@hayalzago
|
Sabah gözlerimi açınca derin bir nefes alarak gerindim. Yatakta oturur pozisyona gelince Anastasi'ya baktım.
Yorganla birleşmiş gibi görününce kahkaha attım. Homurdanarak tekrar yatağın içinde kaybolunca kafamı sallayarak yataktan kalktım ve banyoya ilerledim.
Dolabın kapağını açıp bir siyah pantolon ve mavi t-shirt çıkardım. Üzerimi giyindikten sonra telefonu şarjdan çıkartıp saate baktım. 10:05. Baya erken kalmıştım. Boş boş beklemek yerine saçımı ikili balık sırtı ördüm. Daha fazla karnımın guruldamasına dayanamayarak kızılın üstüne atladım.
"Ah!" Diye bağırdıktan sonra refleksle yataktan aşağıya attı beni. Yerde şok içinde dururken kızılın sinirli sesini duyuldu.
"Ne yaptığını sorabilir miyim acaba Irene?"
"Kalk artık ya acıktım ben kahvaltı yapalım," derken ayağa kalktım. Elim direkt sızlayan kalçama gidince kaşlarımı çatarak baktım ona.
"Saat kaç?"
"Ondu en son."
"Saat on ve sen beni bu saatte mi kaldırıyorsun. Bırak beni sen kendin git kahvaltıya daha okul başlamadı bu kadar erken kalkma ne gerek var acaba."
Homurdanmasını umursamayarak kolunu tuttuğum gibi sarstım.
"Kalk ya erkenmiş erken falan değil bir kere. Bak kalkmazsan yüzüne su dökerim ve saçların kabarır."
Oflayarak yataktan kalktıktan sonra banyoya girdi. Bende o çıkana kadar odayı toparladım. Biraz sonra kapının açılması ile yatakta oturur pozisyona gelip telefonu kenara bıraktım. Aynanın karşısına geçmiş saçlarını sıkı bir at kuyruğu yaptı. Derin bir nefes alarak kıyafetlerine baktım.
Beyaz bir elbise giymişti. Omuz silkerek telefonun kılıfına para ve kartlarımı koyduktan sonra cebime kattım. Kapıyı açıp ilerlerken koluma giren kızılla etrafa bakarak konuştum.
"Yemekhane neredeydi hatırlıyorsun değil mi?"
Onaylayan mırıltılar çıkarınca sol tarafa dönüp merdivenlerden aşağıya indik. Aynı şatolara benziyordu. Merdivenleri indikten sonra dümdüz ilerlerken bir yandan da konuşuyorduk.
"Dersler ne zaman başlayarak sence?"
Boş bir masa bulup oturunca sormuştum. Bilmem dercesine omuzlarını silkti.
" Belki biraz beklerler sonra başlar dersler. Ay ama nasıl güzel olur Kim bilir. Düşünsene bir prensle tanışıyorsun ve birlikte oluyorsun," dedikten sonra yemeğine gömüldü. Bir anda masaya konulan tabakla yerimden sıçradım. Kafamı kaldırıp bakınca Bizim çocuklar olduğunu gördüm. Sam ve Acamas. Onlar da oturunca havadan sudan konuşmaya başladık.
" Kankalarım dersliklerimizin yazılı olduğu kağıdı odamıza göndermişler. Yemekten sonra bakalım eğer vaktimiz kalırsa da dışarı çıkalım bir etrafı gezelim."
"Olur ya tıkılıp kalacağız diye endişeleniyordum," dedim. Acamas'ın sessiz olmasıyla ona döndüm. Öylece durmuş yemeğine tırtıklıyordu.
" Hayırdır ne oldu? Durgunsun biraz."
Kafasını sallayıp biraz bekledikten sonra konuştu.
"Admate ile tartıştık da biraz onu düşünüyordum."
