Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm: Katil

@hayalperestyazar02

 

Selamun aleyküm.

Keyifli okumalar oy ve yorumları unutmayalım.

 

💜💜💜

 

Kudüs'ün Yahudi yerleşimlerinin birinde evinin büyük penceresinden dışarıyı izleyen Yosef elindeki alkol dolu bardağı dudaklarına götürüp yudumladı. Düşünceleri yaşadığı hayatı sorguluyordu, yıllarca yurt dışında yaşayıp eğitim gördükten sonra işgalci İsrail'e geri dönmek buraya alışmasını zorlaştırsa da karşısına çıkan kızı zihninden bir türlü atamıyordu. Maryam El Hatib. Onu o iğrenç hücrede gördüğünde çok şaşırmıştı, çocukken devamlı gördüğü, ailesinin kendisine nefret tohumları ekmesini umursamadan o Müslüman kızı uzaktan izleyip durmuş cesaretine şaşkınlıkla baka kalmıştı.

 

Babası, Yosef biraz büyüdüğünde onu yurt dışına gönderdi. Yahudiler için iyi bir komutan yapmak istiyordu onu ve ayrıca farklı alanlarda eğitim alması gerekiyordu. Yosef oğlundan çok planları uğruna kullanacağı bir piyondu. Olmuştu, Yosef Kudüs'deki en acımasız komutan olarak biliniyordu fakat kendi deyimleriyle mabedin çevresinde görev almadığı için Maryam'ı görme fırsatı olmamıştı. Zihni o kızla dolup taşarken kapının zil sesiyle elindeki alkol dolu bardağı kafasına dikip kapıya doğru yol alıp açtı. Karşısında arkadaşı Benjamin vardı

 

"Hoş geldin Benjamin." diyerek kendini gülümsemeye zorlayarak arkadaşını içeri davet etti.

 

Benjamin beklemeden içeri geçti. Koltuğa yayılıp ayak ayak üstüne atarak rahat bir pozisyon aldı.

"Bir süredir görünmüyorsun, herkes seni soruyor, gelsen de Müslümanlarla oyun mu oynasak?" dediğinde Yosef'in yüzü düştü.

 

Bunu beklemiyordu yaptığı bir hatanın bedeli ona ağır geliyordu, kendini kötü hissettiriyordu. Bir şekilde birine kendini açıp hissettiklerini açmalıydı. "Benjamin ben artık askerlik yapmak istemiyorum, biliyorum iyi bir konuma geldim ama olmuyor, yapamıyorum. Sen de biliyorsun babamın zoruyla bu işe girdim, başarılı da oldum ama içime sinmeyen bazı konular var. Sanırım istifa edip yurt dışına gideceğim burası beni zorluyor."

 

"Hmmm baban seni zorladı farkındayım ama bu gitmen için sebep olamaz. Bence biraz düşün, burada Yahudi bir kızla evlenip yuvanı kurman en doğrusu, yaşın da geldi uygun birini ayarlayayım mı sana? İstersen sen tanış biriyle ben yanındayım buradan gitme yeter."

 

Yosef başını olumsuz anlamda salladı. "Babam beni evlenmem için de zorluyor fakat ben istemiyorum şu an hazır değilim."

 

"Aklında biri mi var?" Benjamin bunu sorduğunda Yosef boğazında acı bir tat hisseder gibi oldu. Zihni Maryam ile doluyken karşısına bir daha nasıl çıkacaktı bunu düşünüyordu. Benjamin aslında arkadaşının ağzını arıyordu şaşkınlık ve sinirle karışık halde ayağa kalktı.

 

"O kız değil mi aklını kurcalayan şey, seni komutanlığından edecek şey?"

 

Yosef derin bir nefes verdi. Kalbindeki acıyı dindirecek bir şey bulmak istiyor lâkin bulamıyordu. Cevabını bilmediği bir konuda düşüncesi de olmuyordu. Başını olumlu anlamda salladı. İnkar etmeyecekti, imkansız olsa bile o kızı kalbinden, zihninden silemiyordu. Benjamin histerik bir kahkaha atıp arkadaşının yanına vardı, elini omzuna indirip onu keskin bir dille uyardı.

 

"Yosef, o kızın imkansız olduğunu biliyorsun öyle değil mi? Sen Yahudisin o kız ise Müslüman ve onlar bizim düşmanımız, üstelik o kız bir Türk ile evlendi ve düğün günü vuruldu şimdi ise yoğun bakımdan çıktı ve çok geçmeden o adamla gidecek." Son sözlerini bastırmıştı. Yosef'in bu durumu kabul edip o kızı takıntı haline getirmemesi için yapıyordu bunu.

 

Yosef başını eğip sustu, cevap vermek istemiyordu. Müslümanları o da sevmiyordu ama o kız Müslüman olmasına rağmen ondan nefret etmiyor tam tersi ona karşı konulmaz hislerle dolup taşıyordu. Canı yanıyordu fakat biliyordu ki bu evlilik sahteydi gerçek olmayacaktı. Maryam'ın gözlerinde aşk görse belki unutmaya çalışırdı fakat görmemişti işte.

