Yeni Üyelik
25.
Bölüm

23. Bölüm

@hayalzago

Acı çekmenin nasıl bir his olduğunu bilenler başkalarına karşı nazik olmamız gerektiğini de bilir.

-Jiraiya.

Kahvaltı sırasında her şey içimde patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Kral, diğerlerine nazik bir şekilde gülümsüyor, samimi bir sohbet sürdürüyordu. Ama bana dönüp baktığında gözlerinde küçümseyici bir ifade vardı. Kalbim sızladı. Beni burada istemediklerini o kadar net bir şekilde hissediyordum ki, boğazım düğümlendi. Zihnimde yankılanan o fısıltılar... “Yetersizsin… Değersizsin…” Kendimi zor tutuyordum.

Kolyenin ağırlığı boynumda daha da arttı. Sanki beni sıkıyor, her nefesimi kesiyordu. Onlardan uzaklaşmak, kaçmak istiyordum. Ama nereye? Sarayın her köşesi soğuk, her yüz ifadesi sertti. Gözlerimi masadakilerden kaçırmaya çalıştım, ama ne zaman birisi bana baksam sanki içimde bir şey kırılıyordu.

Başımı kaldırdığımda, Odeon’un bana baktığını fark ettim. Yüzündeki endişe o kadar gerçekti ki, kalbime hafif bir dokunuş oldu. O benim yanımdaydı. Ama bu saray, bu insanlar… Hepsi beni yok sayıyorlardı. İçimdeki öfke büyümeye başladı. “Beni istemediniz,” diye düşündüm. “Bana zarar verdiniz.”

Elleri sıkılı halde, gözlerim hafifçe yaşardı. Kolye zihnime fısıldamaya devam etti: “Zayıfsın, Irene. Onlara karşı koyamazsın.”

Odeon yerinden kalktı ve bana yaklaştı. “Buradan gitmeliyiz,” dedi, sesi yumuşaktı ama kararlıydı. O an bir anlığına kolyenin etkisi hafifledi. Birkaç kişi bize bakıyordu, ama umursamadım. Odeon, elimi tuttu. Sanki sadece onun dokunuşu beni burada tutan tek şeydi. Bu yerde daha fazla kalmak istemiyordum. Tek bir kelime bile etmeden onunla birlikte saraydan uzaklaşmaya başladık.

Zihnimdeki fısıltılar hâlâ yankılanıyordu, ama Odeon’un yanında olmak, içimdeki karanlığı biraz olsun hafifletiyordu.

Odeon, elimi tuttu ve beni hızla saraydan uzaklaştırdı. Zihnim hala o lanet kolyenin etkisindeydi, ama onun yanında olmak içimdeki karanlığı bir nebze de olsa hafifletiyordu. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama o an umursamıyordum da. Tek istediğim, onunla birlikte olmak, her şeyden uzaklaşmaktı.

Odeon, elimi tuttu ve beni hızla saraydan uzaklaştırdı. Zihnim hala o lanet kolyenin etkisindeydi, ama onun yanında olmak içimdeki karanlığı bir nebze de olsa hafifletiyordu. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama o an umursamıyordum da. Tek istediğim, onunla birlikte olmak, her şeyden uzaklaşmaktı.

Ormanın derinliklerine doğru yürüdük. Ağaçların arasında, sık yaprakların gölgesinde bir kulübe görünüyordu. Sessizdi, sakindi… tam ihtiyacım olan şey. İçeri girdiğimizde, küçük ama sıcak bir ortamla karşılaştım. Gözlerim, etraftaki basit eşyaları tararken, Odeon’un varlığı her şeyden daha önemliydi.

Oturduğumda, nefesim hala düzensizdi. Olanları sindirmek için zamana ihtiyacım vardı. Odeon, yanımda oturdu ve elini omzuma koyarak beni biraz daha kendisine çekti. İçimdeki tüm karmaşaya rağmen, onun yanında olmak tuhaf bir şekilde huzur veriyordu. Kolye yüzünden zihnim bulandı, ama Odeon her şeyi unutturacak güce sahipti.

