@hayalrafya
|
Avukat Bey: Şaka yapıyorsun, değil mi? Avukat Bey: Şaka yapıyorsan; asla gülmüyorum, haberin olsun. Avukat Bey: Kayıplara karışmamamı isterken kayıplara karışman çok ironik. Avukat Bey: Cevap ver bana, Ahu! Avukat Bey: İlaçlarını içmeyeceksen eğer hangi akla hizmet oradasın? Avukat Bey: Bir bina dolusu deli ile birlikte neyi bekliyorsun? Avukat Bey: İyileşmek istemiyor musun? Avukat Bey: Beyninde hastalık beslemeyi keyifli mi buluyorsun? Avukat Bey: Kendimi sorumlu hissediyorum. Lanet olsun! Çok saçma ama kendimi hastalığından sorumlu hissediyorum. Avukat Bey: Sebebi bizzat sensin. Sorumlu hissetmemi sağladın, anladın mı? Avukat Bey: Öylece kaçamazsın. Derhal cevap ver bana! Avukat Bey: Benim yüzümden ilaçlarını içmiyor oluşunu kabul edemiyorum. Benim yüzümden hastalığınla yaşamaya devam edemezsin. Avukat Bey: Ben kimim ki? ♡
Yazdığı mesajları bir çırpıda okumamın ardından dudaklarım yukarıya doğru kıvrılmasına engel olamamıştım. Sen benim pusulamsın. En karanlık gecede, bilinmeyenin ortasında, yönümü tayin etmemi sağlayan aracımsın. Doktorlar ‘kafanı kaldır, pusulaya değil etrafına bak; zaten ışık var’ diyorlar. Oysa bilmiyorlar; ışıklı yolların sonu her zaman kurtuluşa çıkmaz. Varlığımı hatıralarından temizlediğinden beri, bir tanecik pusulam ilk kez bana böylesine çok mesaj atmıştı. Art arda. Adeta soru yağmuruna tutmuştu beni. Merak etmişti. Endişelenmişti. Kalbi, durduğu yerde, ters takla atmamıştı belki ama benimle ilgilenmişti. Benimle en son ilgilenmesinin üzerinden asırlar geçmişti sanki. İtiraf etmeliyim; benimle alakadar olmasını uçsuz bucaksız okyanusu coşturan bir hortumun şiddeti kadar çok özlemiştim. Tabii keşke tüm bunlar, sırf ona cevap yazmadım diye olmasaydı. Keşke bile isteye beni, şahsi derdi yapsaydı. İşte o an, aklının ömrümle sulamayı dilediğim topraklarını altüst eden solucan olmak, bendeki paha biçilemez aşkını kamçılardı. Derin bir nefes aldım başımı sırtımı yasladığım ağacın pütürlü yüzeyine yasladım. Serbest zamandaydık. Kafamızın içindekileri anlatmayı bitirmemizin ardından serbest zamana izin veriyorlardı; kafamızı dinleyebilelim diye. Kafamı dinlediğim her vakitte Avukat Bey’in silueti beliriyordu gözlerimin önünde. Ben kendimden ziyade onu dinliyordum. Sesinin tınısı en tatlı şarkıda bile yoksundu. Toprağın üzerine, tabağına ters çevirip bıraktığım fincanımın arkasına dokundum. Soğumasına az kalmıştı. Serbest zamanda genel olarak yaptığım buydu. Diğerleri akıl hastanesinin bahçesindeki süs havuzunu –hasta bakıcılar eşliğinde- seyredip gitar dinlerken ben bahçenin biraz ötesindeki ormana kaçıyordum. Tabii sürekli değil. Yaşlı’yla sıra ile kaçıyorduk ormana. Bir gün o kaçıyordu, ben hasta bakıcıların onu fark etmemesini sağlıyordum. Ertesi gün ben