 

Konuyu dağıtmak için arkadaşına dönüp, "Biraz içsek mi?" diye sordu.

 

Benjamin başını onaylar biçimde salladı fakat burada bitmeyecekti konuyu tekrar açacaktı. "Yalnız şarap olsa iyi olur." dediğinde Yosef ters ters bakıp, "Çarpmasın seni?"diye sordu.

 

Benjamin umursamaz bir tavırla omuzlarını silkerek koltuğa geçti tekrar. Yosef mutfağa gidip eline iki kadeh aldı, salona geçip kadehleri arkadaşının önündeki sehpaya bıraktıktan sonra çeşitli içkilerle dolu dolabı açıp içinden bir şarap çıkarttı. Kapağını dolabın içinde her daim bulunan açacağıyla açtıktan sonra kadehlere doldurdu. Şişeyi sehpanın üzerine bıraktı bu akşam bu şişe bitecekti, sarhoş olmak yoktu ama keyiflerinin istediği miktarda içmek her daim tercihleriydi.

 

Benjamin, Yosef'in o kıza duyduğu ilginin sebebinin başka bir nedenden olduğunun farkındaydı. Onu köşeye sıkıştırıp zihninde neler olduğunu çözmeliydi. Bunun yolu ise ona hafif şekilde alkol vermekten geçiyordu. Şişeyi bitirmelerine rağmen ikisi de hâlâ ayıktı, keskin bir tadı olsa da ikisi de alışkındı ve kolay kolay sarhoş olmazlardı. Benjamin elini Yosef'in omzuna atıp konuşmaya başladı.

 

"Bak Yosef o kızı unut, hayatına bak, karşına çıkan Yahudi bir kızla evlen zihnini boş işlerle doldurma."

 

Yosef kolay vazgeçecek biri değildi, hele ki zihni Maryam ile doluyken. Onu hücrede gördüğü gün, o kızın korkusuz halleri kalbindeki sızıyı arttırmıştı. Bir gün içini deli gibi yakan sırrını o kız öğrenirse diye korkar olmuştu. Kimseden korkmayan kocaman komutan, babasının karşısında şehit oluşuna şahit olan ufacık bir kızın feryadıyla yanmıştı. Yosef O kapkara günü zihninden asla silemiyordu. Derin bir nefes verdikten sonra tekrar sıraladı cümlelerini.

 

"Senden başka kimse bilmiyor bunu, bana onu unutmam gerektiğini söyleme bu imkansız."

 

Benjamin beklemeden cevap verdi kaşlarını çatıp kızgın bir ifadeye büründü. "Aşık falan değilsin, sen o kıza acıyorsun!"

 

Sözler keskin bir bıçak misali saplandı adamın yüreğine. Hayırdı, acımıyordu ki ona, yoksa acıyor ve onun için üzülüyor muydu? Bilmiyordu ki hissettiği şeyin ne olduğunu, aşk mıydı yoksa saplantı mı, yoksa...

 

"Hayır acımıyorum ona, niye diye sorarsan onu gördüğüm her an kalbim deli gibi atıyor. Onun karşısına çıkıp onu korkuttuğumda benimle bir kelime konuşsun diye kendi kendimi yedim resmen. Bana kızgın bakışlarla baksa da ben onu sevdiğimi söyledim güldü, inanmadı, oyun oynadığımı sandı ama ben ciddiyim o nereye giderse gitsin ardından gideceğim. Yeni rotam Türkiye olacak ve beni durdurmaya çalışma Benjamin yoksa fena olur."

 

Son sözlerini tehditvari söylese de arkadaşının kendisine destek vermesini bekliyordu. Benjamin elindeki kadehi yere fırlatıp hiddetle ayağa kalktı. "Yosef hata yapıyorsun anlamıyor musun o kız bir Müslüman, sen ise bir Yahudi ve Müslüman bir kız yabancı bir erkekle evlenmez bu onların dininde yasak. Hepsini geçtim gerçeği öğrendiğinde..."

 

Yosef arkadaşının lafını keserek ayağa kalktı, elleri titremeye başlamıştı kalbi ise kutuplar misali buz kesmişti. " Sakın! Maryam bunu kesinlikle duymamalı yoksa ona adım atmam imkansız olur."

 

Arkadaşına yaklaşıp dolan gözleriyle yardım dilenir gibi söze başladı. "Lütfen bu sırrı sakla, o bunu duyarsa beni asla affetmez ve ben ona yaklaşamam. Senden istediğim tek şey bunu saklaman Maryam gerçeği öğrenirse..."

