@hayalrafya
|
Deliler konseyi başkanı olarak Yaşlı’nın sayısız görev ve sorumluluğu vardı. Bunlardan ilki –belki de en önemlisi- hem konsey üyelerini hem de diğer delileri memnun tutmaktı. Bu nedenle Yaşlı, dışarıdan bir toptancıyla anlaşmıştı. Her hafta, cuma günleri; kimin ne istediği ile ilgili bir liste hazırlıyor, listeyi toptancıya veriyordu. Toptancı ise listede yazılmış bütün ihtiyaçları kaçak yollardan hastaneye ulaştırıyordu. O listeye adımı ilk kez yazdırmıştım. Ve pastel boyalarım biraz önce elime ulaşmıştı. Boyalarımı alır almaz ortak salona geçmiş, güneş görmeyen bir masaya yerleşmiştim. Elimde Prusya mavisi oyuncak bir araba vardı. Ancak bu, öylesine, sıradan bir oyuncak araba değildi. 1970 model Monte Carlo’nun temsili olan bir oyuncak arabadan bahsediyordum. Hastane sakinleri kendi siparişleri ile meşgul oluyorken ben de kendi işimle ilgilenmeye koyuldum. Özenle. Masanın kenarına bıraktığım duvar takviminin altındaki dikdörtgen hediye paketlerinden birini aldım. Üzerine baston şeker figürlerinin işlendiği çay yeşili bir hediye paketiydi bu. Monte Carlo’yu paketin tam ortasına bıraktım. Parlak kâğıdın kenarlarını katladım. Katların düzgün durması için her bir köşeyi kırmızı- beyaz şeritli, renkli bantla bantladım. İşim bittiğinde Monte Carlo’nun oyuncaya dönüştürülmüş taklidi hem tatlı hem albenisi yüksek bir hediye paketinin içindeydi. Sonrasında, romanımı yazdığım defterin son sayfasını yırttım. Yırttığım kâğıdın kenar çıkıntılarını keserek küçülttüm. Özel siparişle gelen pastel boya setinin içinden yeşil rengi seçtim. Aklıma düşen hoş, Shakespeare alıntısını kâğıdın üzerine süslü harflerle işledim; “Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi, Yalvarıyor onun gözlerine, Biz dönünceye dek siz parıldayın diye. Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde, Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı, Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı. Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte, Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı…” Harfleri bilhassa süslemem epey zamana mâl olsa da notu yazmayı bitirmiştim, on dakikanın sonunda. Notu hediye paketinin üzerine yapıştırıp sağ alt köşeyi adımla imzaladım. Uğraşım bütünüyle bittiğinde ortak salona göz attım. İçeride cümbüş havası savruluyordu. Hasta bakıcılar ortalıkta görünmüyordu. Yaşlı’nın başı çektiği kalabalığın gürültüsünden kaçmışlardı muhtemelen. Fırsatı değerlendirdim. Oturduğum sandalyeden kalktım. Masanın altına girdim. Telefonumu cebimden çıkarttım. Masanın altında, oldukça rahatsız edici bir konumda oturmayı sorun etmeyerek hayatımın aşkına mesaj attım. Siz: Çok sevgili ailenin kahvaltı masasından kurtuldun mu? Avukat Bey: Kurtuldum. Evden çıkalı çok oluyor. Siz: Pansuman işi ne oldu? Yüzünü darmaduman hâlde bıraktığını söyleme sakın bana. Avukat Bey: Büroya gelmeden önce eczaneye uğradım. Siz: Sana inanmalı mıyım? Avukat Bey: Bana neden inanmayasın? Siz: Çünkü konu kendin olduğunda vurdumduymazsın, önemsemezsin. Avukat Bey: Doğru, hayatı önemsemiyorum. Ama senin sözlerini önemsiyorum, Ahu. Siz: Beni önemsemeye ne zaman başladın, Avukat Bey? Avukat Bey: Dileğimi gerçekleştirdiğinde. Siz: Neymiş şu dileğin? Avukat Bey: Birinin beni gerçekten görmesi. Siz: Yıkık dökük bu dünyada, pastana diktiğin bir mumu söndürmeni sağlayabildiysem… Ne mutlu bana. Avukat Bey: Pasta ve mum