Yeni Üyelik
22.
Bölüm

YİRMİ BİR

@hayalrafya

Acı, bizleri gerçek kılan tek duygudur.

Acı çekmeye ihtiyacım vardı. Psikolojik olarak belime kadar acı çamuruna bulaşmış haldeydim. Fakat yetmiyordu. Psikolojik acı, beni A noktasından B noktasına bile taşımıyordu. Bu nedenle fiziksel acıyı tatmayı aklıma koymuştum. Fiziksel olarak –en atomik düzeyde- acı çekmek zorundaydım.

Etrafımda Rus Ruleti misali dönen olayların hayalimin ortaya koyduğu bir ürün olup olmadığını bilebilmem için; gerçeklikten kayıp düşmemek için… İşte bu yüzden fiziksel olarak acı çekmeye mecburdum.

Avukat’la mesajlaşmayı sonlandırır sonlandırmaz Yaşlı’nın özel yapım İsveç çakısını almış, kendimi banyoya kilitlemiştim. Yaşlı, çakısını alıp banyoya girdiğimi elbette görmüştü. Kapının kilidini çevirdiğimi duyduğundan da emindim.

Yani… Ufak bir hesapla; o, hasta bakıcıları odamıza toplamadan önce yaklaşık beş dakika gibi az bir süreye sahiptim. Bu süre boyunca hıçkırıklarla ağlamıştım. Ciğerlerimde oksijen kalmayıncaya kadar ağlamıştım. Hem ağlamıştım hem de kolumu kesmiştim. Her seferinde biraz daha derin.

Banyonun kapısını kırıp kanıma sakinleştirici enjekte ettiklerinde kolumda üç tane beceriksiz kesik vardı. Zihnimdeki yıkık krallığın molozları altında revire taşındığımı hayal meyal hatırlıyordum. Beni kurtarmışlardı. Maalesef. Beni acı çekmekten alıkoymuşlardı. Oysa sona ulaşabilmeme çeyrek vardı.

“İz kalacak,” dedi hemşire. Yattığım sedyenin yanında, ayakta duruyordu. Ben baygınken koluma attığı dikişlere, ayıldığımda, pansuman yapıyordu.

Ağlamaktan dolayı içi cayır cayır yanan gözlerimi kırpıştırdım. “İzler umurumda olsaydı böyle bir şey yapmazdım.”

Girişimimi kınarcasına başını iki yana salladı, “Hastane sistemine isyan mı ediyorsun, ne bu?”

Aklım yine hayallere kaydı; Avukat’ın beni hatırladığını sandığım o çaresiz hayale. “Bana yapılan deli muamelesine isyan ediyorum,” dedim. Bastırarak da ekledim, “Hemşire.”

Beyaz bir sargıyı koluma nazikçe sarmaya koyuldu, “Benim bir adım var.”

“Tüh!” diyerek mırıldandım. “Benim de önemsediğim tek bir ad var.” Adımı unutmuş adın sahibi.

Hemşire kast ettiğimi anladı. Bunun üzerine cık cıkladı. “Şu Avukat…”

Duyduğum anımsatıcı, gözyaşlarımı yeni bir akıntıya sevk etmişti. Ağlamamak için yanağımın içini dişledim. En başından beri ağlıyordum ve artık gözyaşlarım ağlama arzumu karşılayamayacak noktaya erişmişti.

“Nereden biliyorsun Avukat’ı?” diye sordum. Çünkü ben, Avukat’ı uluorta anlatmıyordum.

“Tüm hastane,” dedi hemşire. “Seni ve gizemli aşkın Avukat Bey’i konuşuyor.”

“Hastane değil, dedikodu kazanı sanki.” koluma sargı sarmayı bitirip de geriye çekildiğinde uzandığım yerden doğruldum. “Anlaşılan, sadece delilerin değil personelin de serbest zamanda resim yapmaya ihtiyacı var.”

Böylece dedikodu üzerine uzmanlık geliştirmeye son verebilirlerdi.