 

Benjamin oflayarak cevapladı onu. "Bir gün mutlaka öğrenecek bu gerçeği ve öğrendiğinde sana zarar vermesinden korkuyorum çünkü o kız korkusuz birine benziyor hasta olmasına rağmen acısına katlanacak derecede güçlü biri. Yosef seni anlıyorum ama bu çok zor, mutlaka gerçeği öğreneceği bir gün olacaktır."

 

Yosef boğazında biriken acıyla gözyaşlarına boğuldu. "Babasının katili olduğum gerçeğini öğrendiğinde ne olacağını bilmiyorum, sadece ona yakın olmak istiyorum. Biliyorum ki o asla benimle olmayacak ancak Müslüman olursam belki ama o da çok zor ben vatanımdan, çocukluğumun geçtiği yerden gitmek istemiyorum."

 

Benjamin başını salladı. "Sen o kızdan sadece babasını almadın hayatını da aldın. Senin ellerinde Bilal El Hatib'in kanı var ve o kız babasının ölümüne şahit oldu. Ne o günü unutur ne de seni affeder."

 

**************

 

Çatı katına çıkmıştım Bora ile, beni taşımıştı abdest alıp gelecekti ardından ben gidip abdest alacak birlikte yatsı namazını kılıp biraz Kur'an okuyacaktık ezan yeni okunmuştu. Bir süre daha burada kalıp manzaramı izlemek adına çiçeklerle dolu açık terasa gidecektim. Çatıdaki odada oturuyordum ve daha Aksâ manzarasına bakamamıştım. Bağrım Kudüs için yanarken buradaki son gecemde manzaram Mescid-i Aksâ olsun istiyordum. Özleyeceğim seni Beytulmakdis, özleyeceğim seni; avlusunda çocukluğumun geçtiği kutsal mekan; içinde milyonlarca yüreğin attığı mekanı bırakıp gitmek çok zor geliyordu bana. Tarihin en derin yaralarıyla dolu bu ülkede yaşamak bir çok uygarlığın işgaline uğrayan Kudüs'ü bırakıp gitmek ne de zordu böyle? Gözüm hep senin kurtuluşunu bekleyecekti, esirliğinden kurtulup zincirlerini kırdığın günü görmeyi istiyordum. Yine dalıp gitmiştim, geçmişimin anılarıyla dolu penceresini açıp çocukluğumu yad ediyordum.

 

"Dalmışsın iyisin değil mi bir sorunun yok?"

 

Bora'nın sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm, başımı olumsuz anlamda salladım. "İyiyim korkma ben de abdest alıp geleyim." diyerek ayağa kalkmaya çalıştım Bora hızlıca gelip elimi tuttuğunda ayağa kalktım yardımını istemiyordum lâkin zorlanıyordum da.

 

Abdest alıp döndüğümde birlikte namaza durduk ve Bora'nın muhteşem sesiyle kendimden geçtim. Sesi fazlasıyla güzeldi Kur'an okuması insanı duygu seline boğuyordu anlamını biliyor olmak da güzeldi. Tabi sadace mealini bilmekle olmazdı tefsirini bilmek araştırmak gerekliydi. Bora güzel sesiyle son ayeti de okuyunca kitabı kapatarak duâ etmeye başladı. Ben duâsına âmin demiştim. Terasa gitmeyi istedim, Bora merak ediyor olsa da sormadı en iyisi görmekti. Beni kucağına almak istese de buna izin vermedim sadece koluna girmeyi kabul ettim.

 

Birlikte odadan çıkıp koridordan geçtik ve son kapıyı açtı. Kapalı olan ışığı açtıktan sonra gözleri avluyu dört bir yandan saran çiçekleri buldu. Kocaman bir avluda çeşitli çiçeklerle dolu güzel manzaraya dalıp gitti. Yürümeye devam ettiğimizde manzaranın tadına varmak için divanın üstüne geçtik. Annem üstüne yumuşak minderler ve yastıklar indirmişti. Bora gördüğü manzaranın güzelliğine kendini kaptırmış gibi kalmıştı.

 

Yeşil hareleri Kubbetu's Sahra'nın üzerinde gezinip dururken ayrılığın son gecesini kutluyordum aşkımla. Gidiyorum biliyor musun Ey Aksâ? Senden gidiyorum ama korkma senin kalbimde olmadığın tek bir gün bile yok. Davam bitmeyecek devam edecek vazgeçmeyeceğim yolunda şehit olarak can vermeye niyetliyim. Rabbim niyetimi duâmı kabul etsin tek isteğim buydu. Hayran bakışlarla izlediği mekana uzun uzun baktı.

 

"Bu nasıl bir görüntü böyle, tek kelimeyle muhteşem."

 

"Öyle, buradan nasıl gideceğim bilmiyorum. Böylesine kutsal bir mekandan ayrılmak yüreğimi yakıyor."

 

"Dayanmak zorundasın burada tedavin zor olur okulun da var okumak istemiyor musun yoksa?"