kaçıyordum ve o, hasta bakıcıların beni fark etmemesini sağlıyordu. Bugünkü kaçma sırası bendeydi. Ve sıramı Avukat Bey’le birlikte heba etmek istiyordum. Avukat Bey’le birlikte de heba edecektim. Fincanın arkasına yeniden dokundum. Bu kadar soğukluk yeterliydi. Falımı açtım. Telveler karman çorman halde önümde belirdi. Falan anladığım falan yoktu. Karmakarışık şekillerden anlam çıkartamıyordum. Bu nedenle kendi anlamımı yarattım. Yerden ufak bir çöp parçası aldı. Fincanın kenarında yoğunlaşmış telvelerin üstüne ‘K’ harfini çizdim. Ellerimin titreyişi yüzünden harf biraz yamuk olmuştu fakat ben istediğim manayı elde etmiştim. Fincanın fotoğrafını çektim. ♡
*telvesine ‘K’ harfi yazılmış, fincan falı fotoğrafı Avukat Bey adlı kişiye gönderildi. Fotoğrafı göndermemin ardından üç beş saniye geçmişti ki bana cevap verdi; galiba dün, birilerini azıcık korkutmuş olabilirdim. ♡
Avukat Bey: Faldan anlamam. Ama kaderinde, adında ‘K’ harfi olan biri var. Siz: ‘K’ harfi. Bana ilginç geldi. Sana bir şeyleri hatırlatıyor mu? Avukat Bey: Neyi hatırlatması gerekiyor? Siz: Bilmem. Kimliğine baksana bi’. ‘ADI’ kısmında ne yazıyor? Avukat Bey: Ne ima ediyorsun, kaderin ben mi varım? Siz: Her gün baktığım falda karşıma ‘K’ harfinin çıkıp duruyor olmasının bir nedeni olmak zorunda, değil mi? İmayı ben değil, kader yapıyor sanki. Avukat Bey: Söyle bakalım falcı, kadere müdahale ettiğin oluyor mu, hiç? Siz: Kadere müdahale edebilecek güçte miyim, sence? Avukat Bey: Hayır, fincanın içine ‘K’ harfi yazabilecek güçtesin, sadece. Sonraki seferde elini titretmemeye çalış da fal doğal görünsün. Siz: Doğallıktan nefret ederim. Avukat Bey: Garip. Halbuki herkes doğal olmayı ister. Siz: Doğallık, doğal olmak, doğal yollar… Doğalla başlayan hiçbir şey seni bana getirmiyor, Avukat Bey. Bir şekilde bir şeylere müdahale etmem gerekiyor. Avukat Bey: Ve sen de çareyi ilaçlarını içmeyip akıl sağlığına müdahale etmekte buluyorsun, öyle mi? Siz: Üzgünüm. Ben adaleti Adalet Sarayı’nda aramıyorum. Çünkü adalet sistemine güvenmiyorum. Kendi adaletimi kendim sağlamak zorundayım, anlıyor musun? Seni bana unutturmaya çalışmaları hiç adil değil, Avukat Bey. Avukat Bey: Beni zora sokuyorsun, Ahu. Ne yapacağımı bilemiyorum. Siz: Sadece… Avukat Bey: Sadece, ne? Siz: Akışına bıraksak, olmaz mı? Avukat Bey: Akışına bırakırsak alabora oluruz. Siz: Nereden biliyorsun, belki de zümrüt sulara kavuşuruz. Avukat Bey: Yapma. Gerçek dünya engebelidir. Fena acıtır. Siz: İşte, romanımı bu yüzden yazıyorum. Canımız acımasın diye bize bir peri masalı krallığı inşa ediyorum. Ne diyorsun, Avukat Bey; akışına bırakmaya var mısın? Avukat Bey: Ya dibi boylarsak? Siz: O zaman çok üzülürüm, seni öldürdüğüm için. Ama çok da sevinirim, seninle birlikte öldüğüm için. Avukat