Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm: Şifa Duası

@hayalperestyazar02

Keyifli okumalar oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

❤❤❤

 

Yazardan

 

♡♡♡

 

Acı ruhuna kabzolan bir bıçak olmuştu. Bora'nın haykırışı Aksâ'nın canını yakmıştı. Yine bir can kana bulanmıştı, yine bir hayata göz dikilmiş geleceği hiçe sayılmıştı. Aceleyle ambulansa götürdü gelinliği kanla dolan eşini. Maryam öyle güzel bir gelin olmuştu ki onu öyle gördüğünde kalbinde bir çarpıntı hissetti. Hiç böyle olmamıştı ki genç adam, ilk defa gözleri annesi ve kız kardeşleri dışında bir kadın için yaşlar döküyordu.

 

Hastaneye vardıklarında görevliler aceleyle aldı Maryam'ı sedyeye ve ameliyathaneye götürüldü. Ardından baka kalan yeni evlendiği eşi ve ailesiyle. Maryam ölmemişti ama durumu da kritikti ameliyat ne kadar sürecek ona ne olacak bilmiyordu genç adam. Bilinmezlikti onu yıkan, geldiği ilk günden beri kendini buraya aitmiş gibi hissetmişti sanki eksik olan parçası Kudüs'teydi de onu bulmuş ve almaya gelmişti.

 

Kanlı gelinliği bir torbaya sarılmıştı ve ameliyethane kapısından çıkan hemşirenin elindeydi. Fazilet hanım acı içinde beklerken defalarca kez baygınlık geçirmişti, kızı için dayanmalıydı, güçlü olmalıydı fakat Maryam babasının tek çiçeğiydi ona bir şey olmasından korkuyordu kadın. Bir yandan da minik kızı Ruveyda'yı toprağa verdiği günü anımsadı.

 

Maryam da şehitliği istiyordu. Kadın kızının şehitliğini tahmin etse de vaktini ancak Allah bilirdi. Fazilet, ameliyata giden kızından iyi haberler bekliyordu. Kızı kurtulursa beklemeden Türkiye'ye gönderecekti onu. Zaten devamlı Filistin sınırlarından çıkmasını hayatını az da olsa değiştirmesini istiyordu.

 

Kadere hiçbir zaman engel olamayacağını biliyordu. Kızı çocukluğundan beri yaşadığı zorluklarla iyice kötüleşmişti, bazen her şeye gizli gizli ağladığını biliyordu. Maryam zorlukla geçen yıllarına asla isyan etmemiş devamlı duâyı diline pelesenk etmişti. Canı yanıyordu kadının, bir gün kızını da toprağa verir miydi bilemiyordu? Şimdilik kızının ölmesini istemiyordu.

 

Doktor uzun saatlerin ardından ameliyathanenin kapısından çıktı. Yanına varan Fazilet hanıma dönen bakışlarıyla tebessüm etti yüreğine su serper gibi. "Hastamızın ameliyatı iyi geçti ama kritik bir dönemden geçiyor uyanmasını beklemek zorundayız. Başka yapacak bir şeyimiz yok, bir süre yoğun bakımda kalacak. Kurtulur mu bilinmez duâ edin. Bu arada bir sorun daha var."

 

Fazilet hanım doktorun sözleriyle derman kalmayan dizleriyle mermer zemine çöktü. Kızını görmek istese de izin verilmemişti.

 

"Sakin olun lütfen, kızınız çok dayanıklı, bu hâliyle vücudunun acısına nasıl dayanmış bilmiyorum. Üzgünüm ama Maryam böbrek yetmezliği ile karşı karşıya ameliyat sırasında böbreklerinden birinde sıkıntı fark ettik malesef böbreği kurtulamayacak kadar kötü haldeydi, tek çaresi nakil başka çaresi yok belki bir süre ilaç tedavisiyle ayakta durabilir. Biz böbrek kanserinden şüphelendik sinsi şekilde ilerleyip bir böbreği yavaş yavaş bitirmiş olabilir."

 

Bora kızaran gözleriyle yaklaştı doktora. "Bakın doktor bey Maryam benim eşim ve ben onu Türkiye'ye götürmek orada tedavi ettirmek istiyorum."

 

Doktor başını iki yanına salladı. "Üzgünüm ama mümkün değil, şu an yerinden kaldırılırsa durumu daha ağır bir pozisyon alabilir. Buna izin veremem mecburen uyanmasını beklemek zorundayız."