 

"İstemez miyim hiç sadece ayrılmak benim için zor olacak ben ilk defa bu kadar uzun süre ayrılacağım buradan ailemden anla işte zor geliyor."

 

"Üzme kendini yarın veda edersin Aksâ'ya, vedalaşırsın ama kendini üzmek yok olur mu?"

 

"Olur" diyerek geçiştirdim.

 

************

 

Sabah olmuştu kahvaltı yaptıktan sonra önce Aksâ'yı ziyaret ettim. Bahçesinden biraz toprak alıp poşete koymuştum onu da bavuluma koyup Türkiye'ye gidecektim. Ardından babamın mezarına gidip vedalaştım babamla. Her şey hazırdı gidecektim, bir saat içinde havaalanına varıp saatimiz geldiğinde uçakla yolculuğumuz başlayacaktı. Bora bavulları aşağıya indirdikten sonra annemle evden çıkıp bizi bekleyenlerin yanına vardık.

 

Kardeşlerim, eşleri ve çocuklarıyla beni bekliyordu hepsiyle ayrı ayrı vedalaştım çokça ağlaştık. Sami hâlâ gitmemi istemiyordu bana sarıldıktan sonra ağlayarak kaçıp bir köşeye saklandı. Onu görmeyeceğimi, acısını umursamayacağımı sanıyordu ama ardımda küçücük bir çocuğu bırakıp gitmenin zorluğunu bilseydi, yerimde ufacık bir süre olsaydı çektiğim acının boyutunu bilirdi.

 

Yaser, gözleri görmeyen kalbiyle gören en küçük kardeşim, zihnim kalbim hep seninle olacaktı Sami ile olduğu gibi. Peki ya daha 16 yaşında bir delikanlı olan Mohammed Ala, ben size çok alışmıştım ayrılık zor geliyordu. Benden büyük kardeşlerim Abdullah, Abdüssamed ve Yakup ile de vedalaşırken hıçkırıklarıma engel olamadım. Babamın şahitliğinden sonra bana baba olan yaşlı adama sıkıca sarıldım. Süleyman El Hatib babamın atası, o da ağladı sonra üzüldüğümü fark edip bastonuyla yere vurup, "Ağlama artık Maryam hadi yuvana git, annen Kudüs'ü yuvası yaptı sen de İstanbul'u yuvan yap." dedi.

 

Cevap vermedim boğazıma bir yumru oturdu kalkmak bilmedi. Ayrılık vaktiydi ailemin erkekleri arabaya kadar benimle gelecek ardından yola koyulacaktık. Annemin kanatlarının altından uçup gidecektim. Her gün konuşacağımızı bilsem de dayanamıyordum çünkü uzun süre dönmeyecektim buraya, çok özleyecektim. Yürümeye başladığımızda bizi izleyen o Yahudi komutanı fark ettim neden bizi izliyordu ve sinirli görünüyordu bilmiyorum. Yalan söylediğine, beni kandırmaya çalıştığına emindim, beni sevmesi kocaman bir yalandan ibaretti. Bora bunu fark etmiş gibi elimi avuçları arasına aldı, ona inat eder gibi sevgi dolu bakışlarla baktı bana. Utandım, başımı çevirdim ama elimi çekemedim.

 

Muna ile vadalaşırken onun durgun ve üzgün halini fark ettim. Gideceğim için fazlasıyla üzülüyordu. Arabaya gelip bavulları arkaya attıktan sonra Bora ile araca bindim. Yahudi komutan ortalarda görünmüyordu sanırım gitmişti. Annem yanındaki akrabalarımızla bekliyordu beni, sağ olsunlar ailemin kadınları da annemi yalnız bırakmamış bu hüzünlü gününde yanında olmuştu. Bora ile ön koltukta otururken bize bakan kadınlara döndü bakışları sonra anneme baktı.

 

"Merak etme annem, Meryem benimle güvende ona gözüm gibi bakacağım." dediğinde elimi tutmuştu.

 

Şaşkınlıkla ona döndüğümde akrabalarım olan kadınların önünde elimi öpmüştü. Anneme de anne demişti genelde Türkçe hala derdi ama bizim dilimizde hala diye bir akraba yerim o yoktu. Sanırım bundan böyle söylemişti.

 

Annem Bora'ya gülümseyip, "Kızım seninle güvende Allah sizinle olsun çocuklarım." dedi hüzünlü olsa da seviniyordu halimize.

 

Kadınlar ise kıkırdayıp kendi aralarında konuştu. "Ah Fazilet kızın çok şanslı bu adam çok sever kızını nasıl değer veriyor maşAllah."

 

Utangaç halimle öylece kalırken Bora elimi bırakıp yola koyuldu. Biraz ilerledikten sonra kaşlarımı çatarak hafif yüksek sesle yaptığı şeye olan kızgınlığımı belirttim.

 

"Ya sen niye akrabalarımın önünde elimi öpüyorsun ayıp yani?"

