Yeni Üyelik
26.
Bölüm

YİRMİ BEŞ

@hayalrafya

“Eee?” diye sordu Yaşlı. Fazlasıyla meraklıydı. Adliyeden çıkıp, on ikiden önce tam beş çayı vaktinde hastaneye geri döndüğümde –yemekhanede- oturtmuştu beni karşısına. Olanı biteni ona anlatmıştım fakat anlattıklarımı yeterli bulmamış, üsteliyordu.

“Ne demek ee?” dedim. Elimdeki kaşığı Nutella kavanozuna daldırıp büyük bir lokma çikolatayı ağzıma attım.

“Sen kimsin diye sordu…”

Başımı sallayarak onayladım. “Evet.”

“Sonra ne oldu?”

“Şu anda,” diyerek homurdandım. “Dizi izliyor gibi görünüyorsun. Bir çekirdekle kolan eksik…”

“Çekirdekle kolaya hayır demem,” etrafı kolaçan etti. Sonra da ekledi, “Sonuçta hayatının pembe bir diziden farkı yok.”

Sözlerine kızdım. “Hayatımla eğlenme hakkını sana kim veriyor?”

“Sen veriyorsun,” diyerek akladı kendini. “Hayatını benimle paylaşarak bana bu hakkı sen veriyorsun, kızım.” Sakalındaki boncuklarla sabırsızca oyalandı. “Anlat artık.”

“Neyi anlatacağım, yahu?”

“Devamında ne olduğunu.”

Omuzlarımı silktim. “Hiçbir şey olmadı.”

“Dalga geçiyorsun.”

“Niye dalga geçeyim? Ne olmasını bekliyordun, Yaşlı?”

“Avukat’ın boynuna sarılmanı, ben senin karınım diyerek bağırmanı, beni nasıl hatırlamazsın şerefsiz diyerek ona çıkışmanı, birlikte ağlayarak adliyeyi inletmenizi…”

“Sen…” duyduklarım karşısında gözlerim şaşkınlıkla irileşmişti. “Sen, Avukat ve benimle ilgili hayaller mi kuruyorsun?”

Yaşlı, beni geçiştirircesine elini yüzünün önünde salladı. “Lanet olsun, kızım. Herkes sizinle ilgili hayaller kuruyor. Herkes bu anın gelmesini bekliyordu.”

Nutella kavanozunun içinde kazı yapmayı bıraktım. Şu anda hayatımın başkalarının hayal dünyasına konuk oyuncu etiketi ile dâhil olduğunu öğreniyordum. “Herkes kim?” diye sordum. “Kimmiş herkes ya?”

Yaşlı geriye yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. “Konseyin ileri gelenleri…”

“Sen…” ne kadar çok şaşırıyordum böyle. Ne kadar çok şaşkınlık verici vaka dört dönüyordu çevremde. “Yaşlı, sen kaçtığımı delilere mi anlattın?”

Sözümü düzeltti, “Sadece ileri gelenlerine.”

“Kaçtığımın sır olarak kalması gerekiyordu.”

“Aynen öyle.”

“Kaçtığımın ikimizin arasında bir sır olarak kalması gerekiyordu.” Kaşığı kavanozun camına vurdum. “Bunu delilere nasıl anlatırsın ya?”

Hiç üşenmedi ve beni tekrar düzeltti, “İleri gelen delilere…”

“Neyse ne işte.”

“Bak, kızım, ben konsey başkanıyım. Ekibimle aramda gizlim saklım olmaz. Ayrıca, onlar senin kaçmana yardım ettiler.”

Anlık olarak duyumsadığım sinir beni çikolataya daha çok gömülmeye itiyordu. “Yardım ettiler de ne demek? Ayarlamaları senin yaptığını sanıyordum.”

“Onlar ayarladı, ben yönettim. Sense bir işbirliği sonucunda hastaneden kaçabildin. Şimdi… Ne olduğunu öğrenmek hakları, hakkımız, hakkım.”