 

"Ya uyanmazsa?" diyen Bora olmuştu, doktor başını önüne eğip üzgün bir ifade takındı.

 

"Allah'ın taktiri bize duâ etmek ve beklemek düşer elimizden hiçbir şey gelmez."

 

**********

 

Solgun yüzlü kıza baktı genç adam ağzındaki solunum cihazını gördükçe canı yanıyordu. Onun uyanıp kendisine utangaç şekilde bakışını yakalamak için neler vermezdi. Bora evlendiği kızın başından ayrılmıyordu, kız günlerdir bir sürü makineye bağlı şekilde belki de ölümü bekliyordu. Odada yankılanan cihazların sinir bozucu sesi Bora'yı delirtecek boyuta ulaşmıştı.

 

Evlendiği kız solunum cihazına bağlı, hayatı cihazlar sayesinde devam ediyordu. Belki iyileşir diye yanına gidiyor bir süre onunla konuşuyor sonra baş ucunda Kur'an-ı Kerim okuyordu. Bu düşünce adamı delirtiyordu neden bu kız için bu kadar üzülüyordu? Akraba oldukları için miydi yoksa başka bir şey miydi bilmiyordu. Kız çok güzeldi onu gördüğü ilk an belirdi zihninde.

 

Onu tanımayıp kızgın bakışlarla tüm sinirini üstüne kusmuştu resmen, o an içinden bu kız herkese böyle mi davranıyor diye geçirmişti. Onu anlıyordu ama kim olduğunu kestiremiyor yabancı bir kızsa onun güzelliğine kapılmaktan endişe ediyordu lâkin o kız halasının kızı çıkmış kaderine yazılmıştı.

 

Yanına vardı kızın, koyu kahve gözleri kapalıydı, utangaç ve şaşkın bakışlarını görmeyi öyle istiyordu ki. Elleri, kalem gibi çizilmiş kaşlarına değdi usulca, sonra elleri kızın burnuna değdi hafifçe solunum cihazın altına almıştı parmağını, ne güzel bir kız bu diye geçirdi içinden. Kemiksi yüzü elmacık kemikleri belirgin kız, günlerdir yaşam savaşı veriyordu.

 

Hali daha da zayıf ve bitkin bir görüntü sunuyordu. Esmer bir kızdı Maryam fakat yattığı yatakta yüzü beyaza kesmişti, dudaklarına değmişti parmağı keşke uyanıp da aralasa şu dudaklarını. Sessizliği yüreğine dokunuyordu adamın, kalbi bir buhranda boğuluyordu. Eli kızın yüzünü inceliyor gibi dokunuyordu, en son ufacık çenesine geldi eli, boynu açıkta kalmıştı şimdi uyansa örtün beni diye söyleneceğine emindi.

 

"Uyansana güzel kız, açsana o güzel gözlerini. Bana yine sinirle baksana, yeter ki uyan dön bize."

 

Gözleri doldu genç adamın, sekiz gündür bu haldeydi herkes iyileşmesi için duâ ediyordu. Aksâ'ya haber hemen gitmişti mescidin imami her namaz sonrası Maryam için duâ ediyor herkes imama tabi olarak duâya âmin diyordu. Genç adam bir kaç kez mescide gitmiş yoğun bakımdaki eşi için duâ edip gözyaşı dökmüştü. Hafifçe tebessüm etti, çektiği eli bonenin içinde toplanan simsiyah kıvılcık saçlara değdi.

 

Boneyi açıp kızın saçlarına dokundu usulca, nedensizce yaklaştırdı saç tellerini kendisine ve kokladı bir gülü kokluyor gibi. Onu böyle görmek kalbi sıkıştırıyordu genç adamın. Yüzüne o kadar çok bakmıştı ki ezberliyordu kızın yüzünün her zerresini. Belki de o da yakında eğitimi için gideceği içindi kızla ilgilenmesi ve özelllikle yüzüne bakması.