 

Elini direksiyondan indirmeden umursamazca bir nefes verdi. "Meraklı değilim sana, kimse şüphe etmesin diye öyle yaptım. Birbirimizi sevdiğimizi sanmaları lazımdı annen böyle olmasını rica etti ayrıca evde de böyle olacak meraklanma kısa sürecek çünkü ben de master için Amerika'ya gitmek zorundayım iki yıl kadar da hiç gelemem aileme alışmaya bak zaten severler seni. "

 

Evliliğimi gerçek yapmayı kararlaştırmıştım lakin bu sözlerden sonra vazgeçip bir süre beklemenin en iyisi olduğuna karar verdim. Tabi bunları Bora'nın bilmesine gerek yoktu. Eğer beni önemsemiyorsa evli gibi olmamıza da gerek yoktu. Bir süre beklemek ikimize de iyi gelecekti.

 

"Annem neden söylemedi ki bana bunları? Aynı saçmalığı evde de mi devam edeceğiz off çok işim var benim desene. Ha bir de ben seninle aynı odada aynı yatakta kalmam şimdiden söyleyeyim."

 

Dudakları kenara kıvrılıp çarpık şekilde gülümsedi. "Odada bir kanepe var oraya birimiz geçer artık."

 

Komik miydi şimdi bu? Dalga geçiyordu resmen neyse aynı şekilde karşılık vermekten geri durmak olmazdı.

 

Alaycı bir tavırla dudaklarımı araladım. "Hadi ya sen kanepeye sığıyor muydun bu cüsseyle?"

 

Bana dönen bakışları en az benim kadar alaycıydı. Gülümsemesi genişledi dudaklarını araladı. "Haklısın ben sığmam ama sen bu sıskalıkla kesin sığarsın." dediğinde gözlerim şaşkınlıkla büyüdü.

 

Ne yani beni kanepede mi yatıracaktı, hain işte diye geçirdim içimden. Ben kızarken ve ne diyeceğimi düşünürken o gülmeye başladı ardından kendini toplayıp sustu.

 

"Korkma ya şaka yaptım bir çaresine bakarız. Ben Allah'ın emanetine hıyanet etmem. Biz evliyiz ve senin için her zaman en iyisi olacak bundan şüphen olmasın."

 

Az önce sana meraklı değilim diyen adam şimdi evli olduğumuzu kabullenmiş gibi konuşuyordu. O sözleri unutmadım bittin sen kuzen ben de Meryem'sem bu sözleri sana yuttururum.

 

"Korkmadım, sadece misafirim ya evinizde misafire böyle mi davranıyorsun diye çıkışacaktım sana da neyse artık."

 

Kızdığımı anlamıştı. "Meryem kızacak bir şey yok şakaydı uzatmasan mı? Sen misafir değilsin, benim eşim ailemin en kıymetli gelinisin."

 

Daha fazla konuşup uzatmak istemedim sustum ve başımı sallamakla yetindim. Hiç konuşmadan yola devam etti. Simsiyah saçlarım arabanın içine esen rüzgarla savrulup duruyordu, olmuyordu böyle, yanımdaki çantamdan çiçek şeklindeki tokamı çıkarıp saçlarımı bağladım. Mescid-i Aksâ gözlerimin önüne son kez serildiğinde akmak için tuttuğum yaşlar inatla salınıp yanaklarımı ıslattı. Ey Kudüs bir yetimin daha gidiyor. Daha 16'sınde babasız kalmış nasipsiz bir yetim geleceğin taş duvarlarını yıkmak için yola çıkıyor.

 

Kurtaracağım seni Kudüs, kurtulacak Filistin. Her bir karışını kâfir kanıyla sulayıp kurtaracağım seni. Kurtulacak Gazze, Batı Şeria, Yafa, Hayfa, El Halil ve her toprağımız. Yıkılacak utanç duvarları, ülkemin çocuklarının yüzlerine gözyaşıyla sulanan yıllar değil gerçek gülüşler yerleşecek. Bitecek hasret, Aksâ'ya uzaktan bakan yürekler kavuşacak mescitlerine, bir cuma namazında toplanacak yiğitler, tekbir sesleriyle dolacak Aksâ avlusu ve yine Kubbetu's Sahra'nın kemerinde toplanacak mücahit ve mücahide yürekler. Sloganlar yükselecek, acımıza karşılık arş titreyecek ama yine kimse görmeyecek... Biz zaferin geleceğine eminiz, elbet bir gün Peygamberimiz Muhammed'in (s.a.v) ordusu toplanacak ve siyonist rejimi yıkacak. O gün bayram bizim olacak, Filistin en kutlu güne uyanacak. Hıçkırıklarım sessizce sürerken Bora'nın sesiyle bakışlarım ona döndü.

 

"Daha fazla ağlamaya devam edecek misin? Sinirlerim bozuldu ağlama artık, yeter!"