" Evet ben gelmeden önce her ne olduysa Admate sinirliydi,"dedi Sam ağzında yemek varken. Kızıl sinirle kafasına vurdu. Hiç hoşlanmıyorum ağzında yemekle konuşulmasını. Gülerek kafamı iki yana salladım. Bu az da olsa Acamas'ın moralini yerine getirmiş olsa gerek oda gülüyordu.
Elimi Acamas'ın omzuna koyup destek verircesine sıktım. "Merak etme, üstesinden gelirsiniz. Biz konuşuruz onunla sonra."
Minnet edercesine gülümsedi. " Sağol Irene."
"Ne demek vazifemiz."
Bilerek elimi çekip önüme döndüm. Yemekhanenin kapısına ilerledik.
Arkamı dönüp kızıla baktım bir yandan da geri geri yürüyordum.
" Kızıl biz direkt Admate'in yanına gidelim ve-" derken ayağım takıldı. Yere düşecekken tutulduğumu hissettim. Kafamı kaldırıp bakınca Kara gözlerle karşılaştım. Şaşkınlıkla ona bakarken ifadesizce beni izledi. Birkaç saniye sonra aklıma nasıl bir pozisyonda olduğum gelince kendime baktım. Bir ayağım uzanmış diğeri de kırılmış bir şekilde duruyordu. Hızla ayağa kalkıp ondan uzaklaştım. Ardından elimi uzattım.
"Merhaba tekrar karşılaştık. Biliyorum biraz tuhaf bir şekilde karşılaştık ne yapalım. Böyle olması gerekiyormuş." Elimi tutmadan öylece bana bakmaya devam etmesiyle sinirle gözlerimi kıstım.
"Ne kadar da öküzsün ya insan nezaketten de olsa elimi tutar."
"Tanımadığım sadece bir kere gördüğüm birisinin elini neden tutayım Ay Işığı?"
Konuşmasına sevinecekken sonda dediği şey ile kaşlarım çatıldı.
"Benim adım Ay Işığı değil. Irene."
"İlgilenmiyorum," dedikten sonra yanımdan geçip gitti. Ağzım açık bir şekilde arkasından bakakaldım.
"Az önce ne oldu?" Diye soran Sam'i duyunca kendime geldim. Ona dönüp konuştum.
" Hani okula gelmeden önce çeşmenin başında yanınızdan ayrıldım ya," derken biraz bekledim hatırlamasını umarak.
Kafasını sallayıp onayladı. "Heh işte orada dikkatimi çekmişti bende konuşmaya çalıştım ama böyle davranıyor işte. Ama ben onunla konuşmayı bilirim beklesin o."
Bir süre sessizlik oluştu. Hafifçe sırıttım.
Ellerimi birbirine sürterek ovuştururken tek kaşımı kaldırdım.
"Bir şey mi diyeceksiniz?" Diye sordum tehlikeli bir tonda. Gözlerim kısılmıştı kendiliğinden. Aynı mafya filmlerinde gibi hissediyordum kendimi. Kızılın elini kolumda hissedince yavaşça ona döndüm. Kafamı sallayarak konuşmasını belirttim.
“ Bizim bir şey dememize gerek kalmamış bence, sen ne dersek de o çocuğun yanına gideceksin. Ne diyelim,” dedikten sonra yürümeye başladı. “Hadi, Admate’in yanına gidelim.”
Onun peşinden giderken kendi kendime söylenmeye başladım. “Evet, belki giderim. Ama bu demek değil ki peşini bırakacağım.” Kızıl dönüp bana baktı ve gülümsedi.
“Tabii ki peşini bırakmayacaksın, Irene. Senin yapın bu.” Onun söyledikleri yüzümü hafifçe kızarttı ama inatla bakışlarımı yere çevirmedim.
Admate’in yanına vardığımızda odasının kapısını hafifçe tıklattım. Kapı açıldığında Admate’in yorgun ve biraz da sinirli yüzüyle karşılaştım. Onu böyle görmek içimi burktu ama gülümseyerek içeri girdim.