 

Zayıflamıştı kızın bedeni, zaten hayatı oldukça zordu. Annesi az yediğini, yemeğini kardeşlerine de kalsın diye kendisinden ödün verip yarı tok halde kaldığını söylemişti ona. Kendinden çok düşünüyordu ailesini, bu yüzdendi düşmana isyanı, vatanına ve ailesine verdiği değerdendi mahpuslarda yatışı. Kalbini sıkan acıya dayanamıyordu, kalktı yerinden genç adam, Maryam'ın saçlarını topladı bonenin içine koydu siyah saçları. Odadan çıkıp abdest almaya niyetlendi tam o sırada kapı açılmış ve içeri kadın bir doktor girmişti. Arkasından bir hemşire vardı ve görevli biri çeşitli tıbbı aletleri odaya getirmeye uğraşıyordu.

 

"Beyefendi odadan çıkabilir misiniz hastanın annesi günlerdir kontrol etmemiz için ricada bulunuyordu hastayla ilgilenip bilgi vereceğim dışarıda bekleyin."

 

"Ne doktorusunuz, ne için muayene edeceksiniz anlamadım?"

 

"Kadın doğum doktoruyum siz konuyu biliyosunuz sanırım kötü bir durum olduğunu düşünmüyorum ama annesi rahat değil o yüzden geldim. Merak etmeyin bir sorun çıkmaz."

 

Bora halasına kızsa da endişesini de biliyordu. Başını olumlu anlamada sallayıp içeri erkek girmesini istemediğini söyledi, doktor buna özen gösterdiğini bildirince tek kelime etmeden odadan çıkıp abdest almaya gitti. Zihni evlendiği kızla doluydu, onun başında bir doktor onu kontrol ediyorken kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Tuvalette kimse yoktu bu onun için iyiydi çünkü dayanamayıp ağladı. Buraya geldiğinden beri

 

Müslüman kardeşlerinin yaşadıkları acılara tanıklık etmişti. Kendi kendine kızıyordu, ben nasıl Müslüman'ım diye düşünüp günahları zihninde bir ok gibi dolaşıp kalbine saplanıp kalıyordu. Kimseye göstermediği hıçkırıklarla peyda olan yaşlarını akıttı. Kendini toplamalı, abdestini alıp evlendiği, helâli olan kızın yanına gidip başında Kur'an okumalıydı.

 

Yüzüne su çarptı şiddetli şekilde, nefesi düzüne girince abdest aldı. Erkekler gizli ağlardı,

Bora, gelinliği kana bulunan kucağındaki eşini gördüğü o anı unutamıyordu. Bu nasıl bir şiddetti ki, Meryem'i gelinliğiyle ölüm kalım savaşına itiyordu. İsmi gibiydi kız, dinine düşkün tertemiz bir yüreği vardı. Genç adam sıkıntısının abdest alıp Kur'an okuyarak gideceğini biliyordu. Ne olur ölmesin diyordu, bırakmasın ailesini geri dönsün hayatına, gelsin benimle, aileme gelin diye götürseydim onu diye düşündü.

 

Abdestini Rabbine büyük bir şükürle alıp odaya gidecekti. Odaya vardığında kapı açıldı doktor odadan çıktı. Halası da gelmiş kapının önünde karşılaşmış doktorun dilinden dökülecek cümleleri bekliyorlardı.

 

Doktor gülümseyerek baktı ikisine de. "Korkulacak bir durum yok kızınızın bir sorunu yok, eski ve yeniye dönük bir cinsel saldırı izine rastlamadık. Yani rahat olun saldırıya uğramamış. Böyle bir duruma maruz kalsa içine kapanır halini belli ederdi. Duyduğum kadarıyla da cesur bir kız ve böyle bir duruma maruz kalsa inanın o kişiyi yaşatmazdı."

 

Fazilet rahat bir nefes aldı, yeğeni Bora yanına varıp elini omzuna koydu. Doktor giderken kadın hıçkırarak ağladı. Bora halasına dönüp sarıldı. "Yavrum ben nasıl düşündüm bunu, benim kızım başına bu gelse hiddetinden durmazdı yerinde ama ben hasta diye korktum ve belki anlamadı dedim ya da ben üzülmeyeyim diye konuşmuyor diye düşündüm." Durdu kadın yeğenine döndü kızaran gözleriyle.

 

"Götür onu buradan kendini sevdir evliliğinizi gerçek yapın kızım sana Allah'ın emaneti ona iyi bak yavrum."