 

Bağırmış mıydı bana? Kendi toprağımdan giderken çektiğim acıyı görmüyor muydu? Evimdeyken bana iyi davranan adam neden Türkiye'ye dönüş yoluna girdiğimizde değişmişti acaba? Niyetini bilmesem de altta kalamazdım kendimi ezdirmezdim, ben ki o siyonistlere kafa tutarken ona mı susacaktım ona mı boyun eğecektim?

 

"Beni anlarsın sanmıştım ama sen de herkes gibisin." dediğimde yeşil gözlerini bana çevirdi sinirli ve gergin görünüyordu.

 

"Seni anlıyorum ailen ve ülkeni bırakıyorsun ama ben de yoruldum. Yanımda ağlayıp durma annen üzülmeni istemiyor, o yüzden biraz üstüne gelmiş olabilirim."

 

Bu onu haklı göstermiyordu özür bile dilememişti daha ülkemden çıkmadan bana kötü davranmış olması acaba Türkiye' ye gittiğimizde de devam eder mi diye aklımdan geçti. Onu tanımıyorum neleri sevip sevmediğini bilmiyorum bu pek ilgimi de çekmiyordu ya neyse.

 

"Boşver ben alıştım yabancıların kötü davranışlarına umurumda bile değil."

 

Cevabıma karşılık derin bir nefes çekip ofladı. Bakışlarım onu bulduğunda yandan yakışıklı yüzünün ne kadar hoş göründüğü gerçeğiyle karşılaştım. Omuzları geniş uzun boylu ve iriydi, yanında kısa kalmasam da verdiğim kilolar nedeniyle iyice zayıflamıştım ufacık kalmıştı bedenim. O ise yanımda dev gibi duruyordu.

 

"Meryem tamam sen haklısın özür dilerim. Hep böyle değilim, buraya geldiğim günden beri sizin çektiğiniz acıları görmek ve bir şey yapamıyor olmak yeterince üzüyor beni."

 

Başımı önüme eğdim, kendi acılarıma o kadar düşmüştüm ki onu anlamak aklıma bile gelmemişti. Doğruydu, buraya turist olarak gelen biri gördüğü zulüm karşısında hiçbir şey yapamazdı. Yapsa sınır dışı edilirdi bir daha da gelemezdi buralara. O aracı kullanırken tekrar ona bakma isteği oluştu bende. Allah'ım bu nasıl bir yüzdü böyle? Fazla yakışıklı ve dikkat çekiyordu, yüzü bir erkeğe göre çok güzeldi. Yeni yeni çıkan sakallarını arada kaşıyor iri elleri direksiyonu ustalıkla kavrayıp yolları ok gibi kesiyordu. Beklemediğim şekilde yüzü bana döndü ve gülümsedi.

 

"Sen beni mi izliyorsun?"

 

Şaşırmıştım, yutkundum ve başımı cama doğru çevirip dışarıyı izlemeye devam ettim. "Ne alakası var öylesine baktım." Sonra gördüğüm duvarlar kurtuluşum olmuş gibi onlar hakkında konu açtım. "Utanç duvarlarını görüyor musun ona baktım."

 

Yine gözlerim doldu ama bırakmadım kendimi ağlamayacaktım o duvarlar bir gün yıkılacaktı. Kurtuluş bir gün bulacaktı halkımızı. "Anlatsana biraz tam bilmiyorum ama Kudüs ile Batı Şeria arasındaki duvar bu sanırım."

 

Başımı olumlu anlamda salladım.

Biraz daha ilerledik ve devam eden utanç duvarı serildi gözlerime. Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım. "Haziran 2002'de işgal altındaki Batı Şeria'da utanç duvarının inşaatına başlayan İsrail, bunu güvenlik riski gerekçesi ile yaptığını öne sürdü. Uluslararası toplum tarafından sıkça kınanan utanç duvarı, Filistinlilerin yaşadığı bölgeleri birbirinden ayırır. Duvar, verimli Filistin arazilerinin istimlak edilmesine, Filistin köy ve kasabalarının gettolaşmasına, binlerce Filistinlinin sosyal hizmetlerden ve eğitim hakkından mahrum kalmasına neden oluyor. Utanç duvarı, kimi bölgelerde Yeşil Hat ile paralel olmakla beraber, esasen Batı Şeria'nın kilometrelerce içine giriyor."

 

Durup soluklandım Bora ise "Sizin için kötü bir durum umarım o duvar bir gün yıkılır ve siz özgür bir Filistin olursunuz. Devam etsene dinliyorum."

