutuyordu. Gençlerden biri kemerli yapının üzerine çıktığında coşkumuz artarak devam ediyordu. Elindeki Filistin bayrağını kemerin üzerine dikip ayakta durdu coşkuyla bağırıp tekbir getirdiğinde biz de tekbir getirdik. Allahuekber! Dilimizden döküldüğü gibi kalbimizden de coşkuyla dökülüyordu.
Uzun bir süre olayların yatışmasını bekledik, askerler azaldı ama ne olacağı belli olmuyordu. Süleyman dedem bizim gitmemizi istedi, burada kalacak kişiler yeterince fazlaydı en azından gelin ve damat gitmeliydi fakat gitmek istemiyordum. Ailem sevdiklerim buradaydı ve gitmeyeceklerini biliyordum. Benimle merdivenlerin sonuna kadar geleceklerdi. Ortalık durulmuştu ama içimi bir korku kaplamıştı. Askerler hazırlık yapıyor gibi görünüyordu.
Etrafta çok sayıda araç vardı, artık çıkmak üzereydik. Aramanızda büyük bir kalabalık eşliğinde sloganlar devam ediyordu. Bora'ya baktığımda bana korkma der gibi bakıyordu. Yürümeye devam ettiğimizde merdivenlerin sonuna doğru kulakları sağır eden kurşun sesleri yankılandı.
Vücudum geriye doğru sendeledikten sonra Bora beni göğsüne bastırıp merdivenlerin üzerine eğdiğinde herkes kendini korumaya çalışıyordu. Kulağımın dibinden giden duymamı etkisiz hale getiren kurşun sesleri ne olduğunu anlamama da izin vermiyordu. Sesler bittiğinde kulaklarım duymaya başlamıştı. Bora beni hafifçe kaldırmış yeşil gözleri korku kokuyordu.
"Meryem..."
Puslu bakışları endişe içinde beni süzürken gözleri yaşlarla doluydu. Konuşmaya çalıştım fakat hissettiğim ağrı buna engel oluyordu. Başta anlayamadığım fakat beni tutan Bora'nın kucağında karnımda şiddetli bir acı hissedip elimi oraya götürdüm.
Elim ıslandı, sıcak kanımla ıslandı elim. Kurşun karnımı delip geçmişti, elime baktığımda elim kanla kaplıydı. Vurulmuştum, karnımın üzerinden kanlar bembeyaz gelinliği kana buluyordu. Kendimi zorlayarak şehadet getirdim.
"Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhamemeden abdûhü ve resûlü."
'Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O'nun kulu ve Resûlüdür.'
Ve benim son gördüğüm şey evlendiğim adamın adımı haykırarak,dilinden kopan feryadıyla, yaşlarla dolan yeşil gözleri oldu.
|
0% |