Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. BÖLÜM

@hayalzago

Miran Köyü’ne doğru ilerlerken, Feywood Ormanı'nın sık ağaçları arasından bir süredir tek tük görünen güneş ışınları artık yerini tamamen berrak bir gökyüzüne bırakmıştı. Ağaçların dalları arasında süzülen rüzgarın fısıltısı bile sanki uzaklardan bir dinlenme vaadi getiriyordu. Ormanın bitip de açık bir alana adım attığımızda karşımızda beliren Miran Köyü, sanki masallardan çıkmış gibiydi.

 

Köyün çevresini saran ufak taş duvar, üzerinde sarmaşıklar büyüyen küçük bir barikata benziyordu. Uzun süre yolculuk yapmış ve tehlikelerle burun buruna gelmiş bir grup için, bu manzara adeta bir cennetti. Ufak taş evler, koyu kahverengi çatılar, ve bahçelerinde meyve ağaçlarıyla uğraşan köylüler, etrafımızı saran huzur atmosferini tamamlıyordu. Yol boyunca ağır yüklerle yürümüş olan atlarımız, taş kaplı dar sokaklara adım attığında hafiflediklerini hissetmiş olmalıydı, çünkü adımları bile daha sakinleşmişti.

 

Adımlarımızı yavaşlattık, gözlerimiz etrafı incelerken köyün merkezine doğru ilerlemeye başladık. Küçük bir meydan, ortasında eski bir kuyu, birkaç tezgah ve meydanı çevreleyen taş binalarla köyün kalbi gibiydi. Köylüler, yeni gelenlere yabancı gözlerle bakıyorlardı ama hiçbir rahatsızlık belirtisi göstermediler. Yüzlerinde derin çizgiler olan yaşlı kadınlar, bahçelerde sebze topluyor, çocuklar ise dar sokaklarda oyun oynuyorlardı.

 

“Sonunda,” dedi Acamas, yorgun bir şekilde nefesini vererek. Elini alnına götürüp terini silerken, bir an için gülümseyebildi. “Burası tam ihtiyacımız olan yer, dinlenmeye fazlasıyla değer.”

 

Sam ise gözlerini köyün ortasındaki taş han üzerinde gezdirdi. Han, meydanın hemen köşesinde, sağlam yapısı ve ahşap kapısıyla diğer binalardan biraz daha büyüktü. Kapısının üzerindeki tahta tabelada, el yazısıyla "Miran Hanı" yazılıydı.

 

“Orası mı?” dedi Sam, başını hafifçe eğerek hana işaret etti. “Burada dinlenebiliriz sanırım.”

 

“Evet, tam olarak ihtiyacımız olan yer,” dedim, köyün sessizliğini içime çekerek. Günlerce ormanın içindeki karanlık ve belirsizlikle savaşmıştık. Şimdi ise karşılaştığımız bu huzurlu atmosfer, bir an için bile olsa rahatlamamıza olanak tanıyordu. Ancak zihnimde sürekli dönen bir düşünce vardı: Bu yolculuk henüz bitmedi. Rodos Krallığı’na ulaşana kadar tehlikelerle karşılaşmaya devam edeceğiz.

 

Hanın kapısını itip içeri girdiğimizde, içeride yanan kocaman bir şöminenin sıcaklığı yüzümüze vurdu. Tahtadan masalar, sandalyelerle dolu geniş salon, içerideki birkaç köylünün sakin konuşmaları ve gülüşmeleriyle yankılanıyordu. Şöminenin hemen yanında duran yaşlı bir adam, bizi görünce başını kaldırıp gülümsedi.

 

“Misafirlerimiz var galiba,” dedi, sesinde dostane bir tını. “Uzun bir yolculuktan mı geldiniz?”

 

Sam haritayı cebine koyarken başıyla onayladı. “Evet, Feywood Ormanı’ndan geçtik,” dedi.

 

Adam, başını anlamlı bir şekilde salladı. “Zor bir geçittir, ama buraya kadar sağ salim ulaştığınıza göre başarılı sayılırsınız. Miran Köyü, yorgun gezginler için bir durak noktasıdır.”

 

Acamas’ın omuzları hafifçe rahatladı, adamın bu sözleri hepimize küçük de olsa bir güven vermişti. Bu köyde, en azından bir süreliğine, tehlikelerden uzak olacaktık.

 

Yaşlı adam, elini uzatarak bizi masalardan birine davet etti. “Hanın hemen üst katında birkaç boş odamız var,” dedi. “Yemeklerimiz de çok ünlüdür, sizi dinlenmeden önce doyurabiliriz.”