 

Bora ne diyeceğini bilemiyordu, Meryem'e söz vermişti ona dokunmayacaktı sahteydi bu evlilik ama gerçek olmasını öyle çok istiyordu ki. Yapamazdı ki, o kızı kendiyle olması için zorlayamazdı. Evliliğini ancak her ikisi de birbirini sevip isterse gerçek yapabilirdi.

 

"Halam yapma böyle, söz verdim Meryem'e, dokunamam ona ancak o beni ben onu seversem olur bu iş."

 

Fazilet hanım yeğenine çaresiz gözlerle baktı. "Ne yapıp ne edip sevdir kendini, Maryam derdini herkese söyleyemez içine atıp kalbini yaralar. Uyandığında kızımı alıp git, bahaneler bul uzun süre gelmesin buraya bir yuva kursun. Hem ben konuştum sahte evlilik olmaz Allah razı olmaz buna dedim, Meryem de beni onayladı yani o da yalan bir evlilik istemiyor. Sadece ona biraz zaman ver birbirinize alışın eminim ki ikiniz de birbirinizi seversiniz. Bu olay da aramızda kalsın Meryem üzülmesin. "

 

Bora şaşırdı, kaşlarını tek bir çizgi halinde aşağıya indirdi, bunu bekleniyordu. "Halam neden kızını uzaklaştırmak istiyorsun bildiğin bir şey mi var?"

 

Fazilet yaşlarla dolan gözlerini sildi, kızının içinde bulunduğu odaya döndü bakışları. Korkuyordu, tek kızının da gitmesinden şehit edilmesinden endişe ediyordu. Kalbi Kudüs topraklarına tüm evlatlarını şehit vermeye niyetli olsa da o bir anneydi ve evlat öyle tatlıydı ki ayağına diken batsa canı yanardı annenin. Fazilet küçük kızını kaybettikten sonra daha da düşkün olmuştu Maryam'a, üstüne titriyordu kızının. Söz vermişti Bilal'ine eşi El Aksa'yı korumak için kendini siyonist askerlerin önüne atıp şehit düşmeden önce vedalaşıp söz vermişti. Eşi Bilal Bora'yı görmüş ve kızına eş olarak uygun görmüştü. Bunu şehit olmadan önce eşiyle paylaştı. Kızını iyi biriyle evlendirecekti elini hep üzerinde tutacaktı. Yapmıştı, en uygun gördüğü kişiye vermişti kızını, biliyordu ki yeğeni Bora ona gözü gibi bakardı kabine alıp severdi sevidirirdi kendini. Gelinlikle gideceği günü görmeyi arzuladığı gecede kızı kurşunlara hedef olmuş kanlar gelinliğini yıkamıştı. Esmer tenli siyah saçlı dünya güzeli kızı makinelere bağlı odada kalıyor yaşam mücadelesi veriyordu. Durumu iyiye gidiyordu uyandığında ondan nasıl ayrılacak, onu Türkiye'ye nasıl gönderecekti, buna nasıl dayanacaktı kendisi de bilmiyordu. Yalnızca bunu kızına belli etmeyecekti, tek bildiği buydu. Bakışları yeğenine döndüğünde minnet dolu bakışlarla elini tuttu hem yeğeninin hem biricik damadının.

 

"Korkuyorum oğlum, benim kızım yüreklidir korku nedir bilmez. Bir gün o hainlerin elinde can verecek diye korkuyorum. Ben anneyim biliyorum ki benim kızım bir gün şehit düşecek, niye diye sorma kalbim öyle söylüyor, hissediyorum ama ben onun evlenip bir aile kurduğunu mutlu olduğunu görmek istiyorum. Bir anneye bunu çok görme."

 

Dayanamayıp tekrar ağladı kadın. Bora duyduğu sözlerin altında adeta ezildi. İçerde yatan, evli olduğu kızın şehit olacağı düşüncesi bile canını yakmaya yetiyordu. "Halam öyle düşünme belki sana öyle geliyordur, Allah'tan başka kimse ölüm vaktini bilemez. Gaybı sadece Allah bilir hissedebilirsin ama kesin böyledir diyemeyiz. En iyisini Allah bilir biz bilemeyiz. Meryem'in ömrü ne kadardır bunu bilemeyiz belki ben ondan önce ölürüm kim bilir. Halam, sen üzme kendini ben kızını üzmem, hele uyansın biraz iyileşsin götüreceğim onu. Ben yanına gideyim, ikindi okundu namaz kılıp başında Kur'an okuyacağım."