“Hey, konuşabilir miyiz?” dedim nazik bir ses tonuyla.
Admate, derin bir nefes alarak geri çekildi ve bizi içeri buyur etti. Sessizliği bozan ilk kişi Kızıl oldu.
“Admate, ne oldu? Neden böyle sinirlisin?” diye sordu endişeyle.
Admate gözlerini yere dikerek bir süre sustu, sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. “Sadece biraz sıkıntılı bir dönemden geçiyorum. Acamas ile olan tartışmam da tuz biber oldu.”
Onun bu içten açıklaması karşısında hafifçe gülümsedim ve elimi onun elinin üzerine koydum. “Merak etme, Admate. Biz buradayız. Her şey düzelecek.”
Admate, minnettarlıkla gülümsedi ve derin bir nefes daha alarak omuzlarındaki yükten biraz olsun kurtulmuş gibi göründü. “Teşekkür ederim, Irene. Gerçekten.”
Onun bu sözleri ile arkadaşlarımızın yanında olmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım. Hep birlikte güçlüydük ve birbirimize destek oluyorduk.
Anastasia saçlarını düzelterek bana döndü. “Hadi Irene, biraz hava alalım ve kampüsü keşfedelim.”
Gözlerimi kısıp gülümseyerek onayladım. “Harika fikir, biraz temiz hava iyi gelir.”
Hep birlikte kampüsün geniş bahçesine çıktık. Güneş ışığı ağaçların arasından süzülerek zeminde desenler oluşturuyordu. Derin bir nefes alarak havanın temizliğini içime çektim. Tam o sırada, uzakta Odeon’u ve yanında başka bir kızı fark ettim. Kızıl saçlı, zarif ama bir o kadar da itici bir tavrı olan bir kızdı.
Kızıl saçlı kız, Odeon’a yakın durarak sürekli bir şeyler anlatıyordu. Odeon ise gözlerini kısarak, kısmen ilgisiz bir şekilde dinliyordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı, ama bu sefer korkudan değil, karışık duygulardan dolayı. Odeon’u görmenin sevinci ve yanında başka bir kız olmasının yarattığı kıskançlık iç içe geçmişti.
Anastasia, bakışlarımı takip ederek durumu fark etti. “Hey Irene, o çocuk sana dün karşılaştığımız oğlan değil mi? Hani çeşmenin orada konuştuğun.”
Başımla onayladım. “Evet, Odeon. Sanırım Kral’ın oğlu.”
Anastasia merakla kaşlarını kaldırdı. “O zaman neden gidip tanışmıyorsun? Belki de bir daha böyle bir fırsatın olmaz.”
Derin bir nefes alarak kararlılıkla başımı salladım. “Haklısın. Hadi gidelim.”
Kızlarla birlikte Odeon’un olduğu yöne doğru ilerledik. Yaklaştıkça, Odeon’un dikkatini çekmeyi başardık. Gözlerini bize dikti ve kısa bir süre sonra yanındaki kızıl saçlı kızın konuşmasına ara vererek bize doğru döndü.
“Merhaba Odeon,” dedim, kendimden emin bir şekilde. “Ben Irene. Dün çeşmenin orada karşılaşmıştık.”
Odeon, beni süzerek hafif bir baş selamı verdi. “Evet, hatırlıyorum. Nasılsın?”
Yanındaki kızıl saçlı kız, rahatsız edici bir şekilde gözlerini devirdi ve beni baştan aşağı süzdü. “Kusura bakma Irene, ama Odeon meşgul,” dedi, alaycı bir sesle.
Odeon, kaşlarını çatarak kıza döndü. “Hayır, sorun değil,” dedi soğuk bir şekilde. “Irene ile konuşmak istiyorum.”
Kızıl saçlı kız, bu durumdan hiç memnun olmamış gibi göründü ama geri çekildi. “Peki, madem öyle,” dedi, tırnaklarını inceleyerek.