Yenilgi gelip oturdu. Sırtımı kamburlaştırarak masaya doğru eğildim. “Bir şey olmadı, diyorum.”

“Sana, sen kimsin dedi, bitti mi?”

“Yani…” diyerek mırıldandığımda Yaşlı, olayın arka planı olduğuna gerçekten ikna olmuştu. Ki gerçek bir arka plan vardı da.

“Anlat.”

“Önce,” diyerek söze başlamış bulundum. “Kolumu tutmuştu ya –”

Heyecan, gözlerini ışıldatıyordu resmen. “Evet.”

“Elini kolumdan çektim.”

“Evet.”

“Hızlı davrandığım için sendeledi.”

“Evet.”

“Sendelediği anda, onu geriye ittim.”

“Evet.”

“Ve kaçtım, neye evet…”

“Hayır…” sabır çekerek sıvazladı yüzünü. “Ne yaptın, sen? Neden kaçtın? Hani onunla konuşacaktın…”

“Ben konuşacağım demedim. Ben, onu görmek istiyorum dedim.”

“İkimiz de ana fikrin ne olduğunu gayet iyi biliyoruz, kızım.”

Kaşığı içine daldırdığım çikolatayı karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım. Varlığıma ağır gelen gerçekleri bir çırpıda ona aktardım, “Yapma. Ona ne söyleyebilirdim ki, Yaşlı? Mesajlaşırken kelimeleri hep soğuktu hep mesafeliydi. Karşıma geçtiğinde o soğukluğa ve mesafeye ilk elden şahit oldum ben. Beni asla hatırlamıyor. Bana dair en ufak bir his kırıntısı dahi kalmamış gözlerinde. Öfkesi olmasa bomboş bakıyordu; bir duvarı izler gibi. Onun için hiç olduğumu vurgular gibi. Tanıdığım ama hiç bilmediğim bir kişi gibi.”

Derin bir nefes aldım, son cümlemi yakardım, “Kolaysa sen söyle! Hal böyleyken ona ne diyebilirdim ki?”

Yaşlı da üzülüyordu. Belli etmekten çekinmiyordu. “Bunun için illa ki onu görmen gerekmiyordu. Mesajlaşırken de seni hiç hatırlamadığının gayet farkındaydın.”

“Ben…” bakışlarımı çikolata kavanozuna indirdim. Aklımdaki korkunç fikri kendime fazla güvenle açıklayamazdım. “Onu özellikle adliye koridorunda görmek istedim.”

“İyi de, neden?”

“Bir şeyi başlatmak için.”

“Neyi başlattın, kızım?”

“Beni hatırlaması imkânsız. Bunu gayet net anladım. Ona çağrışım bile uyandırmıyorum.”

“Yani?”

“Yanisi şu… Beni hatırlamıyorsa ona kendimi hatırlatmakla uğraşmayacağım. Onu yeniden kendime âşık edeceğim.”

“Onun artık senin bildiğin kişi olmadığını söyledin.”

“Söyledim.”

“Bilindik olmayan hali… Sana gerçekten âşık olacak mı?”

“Olacak.”

“Nasıl bu kadar eminsin?”

“Emin değilim. Kör atış yapacağım.” Hayatımı bir riskin ellerine bırakacağım.

“Kör atış mı?”

“Kör atış.”

“Sahiden terapiye ihtiyacın var, kızım.”

“Bir keresinde bana hayatının aşkı ile adliye koridorunda karşılaşmak istediğini söylemişti. Ve bil bakalım ben onun karşısına nerede çıktım.”

“Adliye koridorunda.”

“Adliye koridorunda.”

“Güleyim de boşa gitmesin.”

Nutella’dan büyükçe bir kaşık daha yedim.

Geri gelmeyeni aramak, bulmak; bulunduğunda onu düzeltmeye gayret etmek zordu. Ancak yeni başlangıçlar için kapağı açılmamış bir defter her zaman kenarda hazır dururdu.