 

"En iyisini yapıyorsun evlâdım sen git kızımın yanına ben de namaz kılıp gelirim."

 

Bora başını olumlu anlamda salladı. Boş odalardan birine geçip namazını eda ettikten sonra evlendiği kızın yanına gitti. Onu bu halde görmek yüreğine paslı bir demir yemiş gibi hissettiriyordu. Duygularını bir kenara bırakıp evlendiği kızın iyileşmesi için Kur'an okumaya niyetlendi. Sahi kaç kere hatmetmişti o hasta yatağında yatarken Kur'anı Kerim'i saymamıştı bile. İnsan sevdiğine hediye ettiği duânın sayısını sayar mıydı hiç? Rabbi'nin rızası için yaptığı ibadetlere, ettiği duâlara eklemişti genç kızı. Hadi iyileş, uyan, aç o karaya çalan gözlerini, güldür yüzümüzü dedi içinden. Sonra elindeki Kur'an-ı Kerim'in kapağını öpüp kaldığı yerden devam etti. Bakara Sûresinin 284. yerine geldiğinde nedensizce kalbinde bir ferahlama hissetti.

 

لِّلَّهِ ما فِي السَّمَاواتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِن تُبْدُواْ مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُم بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاء وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

 

Lillahi ma fis semavati ve ma fil ard, ve in tubdu ma fi enfusikum ev tuhfuhu yuhasibkum bihillah, fe yagfiru limen yeşau ve yuazzibu men yeşau, vallahu ala kulli şey'in kadir.

 

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. İçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder; Allah her şeye kadirdir."

 

Bu ayet geldiğinde bir rivayet vardır ki şöyledir: Bu ayet nazil olduğunda sahâbeye ondan anladıkları ağır gelmiş, Resûllulah'ın huzuruna gelerek diz çökmüş ve " Ey Allah'ın elçisi! Namaz, oruç, cihad, sadaka (zekat) gibi gücümüzün yettiği amellerle yükümlü kılındık (bunlara bir diyeceğimiz yok). Şimdi ise size bu âyet geldi; buna uymaya gücümüz yetmez!" demişlerdi. Resûllullah " Sizden önceki iki kitabın tâbileri gibi siz de ' Duyduk ve uymadık mı diyeceksiniz? Oysa ' Duyduk, itaat ettik. Senin bağışlamanı dileriz ey Rabbimiz, gidiş sanadır' demeniz gerekir." buyurmuştur, onlar da böyle söylemişler. Bu cümleyi tekrarladıklarında dilleri buna alıştı. Bunun üzerine bu ayete açıklık getiren ve bir bakıma sahâbenin bu ayetle ilgili anlayışlarını düzelten "Allah hiçbir kimseyi gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz..." Bakara Sûresinin 286. ayeti nazil oldu.

 

Âyet-i kerîmedeki "içinizden geçen" ifadesi mutlak olduğu için, nefsin her türlü hallerini ve hareketlerini kapsamına almaktadır. Buna göre duygu, düşünce, irade, yönelme, hayal etme, her çeşit hâtıra ile vesveseler, şüpheler, inançlar, ister ihtiyarî ve isterse gayri ihtiyarî, sürekli veya gelip geçici, iyi ve kötü insanın iç dünyasında olup biten her şey buna dâhildir. Fakat âyetin üslûbu, geçmişle bağlantısı ve siyâkı bu mutlak mânayı daraltan bir husûsiyet taşımaktadır. Şöyle ki:

 

Âyetteki sözün gelişi, şâhitliği gizlemek ve bildiğini söylememek gibi çirkin durumlara ait olduğundan, hesap da daha ziyâde kötülükler hakkında maruf olduğundan iyi ve güzel olanlar hesaba çekilmenin dışında kalır.

 

Âyetteki ف۪يۤ اَنْفُسِكُمْ (fî enfüsiküm) "içinizde bulunanlar" ibâresi, "içinizde iyice yer etmiş, karar haline gelmiş olan duygu, düşünce ve niyetler" için açık bir mâna taşıdığından, bir var, bir yok olan gelip geçici ve kararsız duygular bunun dışında kalmaktadır.