Bey: İçimden bir ses pişman olacağımı söylüyor. Siz: İç sesler insanın canını sıkmak için vardır. Avukat Bey: Öyle olsun. Siz: Akışına bırakıyor muyuz, yani? Avukat Bey: Bırakıyoruz. Ama olur da dibi boylarsak beni öldürdüğün için üzülme. Şimdiki halimle de yaşayan bir ölüden farkım yok, zaten. Siz: Yaşayan ölüymüş, saçmalık! Sen, bildiğim her şeyden daha canlısın. Hatta canlı olmakla kalmıyor, benim de canıma can katıyorsun. Seni solduran, Kızılderili kabilesi gibi etrafında dört dönen ailen ve ben – Avukat Bey: Sen? Siz: Evet, ben. Avukat Bey: Yahu sen, ne? Siz: Bir şey değil. Avukat Bey: Ne yazacaktın? Siz: Önemli değil. Vazgeçtim. Avukat Bey: Vazgeçeceksen niye yazmaya başlayıp devamını sildin? Siz: Çünkü kararsız kaldım. Avukat Bey: Ahu. Sen, ne? Siz: Henüz zamanı değil. Avukat Bey: Az sonra gelmişini geçmişini iyi (!) dileklere boğacağım şu zaman… Tam olarak ne zaman gelecek? Siz: Haydi, bırakalım onu da senin falın söylesin. Avukat Bey: Benim falım mı? Siz: Senin falın tabii. Saat, 16.05. Her gün bu saatte kahve içersin. Avukat Bey: Anladım. Delisin. İlaçlarını içmiyorsun. Ve beni de kendinle birlikte delirtmeye çalışıyorsun. Siz: Nazlanma, Avukat Bey. Yolla bakalım fincan fotoğrafını. Tabii kahveni içmeyi henüz bitirmediysen fincanı şimdi kapat, fal olana kadar soğumasını bekleriz. Avukat Bey: Soğumasına gerek yok. Siz: Nasıl yok? *karton bardakta, bitirilmiş filtre kahve fotoğrafı Siz’e gönderildi. Siz: Dalga geçiyorsun. Avukat Bey: Pardon, niye dalga geçeyim? Kahve fotoğrafı istemedin mi? Siz: Kahve fincanı fotoğrafı istedim. Fincan! İçinde telve birikmiş olan fincan. Avukat Bey: Kusura bakmayacaksın artık. Filtre kahveyi fincanda vermiyorlar. Siz: Filtre kahveymiş. Sen Türk kahvesi içerdin. Avukat Bey: Doğru. Sen de hakikatli bir zaman yolcusu olduğun için bu savında haklısın. Ama bil bakalım ne oldu? Siz: Bilemiyorum. Ne oldu? Avukat Bey: Şirkette Türk kahvesi kalmamış. Kısacası evdeki hesabı çarşıya uyduramadın. Siz: Niye uyduramayacakmışım? Avukat Bey: Bu durumda falıma bakabileceğini sanmıyorum. Siz: Yeteneklerimi küçümseme, Avukat Bey. Hastanenin bana kattığı tek ve en değerli şey, falcılık. Avukat Bey: Vay, en değerli silahını filtre kahvemin falına bakmak için kullan o zaman. Siz: Başına bir şey gelecek. Avukat Bey: Falda gördüğün bu mu? Siz: Evet. Avukat Bey: Ürkütücü. Siz: Üç vakte kadar. Avukat Bey: Epey spesifik. Siz: İki dakika araya girmede izin ver bana. Avukat Bey: Tamam, tamamen sendeyim. Siz: Başına bir şey gelecek. Bir çeşit değişim. Büyük bir değişim yaşayacaksın. Ama böyle oturduğun yerden olmaz. Adım atmalısın. Büyük değişimler büyük hamleler yapmayı gerektirir, Avukat Bey. Avukat Bey: Faldan anlamıyorsun, değil mi? Siz: Anlayıp anlamadığımı zamanla göreceğiz. |
0% |