@hayalzago
|
Gözlerimi açtım ve rüyamdan uyanırken hâlâ Are’nin verdiği güçlerin etkisini hissediyordum. O muazzam siyah kanatlı aslanın bana öğrettiklerini aklımda canlandırmaya çalıştım. Ama bir an önce odayı terk edip kahvaltıya gitmem gerektiğini biliyordum. Hızla üzerimi giydim ve Havuç’un sevimli sesinin peşinden odadan çıktım. Küçük ayıcık, heyecanla yanımda zıplıyordu. Zela ise yanımda sakin bir şekilde yürüyordu; onun yanında olmak, her zaman rahatlatıcı geliyordu. Taht salonuna vardığımda, içimde bir huzursuzluk belirdi. Diğerlerinin en güzel odalarda kalırken, benim odama verilen önemsizliği düşündüm. Ama Zela’nın benim için odayı güzelleştirmesi, kalbimde biraz olsun umut yeşertmişti. Arkadaşlarımla bir araya gelmek için sabırsızlanıyordum, bu yüzden içimdeki kaygıları bir kenara bırakmayı denedim. Salona girdiğimde, büyük bir sofra dikkatimi çekti. Masanın ortasında rengarenk yiyecekler, taze meyveler ve çeşitli ikramlar vardı. Ancak, kalbimdeki endişe bir anda yeniden belirdi. Diğerlerinin bana nasıl davranacağını düşünürken, her an beni izleyen bakışları hissettim. Ancak Havuç yanımda olduğu için biraz daha cesur hissettim. Küçük ayıcık, etrafa mutlu mutlu bakınıyordu. Anastasia ve Odeon, salondaki en gözde konuklardandı. Onların yanındaki Sam ve diğer arkadaşlarım, beni görünce gülümsediler. Hızla yanlarına gittim. Anastasia, beni görünce gülümsemesini bir an bile eksik etmedi. “İyi misin, Irene?” diye sordu. “İyiyim,” dedim, ama içimdeki kaygıyı gizlemekte zorlanıyordum. Tam yanıt vermek üzereydim ki, kahvaltı servisi başladı. Kraliyet kahvaltısının her ayrıntısı kusursuzdu. Masanın ortasında taze meyveler, çeşit çeşit peynirler ve kahvaltılık gevrekler vardı. Ama içimden bir ses, herkesin bu keyifli ortamda benimle oynamasını istemiyordu. Havuç, gülümseyerek bacaklarıma yaslanarak bekledi. Onun masum bakışları, bir nebze de olsa korkularımı azaltıyordu. “Neden benim odam bu kadar kötüydü?” diye sordu Zela, sesi hafif bir tonda. “Bilmiyorum,” dedim, “ama buna katlanmalıyım.” O sırada, masanın başında oturan kral, beni izliyordu. Gözlerinde bir belirsizlik vardı. “Irene, hoş geldin,” dedi, sesi ciddi ve resmi. “Umarım burada vakit geçirmen seni mutlu eder.” O an, içimde bir şey kıpırdandı. Kralın sözleri beni düşündürmüştü. Gerçekten burada nasıl hissedeceğimi bilmiyordum. Biraz tedirgindim ama Havuç ve Zela yanımda olduğu sürece kendimi daha iyi hissediyordum. Zela, elini benim elimin üzerine koyarak, “Buradayız, Irene,” dedi. “Seni asla yalnız bırakmayacağız.” Kahvaltı masasında herkesin gözleri üzerimdeyken, derin bir nefes alıp bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. Havuç’un sıcaklığı ve Zela’nın desteğiyle, bu kahvaltının keyfini çıkarmak için elimi uzattım. Ama içimdeki korku, hâlâ var olmaya devam ediyordu. Krallığın beni nasıl karşılayacağı hakkında endişeliydim. Yine de, bu masada oturan arkadaşlarımın varlığı, her şeyin üstesinden gelebileceğimin bir hatırlatıcısıydı. Kahvaltı masasında herkesin gözleri üzerimdeyken, derin bir nefes alıp bir gülümseme yerleştirdim yüzüme. Havuç’un sıcaklığı ve Zela’nın desteğiyle, bu