“İyi misin?” diye sordu yumuşak bir sesle. Gözlerimdeki boşluğu fark etmiş olmalıydı.

Başımı yavaşça salladım. “Bilmiyorum,” diye itiraf ettim. “Her şey çok zor geliyor. Sanki kontrolümü kaybediyorum.

Odeon, yüzümü ellerinin arasına aldı. “Bu hissettiğin, sen değilsin, Irene. Seni kaybetmeyeceğim. O kolyenin seni bu hale getirdiğini biliyorum. Ama biz bunun üstesinden geleceğiz. Ben her zaman senin yanındayım.”

Kalbim, onun bu sözleriyle biraz daha yumuşadı. Bir anlık bir rahatlama hissettim. Onun derin, koyu gözlerine baktım. Orada, bütün dünya dursa bile güvende olduğumu hissediyordum. “Teşekkür ederim,” dedim, fısıldar gibi. Onun yanımda olmasına ihtiyacım vardı.

Aramızdaki mesafe yok oldu. Başımı onun göğsüne yasladım ve kalp atışlarını duydum. Bu beni sakinleştiriyordu. Her şeyden, krallıklardan, kolyeden ve fısıltılardan uzaklaşmak istiyordum. Sadece onunla burada, bu kulübede, bütün dünyanın gürültüsünden kaçmak.

Odeon, saçlarımı okşadı. “Her şey yoluna girecek. Buna izin vermeyeceğim, Irene. Sen benim en değerlimsin.”

Onun yanında, zaman durmuş gibiydi. İçimdeki tüm şüpheler ve korkular yavaş yavaş uzaklaştı. Sadece onunla olmak, her şeyden daha önemliydi.

Odeon’un göğsüne yaslanmış halde dururken, kalbinin ritmi benim içimdeki kaosu yatıştırıyordu. Kolları beni sarmıştı, güvenli bir liman gibiydi. Gözlerimi kapattım, bir anlığına her şeyi unutmak istedim. Ne kolyenin fısıltıları ne de yaşadığımız zorluklar... Sadece onunla bu anın içinde kalmak istiyordum.

Odeon, parmaklarıyla saçlarımı nazikçe okşarken, “Sana bu dünyada zarar vermelerine asla izin vermeyeceğim,” dedi. Sesindeki kararlılık bana cesaret veriyordu. Ama içimde hala derin bir kuşku vardı. Kolyeyi her taktığımda zihnimde yankılanan o sesler… beni yetersiz hissettiren o korkunç fısıltılar... Korkuyordum. Ya gerçekten yeterli değilsem? Ya fısıltılar haklıysa?

“Odeon…” dedim, sesim titriyordu. “Bazen… bazen sanki kontrolümü tamamen kaybediyormuşum gibi hissediyorum. O fısıltılar, beni tüketiyor. Ya… ya gerçekten yetersizsem?”

Odeon, yüzümü elleriyle kavradı ve gözlerimin içine baktı. “Sakın böyle düşünme,” dedi, sesi güçlü ama bir o kadar da şefkatliydi. “Senin ne kadar güçlü olduğunu bilmiyorsun, Irene. Senin yanında olmaktan başka hiçbir şey istemiyorum. Ama o lanet kolye seni etkiliyor, seni manipüle ediyor.”

Bir an sessizlik oldu. Sözleri içimde yankılandı. Odeon’un dediği gibi, o kolyenin beni etkilediğini biliyordum, ama bu fısıltılardan nasıl kurtulabilirdim? Kolye çıkarıldığında yaşadığım rahatlamayı anımsıyordum, ama yine de ona tamamen güvenemezdim.

“Onu kırmamı söylemiştin,” dedim sessizce. “Ama Are izin vermedi. Nedenini hala bilmiyorum. Ya kırarsam daha kötü olursa?”