mu? Siz: Pasta ve mum… Doğum gününde, gerçekleşmesini istediğin ne kadar dileğin varsa pastanın üzerine o kadar mum diker ve onları üflersin. Söylesene, pastanda daha kaç mum kaldı? Avukat Bey: Kalan mumları bir bir söndürecek misin, yoksa? Siz: İzin verirsen yaparım. Avukat Bey: Benim için dileklerimi mi gerçekleştirirsin? Siz: Gerçekleşmesi mümkün olan dileklerse neden şaşımı denemeyeyim? Avukat Bey: Ya çok fazla dileğim varsa? Siz: Gerçekleştiremeyeceğim kadar çok mu fazla? Avukat Bey: Ya gerçekleştiremeyeceğin kadar çok fazlaysa? Siz: Dert değil, mumlar beni korkutmaz. Ama sen yine de tam sayıyı ver de önümü görebileyim. Pastanda kaç tane dilek mumu var, Avukat Bey? Avukat Bey: Bilmem. Hiç oturup düşünmedim. Haliyle sayamadım da. Siz: Şaka yapıyorsun. Avukat Bey: Hayır. Şu zamana kadar hiçbir doğum günümü kutlamadım ki pastanın üzerindeki mumları görebileyim. Siz: Annen senin için bir pasta alamadı mı? Avukat Bey: Benim için bir pasta alınmasına gerek yoktu. Siz: Neden? Doğum gününün ziyan günü olduğunu düşünenlerden misin? Avukat Bey: Hayır, kutlamaya değer daha kaliteli sebepler bulunabileceğini düşünenlerdenim. Siz: Anladım, bürodasın ama boş boş oturuyorsun herhalde. Avukat Bey: Ne alakası var? Siz: Yaptığın saçma sapan felsefeyi başka türlü bir alakaya oturtamadım, çünkü. Avukat Bey: Doğum günleri fazla abartılıyor. Siz: Söz konusu senin doğum gününse… O gün çokça abartıyı hak ediyor. Avukat Bey: Yaptığın en abartılı kutlama nasıldı? Siz: Ne? Avukat Bey: Gelecekten geliyorsun ya, ben seni unuttum ya… Bunca sözden sonra, doğum gülerimi fena bir abartıyla kutlamışsındır herhalde. Siz: Hımm… Gelecekle ilgili haber almak istemiyordun, sanki? Avukat Bey: Bir kereden bir şey olmaz. Siz: Tüm bağımlılar bunu iddia eder. Avukat Bey: Rehabilitasyona ihtiyacım yok. Söyleyecek misin söylemeyecek misin? Siz: Söylersem sürprizi kaçar. Avukat Bey: Sürpriz? Yaşanmış bitmiş bir şey nasıl sürpriz olabilir? Siz: Ben yaşadım ama senin ne yaşadığına dair bir fikrin yok. Yani… En âlâ sürpriz böyle olur. Avukat Bey: Öyle olsun, üstüne gitmeyeceğim. Siz: İşte böyle, Avukat Bey. Uslu bir çocuk olursan Şirinleri görebilirsin. Avukat Bey: Şirinleri hiç sevemedim. Benim favorim Gargamel’di. Siz: kalbin kararmış senin. Avukat Bey: Ahu. Siz: Hım? Avukat Bey: Şu zamana kadar dileklerim üzerine düşünmedim. Ama tam şu anda önüme bir pasta üzerine bir mum koyulsaydı o mumu hayatımdan hiç çıkmamanı dileyerek üflerdim. Siz: Tüm bunları sana yazdıran Gargamel’e duyduğun hayranlık mı? Avukat Bey: Gargamel’in kalbi yokmuş gibi konuşuyorsun. Siz: Kalbinin olduğuna dair bir belirti sergiliyor mu? Avukat Bey: Bunu asla anlamıyorum. Gargamel’in neden kötü ve ruhsuz ilan edildiğini anlamıyorum. Kötü ve ruhsuz olabilmek için de öncesinde hissetmiş olmak gerekmiyor mu? Siz: Gargamel’in hislerini mi savunuyorsun, Avukat Bey? Avukat Bey: Gargamel’i de ne hissettiğini de bilemem ama ben, yeniden hissetmeye başlıyorum, galiba. Mesaj uygulamasından çıktım. Ama masanın altından çıkmadım. Yalnızca, dışarıya doğru biraz eğildim. Elimle yoklayarak masaya bıraktığım duvar takvimini aldım ve tekrar yerime çekildim. Takvim 31 ağustosu gösteriyordu; bugünün tarihini. Buna rağmen 31 ağustosu gösteren yaprağı yırttım. Ortaya çıkan 1 Eylül yaprağını parmaklarımla sevdim. Dudaklarımı takvimin üzerine bastırdım. Yarının tarihi; 1 Eylül. “İyi ki doğdun, Kıvanç.” |
0% |