kahvaltının keyfini çıkarmak için elimi uzattım. Masanın ortasında renkli meyveler ve lezzetli tatlar arasında kaybolmak, bir nebze de olsa içimdeki endişeleri hafifletiyordu. Kral, sohbeti başlatmaya karar verdi. “Bugün burada olmaktan memnunuz,” dedi. “Krallığımızı ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz. Umarım, burası sizin için hoş bir deneyim olur.” Kralın sesindeki otorite, biraz ürkütücüydü ama içimdeki kaygıyı yenmek için bir şeyler söylemem gerektiğini hissettim. “Teşekkür ederim, Majesteleri,” dedim, sesimin titrememesi için tüm gücümü toplayarak. “Buranın çok güzel olduğunu düşünüyorum. Ama odam…” cümlemi tamamlayamadım çünkü birden dikkatim, salondaki diğer misafirlere kaydı. Yan masada oturan bazı konukların hışırdamaları, beni daha da tedirgin etti. Birkaç kişi aralarında fısıldıyordu; seslerinden birinin benimle ilgili olduğunu hissettim. Havuç, yanımda otururken omuzuma yaslandı. “İyi ol, Irene,” dedi, tatlı bir sesi vardı. O an Zela, elini masanın üzerine koydu ve sanki hissettiği bir güç dalgası vardı. Aniden masanın üzerine yayılan bir parıltı, etraftaki herkesi şaşırttı. “Bu da ne?” diye sordu bir konuk, merakla Zela’ya bakarak. Havuç, hemen Zela’nın yanına sokuldu. “Bu Zela’nın gücü!” dedim, kalbim heyecanla çarpıyordu. Zela, gülümseyerek bakışlarını bana çevirdi. “Sadece sizin için, Irene,” dedi, gözlerinde bir kararlılık vardı. “Burası senin için de güzelleşmeli.” Salondaki herkes gözlerini Zela’ya dikmişti. Bazı konukların gözleri, kıskançlıkla dolmuştu. “Aman Tanrım! Krallığın en güçlüsü burada mı?” diye söylenmeye başladılar. İçimde bir gurur dalgası yükseldi. Zela, tüm bu olumsuz bakışları görecek kadar güçlüydü. Havuç, Zela’nın yanına gelerek mırıldandı, “Ben de varım!” O an, içimdeki korkunun bir nebze azaldığını hissettim. Zela’nın gücü ve Havuç’un tatlı desteği, beni daha güçlü hissettiriyordu. Ama hâlâ kralın yanında olduğumuzu unutmamalıydım. Yüzümdeki gülümsemeyi kaybetmeden, derin bir nefes aldım. Kahvaltı boyunca konuşmalar, biraz daha keyifli bir hal aldı. Zela’nın yetenekleri, bazı konukları etkileyerek ortamdaki gerilimi azalttı. Krallığın farklı bölgelerinden gelen insanlar, Zela’nın gücünü kıskanıyor gibi görünseler de, aslında onun yeteneğini takdir ettikleri belli oluyordu. Kahvaltının ilerleyen dakikalarında, başta Kral olmak üzere, herkes tatlı tatlı sohbet ediyordu. Ben de arkadaşlarımla birlikte, yemeklerin tadını çıkarmaya devam ettim. Ancak içimdeki kaygılar tam olarak gitmemişti. Zihnimde, güçsüzlük hissiyle başa çıkmam gerektiği düşüncesi vardı. Are’nin verdiği güçleri nasıl kullanacağımı düşünürken, kahvaltıdan sonra benim için ne tür zorlukların beklediğini merak ediyordum. Kahvaltı sona erdiğinde, herkes yerinden kalkmaya başladı. Kral, benimle özel bir görüşme yapmak istediğini açıkladı. “Irene,” dedi, sesi kararlıydı. “Seninle yalnız konuşmam gerekiyor.” O an içimde bir ürperti hissettim. Beni neden çağırdığını bilmiyordum ama içimdeki korku bir kez daha belirmişti. Arkadaşlarımın endişeli bakışları, bu durumu daha da zor hale getiriyordu. Havuç ve Zela, yanımda kalmak için istekliydiler ama