Odeon, derin bir nefes aldı ve başını yavaşça salladı. “Are’nin bir bildiği olmalı. Güçlerini kontrol etmeye başlamışken, dikkatli olmalıyız. Ama ben sana güveniyorum. Kolyenin etkisinden kurtulmanın bir yolunu bulacağız.”

Bir süre sessiz kaldık, sadece birbirimizin varlığına tutunarak. Dışarıda rüzgarın hafif hışırtısı, kulübenin içinde yankılanıyordu. Bu an, belki de tüm karmaşanın içinde bulabildiğim tek huzur anıydı.

“Buradan gitmek istemiyorum,” dedim sonunda. “Sadece… seninle olmak istiyorum.”

Odeon, dudaklarıyla alnıma hafif bir öpücük kondurdu. “Ben de,” dedi yumuşak bir sesle. “Ama ne olursa olsun, birlikte olacağız. Kimse bizi ayıramayacak.”

Onun bu sözleri, içimde bir umut ışığı yaktı. Her şey ne kadar zor olursa olsun, Odeon benimleydi. Sırtımı ona yaslamışken, gelecek için bir parça daha cesaret bulmuştum.

Odeon, sessizliğin içinde birden gülümseyerek yüzüme baktı. “Bu kadar ciddiyet yeter, Irene,” dedi. “Bu akşam sadece anın tadını çıkaralım. Artık bu konuları düşünmeyi bırakalım. Gel, sana mutfakta bir şeyler hazırlamayı öğreteyim.”

Odeon’un bir anda ciddiyeti bırakıp rahat bir tavra bürünmesi beni şaşırtmıştı, ama hoşuma gitmişti. Gözlerindeki o neşeli bakış, içinde bulunduğumuz kaosu bir an olsun unutturdu. Yavaşça elimi tuttu ve beni ayağa kaldırdı. “Mutfağa gitmek için can atıyor gibisin,” diye hafif bir alayla ekledi.

“Mutfağa mı? Ciddi misin?” dedim gülerek. “Yemek yapmakta hiç iyi değilim.”

Odeon kahkaha attı. “O zaman mükemmel bir ikili olacağız. Ben de o kadar iyi değilim ama deneyebiliriz, değil mi?”

Kulübenin mütevazı mutfağına adım attığımızda, her şeyin eski ve rustik olduğunu fark ettim. Ahşap dolaplar, yılların izini taşıyan eski bir ocak ve küçük bir masa… Her şey sade ama sıcak bir atmosfer yayıyordu.

“Ne yapacağız peki?” diye sordum, mutfaktaki malzemelere bakarken.

“Bir pasta yapalım,” dedi Odeon, dolapları karıştırarak. “Zor değil, hem eğlenceli olur.”

“Pastayı hiç bu kadar basit anlatan biriyle tanışmamıştım,” dedim alaycı bir sesle.

Odeon gülümseyerek bir kase çıkardı ve eline yumurtaları aldı. “Basit! Sadece yumurta kır, un ekle, karıştır. Nasıl zor olabilir ki?”

“İzleyip göreceğiz,” diye cevap verdim, kollarımı kavuşturup ona bakarak.

Odeon büyük bir güvenle yumurtayı kırmak için tezgaha vurdu, ama o kadar sert vurdu ki yumurta elinden kayarak yere düştü ve paramparça oldu. Gözlerim büyüyerek ona baktım ve kahkahamı tutamadım. “Gerçekten de hiç zor değilmiş!”

Odeon hafif utanmış bir gülümsemeyle yere eğilip yumurtayı temizlemeye başladı. “Tamam, bir hata olabilir, ama diğer yumurtalar daha şanslı olacak,” dedi, gözlerini devirmeden önce.

Bu sefer ben kaseyi elime aldım ve un eklemek için kaşığı doldurdum. “Tamam, un eklemek bende,” dedim. Unu eklerken göz kararı dökmeye başladım ama bir an durduğumda, kasenin neredeyse yarısının unla dolduğunu fark ettim.

Odeon bu kez kahkahaya boğuldu. “İçine girip yüzmeye mi çalışacağız? Bu kadar çok unla hamur yapmayı mı düşünüyorsun?”