 

Bu açıklamadan sonra bu âyet-i kerîmeyle "Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği şeyle sorumlu tutmaz" gibi âyetlerin ve Allah Resûlü (s.a.s.) Efendimiz'in bu konuya açıklık getiren beyânlarının arasını telif etmek daha kolay olacaktır.

 

Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

 

"Allah ümmetimden, işlemedikleri ve konuşmadıkları sürece gönle doğan düşüncelerin günahını bağışlamıştır."

 

 

Genç adam bu ayeti okuduktan sonra sanki hasta yatağında yatan kızın kıpırdadığını fark eder gibi oldu lâkin okumaya devam etti. Başlamıştı ve bitirmeden bırakmayacaktı. Sıkı sıkı sarılacaktı Kur'an-ı azimuşsana.

 

************

 

Meryem'den

 

Vücudumda tarifsiz bir acı vardı, kulaklarım bir şeyler duysa da ne olduğunu başta kavrayamadım. Dinledim uzun uzun, neydi bu beni rahatlatan ses? Çok güzel bir ses geliyor, adeta kalbime dokunuyordu. Gözlerim kapalıydı, kendimi zorladım açamadım, duyduğum ayet beni rahatlatıyordu. Bakara Sûresini okuyordu ve son ayetlere yaklaşmıştı.

 

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. İçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder; Allah her şeye kadirdir."

 

Ayetin güzelliği, taşıdığı anlam, parmaklarımı hareket ettirmeme sebep oldu. Bu eşsiz güzellikteki ses Bora'ya aitti. Sesi öyle güzeldi ki, insanı alıp götürüyordu resmen. İlk defa kulaklarım onun okuduğu Kur'anı işitiyordu. Sonra çok geçmeden Bakara Sûresi sona erdi ve Bora duâ etmeye başladı.

 

"Ey yerlerin ve göklerin sahibi, her şeye kadir olan Allah'ım, Meryem kuluna şifa ver. Onun için okuduğum Kur'an-ı Kerim'i hakkında kabul buyur. Meryem kulunu, evlendiğim eşimi bana ve ailesine bağışla. Şifa veren Rabbim, Şafi ismin hürmetine Meryem kuluna ve hasta yatağında yatıp da şifa dileyen tüm kullarına şifa ver Ya Rabbim. Sana duâ eden tüm Ümmeti Muhammed'in (s.a.v) duâlarını kabul et Rabbim."

 

Sessizce duâ etmeye devam ediyordu, bu sefer dilinden şifa duası dökülüyordu. O güzel sesi duâsıyla kalbime bir ışık saçıyor gibiydi.

 

Bismillahi arkıyke min kulli şeyin yu'zike min şerri kulli nefsin ev aynın hadisin. Allahu yeşfike bismillahi arkıyke.

 

Allah'ın ismiyle seni rahatsız eden her şeyden sana okurum. Her nefsin veya hasetçi her gözün şerrinden Allah sana şifâ versin. Allah'ın adıyla sana okurum.

 

Kendimi zorlayıp gözlerimi açtım. Kulaklarım yeni yeni içerideki makinelerin rahatsız edici sesini idrak ediyordu. Duymamıştım bu sesleri, Kur'an okunan odada bu cihazların sesi susmuştu sanki. Karşımda bembeyaz bir tavan vardı, açılan ışıklar gözüme vuruyor beni biraz rahatsız ediyordu, gözlerimi kıstım. Ağzımda solunum cihazı duruyordu, ne olmuştu ki bana, zihnim durmuş gibiydi hiçbir şey hatırlamıyordum. Dudaklarımı araladığımda Bora baş ucuma varmıştı bile. Yüzünü inceledim, zayıflamış gibiydi, gözleri kızarmıştı ağlamış mıydı? Tekrar araladım dudaklarımı lâkin parmağıyla sus işareti yapıp gözlerini kapatıp açtı, dur konuşma der gibiydi. Elimi tuttuğunda hafifçe okşadı hissediyordum ama tepki vermekte zorlanıyordum en çok da karnımda ağrı vardı her yerim sızlıyordu.

 

Elimi öptüğünde dudaklarından neşeli bir nida döküldü. "Çok şükür Allah'ım Meryem'i bize bağışladın. Binlerce kez şükür yüce Rabbime."