Kral, beni kendi yanına çağırmıştı. Bir adım geri attım, ama bir yandan da merakla Kral’ın yanına doğru yürüdüm. Gerçekten ne hakkında konuşmak istiyordu? Zihnimdeki tüm düşünceler bir araya gelmişti. Krallığın beni kabul edip etmeyeceği konusundaki belirsizlik, her geçen an daha da derinleşiyordu. Kral’ın yanına doğru yürürken, içimdeki kaygıyı dağıtmak için bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. O sırada Havuç, ayıcık mavi gözleriyle etrafa bakarak kendine güvenen bir duruş sergiliyordu. Birden yere doğru yuvarlanıp belinden döndü ve minik patilerini havaya kaldırarak yere düştü. “Beni, kralın en güçlü misafiri olarak görmüyor musunuz?” diye bağırdı. Havuç’un bu komik hareketi, aniden ortamı renklendirdi. Gülümsememe engel olamıyordum. Zela da kahkahasını tutamadı. “Sence kral, bir ayıcığın muazzam gücünü tanıyacak mı?” dedi Zela, Havuç’a bakarak. Havuç, hemen ayağa kalktı ve “Evet, kesinlikle! Ben sadece kucağında taşınmak için buradayım, ama bu arada Krallığı korumak için tüm güçlerimi kullanabilirim!” diyerek bir savaşçı gibi durdu. Gülüşmeler içinde, Kral da gülümsemeye başladı. O an, bu tuhaf atmosferin bana iyi geldiğini hissettim. Havuç’un neşesi, içimdeki gerginliği bir nebze olsun almıştı. Bu sırada Sam, kahvaltı masasına doğru geldi. Gözleri parlıyordu, sanki bu anı bekliyordu. “İrene!” diye bağırdı, yanımıza geldiğinde. “Havuç ve Zela’nın şovunu gördün mü? Ayı arkadaşın, sanırım Kralın koruma ordusunun başı olacak!” Sam’in sıcak tavrı ve şakalaşmaları, beni daha da rahatlatıyordu. Birlikte eski anılarımızı hatırlamaya başladık. “Hatırlıyor musun?” diye sordum, gülümseyerek. “O gün ormanda koşarken Havuç’ın seni düşürmesi!” Sam kahkahasını tutamayıp başını eğdi. “Evet! O gün hiç unutmam! Havuç birden kucağımda görünce neye uğradığımı şaşırmıştım! Tam düşecektim ki sen gelmiştin.” Havuç, durumu daha da komik hale getirerek, “Ben o zaman süper güçlerimle buradaydım! Ama düşmekten kaçınamadım, değil mi?” dedi. Gözleri parlayarak Zela’nın yanına döndü. “Ama sen, Zela, beni hep kurtardın! Bir gün yanına geldiğimde, o korkunç şimşek sesinden seni kurtarırken seni kucaklayıp kaçmam gerektiğini anladım!” Zela, gülümseyerek Havuç’a baktı. “O kadar da abartma, Havuç! Ben seni hep korudum ama sen de benim yanımda durdun!” Sam ve ben gülerek, Havuç’un tatlı şakalarına katıldık. Arkadaşlarımızla paylaştığımız anılar, her seferinde yeniden yaşanıyormuş gibi hissettiriyordu. İçimdeki kaygı bir nebze daha azalmıştı. Havuç, Zela ve Sam ile birlikte, bu anıların beni nasıl sarıp sarmaladığını ve dostluğumuzun ne kadar değerli olduğunu düşündüm. Birden, Havuç birden gülerek “Evet, evet! Bütün krallık, Kralın en iyi ayıcığını tanıyacak! Ama benim için en önemli olan, buradaki en güzel ve güçlü arkadaşımın yanında olmak!” dedi. Bu sözler, içimde bir sıcaklık hissettirirken, gözlerimin buğulandığını hissettim. Havuç’un ve arkadaşlarımın desteği, kendimi daha güçlü ve değerli hissettiriyordu. Bu sırada Kral, konuşma yapmak üzere yanımıza yaklaştı. “Eğer Hazırsanız, sıradaki etkinlik için hazırlanmaya başlayalım,” dedi. Arkadaşlarım ve ben, Kral’ın yanına doğru