Odeon, bana doğru bir adım attı ama gülümsemedi. “Burada neler yapıyorsun, Irene?”
“Yeni yerleri keşfetmeyi seviyorum,” dedim içtenlikle. “Bu kampüs de oldukça etkileyici.”
Odeon, başını sallayarak çevresine baktı. “Evet, gerçekten öyle. Başka bir şey var mıydı?”
Soğuk tavrı beni şaşırtmıştı. “Şey, sadece merhaba demek istemiştim,” dedim biraz çekingen bir şekilde.
Odeon, gözlerini yeniden kızıl saçlı kıza çevirdi. “Şimdi gitmem gerek,” dedi kısaca. “Görüşürüz.”
Odeon, kızıl saçlı kıza dönerken ben de arkamı dönüp kızlarla birlikte yürümeye başladım. Anastasia, yanımda gülümseyerek yürüyordu. “Bak işte, hiç de fena gitmedi. Belki de yeni bir arkadaş edinmişsindir.”
“Umarım öyle olur,” dedim, içimdeki hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak. Odeon’un soğuk tavrının sebebini anlayamamıştım.
Karşıdan gelen Sam’i görünce gülerek ona doğru koştum. Karşı karşıya geldiğimizde ilk önce sağ elini tuttum, sonra sol elini tuttum ve kendime çekerek sarıldım. Bu bizim selamlaşma şekliydi. O da gülerek bana sarıldı, ardından geri çekilip yüzüme baktı.
“"Ooo, kaçak nerelerdeydin sen bakayım?" derken tek kaşımı kaldırmış, bir elimi belime yerleştirmiştim.
"Nereden olacak, yemekhaneden," derken sesini biraz düşürüp konuşmaya devam etti. "Biliyor musun, buranın yemekleri gerçekten harika."
Gözlerimi devirerek gülümsedim. "Sadece yemekler mi harika, yoksa başka bir şeyler mi var?"
Sam, yanaklarını hafifçe kızartarak gülümsedi. "Yemekler... ve belki yeni arkadaşlar."
“Yeni arkadaşlar ha?" dedim, kısık bir sesle. "Kızıl saçlı biri olabilir mi?"
Sam, gülerek omuz silkti. "Belki de. Ama şimdi bunları boş ver. Benimle acilen gelmelisin, birlikte yememiz gereken şeyler var."
Merakla ona baktım. "Ne gibi şeyler?"
"Gel de gör," dedi, gülümseyerek kolumdan tuttu ve beni peşinden sürüklemeye başladı.
Sam'le birlikte yemekhaneye doğru yürürken, Akademi'nin büyüleyici atmosferini bir kez daha fark ettim. Duvarlardaki büyülü ışıklar ve yüksek tavanların arasında yankılanan adımlarımız, bana buranın ne kadar özel bir yer olduğunu hatırlattı.
Yemekhaneye vardığımızda, masalarda çeşitli yiyecekler vardı. Sam, beni bir masaya yönlendirdi ve önümüzdeki tabakları işaret etti. "Bak, bu tatlıları denemelisin," dedi, heyecanla. "Özellikle de şu kırmızı meyveli olanı."
"Tamam, deneyelim," dedim, gülümseyerek. Birlikte oturup tabaklarımızı doldurduk ve tatlıları tatmaya başladık. Gerçekten de Sam haklıydı; yemekler harikaydı.
Yemek yerken, Sam'le okul hakkında konuşmaya devam ettik. Akademi'nin gizemli köşeleri ve keşfedilecek sayısız sırları vardı. İkimiz de bu yeni maceraya atılmak için sabırsızlanıyorduk.
"Yemekten sonra ne yapalım?" diye sordu Sam, bir lokma daha aldıktan sonra.
"Admate ve Acamas'ı bulup barışmalarına yardımcı olabiliriz," dedim, ciddi bir ifadeyle. "Onları böyle gergin görmek hoşuma gitmiyor."