Hemşire elindeki eldivenleri çıkarttı. Çöpe attı. Sonra da tam gözlerimin içine baktı, “Ani hırçınlıkların sana bir şey kazandırmaz, Ahu.”

Tırnaklarımı sedyenin deri kumaşına batırdım. “Altın öğütlerini dinlemeyeceğim. Boşuna nefesini tüketme.”

“Ben terapist değilim,” diyerek iddiamın aksini savundu. “Öğüt vermem. İnsanları doğru yola çekmeye de çalışmam. Herkesin kendi yolunda ilerlemesi gerektiğini savunurum.” İki üç adım atarak bana yaklaştı. Konuşmasına devam ediyorken ses tonunu epey alçaltmıştı. “Söz konusu yol, yanlış olsa bile.”

Kafa karışıklığının etkisi ile kaşlarımı çattım. “Açık konuş. İmalardan bir şey anlamam.”

“Kendi yolunda ilerle, Ahu. Doğru bildiğin yoldan ilerle. Bunu yaparken de sessizce yap, sakince. Dikkat çekme…” iç geçirdi. “Yoksa seni yine doğru yola yönlendirirler.”

Buraya kapatılma sebebim babamın doğruları ile benim doğrularımın dört kollu bir kavşakta kesişmiş olmasıydı. Bir çatışmaya tutulmuştuk. Babam benim dümdüz ilerlememe izin vermemişti. Zira ona göre dümdüz devam eden yolu sonu hiçlikti. Oysa hiçlik, hayatını dilediğin şekilde yönetmene izin verirdi. Benim yolum buradan geçmiyordu. Hiçliğe uzanan serüvenimde hastane çıkmazına sapmaya zorlanmıştım.

“Ya…” diyerek söze başladım. Kendime süre tanımak için yutkundum. “Ya yolum bu hastaneden geçmiyorsa? Ya benim yolum dışarıdaysa?” ya sahiden buradan kaçmam ve Avukat’a koşmam gerekiyorsa?

“Öyleyse,” dedi hemşire. “Bir ayrım bul ve kendi yoluna sap.”

Bana demek istediği bir an önce Avukat’a kavuşmam gerektiğiydi; sessizce, sakince, belli belirsiz.

Tam olarak emin olabileyim diye sordum, “Sen, şu anda hastaneden kaçmam gerektiğini söylüyorsun, farkında mısın?”

İlaç dolabını düzeltmeye koyulmuşken güldü, “Bak, bir de imalardan anlamam diyordun.”

Daha fazla revirde kalamazdım. Hafifçe zıplayarak sedyeden aşağı atladım. Kapıyı açıp koridora çıktığımda hemşire arkamdan seslendi, “Geçmiş olsun.”

Oysa yaralarımı geçirecek tedavi buradan uzakta, bir adliye koridorunun içindeydi. Ve benim tedaviye ulaşmam gerekti.

Önce hızlı sonra koşar adımlarla ilerledim. Birkaç hasta bakıcıya iki üç deliye çarptım. Çarpışmaya ne onlar aldırdı ne de ben aldırdım. En nihayetinde odama döndüğümde, göğüs kafesimin içinde çırpınan kalbim taklalar atıyordu.

Kapıyı sertçe açtım. Damdan düşer gibi odaya daldım. Neye uğradığını şaşıran Yaşlı, irkilerek yatağından fırladı. “Ne o, iyileştin mi?”

“İyileşmek için neye ihtiyacım olduğunu biliyorsun.”

Sakalındaki boncukları, düşünceli edasıyla çekiştirdi. “Üzgünüm kızım, hastane yönetimi ilaç depolarken Avukat Bey’in stoklarını yenilemeyi ihmal etmiş.”

“Dert değil,” Başımı kararlılıkla salladım. “Nasıl olsa ilacın kaynağına gideceğim.”

“Ne demek bu?”

“Hastaneden kaçacağım, demek. Ve sen, bana yardım edeceksin.”

“Aldığın riske değecek mi, peki?”

“Sonunda onu göreceksem… Her şeye değer.”

Loading...
0%