@hayalzago
|
Kalbinizin etrafına ne kadar yüksek duvarlar örerseniz biri onları yıktığında o kadar sert düşersiniz. ~Anonim.
"Hadi Anastasia! İşim gücüm var benim!"
Ne kadar seslensem de boşunaydı. Kendisinin ne yaptığını bilmiyordum çünkü. Sabahın köründe kapımın önüne gelerek beni kaldırmıştı. Buda yetmezmiş gibi beni göle getirmiş kendisi alioma çiçeklerinin arkasında kaybolmuştu.Kafamı sallayarak ellerimi belime koydum ve ofladım.
"Geliyorum geliyorum. Patlama."
"Ben mi patlamayayım? Sabahtandır seni bekliyorum ya!"
İlerideki çalılığın hareketlenmesi ile oraya doğru adımladım. Kırmızı olan çiçeklerin arkasına baktığımda küçük bir yaratık gördüm. Bunlar Aysi adına sahip olan yaratıklardı. Ayıcığa benzeyen ve küçük boynuzlara sahip çok tatlı ve nadir bulunan bir türdü. Bunlardan birini almayı bırak göremezdin bile.
"Anastasia!"diye seslenince sitem etmesi çok uzun sürmedi.
"Geliyorum ya! Bir toplatmadın şu çiçekleri," derken koluna astığı sepetle buraya doğru adımlamaya başladı. Yanıma yaklaşınca sepetten bir tane inkül portakalından çıkarmıştı.
"He nol-" derken Aysi'yi görünce ağzı açık kaldı. Bir bana bir ona bakınca gülerek Aysi'nin yanına ilerledim. Ellerimi yavaşça ona uzattığımda bir bana bir arkama baktıktan sonra yavaşça yanıma yaklaştı. Ellerime çıkınca yavaşça ayağa kalkıp Kızıl'a döndüm.
"Ay! Ne kadar da şanslısın Irene! Hep bundanım olsun istemiştim," deyip yanıma yaklaştı ve Aysi'yi sevmeye başladı.
"Oy oy şunun tatlılığına bak ya. Yiyeyim mi seni? He. Söyle bakam."
Ciddi mi diye yüzüne bakınca yüzüme bakarak gülmeye başladı. Şaka yaptığını anlayınca bende gülerek kolunda hâlâ duran sepetten mor alioma aldım. Şöyle bir sirkeledikten sonra Aysi'ye döndüm. Aysilerin çoğu aliomalara bayıldıkları için yemesi uzun sürmedi. Biraz zaman geçtikten sonra onu yere bırakıp Kızıl'a döndüm ve başımla işaret verdim.
"Hadi gidelim. Daha çantalarımızı hazırlayacağız." Onaylayan mırıltılar çıkarınca ayağa kalktı.
Burası Andoalen Diyarı'ydı. Yedi yaşımızda gittiğimiz okulun on yıl sonraki gideceğimiz başka okulun olması bir yandan kötü gibi görünse de bana göre gayet güzeldi. 17 yaşına gelen çocukları okula kabul etmeleri kendimizi savunmamızı öğretmek içindi. Mektup alan şanslı kişiler arasında Anastasia ve bende vardık. Tabi sadece biz değil diğer arkadaşlarımızda vardı. Çocukluktan beri birlikte olduktan sonra okulda da birlikte olmak kesinlikle mükemmeldi.
Köyün girişine varınca çeşmenin orada Hulminus Kralı Aiden Dimitrov ve askerleri vardı. Neler olduğunu anlamadığımız için birbirimize bakarken Sam'in beyaz kafası aramıza girdi.
"Kızlar neler oldu duydunuz mu?"diye sorunca tabi ki de omuz silktik.
"Ay tabi siz ne duyacaksınız ki? Beni bırakıp göle gittiğiniz için söylemeyeceğim," deyip kollarını göğsünde bağladı. Kızılın yanına gidip onla konuşmasını dinlerken bir yandan da Krala bakıyordum.
" Ya bak şimdi benim biraz toplamam gereken bitkiler vardı. Onları toplayıp hemen yanınıza gelecektim zaten. Hadi küsme ya," diyip çocuğun kolunu tutarak sakladığını hissettim. Gülerek onlara döneceğim sırada içimin çekildiğini hissettim. Bakışlarımı kaldırıp ileriye bakınca kömür karası gözlerle karşılaşmam uzun sürmedi.
O kadar güzeldi ki. Kelimelerle bile anlatamazdım. Kömür karası saçları ve gözleri bembeyaz teninde boncuk gibi parlıyordu. Hafif kemerli bir burnu, belirgin elmacık kemikleri ve dolgun dudakları ile muhteşemdi. Boyunun hemen altında adem elmasının yanında bir tane beni vardı. Bunu nasıl gördüğümü bilmiyorum ama ona doğru çekildiğimi hissettiğimden bunu sorgulamadım.
Hâlâ konuşmakta olan Sam'e dönmeden seslendim.
"Sam bu kim?"