Yüzüm kızardı, ama ben de gülmeye başladım. “Tamam, tamam. Belki biraz fazla oldu ama... kim pastasının bol unlu olmasını istemez ki?”

İkimiz de kontrolü kaybetmiş bir halde mutfakta gülüyorduk. Etrafta un tozu uçuşuyor, yerlerde kırık yumurta parçaları vardı. Mutfağı mahvettiğimizi kabul etmek gerekirdi, ama hiç bu kadar eğlenmemiştim. Odeon tezgahın kenarına yaslanmış, kahkahasını bastıramıyordu.

“Sanırım pastayı beceremedik,” dedim nefes nefese.

“Kimse bu kadar beceriksiz olabileceğimizi düşünmezdi,” dedi Odeon, gözlerinde hala bir neşe pırıltısıyla. “Ama en azından eğlenceli oldu.”

Bir an durup onu izledim. Yüzündeki samimi gülümseme, içimde bir sıcaklık yaydı. “Odeon,” dedim usulca, “Bana böylesine basit ama güzel anlar yaşattığın için teşekkür ederim. Hayat çok karmaşık ama seninle her şey daha kolay geliyor.”

Odeon bana döndü ve ciddi bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. “Her şeyin bu kadar karışık olduğu bir dünyada, sana huzur vermek istiyorum, Irene. Bu yüzden buradayım.”

İçimde bir huzurla ona gülümsedim. “Seninle burada, bu anın içinde olmak gerçekten çok değerli. Belki de bu karmakarışık dünyada ihtiyacımız olan tek şey biraz un, kırık bir yumurta ve bolca kahkaha.”

Odeon, fırına koyduğumuz pastayı dikkatlice izlerken mutfağa yayılan tatlı koku ikimizi de mest etmişti. Etraf darmadağın olmuştu, ama bu da işin eğlencesiydi. “Bir şekilde pişiyor,” dedi Odeon, gülerek fırının kapağını açıp pastayı kontrol ederken. “Bu kadarı bile başarı sayılır.”

Ben de masanın üstünde duran sos malzemelerine doğru eğildim. “Tamam, şimdi sosu hazırlayalım,” dedim. “En azından bunu düzgün yapabiliriz, değil mi?”

Odeon omzunu silkti. “Denemeye değer.”

Malzemeleri karıştırmaya başladım, kremsi bir sos ortaya çıktı. Sonra kaşığı daldırıp biraz tadına bakmak için ağzıma götürdüm. Hafif bir lezzet, tatlı ama dengeli. “Fena değil,” dedim. Fakat fark etmediğim bir şey vardı—biraz sos dudağımın kenarında kalmıştı.

Odeon gözlerini bana dikti, yüzünde hafif bir gülümsemeyle yaklaştı. “Birazcık... şey...” diye mırıldandı, eliyle dudağımı işaret ederek.

“Ne oldu?” diye sordum, kaşığı bırakırken. Odeon hiçbir şey demeden elini kaldırdı, ama sonra ansızın yüzüme yaklaşıp, dudağımın kenarındaki sosu yumuşak bir öpücükle temizledi.

Birkaç saniyeliğine dünya durdu sanki. Kalbim bir anlığına hızla çarpmaya başladı, gözlerim ona kilitlenmişti. Öpücüğün sıcaklığı, hissettiğim her şeyi daha da derinleştirdi.

Odeon, geri çekilirken yüzünde hafif bir sırıtma vardı. “Sosun tadı gerçekten fena değilmiş,” dedi, hafifçe göz kırparak.

Ben ise şaşkınlığımı gizleyemedim, yüzümde bir kızarma hissettim. “Gerçekten mi?” dedim, gülmeye çalışarak. “Bu... oldukça beklenmedikti.”

“Ne, biraz sos temizlemek mi?” dedi alaycı bir sesle. “Seninle pasta yapmanın en eğlenceli yanı bu olabilir.”

Ona hafif bir yumruk attım ama ikimiz de artık çoktan eğlenmeye başlamıştık.