"Kesinlikle," dedi Sam, başını sallayarak. "Hadi, yemeğimizi bitirelim ve onları bulalım."
Yemeğimizi bitirdikten sonra, Admate ve Acamas'ı aramaya başladık. Sonunda, okulun avlusunda birbirlerine sırtlarını dönmüş bir halde bulduk.
"Hey, ne yapıyorsunuz?" diye sordu Sam, dikkatlerini çekmek için. "Biraz konuşmak istemez misiniz?"
Admate, derin bir nefes alarak döndü ve Acamas’a baktı. "Belki de konuşmalıyız," dedi, gözlerinde bir parıltı.
Acamas, başını sallayarak onayladı. "Evet, sanırım haklısın."
Biz, Sam'le birlikte onları biraz yalnız bırakmak için geri çekildik. Tabi bu geri çekilme tamda geri çekilme sayılmazdı.
"Sam! Biraz daha bastırırsan ben de seni pestil yaparım!”
“Ah, kızım bir dur!”
“Asıl sen dur," derken bir yandan da kolumla onu itekliyordum.
"Sağ böbreğim gitti, gitti gitti," diyerek tavuk gibi gıdıklamaya başladı.Şok içinde ona bakınca eliyle sol tarafını tuttuğunu gördüm.
"Sam, ciddi misin? İyi misin?" diye sordum, endişeyle ona bakarak.
Sam gülerek başını salladı. "Yok yok, iyiyim. Sadece seni biraz kızdırmak istedim," dedi, göz kırparak
"Ah, seni... neyse," dedikten sonra Acamas ve Admate’e baktım. İkisinin konuşması bitmiş, bizi izlemekle meşguldüler.
"Ne oldu, siz de mi eğlenmek istiyorsunuz?" diye sordum, onlara gülümseyerek.
Acamas hafifçe gülerek başını salladı. "Biz sadece sizi izliyorduk. Sizi böyle görmek iyi geldi."
Admate de aynı şekilde gülümseyerek onayladı. "Evet, gerçekten. Irene, Sam, ikinizin enerjisi çok güzel."
"Ne demek vazifemiz," dedim, Sam’le göz göze gelerek. "Ama şimdi ciddi olma zamanı. Hep birlikte bir şeyler yapalım mı?"
"Ne yapmayı öneriyorsun?" diye sordu Sam, merakla bana bakarak.
"Etrafta keşfedilecek çok şey var. Akademi’nin gizemlerini keşfetmeye devam edelim. Belki de yeni bir macera bizi bekliyordur," dedim, heyecanla.
"Harika fikir," dedi Acamas, gözlerinde yeniden heyecanla. "Hadi, nereden başlayalım?"
Admate de onaylayarak, "Belki de kütüphaneye gitmeliyiz. Orada gizli geçitler olduğu söylentileri var," diye ekledi.
Hep birlikte gülümseyerek, Akademi’nin gizemlerini keşfetmeye hazırdık. Yeni maceralara atılmak için büyük bir heyecanla yola çıktık, her adımda dostluğumuz daha da güçleniyordu.
Merdivenlerden indikten sonra geniş koridorlarda ilerlerken Acamas, Anastasia, Admate, Sam ve ben etrafa dikkatlice bakıyorduk. Kütüphanenin büyük kapısına ulaştığımızda heyecanla içeri girdik. İçerisi, raflarla dolu kitaplar ve eski el yazmalarıyla doluydu. Her köşede bir hazine gizli gibiydi.
“Şu kitaplara bakın! Ne kadar da eski ve büyüleyici görünüyorlar,” dedi Anastasia, bir rafın önünde durarak.
Admate, “Evet, ama bizim başka bir işimiz var. Gizli bir şeyler bulmak,” diyerek rafların arkasını araştırmaya başladı.
Ben de onlara katılarak kitap raflarının arasında dolaştım. Bir süre sonra duvardaki bir çıkıntıyı fark ettim. Elimle çıkıntıya dokununca bir mekanizma tıklayarak çalıştı ve bir duvar paneli hafifçe açıldı.