Kendisinin ve konseyin emeklerinin heba çöplüğüne kanat çırptığına kanaat getiren Yaşlı, elinin tersi ile Nutella kavanozunu önümden uzaklaştırdı. “Şu pis şeyi karşımda yeme. Şeker hastası olacaksın.”

Kaşık elimde, öylece kalakaldım. Fakat Nutella kavanozu olduğu yerde kalmamıştı. Hemen arka sıralardan birinde oturmuş –kulak misafirliğinin ötesinde- bizi apaçık dinlediğine emin olduğum şu meşhur Tanımadığım Kız, ayağa kalktığı gibi Nutella kavanozunu kaptı. “Benim şeker hastası olmakla ilgili bir sorunum yok.” Kaşığı aramamıştı bile. Parmağını direkt kavanoza daldırdı.

Karşımdaki kötü manzara karşı yüzümü buruşturdum. “Ben odama gidiyorum.”

Arkamı döndüm. Tanımadığım Kız, bana hitaben seslendi, “Çarşaflarını değiştirmeyi unutma.”

Mis gibi çarşaflarıma ne yaptığını düşünmeye çalışmadım bile asla.

Yemekhaneden çıktım. Kendimi asansöre attım. Asansörün sürgülü kapıları kayarak kapandı. Yansımam, metal kapılara kadar taştı. Zaten bakışlarım dalıp gitmeye hazırdı. Ben de Yaşlı’ya söylediğim yalanın aslına daldım.

 

Kolumu kavramış olan dokunuşu ciddi manada hoşuma gidiyordu. Aramızdaki yakınlık sarmaşık sıfatıyla beni onun tesirinde kuşatıyordu. Gözlerine toplanmış hafif kuşku, endişe, merak ve bolca öfke yeşillerinin o tanıdığım rengiyle oynamıyordu. Hâlâ favori tonumu taşıyordu.

“Neden tuttun kızı?” dedi Hırsız. Oturduğu yerden kalkmış, yanımıza gelmişti. Kıvanç’a bakmakla haşır neşir olmasaydım şayet araya girdiği için onun canına kast ederdim.

“Kendinde misin, Avukat? Sıra bize geldi, hadi. Bırak şu kızı? Hem kim ki bu kız? Yapıştın öyle…”

Mübaşir o saniyede tekrar haykırdı. Sıra sahiden onlardaydı. Ne kadar istemiyor olsa da Kıvanç, gitmeme izin vermek zorundaydı.

Kolumdaki tutuşunun gevşediğini hissettim. Yalnızca onun işitebileceğini bildiğim bir perdeden, az evvelki sorusunu cevapladım, “Sen söyle, Avukat Bey.” Onu öpme isteğimle kavgaya tutuşmuştum resmen. Ve ben, daha önce hiç, böylesine hakiki bir şiddetle bir kavgayı kaybetmeyi dilememiştim.

“Sence kimim ben?”

Hırsız, Kıvanç’ın omzunu çekiştirdi. Ona beni bırakmasını telkin etti. Mübaşir aynı duyuruyu defalarca kez yineledi. Adliyedekilerin davetsiz bakışları üzerimizdeydi.

Çenesini kastığını fark ettim. Düştüğü ikilimde boğulduğu barizdi. Ten rengi, öfkeden olsa gere, yavaş yavaş kızarmaya başlıyordu şimdi.

Beni geriye doğru iterek kolumu bıraktı.

Gülümsedim.

Adliyeden koşarak çıktım.

 

Beklediğim mesaj tam da gece yarısında gelmişti. Yastığımın altına gizlediğim telefonum titredi. Benim için uykuyu bitirdi.

Avukat Bey: Hastaneden kaçmayacağını söylemiştin.

Siz: Seni görebilme ihtimali öylesine cazipti ki… Dayanamadım.

Avukat Bey: Bu karşılıklı bir durumdu.

Siz: Biliyorum.

Avukat Bey: Sen beni gördüğünde ben de seni gördüm.

Siz: Farkındayım.