 

Odadan heyecanla çıktığında duâ ederken sarf ettiği sözler aklıma takıldı. Evlendiğim eşim demişti, hatırladığım şey düğün için Aksâ'ya gidecek oluşumuzdu, en son resmi nikah kıyılmıştı sonrası yoktu. Evlendiğimizi resmi nikahın kıyıldığını hatırlıyordum fakat tekrar dini nikahın kıyıldığını hatırlamakta güçlük çekiyordum. Odaya doktor ve hemşireler geldiğinde beni kontrol ettiler. Konuşmakta zorluk çekiyordum ağzımdaki solunum cihazına ihtiyacım olmadığı için ağzımdan aldı doktor. Gülümsedi ve daha iyi olacağımı söyledi. Annem ve Bora bir süre sonra yanıma geldi. Annem ağlamaktan olsa gerek gözleri kan çanağına dönmüştü.

 

"Çok şükür kızım uyandı. Maryam güzel yavrum Allah seni bize bağışladı." diyerek yanıma geldi, dizlerini kırarak oturdu. Elimi avuçlayıp öptüğünde sıcacak teni huzur verdi bana. Annem neden burası bu denli soğuk, üşüyorum anne fakat dilim öyle kurumuştu ki susuzluk yakıyordu beni. Kendimi zorladım dudağımı hareket ettirip. "Su..." dedim fakat doktor engel oldu, yeni uyandığımı bir şey yiyip içmemin doğru olmadığını söyledi. Bana ne olduğunu hâlâ kavrayamıyordum, hastane odasında bir çok cihaza bağlanmıştı bedenim. Zihnim durmuş gibiydi en son hatırladığım şey dini nikah için Mescid-i Aksâ'ya gittiğimizdi orada ne olduğunu hâlâ hatırlamıyordum.

 

*************

 

Aradan iki hafta geçmişti sekiz gün kadar bir süre yoğun bakımda kalmıştım uyanınca da bir hafta hastanede kalıp öyle gelmiştim evime. Yarın gidiyordum ve bu gidiş yüreğime kurşun sıkıyordu. Dikişlerim alınmıştı hasta olduğumu biliyordum, meğerse aylardır böbreğimden rahatsızmışım ve ilaç tedavisine başlamıştım. İstanbul'da kalacağım sürede hem tedavimi görecek hem okuluma gidecektim. Hiç istemiyordum gitmeyi ama burada aileme hiçbir faydam olmuyordu, çalışmak istesem kardeşlerim izin vermiyor biz size bakarız diyordu. Yaşım küçükken çalıştığım oluyordu lâkin büyümeye başlayınca okuluma daha çok ilgi göstermeye başladım.

 

Başarılıydım da anneme söylemiyordum ama Türkiye'ye gittiğimde yapabilirsem İslami ilimleri de okumak istiyordum, her şeyi en ince ayrıntısına kadar öğrenmekti niyetim. Odamda otururken kalkmaya çalıştım zorlanıyordum ama kalkmak zorundaydım, iyileşmek istiyorsam arada hareket etmeliydim. Ameliyatım iyi geçmişti ama hâlâ ameliyat yerim ağrıyordu, sanırım uzun süre ağrısını çekecektim. Kurşun yemiştim ve ameliyatta ölme ihtimalle bile varmış. Doktor, ailem üzülür diye söylememiş bunu, ben ise hemşire konuşurken duymuştum bunu.

 

Ayağa kalktığımda kapı açıldı içeri Bora girdi. Yoğun bakımdan çıkınca ne olduğunu anlayamamıştım, başıma ne geldiğini hatırlamıyordum sonra yavaş yavaş her şey zihnime doğmuştu. Evlendiğim, nikâhımızın kıyıldığı anlar, sonrasında protestolar arasında kalıp gitmeye çalıştığımız anda vurulduğum anlar. Bora ile hem resmi olarak hem dini olarak evlenmiştim. Ona karşı hissettiğim hiçbir şey yoktu ama o iyi biriydi, zor anlarımda yanımda olup bana yardım ediyordu. Yine geldi sağ kolumu alıp sırtına attıktan sonra diğer kolunu omzundan geçirdi.

 

"Yürümek mi istiyorsun,kendini fazla zorlama biraz daha iyi misin?"

 

"İyiyim arada bazen canım yanıyor ama ilaçları kullanmak iyi geliyor. Karın ağrım yok, midem de iyi, sadece ameliyat yerim sızlıyor. Bora beni terasa götürür müsün son gece orada kalmak istiyorum? "

 

"Bilmem ki annene bir soralım, ne var ki terasta bak merak ettim?"