"Kim kim? Ha bu kara çocuk mu? Kralın oğlu Odeon. Aramızda kalsın kara çocuk dediğim." Normal olan ses tonu sonrala doğru kısılmıştı. Gözlerimi ondan çekerek tekrar Oedon'a çevirdim. Bakışlarını benden çekmiş olsa da onda hoşuma giden bir şeylerin olduğunu anlamıştım. Kral ona ne dediyse etrafa bakıp başını salladı.
İlerlemeye başlayınca daha fazla dayanamayarak Kızıla döndüm.
"Beni iki dakika idare et be Kızıl,"derken bir yandan da üstümü düzeltiyordum. Kırmızı, dizlerimin üzerinde biten beyaz benekli bir elbise giymiştim. Ayaklarımda beyaz spor ayakkabı, beyaz saçlarımda ise kırmızı bir bandana vardı. Bir kaç adım atmıştım ki geri döndüm. Ellerimi elbisenin eteklerine getirerek etrafımda döndüm.
"Nasılım?"
"Gayet güzelsin de neden sordun şimdi bunu?" Diyen Sam'i kafamla onaylayarak Kara çocuğun ilerlediği yöne doğru koşar adımlarla ilerledim.
Sokağın sonunu dönerken bir bedene çarptım. Yüzümü buruşturarak elimi burnuma götürdüm ve kafamı kaldırıp Kara gözlere baktım. Şirin olduğunu umduğum bir gülümseme göndererek saçlarımı kulağımın arkasına attım.
"Merhaba," dedikten sonra elimi uzattım sıkması için. "Ben Irene senin adın ne?"
Tek kaşını kaldırarak dümdüz bir şekilde bakmaya başlayınca susmayı düşündüm ama içimdeki ses konuşmaya devam etmem gerektiğini söylüyordu. Ve bende o sesi 'kesinlikle' her zaman dinliyordum. Kesinlikle susmayı hiç mi hiç istemiyordum.
"Kendini tanıtmanı demesemde nezaketen de olsa tanıtman lazım."
Susarak konuşmasını beklesem de konuşmayınca konu bulmaya çalıştım. Etrafa bakarak düşününce sesini duydum.
"Seni ne ilgilendirir bu?"
"Teknik olarak benim dediğim şeye bu şekilde cevap vermen kesinlikle doğru değil ama bir seferlik bunu görmezden gelebilirim. " Kesinlikle susmam gerekiyordu. Karşımda geleceğin kralı dururken dediğim saçma şeyler boynumun kopması için gayette yeterliydi.
Hâlâ dediği soruya cevap vermemi beklediğini belirten bir ifadeyle baktı. Oflayarak ellerimi belimin iki yanına koydum.
"Tamam beni ilgilendirmez biliyorum ama tanışmak istiyorum," dedikten sonra bir ileri bir geri sallandım.
"Peki ben istiyor muyum sence?" Tek kaşını kaldırmış bir şekilde bakıyordu. Böyle davrandıkça şevkimi kırdığının farkında bile değildi. Kafamı iki yana sallarken ilerdeki saat gözüme çarpınca gözlerim kocaman açıldı.
"İstemiyorsun onu anladım. Bir daha ki sefere görüşmek üzere. Ben gider," dedikten sonra koşar adımlarla eve doğru ilerledim. Arkamdan baktığını hissetsem de dönüp bakmayacak kadar acele etmem gerekti.
Sonunda kapıya varınca çalarak annemin açmasını bekledim. Bir dakikanın sonunda açınca ayakkabıları çıkartarak içeriye girdim.
Annemin yanağından öperek ilerlerken konuştu.
"Geç kalacaksın Irene biraz daha acele etsen ya?"
"Ederim Sultanım sen merak etme. Ben çantamı topluyorum haberin olsun," dedikten sonra çatı katında olan odama girdim.
Kapının dibinde bir tane kitaplığım ve yanında da çalışma masam vardı. Pencerenin önünde ise yatağım, yatağın dibinde de bir şifonyer sol taraftaki duvarda da dolabım vardı. Kitaplığın bazı yerlerinde sarmaşıklar güzel bir hava katıyordu. Yatağın dibinde olan bavula kıyafetlerimi koyduktan sonra sırt çantama ise bazı ıvır zıvırlar koydum.
****
Çeşmenin başında herkesin beklediği gibi bizde bekliyorduk. Kızıl ve Sam'in konuşmaların arada katılsam da gerginlikten düzgün cevap veremiyordum. Fazla beklemeye kalmadan sırayla öğrencileri portaldan geçiriyorlardı. Sıra bize gelince derin bir nefes alarak adım attım. Bir anda beni içine çeken hava akımına direnemeyerek çığlık atmak için ağzımı açsamda sesim çıkmıyordu.
Bir anda yere düşünce yüzümü buruşturarak elimi kalçama götürdüm. Ayağa zorda olsa kalkarak kızıla döndüm.
"Geldik sonunda!"
Sevinç çığlıkları atan tonla kişiden biriydik.
Bu okulun hayatımızın bazı yerlerini değiştireceğini kesinlikle biliyordum. Ama böyle kökten bir değişimi kesinlikle bende beklemiyordum.
Hazır mısınız? Ben hazırım.
|
0% |