Avukat Bey: Daha düne kadar seni görmemi istemiyordun.

Siz: Kelimelerinden yola çıkarak; beni görmenin sende bir şeyleri değiştirmeyeceğini anladım. Söylesene, Avukat Bey, beni gördün. Kendinde bir değişiklik hissediyor musun?

Avukat Bey: Soruna cevap verirsem kalbin kırılacak.

Siz: Dert değil, kırıkları birleştirmeyi öğrendim.

Avukat Bey: Benim için sokakta yanından rastgele geçtiğim bir yabancıdan farksızsın, Ahu. Tek bir farkla…

Siz: Neymiş o fark?

Avukat Bey: Sokakta yanından geçtiğim yabancılar bana takip ediliyormuşum gibi hissettirmiyor.

Siz: Bugün, beni öldürecekmişsin gibi bakmanın sebebi de bu muydu?

Avukat Bey: Başka ne olmasını bekliyordun? Attığım her adımdan haberin var, söylemediğim halde duruşmanın saatinden haberin var, bir sonraki dakikada ne söyleyeceğimden haberin var, sevdiklerimden- sevmediklerimden- nefret ettiklerimden- katlanamadıklarımdan haberin var… Siktir! Geleceğimden haberin var!

Siz: Küfür etme.

Avukat Bey: Af edersin. Klavye otomatik olarak yazdı.

Siz: Klavyene ne biçim kelimeler yazıyorsun, sen?

Avukat Bey: Bak sen şu çelişkiye… Haberin yok mu?

Siz: Klavyenden tabii ki de haberim yok.

Avukat Bey: Ben… Ben hiç iyi değilim, tamam mı?

Siz: Ben de günlük güneşlik sayılmam.

Avukat Bey: Ne yaşadığımı anlayabilmeye çalışıyorum.

Siz: Ben de özleminle mücadele etmeye çalışıyorum.

Avukat Bey: En iyisi, tekrar karşıma çıkma.

Siz: İşte bu kırığı birleştirebileceğimden emin değilim.

Avukat Bey: Benden uzak kalman daha iyi.

Siz: Kim için?

Avukat Bey: Benim için. Kafamı toplayabilmem için.

Siz: Sen asla kafanı toplayamıyorsun.

Avukat Bey: Çok yardımcı oluyorsun. Teşekkürler!

Siz: Üzgünüm. Sen bu hayattaki yerini bulmaya uğraşıyorsan ben de kaybettiğim adamı bulmaya uğraşıyorum.

Avukat Bey: Bana zaman ver.

Siz: Tamam.

Avukat Bey: Tamam.

Siz: Dava nasıl sonuçlandı?

Avukat Bey: Hakimin karşısında gerçekten ağladık.

Siz: Tüh!

Avukat Bey: Cam tüpler yanımda olmadığı için mi tüh, hakime bir ilki yaşattığım için mi tüh?

Siz: Cevabını bildiğin sorularla uğraşma, Avukat Bey. Şunu söyle, müvekkilini gördüm. Parasız birine benziyordu.

Avukat Bey: Parasız biri olduğu için hırsızlık yapıyor.

Siz: Parası yoksa seni nasıl tuttu?

Avukat Bey: Hayır işleyeyim dedim.

Siz: Soru sorarken ciddiydim.

Avukat Bey: Ben de ciddiyim. Dava, birinci sınıf bir hukuk öğrencisinin dahi üstesinden gelebileceği kadar kolaydı.

Siz: Ve?

Avukat Bey: Eğer davayı kazanırsam, bir yerden başlamış olurum diye düşünmüştüm.

Siz: Çok kolay bir şeyi kayıp mı ettin?

Avukat Bey: En başından beri anlattıklarına baksana, bana ne kadar bağlı olduğuna bir baksana… Çok kolay bir dava ne ki; bana olan bağlılığına rağmen ben seni bile kaybetmişim, Ahu.

 

 

 


Instagram: hayalrafya

Loading...
0%