 

Şaka yapar gibi konuştu, ne vardı orada bilse oradan çıkmak istemezdi. Terasta yatmak için büyük bir oda, ufak bir mutfak ve banyo, tuvalet ve kocaman çiçeklerle dolu eşsiz Aksâ manzarası vardı. Kubbetu's Sahra teras katından öyle güzel görünüyordu ki insan bakmaya doyamıyordu. Etrafında tavaf yapan kuşlar dönüp dururken gelen kışı bildiklerinden son kez geliyorlardı ve ziyaret ediyorlardı Aksa'yı. Müslümanlar için önemi büyük olan bir mekânda yaşamak benim için büyük bir şanstı. İyi ki babam annemin kalbine girmiş de kardeşlerim ve ben dünyaya gelmişiz. Kelimelere sığmıyordu burayı anlatmak, her şeyiyle harikaydı. Şiddetin gölgesinde büyümüş olsam da tekrar dünyaya gelsem yine bu ülkede bu şehirde doğmak yaşamak isterdim.

 

Bora beni koltuğa oturttuktan sonra mutfakta olan annemin yanına vardı akşam yemeğini yiyecektik birazdan. Annem yanıma geldiğinde elimi tutup öptü. "Maryam yemeğini ye biraz dinlen Bora seni götürsün. İkiniz orda yatın, seni tek bırakmam orada, hastasın Allah korusun bir şey olursa hepimiz üzülürüz yavrum."

 

Başımı onaylar biçimde salladım, sadece Bora ile kalacak olmak canımı sıkıyordu. Hele gideyim oraya ayrı yatalım diye söylerdim beni zorlayacak değildi elbette. Hem fazlasıyla hastaydım iyileşip kendime gelmem gerekiyordu. Gözlerimi açıp aileme dönmem herkesi mutlu etmişti. Sami gözleri dolu dolu olmuş şekilde yanıma oturdu, saçlarımı okşayıp canımı acıtmadan sarıldı bana. Çok düşkündü bana nasıl ayrılacaktım bu çocuktan bilmiyorum? Sami gitme demişti ama gideceğimi biliyordu.

 

Masum bakışlarını bana çevirip mırıldar gibi, "Maryam gitme, ben özlerim seni." dedi gözlerime içtenlikle bakıyor bakışları ciğerimi dağlıyordu.

 

Boğazımda bir şey varmış gibi yutkumdum, kardeşimin acısına çare olamamak onu teselli edecek cümleler bulamamak kalbime derin yaralar açıyor kanatıp duruyordu. Gözlerim doldu kendimi toplayıp onu az da olsa ikna etmeliydim, geri dönecektim ve buradaki hayatıma kaldığım yerden devam edecektim.

 

"Sami yapma, okumak için gidiyorum. Onu geçtim, burada tedavim çok zor ilerleyecek, para sıkıntısı çektiğimizi biliyorsun. Ürdün'den gizlice para gelse ve hesaba el konulsa biz daha çok sıkıntı yaşayacağız, tek çarem gitmek ve tedavi olup dönmek."

 

Başını öne eğdi odaya gelen Bora'ya kaydı bakışları. "Evlendin ya onunla, ben eminim ki seni bırakmaz gelemezsin buraya sana hasret kalırız benim korkum bu." dediğinde acı çeker gibiydi, sanırım gerçekleri ona söylemeli ağzını sıkı tutmasını tembihlemeliydim.

 

Kulağına eğilip onun duyacağı biçimde haykırdım gerçekleri. "Sami, annem Türk vatandaşı olmamı istiyordu o yüzden evlendim. Ben Bora'yı sevmiyorum. Merak etme geri döneceğim ve sizinle hayatıma devam edeceğim."

 

Sami gülümsedi, gözleri kısa bir an Bora'ya döndü ve tekrar bana baktı, iyice yaklaşıp kulağıma fısıldadı. "Ne yap ne et kendinden nefret ettir bak söylemedi deme Bora sana aşık olmuş bence."

 

Şaşkın bakışlarla ona baktım. "Nerden çıkardın bunu? Hem senin yaşın daha kaç nerden anlıyorsun bunları?" diye sorduğumda göz kırptı.

 

"Erkekler anlar."

 

Loading...
0%