 

Başımı olumlu anlamda salladım tekrar başladım sözlerime. "Uluslararası Adalet Divanı, Filistinlilerin mülklerinin yıkılmasına, istimlak edilmesine ve kişilerin hareket kabiliyetlerinin kısıtlanmasına neden olduğu gerekçesiyle, duvarın inşaatının uluslararası hukuku ihlal ettiğine karar vermişti. Mahkeme ayrıca Doğu Kudüs de dahil olmak üzere duvar inşaatının derhal durdurulmasına, el konulan mülklerin geri verilmesine ve zarara uğratılan Filistinli toprak sahiplerinin zararlarının karşılanmasına hükmetti. İşgalci İsrail, 2002'den beri işgal altındaki Batı Şeria'da Filistinlilere ait arazilere el koyarak 700 kilometreden uzun bir duvar inşa etti. Biz hiçbir hakka sahip değiliz, kendi ülkemizde mülteci statüsündeyiz. Duvarın ardındaki Filistinli biri Mescid-i Aksâ'yı görebilir ama hiçbir zaman oraya gidemez. Bazı zamanlar ölümü bile göze alarak duvardan atlayanlar olur. Sırf Aksa'yı görmek için kurşunlara bile kafa tutan bir halkım var benim."

 

Yolculuk kısa sürmüş Tel Aviv' e varmıştık havaalanında bekleyecektik. Bora yanına gelen bir kaç arkadaşıyla sohbet ettikten sonra birbirlerinden ayrıldılar. Biz beklemeye devam ederken yanımıza gelen üç yahudi kız Bora'nın karşısında durup İbranice konuşmaya başladı. Bora garip şekilde bana döndü.

 

"Meryem bunlar ne diyor hiçbir şey anlamıyorum tercüme edebilir misin bu dil bana uzak da?"

 

Başımı salladım kızlar hâlâ Bora'ya bir şeyler söylüyor heyecanlı şekilde onunla konuşmaya çalışıyordu. Ne istediklerini sorduğumda sanırım beni kendilerinden sandılar çünkü Araplara benzeyen fakat Yahudi olanlar da vardı bu topraklarda. Bora'ya hayran olduklarını onu çok sevdiklerini fotoğraf çekinmek istediklerini söylediklerinde bunu çevirip Bora'ya ilettim. Bora ise başta garip gelse de kızlarla fotoğraf çekindi fakat çok yakın durmadı aralarında boşluk olmasını istediğini ilettiğimde kızlar üzülse de fotoğraf çekinince sevinçten delirmişlerdi resmen. Onlara göz devirip baktım gerçekten çok saçmaydı bana göre bir şarkıya hayran olmak. Evet Bora iyi biriydi namazını kılıyor ibadetlerine önem veriyordu ama inançsız birini sevmek onu rol model olarak görmek saçmaydı.

 

Abdullah (b. Mes"ûd) tarafından nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Kişi sevdiğiyle beraberdir."

 

O halde herkes kimi sevdiğine iyi bakmalıdır. Ahirette kimle olmak istiyorsak onu sevmeliyiz çünkü cennette de cehennemde de insanlar yolundan gittikleriyle beraber olacaklardır. Kâfir bir şarkıcı ya da oyuncu, her neyse, onu sevmek doğru değildi. Müslüman ancak kendi gibi olan dindar Müslümanı sevmeliydi ki cennette de beraber olalım.

 

Bora yanıma geldiğinde kızlar hâlâ konuşmaya devam ediyordu. Bora bana yardım dilenir gibi bakıp onlarla konuşmamı istedi. Başımı sallayıp kızlara döndüm, sinirlerimi bozmuştu bu kızlar fakat olay çıkarmak istemiyordum. Bana dönüp telefon numarası istediklerinde derin bir nefes verdim yanımda duran Bora'nın elini tuttum sanırım bu kızlara bir ders vermem lazımdı yoksa yakamıza yapışıp kalacaklardı. Bora şaşkın halde bana bakarken kızlara döndüm Bora da ne yapmaya çalıştığımı anladı galiba.

 

"Üzgünüm ama bence bu kadar yeter nişanlımla yalnız kalmak istiyorum birazdan uçağımız kalkacak yani numara işi yaş kızlar."

 

Onlar dudaklarını büküp somurta somurta sessizleşirken tekrar araladım dudaklarımı. "Üzgünüm kızlar hadi başka kapıya." dediğimde uzaklaştılar.

 

Onların gidişiyle avcumun içindeki el elimi sıktı teşekkür eder gibi. Fark ettiğim gibi elimi çektim. Bakışlarım Bora'ya döndüğünde kendimi açıklama gereği hissettim. "Bakma öyle ya, telefon numaranı istediler sapık mı bu kızlar ne bende nişanlıyız deyip gönderdim kene gibi yapıştılar."

 

"İyi yapmışsın keşke evliyiz deseydin." diyerek gülümsemesi genişlerken etraftaki kalabalığı gözlerim görmüyordu sanki. Neden dikatimi çekiyordu ki gülüşü anlamıyordum. Anons sesiyle Türkiye uçağının kalkacağı bilgisini alıp hızlıca bavullarımızı alıp belirtilen alana geçtik.

