@hayalzago
|
Mükemmel insanı bularak değil, kusurlu bir insanı mükemmel görmeyi öğrenerek sevmeye başlarsınız. -Sam Keen. Sarayın kapısından içeri adım attığımda, içimdeki huzursuzluk daha da derinleşti. Odeon yanımda yürüyordu ama zihnimde kolyenin fısıldadıkları dans ediyordu. Sanki tüm gözler üzerimdeydi, ama bu sefer kendimi güçlü ve korkusuz hissetmiyordum. Aksine, bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyordum. Sarayın içi parıldayan avizelerle doluydu; etraftaki süslemeler göz alıcıydı. Ama ben bu güzelliklere odaklanmakta zorlanıyordum. Kalbimdeki kıskançlık ve öfke, özellikle de Anastasia’yı görünce daha da alevlendi. O, orada, göz alıcı bir elbiseyle diğer konukların arasında gülüyordu. O an, sanki tüm ışık onun üzerindeydi ve ben karanlıkta kalmıştım. Odeon, yanımda yürümeye devam etti ama ben kendimi kaybetmeye başladım. Kolyenin etkisiyle kafamda bir bulanıklık oluştu; düşüncelerim karışıyordu. “Bu durumdan kimse hoşlanmadı,” diye düşündüm, ve içimdeki öfke büyümeye başladı. “Beni neden burada bırakıyorsunuz?” diye bağırdım, sesim tüm sarayı doldurdu. Gözlerim, kalabalıkta gülümseyen yüzlere daldı. “Beni istemiyorsanız, neden burada duruyorsunuz?” Hemen yanımda bulunan birkaç hizmetçi, korkuyla bana bakıyordu. Bir anlık şaşkınlıkla durakladılar. Odeon, “Irene, sakin ol. Burada senin için her şey yolunda,” dedi ama sesindeki endişe benim daha da sinirlenmeme sebep oldu. Hizmetçilere ve diğerlerine, özellikle de Anastasia’ya dönerek, “Neden bu kadar yükseksiniz? Benimle neden alay ediyorsunuz?” dedim. Gözlerimdeki öfke, sessizce durmakta olan kalabalığın arasında yankılandı. “Havuç!” diye bağırdım, minik ayıcık hemen yanıma koştu. “Neden kimse benimle ilgilenmiyor?” Havuç, endişeyle beni izliyordu ama ben onun sadık bakışlarına bile tahammül edemiyordum. Zela yanımda belirdi, ama içimdeki karanlık ona da bulaşmıştı. “Irene, lütfen. Bunu yapma!” dedi, ama ben onun sesini duymaktan bile hoşlanmıyordum. Gözlerimi kapattım ve kendimi daha da kötü hissettim. Anastasia’nın gülümsemesi, gözlerimde daha da büyüyen bir kıskançlık ateşini körüklüyordu. “Beni neden dışlıyorsunuz? Kralın gözdesi olduğumuzu unutmadınız mı?” dedim, sesim yükseldikçe çevremdeki insanlar daha da geri çekildi. Odeon, yanımda durarak beni sakinleştirmeye çalıştı ama içimdeki karanlık, onun çabalarını boşa çıkarıyordu. O an içimde bir boşluk hissettim. Kolyenin etkisi altındaydım ve bunun farkında değildim. Oysa bir zamanlar dostlarım olan Havuç, Zela ve Anastasia’ya karşı hissettiğim öfke, beni daha da yıpratıyordu. Sarayın görkemli duvarları arasında kaybolmuş, ama aynı zamanda kaybetmekte olduğum şeyleri de hissediyordum. Her şey çığırından çıkmıştı ve ben, buna neden olan kolyenin etkisiyle kendimden uzaklaşmaktaydım. Hemen yanımda duran Odeon’a baktım; ama o da beni anlamıyordu. Kalabalığın arasında yalnızdım. Gözlerim Anastasia’nın üzerinde parıldarken, içimdeki karanlık büyüyordu. Ona karşı hissettiğim öfke, başka bir boyuta taşınıyordu. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı; sanırım davranışlarım onun için beklenmedikti. “Biliyor musun, Irene? Bu kadar tuhaf davranmanı anlamıyorum. Neden böyle yapıyorsun?” dedi, sesi kaygıyla doluydu. “Anastasia, sen kimsin ki beni yargılıyorsun?” dedim, sesimdeki öfke yankılandı. “Hepinizin gerçek yüzünü görebiliyorum artık! Bana hiç kimse güvenmiyor, sadece boş laflar ediyorsunuz!” Ona karşı çıkarken, içimdeki karanlık daha da derinleşiyordu. “Bana neden böyle davranıyorsunuz? Beni dışlıyor musunuz? Beni anlamak istemiyorsunuz!” Anastasia, “Ben sadece senin iyiliğin için endişeleniyorum. Arkadaşım olarak yanında olmak istiyorum. Bu davranışların seni yalnız bırakacak,” dedi ama kelimeleri benim için anlamını yitiriyordu. “Yalnız mı kalacağım?” diye bağırdım. “Siz hepiniz bir araya gelip benimle dalga geçiyorsunuz! Bunu artık kabul etmiyorum!” İçimdeki fırtına daha da şiddetlendi. “Sadece benimle oynamaya çalışıyorsunuz, ama beni durduramayacaksınız!” Anastasia’nın gözlerinde beliren korku, daha fazla öfkemi kabarttı. “Bunu istemiyorsan, benimle gelme! Ama beni durdurmaya çalıştığında, bunun sonuçları olacak,” dedim, ona sırtımı dönerken. Anastasia’nın sesindeki üzüntü, kalbimde bir şeyler kırılmasına neden oldu ama içimdeki karanlık beni yönlendiriyordu. “Kendimi yalnız hissediyorum ve bu yalnızlık beni daha da güçlü yapıyor!” dedim. Anastasia arkamdan, “Irene, bu böyle devam edemez. Beni düşman olarak görmeyi bırakmalısın!” diye haykırdı ama ben onu duymuyordum bile. Karanlığın kollarında kaybolurken, bir şeylerin ters gittiğinin farkındaydım ama artık durmak istemiyordum. Anastasia’nın sesindeki çaresizlik, içimdeki karanlığın daha da derinleşmesine neden oldu. “Irene, lütfen!” diye seslendi. Ama ben artık onu duymak istemiyordum. O an, bütün bu hislerin ve düşüncelerin beni nasıl ele geçirdiğini fark ettim. Kendimden çok uzaktım, ama geri dönmeyi de istemiyordum. Kollarımı gökyüzüne açtım ve etrafımdaki gücü hissetmeye çalıştım. “Beni anlamıyorsunuz!” diye haykırdım. “Hepiniz, hepiniz!” Anastasia, adımlarını hızlandırdı, yanımda durdu ve gözlerimin içine baktı. “Ben senin arkandayım, seni kaybetmek istemiyorum. Ama böyle yaparsan, bizi birbirimizden koparacaksın,” dedi, sesi daha da titrekleşiyordu. O an, içinde bulunduğum durumun ciddiyetini anlayamadım. Karanlık, düşüncelerimi ele geçirmişken, gözlerimdeki boşluk derinleşiyordu. “Beni kaybetmekten korkuyorsan, beni anlamalısın!” dedim. “Ama anladığın tek şey düşmanlık!” İçimdeki öfke, onu daha da kötü hissettirecek şekilde patlayarak dışarı çıkıyordu. “Seni sevmek zorundaymışım gibi bir yük taşıyorum. Ama senin için bu sadece bir oyun! Eğer beni düşman olarak görüyorsan, o zaman ben de seni düşmanım olarak görüyorum!” Anastasia’nın gözleri açıldı. “Irene, bu senin düşmanların istediği şey! Bizi birbirimize düşürmek istiyorlar!" Ama sözlerini tamamlayamadı; ben onu duymazdım bile. Kendimi kaybetmiştim. Aniden, etrafımdaki enerji dalgalanmaya başladı; kalbimdeki öfke, kontrolsüz bir güç haline geliyordu. “Seninle daha fazla tartışacak zamanım yok!” dedim, ellerimle havayı parçalayıp kendime bir yol açarak ilerledim. Anastasia, peşimi bırakmadı. “Irene! Beni dinle! Ben senin en iyi arkadaşıyım!” dedi ama kelimeleri içimde yankılandı. “Artık benim için o kadar önemsizsin ki!” dedim, sesimdeki sertlik beni bile korkutuyordu. Anastasia, duraksadı ve gözlerinde beliren hayal kırıklığı beni daha da derin bir karanlığa itiyordu. “Sadece kendine zarar veriyorsun, Irene,” diye fısıldadı ama umursamadım. Her şey bir anda parlayarak etrafımı sardı. Bir şeylerin yanlış gittiğinin farkındaydım ama karanlık daha baskın