 

“Teşekkür ederiz,” dedim hafifçe gülümseyerek. “Burada biraz dinlenmeye gerçekten ihtiyacımız var.”

 

Masaya oturduğumuzda hepimiz üzerimizdeki yorgunluğu fark ettik. Feywood Ormanı, sadece bedenimizi değil, ruhumuzu da tüketmişti. Şimdi ise önümüzde dinlenmek için kısa bir fırsat vardı. Brimstone Geçidi ve ardından Rodos Krallığı’na olan yolculuğumuz, çok yaMiran Köyü'ndeki hanın sıcak atmosferi içimize işlerken, hepimiz biraz olsun gevşemiştik. Üzerimize çöken yorgunluğa rağmen, masanın etrafında toplanıp hafifçe fısıldamaya başladık. Gözlerimiz bir anlık huzurun tadını çıkarırken, düşüncelerimiz hâlâ önümüzde uzanan tehlikeli yolculuğa kilitlenmişti. Feywood Ormanı'ndan geçişimiz hiç de kolay olmamıştı ve şimdi Brimstone Geçidi ile daha zorlu bir yolculuk bizleri bekliyordu. Ancak o an için tek düşündüğümüz şey, bu küçük köyde bir süreliğine olsun güvende olabilmekti.

 

Acamas kollarını masaya koyup derin bir nefes aldı. "Brimstone Geçidi'ne doğru yola çıkmadan önce en az bir gece dinlenmeliyiz," dedi, sesinde kararlılık vardı. "Geçit tehlikeli olabilir, özellikle de yorgunken."

 

Sam ise, bir yandan önündeki tahta bardaktan su içerken, başını hafifçe salladı. "Haklısın. Ama bu köyde de çok uzun süre kalamayız. Ne kadar huzurlu görünse de, tehlike her yerde olabilir."

 

Sözleri hepimizi düşündürdü. Yolda Feywood Ormanı’nda karşılaştığımız yaratıkların izleri hâlâ zihnimizde taze duruyordu. Ormanın derinliklerindeki gölgeler, peşimizde olduğunu hissettirdiği her an, bir adım ötemizde beliren tehlikeleri hatırlatıyordu. O yüzden burada bile fazla rahat olamıyorduk. Her şey fazla sakin, fazla mükemmel görünüyordu. Sanki bu sakinliğin ardında bir tuzak gizliydi.

 

O sırada yaşlı han sahibi yanımıza yaklaşarak sıcak bir tencere çorba getirdi. Kokusu hepimizin iştahını kabartmıştı. "Yemekleriniz hazır," dedi gülümseyerek. "Burada güvendesiniz, yorgun bedenlerinizi biraz olsun dinlendirin."

 

Yaşlı adamın sözleri güven verici olsa da içimdeki huzursuzluk büyüyordu. Gözlerimi köydeki her küçük detaya dikmiş, izliyordum. Bu köy, dışarıdan ne kadar huzurlu görünse de, buradaki sakinliğin bir yanıltmaca olduğuna dair güçlü bir his vardı içimde. Brimstone Geçidi’ne çıkmadan önce burada bir şeylerin ters gitmesini bekliyordum.

 

"Bir an önce uyuyalım," dedi Admet, çorbasını hızlıca içtikten sonra. "Sabah erken yola çıkmak en iyisi."

 

Acamas ve Sam bir süre daha sessiz kaldıktan sonra, hanın ikinci katındaki odalarımıza çekilmeye karar verdik. Gözlerim kapanmadan önce bir süre tavana bakıp köyün etrafındaki sessizliğin altında yatan huzursuzluğu dinledim. Gece karanlığı çöktüğünde bile, köyde her şey fazla sakin gibiydi.

 

Ancak gecenin ilerleyen saatlerinde, kulaklarıma hafif bir rüzgar fısıltısı geldi. Sessizlik, yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Gözlerimi açtığımda odadaki diğerleri hâlâ derin bir uykudaydı. Fakat dışarıdan gelen tuhaf bir ses, beni ayakta tuttu. Rüzgarla birlikte sürüklenen bir şeyler vardı, sanki uzaklardan yankılanan hayvan çığlıkları...

 

Tam o sırada Acamas ve Sam'in odalarının önünden fısıldaşmalarını duydum. Yataklarından kalkmışlardı. Seslerin kaynağını anlamaya çalışıyorduk. "Sam, bu sesler..." diye fısıldadı Acamas. "Sanki ormandan geliyor."