 

Sonunda uçak yolculuğumuz sona ermiş İstanbul' a varmıştık havaalanından ayrıldıktan sonra bizi bekleyen araca binip dayımın evine doğru yol aldık. Yeni bir hayatım olacaktı umarım herkesle iyi anlaşırdım ve sorun yaşamazdım. Kocaman bir villanın önünde durduğumuzda araç bize açılan bahçe kapısından geçti. Durduktan sonra Bora'nın bakışlarıyla beni neyin beklediğini bilmeden indim. Bavulları görevliler getirecek demişti, sadece kolumdaki çantamı aldım ve dışardan görkemli ve büyük evin kapısına geldik. Kapı açıldığında Bahar yengem kapıyı açıp Bora'ya hasretle sarıldı ardından bana gülümseyerek "Canım gelinim, güzel kızım. " sözleriyle birlikte içeriye davet edildim.

 

Dayımla ve annemin annesiyle nenemle tanışıp hepsinin elini öptüm. Ninemin yanına oturdum bana sevgiyle bakıyordu, bana bakarken sanki annemi görüyordu özlemişti kesin kızını fakat hasretini benimle dindiriyordu. Bahar yengem, evdeki hizmet eden kızlarla mutfağa gidip hepimize kahve yapmamı istediğinde kıramayıp kabul ettim kahveleri kendim yapacaktım. Mutfağa gidip kızlarla tanıştım hepsi beni sevmişti elime fincanı aldım kahveyi ve cezveyi kızlar yerinden çıkarıp verdi bana. Ah dur bakalım nasıl içtiklerini sormayı unuttum. Elimde tuttuğum fincanla tekrar döndüm salona. Artık zihnim de Türkçe oldu herkes Türkçe konuşunca ben de konuşuyordum. Sadece ailemle Arapça konuşacaktım büyük ihtimalle. Odaya geldiğimde kapıya varmadan sessiz hararetli bir konuşma içerisinde olduklarını fark ettim. Dayım konuşuyordu tek kelime etmeden dinledim.

 

"Bora sen ne diyorsun ya nasıl söylemezsin kıza gerçeği? Rahatsız olduğunu sanıyor öyle mi? Bildiğin kızı kandırmışsınız böbrek nakline ihtiyacı olacağını bilmiyor üstelik kemoterapi görecek ve durumunun ne olacağı kesin bile değil. Hemen şimdi Meryem'e gerçeği anlatıyorsun yazık o kıza kandırılmayı hak etmiyor yetim o babasız kalmış bir de sen vurma sırtından."

 

Elimde tuttuğum fincan yere düşüp çıkarttığı sesle parçalara ayrıldı. Ben olduğum yerde kaldım şok geçirdim. Ben sadece rahatsız olduğumu sanarken meğer nakil bekleyecek derecede rahatsız mıydım yani? O yüzden miydi az da olsa ağrılarımın devam etmesi, o yüzden miydi sakladığım acım? Söylememiştim anneme, canım çok yanmış ama dilim acımı haykırmamış dayanmaya gayret etmiştim. Hıçkırıklarla ağlamaya başladığımda elimle ağzımı kapattım. Ben böyle bir ölümü, böyle bir sonu istemiyordum. Bora fincan sesini ve hıçkırığımı duyup yanıma geldi elini omuzlarına indirdi.

 

"Meryem sakin ol, söyleyecektim ama biraz kendine gelmeni bekledim iyi değildin yemin ederim anlatacaktım sana."

 

Lafını kestim gözlerim acıyla kanayıp yaşlar süzülürken tuzlu sularla ıslanan duraklarım aralandı. "Ben ölecek miyim yani?"

 

Yere değen bakışlarım çenemden tutup ona bakmamı sağlayan adama döndü. Çaresiz bakışlarının arasından sözleri firar etti dudakları arasından. "Ölümden bu kadar korkuyor musun? Ölmeyeceksin Meryem hayatın ne kadar sürerse ben yanında olacağım söz veriyorum."

 

Daha çok hıçkırmaya başladım neden ağladığımı bile bilmiyor ölümden korktuğumu sanıyordu. Kollarıyla beni sardığında gözlerimi kapatıp yumruk yaptığım ellerimi göğsüne vurdum. "Anlamıyor musun korkum ölüm değil, korkum hasta yatağımda can vermek. Ben düşmanımın kurşunuyla şehit düşmeliyim hasta olarak ölmek istemiyorum! İyileşip vatanım uğruna kanımın dökülmesini istiyorum."

 

Duymamış gibi daha da sardı bedenimi. Ben ağlamaya devam ederken o saçlarımı okşayıp kulağıma fısıldadı. "İyileşeceksin ve birlikte Kudüs'e döneceğiz ne olursa olsun yanında olacağım. Kendini üzüp harap etme böbreğim uyarsa senin için ameliyat masasına yatmaya bile razıyım elimden ne gelirse yapacağım."

 

Loading...
0%