Odeon gülümseyerek yana çekildi, fırının kapağını kapatırken, “Tamam, pastamız neredeyse hazır. Ama bu sosu da bitirmemiz gerekiyor.”

Elimi yüzüme götürüp hala kızarmış yanaklarımı hafifçe okşadım. “Haklısın, sosu bitirelim,” dedim, toparlanarak. Duygularım bir anlığına karmaşaya düşmüş olsa da, birlikte geçirdiğimiz bu anın hafifliği, biraz olsun içimi rahatlattı.

Sosun geri kalanını dikkatlice karıştırıp, hazır hale getirdikten sonra, Odeon fırındaki pastayı çıkardı. “Mükemmel!” dedi, pastayı tezgaha koyarken. “Tam kıvamında pişmiş.”

Ben de sosu hazırlayıp üzerine dökmeye başladım. Fakat o sırada elim kaydı ve bir anlık dikkatsizlikle sosun büyük bir kısmını pastanın ortasına boca ettim. Sos, kenarlardan akarken ikimiz de bir an sessiz kaldık. Odeon, gülmemek için kendini zor tutarak bana bakıyordu. Sonunda dayanamayarak kıkırdadı. “Ah Irene... Sanırım biraz fazla cömert davrandın.”

Gözlerimi devirdim. “Böyle daha iyi olacak, göreceksin,” dedim, kendimi savunarak.

Odeon kaşlarını kaldırdı. “Pekala, görelim bakalım.”

Pastanın üzerine fazlaca sos dökülse de ikimiz de pek umursamadık. Pastanın tadına baktıkça, bütün o komiklikler geride kaldı, çünkü sonuç her şeye rağmen lezizdi. Odeon, bir dilim alıp ağzına atarken, “Bu kesinlikle harika oldu,” diye mırıldandı.

Gülümsedim, kendimi biraz rahatlamış hissettim. “Evet, aslında fena olmadı,” dedim, bir dilim de ben alırken.

Mutfağın etrafındaki dağınıklığa rağmen, o an ikimizin arasında oluşan sıcaklık her şeyi daha özel kılıyordu. Odeon’la paylaştığım bu anlar, yaşadığımız her türlü zorluğa rağmen, birbirimizi bulmanın en değerli yanlarını hatırlatıyordu.

Odeon, mutfaktaki pastayı bitirdikten sonra “Şimdi biraz dinlenelim,” dedi, gülümseyerek. “Şömineyi yakıp, biraz sıcaklık alalım.”

Ellerini ovuşturup mutfaktan çıkarken, ben de onu takip ettim. Kulübenin oturma alanına geçtiğimizde, şöminenin köşesi soğuk görünüyordu. Odeon hemen odunları düzenleyip ateşi yakmaya başladı. Çakmak taşıyla kıvılcımlar yaratırken, birkaç denemeden sonra nihayet ateşi alevlendirmeyi başardı. Kıvılcımlar havada dans ederken, sıcak alevler odayı aydınlattı ve içimi ısıttı.

“Ah, işte böyle,” dedi Odeon, ateşin dansını izlerken. “Burası şimdi çok daha samimi oldu.”

Şöminenin önündeki yumuşak halıya oturdum, Odeon da yanıma çömeldi. Alevlerin sıcaklığı, soğuk hava ile güzel bir tezat oluşturuyordu. O an, yavaşça başımı geriye doğru yaslayıp, gözlerimi kapattım.

“Oda çok güzel görünüyor,” dedim, içimden geçirdiğim hislerle. “Her şey tam yerinde.”

Odeon yanımda gülümseyerek, “Sadece şömine değil, seninle burada olmak da çok güzel,” dedi. O an, kalbimdeki sıcaklık bir kat daha arttı.

Gözlerimi açıp ona baktım. “Seninle her an daha anlamlı,” dedim, sesimdeki samimiyetle.

Bir süre sessiz kaldık, alevlerin dansını izleyerek. Sonra Odeon, “Ne yapmayı düşünüyorsun? Sadece burada oturmakla kalmayalım, bir şeyler daha yapalım mı?” diye sordu.