“Burada bir şey buldum!” diye seslendim. Acamas, Anastasia, Admate ve Sam yanıma gelerek duvarın arkasındaki gizli geçidi incelediler.
“Hadi bakalım, nereye gidiyor,” dedi Anastasia heyecanla.
Geçitten içeri girdik ve dar bir koridordan geçtik. Birkaç adım attıktan sonra karşımıza küçük bir oda çıktı. Oda tozlu ve terk edilmiş gibi görünüyordu, ama aynı zamanda çok gizemliydi.
“Burası harika! Burayı temizlersek kendimize ait gizli bir sığınak yapabiliriz,” dedim.
Sam, “Evet, güzel bir fikir. Hadi o zaman, işe koyulalım,” diyerek ellerini ovuşturdu.
Hep birlikte odayı temizlemeye başladık. Tozları silip eski eşyaları düzenledik. Duvarları süpürdük ve yere yeni bir halı serdik. Raflara kitaplar ve süs eşyaları yerleştirdik. Birkaç saat içinde oda çok daha davetkar ve sıcak bir hale geldi.
Sam, elinde bir raf tutarken dengesini kaybedip düştü. “Ah, gitti sağ böbreğim!” diyerek şaka yollu sızlandı. Hepimiz gülmeye başladık, ama Sam’in toparlanmasıyla işler tekrar yoluna girdi.
“Ne zaman son bulacak senin bu sakarlıkların acaba?” diyerek yardıma gidiyordum ki yere düşürdüğü eşyalara takılarak düştüm. Elim direkt sızlayan kalçama gidince yüzünü buruşturup ayağa kalktım zorla.
Anastasia, “Bu gerçekten de bizim gizli sığınağımız oldu. Burada her şeyi konuşabiliriz, çalışabiliriz ve dinlenebiliriz,” dedi, gururla etrafına bakarak.
Admate, “Kesinlikle. Burası sadece bize ait olacak,” diye ekledi.
Acamas, “Şimdi buraya biraz yiyecek ve içecek getirelim. Burayı daha da yaşanabilir hale getirelim,” diyerek odayı gözden geçirdi.
Gizli geçitten geri dönüp kütüphaneden çıkmadan önce ihtiyaçlarımızı topladık ve yeni sığınağımıza geri döndük. Birkaç saat içinde, gizli oda tam anlamıyla bizim ikinci evimiz olmuştu. Sıcak bir ortam, rahat koltuklar ve gerekli her şeyle donatılmıştı. Artık akademide kendi gizli dünyamızı yaratmıştık.
“Peki, burayı nasıl güvende tutacağız? Profesörler burayı keşfederse ne yaparız?” diye sordum, aklıma gelen olası sorunları düşünerek. Elim hâlâ sızlayan kalçama gidiyordu.
Acamas, “Gizli geçidi kapatırken bir büyü yapabiliriz. Sadece bizim açabileceğimiz bir tılsım. Bu şekilde kimse burayı bulamaz,” dedi.
Admate, “Evet, bu harika bir fikir. Ayrıca, burayı sık sık kullanmamalıyız. Dikkat çekmemek için ara sıra gelip gitmeliyiz,” diye ekledi.
Anastasia, “Ve eğer biri buraya yaklaşırsa, her zaman tetikte olmalıyız. Birkaç koruyucu büyü de ekleyebiliriz,” dedi, odanın etrafına bakarak.
Sam, “Tamam, bu konuda anlaştık. Şimdi gelin, bu sığınağı daha da güzelleştirelim,” diyerek elindeki malzemeleri yerleştirmeye devam etti.
Bir süre sonra, gizli sığınağımız tamamen hazır hale geldi. Burada güvenli ve rahat bir ortam oluşturduk. Artık burası bizim küçük, gizli dünyamızdı ve onu korumak için elimizden geleni yapacaktık.
|
0% |