hale gelmişti. İçimdeki öfke, beni nasıl bir yola sürükleyeceğini bilemeden coşuyordu. “Beni durduramazsınız! Kimse beni durduramaz!” diye bağırdım. O an, içimdeki karanlık gücün farkına vararak, düşmanlarımın istediği şeyleri yapmaktan başka bir çare olmadığını düşündüm. Anastasia’nın gözlerindeki çaresizlik, beni daha da ileri itiyordu. “Eğer yanımda durmak istemiyorsan, o zaman benimle savaşmak zorundasın!” Karanlığın pençesinden kaçamayacağımın farkındaydım ama artık geri dönüş yoktu. Anastasia’nın gözlerindeki hayal kırıklığı, içimdeki kıvılcımı daha da ateşle besliyordu. “Sadece savaşı kazanmaya çalışıyorsunuz, ben de bunu yapacağım!” dedim, son kelimelerim havada yankılandı. Etrafa yayılan fırtınayı hissederken, içimdeki güçle birlikte karanlıkla dans etmeye başladım. O an, kendimi kaybetmenin verdiği özgürlükle dolup taşarken, düşmanlarımın arzuladığı şeylere yaklaşmanın heyecanını hissettim. Anastasia’nın yüzündeki şok ifadesi, içimdeki fırtınanın etkisiyle daha da belirginleşiyordu. Kendimi kaybetmenin verdiği cesaretle, onunla yüzleşmeye niyetliydim. “Eğer benim düşmanım isen, o zaman sen de benimle savaşmak zorundasın!” diye haykırdım. Havadaki gerilim aniden arttı; sanki etrafımdaki dünya duraksamış gibi hissettim. İçimde biriken öfke ve karamsarlık, sanki benliğimi ele geçirmeye başlamıştı. Anastasia, etrafındaki enerjiyi hissetmiş olmalı ki, adımlarını geri çekti. “Bunu istemiyorum, Irene!” dedi, sesi titrek bir çaresizlikle yankılandı. “Seni kaybetmek istemiyorum! Lütfen, kendine gel!” Ama onu duyacak durumda değildim; içimdeki karanlık düşünceler daha da büyüyerek kalbimdeki boşluğu derinleştiriyordu. O an, etrafımda dönen rüzgarlar, fırtına gibi coşarak benliğimi sarmaladı. Artık her şey daha hızlı, daha çılgınca dönüyordu. Anastasia’nın korku dolu gözleri, içimdeki karanlığın gerçek yüzünü açığa çıkarıyordu. “Irene! Lütfen, kendine gel!” dedi ama ben karanlığa doğru çekilmekten geri durmadım. Fırtına, etrafımdaki her şeyi yıkmaya başladı; hizmetkârlar korku içinde geri çekiliyor, sarayın duvarları inliyordu. Anastasia’nın gözlerinde beliren korku, beni daha da derin bir karanlığa itti. “Beni durduramazsın!” dedim, sesimdeki güçle tüm sarayı sarsmaya çalıştım. Sonunda, etrafımdaki kaos büyüdü ve bir anda bir patlama gibi her şey yerle bir oldu. Işıklar sönerken, içimdeki öfkenin gücü her şeyi sardı. O an, kendimden tamamen geçmişken, düşmanlarıma yönelik bir nefretle dolup taştım. Anastasia’nın çığlığı, içimde yankılanırken, benliğimden bir parça daha kaybettim. “Beni durduracak kimse yok!” dedim ve derin bir nefes alarak içimdeki güçle dans etmeye devam ettim. O an, düşmanlarımın arzuladığı karanlık yolda ilerlemeye karar vermiştim. Bu savaşta ben yalnızdım ama bu yalnızlık, içimdeki öfkenin gücünü arttırıyordu. “Artık geri dönmeyeceğim,” dedim ve fırtınanın içinde kaybolmaya devam ettim. Anastasia’nın umutsuz çığlığı, karanlıkta kaybolan bir yankı gibi geride kaldı. Artık, beni durdurabilecek hiçbir şey yoktu. Ve böylece, içimdeki karanlıkla, düşmanlarımın beklentilerini karşılamak için yola koyuldum. Her şeyin sona ermesi için savaşmaya hazırdım. Karanlığın getirdiği özgürlüğü ve gücü kucaklayarak, bir zamanlar sevdiğim her şeyden uzaklaştım. Artık ne Anastasia’nın ne de başka birinin beni geri çekmesine izin vermeyecektim.
|
0% |