yürüdük ve onunla birlikte yeni maceralara doğru adım atmaya hazırlandık. O an düşündüm ki, ne olursa olsun, yanımda Havuç, Zela ve Sam olduğu sürece, her zorluğu aşabilirim. Güçsüzlüğümün üstesinden geleceğim ve bu macerada kendimi bulmaya çalışacağım. Arkadaşlık, her şeyin en güçlüsüydü. Sarayın bahçesine çıktığımızda, güneşin sıcak ışınları yüzüme vurdu. Arkadaşlarımla birlikte olduğum için biraz daha rahattım. Ancak bir süre sonra, Havuç ve Zela’nın başka bir yere gitmesiyle yalnız kaldım. Kafamda birçok düşünce dolanıyordu ve içimdeki kaygılar bir türlü azalmıyordu. Bir süre sonra, Anastasia’yı yanımda gördüm. Yanıma doğru yürüyordu, yüzünde tanıdık ama soğuk bir ifade vardı. Sanki beni bekliyormuş gibi, gözleriyle derin bir inceleme yapıyordu. “Irene, bir dakika benimle konuşabilir misin?” dedi, sesi soğuk ve sertti. Kendimi bir anda tedirgin hissettim. “Tabii, Anastasia,” dedim, ona doğru yürüyerek. İkimiz de bahçenin daha tenha bir köşesine doğru ilerledik. “Şu anda burada ne yapıyorsun?” diye sordu, gözleri parlayarak. “Burası bir krallık, senin gibi güçsüz birinin burada ne işi var?” Cümlesinin sonundaki alaycılık beni derinden etkiledi. Anastasia’nın daha önceki dostane tavırlarının yerini bu sertlik almıştı. “Ben... ben de buradayım çünkü senin yanında olmak istedim,” dedim, sesimdeki titremeyi kontrol etmeye çalışarak. “Hepimiz birlikteyiz. Havuç ve Zela da burada.” “Evet ama onlarla güçlü olamazsın,” dedi. “Senin hiç gücün yok. Bunu kabullenmelisin. Bütün krallık seni güçsüz olarak görecek.” Bu sözler yüreğime saplanan bir hançer gibi oldu. “Ama ben... ben de bir şeyler yapabilirim,” dedim, kendimi savunmaya çalışarak. “Havuç ve Zela benim yanımda, onlarla birlikteyken kendimi daha güçlü hissediyorum.” Anastasia, bu sözlerime sadece gülümseyerek tepki verdi. “Kendini güçlü hissetmekle güçlü olmak aynı şey değil, Irene. Bir gün bunu anlayacaksın. Ama belki de burada bir yere ait olmadığını artık kabullenmelisin.” Bütün bunlar, kafamdaki düşünceleri karıştırdı. “Neden böyle davranıyorsun, Anastasia? Biz dostuz, hatırlamıyor musun?” dedim, sesim kısılırken. “O dostluk dediğin şey, güçlü olanlar için geçerli,” dedi. “Eğer bir gün gerçekten güçlenmezsen, burada kimse seni hatırlamayacak. Gerçek dostluk, güçle ölçülür.” Gözlerimdeki yaşları tutmaya çalıştım, ama bu sözler içimde bir sarsıntıya neden olmuştu. “Anastasia, sen değiştin,” dedim, derin bir nefes alarak. “Beni desteklemeni beklerken, neden böyle davranıyorsun?” Anastasia, yüzünü bükerek başını çevirip uzaklaştı. “Hayat zor. Belki bir gün anlarsın,” dedi, arkasını dönerek. Gözlerimden yaşların süzüldüğünü hissettim. Havuç ve Zela’nın yanına dönmek istedim, ama bu sözler beni derinden yaralamıştı. Kendi başıma kalmak, içimdeki korkuları ve belirsizlikleri daha da derinleştiriyordu. Geri dönüp Havuç ve Zela’yı bulmak için hızlı adımlarla ilerledim. Arkadaşlarımın beni desteklediğini ve yanımda olduklarını bilmek, bu anı daha da hafifletiyordu. Ama Anastasia’nın sözleri hala kulaklarımda yankılanıyordu. Gerçekten güçsüz müydüm? Yoksa kendimi daha güçlü hissetmek için başka yollar bulmalı mıydım?
|
0% |