 

Sam kapıya doğru yürüdü, yavaşça kapıyı açıp dışarı baktı. Yüzündeki ifadenin bir anlığına nasıl donduğunu gördüm. Gözleri dışarıdaki karanlıkta bir şeyler arıyor gibiydi. "Sanırım... orada bir şey var," dedi, sesi titrek çıkmıştı.

 

İkisi de dışarıya sessizce süzüldüler. Ben de yavaşça peşlerinden çıktım. Gece karanlığında etrafı dinlerken, köyün çevresinde duyduğumuz sesler birden kesildi. O an Sam ve Acamas'ın aynı anda bir çığlık attığını işittim. Ne olduğunu anlayamadan diğerleri de bu çığlıkla uyanmış, aceleyle dışarıya koşmuştu. Hepimiz aniden bir araya toplandık ve Sam'in eliyle işaret ettiği noktaya doğru baktık.

 

Ormanın derinliklerinden gelen, devasa, gözleri parlayan yaratıklar karanlıkta hareket ediyordu. Kırmızı gözleri adeta bizi izlerken, ormandaki karanlık da onları daha tehditkar hale getiriyordu.

 

"Koşun!" diye bağırdı Acamas, şaşkınlıkla. "Bu şeyler bize yaklaşıyor!"

 

Ayaklarımızın altındaki taşlar birbirine çarpıp yankılanırken, hepimiz hızla harekete geçtik. Arkamızdaki yaratıklar yaklaştıkça köyün sessizliği yerini kaosa bıraktı.

Karanlığın içinden hışırtı ve ayak sesleri duyulmaya başladı. Gözlerim, sessizce yaklaşan gölgeleri ayırt edemeye çalışıyordu. Tam o sırada, karanlıktan fısıldayan bir tehdit yükseldi. Yavaş yavaş etrafımızı saran gölgeler, Krankonlar’dan başkası değildi. Bu korkutucu yaratıklar, gözlerindeki kırmızı ışıltı ve kesik kesik nefesleriyle tehditkar bir hava yayıyordu.

 

Karanlığın derinliklerinden, liderlerinin gözleri parlıyordu. Yüzündeki sarkık deri ve ürkütücü gülümseme, içimde derin bir ürperti yarattı. Bir adım atarak bize doğru yaklaştılar. Her biri, vücutları sanki karanlığın içinde eritilmiş gibi görünüyordu.

 

"Ne yapacağız?!" Sam, panik içinde silahını çekmeye çalıştı ama elleri titriyordu.

 

Acamas, kılıcını çekerek yanımda durdu. "Savaşacağız!" dedi, sesi kararlıydı ama yüzünde kaygı vardı.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İçimde bir kıvılcım hissettim, güçlerim harekete geçti. Ellerimden yayılan enerji, etrafımı saran bir kasırga gibi genişledi. Gücüm, yaratıkları hedef alarak onları etkisiz hale getirmeye başladı. Gözlerimi açtığımda, çevremdeki hava titriyordu, enerjimin kuvveti karşısında Krankonlar titriyor, bazıları yere düşüyordu.

 

Birden, liderlerinden biri, gözlerinde daha da belirginleşen bir öfkeyle bana baktı. "Seninle tekrar karşılaşacağız," diye tısladı. Sesi, karanlıktan gelen bir fısıltı gibi kulaklarımda yankılandı.

 

O an, Krankonlar geri çekilmeye başladılar. Ormanın derinliklerine doğru, hızla kaybolmaya başladılar. Karanlık, yavaşça içinde bulundukları ortamı geri aldı. Etrafa yayılan sessizlik, bir rahatlama getirdi ama içimdeki huzursuzluk hala devam ediyordu.

 

Derin bir nefes aldım, ellerimdeki enerjiyi kontrol ederek sakinleşmeye çalıştım. Sam ve Acamas, korku dolu bakışlarını bana çevirdiler. Sam, hala titreyen elleriyle silahını bıraktı ve "Ne... neydi o?" diye sordu.

 

"Onlar Krankonlar," dedim sessizce, gözlerimi ormanın derinliklerine dikerek. "Ve bu geceyi onların yerleşim alanında geçireceğimiz kesin. Yavaş yavaş yaklaşacaklar, ama ben onları durdurmak için buradayım. Bu sadece bir başlangıç."

 

Gözlerimde beliren korku, sessizliği bozan adımlarla daha da derinleşti. İçimde, Krankonlar’ın peşimizden gelmeye devam edeceğine dair bir korku tohumu ekilmişti. Öyle görünüyor ki, bu geceki savaş sadece bir ilk adım, gelecekte bizi bekleyen daha büyük tehlikelerin habercisiydi.

 

 

 

 

 

Loading...
0%