Biraz düşündüm, ama sonra gülerek, “Bilmiyorum, belki sadece bu anın tadını çıkaralım. Sıcak bir çay ya da kahve yapalım mı?” dedim.

Odeon başını salladı. “Harika bir fikir! Ben çayı hazırlayayım, sen burada şömineyi koru.”

“Tamam, ama çok dikkat et!” dedim, şakacı bir sesle. “Yoksa bir şekilde daha fazla dağınıklık yaratabilirsin.”

O, gülerek mutfaka doğru yürüdü. Ben ise şöminenin sıcaklığıyla baş başa kaldım, alevlerin sesi huzur vericiydi. Odeon’un sesi mutfaktan gelirken, içimden “Her şey yolunda gidiyor” diye düşündüm.

Odeon, mutfakta çayını hazırlarken, ben de şöminenin önünde oturmanın keyfini çıkarıyordum. Alevlerin dansı ve odanın sıcaklığı, ruhumu rahatlatıyordu. Birkaç dakika sonra Odeon, elinde sıcak çayla geri döndü.

“İşte, sıcacık çayın!” dedi gülümseyerek. Bardağını dikkatlice koyarken, gözlerim çaydanlığın buharı arasında kaybolmuştu.

“Teşekkür ederim,” dedim, çayı elime alıp yudumlamaya başladım. “Bu gerçekten harika oldu.”

Odeon da yanımda oturdu, çayını alarak benimle birlikte keyifle içti. Sessiz bir an içinde birbirimize bakarak gülümsedik. O an, gözlerinde bana duyduğu sıcaklık ve güveni gördüm; bu, beni daha da çok mutlu etti.

“Biliyor musun?” dedi Odeon, sesinde tatlı bir ciddiyetle. “Buranın huzuru ve seninle geçirdiğim zaman benim için çok kıymetli.”

Gözlerimi onun gözlerine dikerken, kalbimin hızlandığını hissettim. “Benim için de öyle,” dedim. “Seninle burada olmak, her şeyin ötesinde.”

Odeon, çay bardağını kenara bıraktı ve hafifçe yanımda eğildi. “Bu geceyi birlikte geçirmek harika,” dedi, sesi fısıldar gibi tatlıydı.

Alevlerin önündeki sıcaklık, vücudumda bir dalga gibi yayıldı. Odeon’un yüzüne daha da yaklaşarak, parmaklarımın onun yanaklarına değmesine izin verdim. Gözlerimiz kilitlendi ve o an her şey sessizleşti.

Birbirimize yavaşça yaklaşırken, dudaklarımız buluştu. Odeon’un dokunuşu, içimi ısıtan bir ateş gibi hissettiriyordu. O an, tüm kaygılarım ve korkularım yok oldu; sadece onun yanında olmanın verdiği huzur vardı.

Öpüşümüz yavaş ve derindi; sanki zaman durmuştu. Odeon, elleriyle belimden kavrayarak beni daha da yakına çekti. O an, her şeyin doğru olduğu hissine kapıldım.

Bir süre böyle kaldık, gözlerimizi kapatıp sadece birbirimizi hissettik. Ardından, öpüşmeyi sonlandırdığımızda, Odeon’un gözlerinde parlayan ışığı gördüm.

“Gerçekten çok güzel bir gece,” dedi Odeon, hafif gülümseyerek. “Ama belki biraz dinlenmeliyiz.”

“Evet,” dedim, ruhumun hafiflediğini hissederek. “İyi bir uyku hepimize iyi gelecek.”

Odeon, benimle birlikte uyumak için hazırlanmaya başladı. Şöminenin sıcaklığı, yavaşça gözlerimi kapatmamı sağlarken, yanımda Odeon’un varlığı içimi huzurla doldurdu. Uyumadan önce son bir kez onun elini tutup sıkıca sarıldım, böylece karanlıkta bile birbirimizi hissetmeye devam edebilecektik.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%