@hayalzago
|
"Kızıl, bence bu böyle olmayacaktı," derken elimdeki ipin ucunu yukarı kaldırıp asmaya çalışıyordum. İpin ucunu sıkıca tutmaya çalışırken, birden ip elimden kaydı ve süsleme malzemeleri yere düştü. Bir anlık sessizlik oldu, sonra Anastasia'nın kahkahası odayı doldurdu.
"Ah Irene, süsleme işinde pek başarılı değilsin galiba," dedi, gülümseyerek bana doğru yürürken. Gözlerinde her zamanki sıcak ve şefkatli bakış vardı.
Yerdeki malzemeleri toplarken, bir yandan da içimdeki hafif utancı bastırmaya çalışıyordum. "Sanırım süsleme işini sana bırakmam gerek. Ben daha çok büyülerle ilgilenmeliyim."
Anastasia, yere eğilip bana yardım etmeye başladı. "Birlikte yaparız, hem bu odanın daha güzel görünmesi için her şeyi mükemmel yapmamıza gerek yok. Önemli olan bizim buradaki anılarımız."
O anda odanın sıcak atmosferi ve Anastasia'nın içtenliği bana ne kadar şanslı olduğumu hatırlattı. "Evet, haklısın. Önemli olan burada birlikte geçirdiğimiz zaman."
Anastasia, yere düşen bir ipi alıp tekrar asmam için bana uzattı. "Denemeye devam et, Irene. Pes etmek yok."
İpi tekrar asmaya çalışırken bu sefer Anastasia'nın da yardımıyla başarılı oldum. İkimiz de gururla yaptığımız işe baktık. Oda, bizim küçük sığınağımız, her geçen gün daha da güzelleşiyordu.
Bir an duraksayıp derin bir nefes aldım. "Kızıl, bu oda gerçekten de bizim için çok özel. Her şeyimizi burada paylaşıyoruz. Gelecekte ne olursa olsun, bu anılar hep bizimle olacak."
Anastasia, elimi tutup sıkıca sıktı. "Evet Irene, bu oda ve buradaki her anı bizim için çok değerli. Bu yüzden her şeyi mükemmel yapmak için uğraşıyoruz."
El ele vererek odanın geri kalanını düzenlemeye devam ettik. Sadece ikimizdik ama bu küçük anılar bile bizim için büyük anlam taşıyordu. Her yaptığımız süslemede, her asılan ipte, her gülüşte birlikte olduğumuzun bilinciyle hareket ettik. Bu oda bizim sığınağımız, gizli dünyamızdı ve burada geçirdiğimiz her an, dostluğumuzun bir parçasıydı.
Tam o sırada kapı aralandı ve Sam içeriye girdi. "Hey, ne yapıyorsunuz siz burada?" dedi, gözleri parlayarak.
"Gel ve yardım et," diye cevap verdi Anastasia. "Bu odayı birlikte daha da güzel hale getireceğiz."
Sam de bize katıldığında, işler daha hızlı ilerlemeye başladı. Kahkahalarımız ve şakalarımız arasında, oda kısa sürede daha da şirin ve sıcak bir hale geldi. Acamas ve Admate de kendi odalarından gelerek bize katıldılar.
Admate, yere düşen bir süslemeyi alarak asmaya çalışırken, "Burası gerçekten harika oldu," dedi. "Bu oda, bizim küçük sırrımız olacak."
Acamas ise odayı düzenlerken birkaç aksilik yaşadı, ama bu da bizi daha çok güldürdü. "Evet, bu oda bizim sığınağımız," dedi. "Burada kimse bizi bulamaz."
Anastasia, son süslemeyi de astıktan sonra, "Tamamdır, artık hazırım," dedi. "Şimdi biraz dinlenip bu anın tadını çıkaralım."
Hepimiz oturup odayı seyrederken, bu küçük ama anlamlı yerin bizim için ne kadar önemli olduğunu düşündüm. Bu oda, Valoria Akademisi'nde geçirdiğimiz zamanların en özel anılarını barındıracak ve aramızdaki bağı daha da güçlendirecekti.
“Neyse, bugün hangi ders var?” diye sorarken oturduğum yerde gerindim.
Admate, not defterini karıştırarak cevap verdi, “Ruh hayvanlarımızı çağıracakmışız. Ay, acaba benim hayvanım ne olacak?”
Admate’in dedikleri ile heyecanlanıp aniden ayağa kalkmam sonucu gözlerimin önü karardı ama şu anda umurumda değildi. Bu ders, hayal gücümün ötesinde bir macera vaat ediyordu. Çocukluğumdan beri ruh hayvanlarıyla ilgili hikayeler duymuştum ve şimdi kendi ruh hayvanımı çağırma şansım olacaktı.
Anastasia, benim heyecanıma gülerek, “Sakin ol Irene, bayılmanı istemeyiz,” dedi. “Ama itiraf etmeliyim ki ben de çok heyecanlıyım. Ruh hayvanımızın ne olduğunu öğrenmek gerçekten büyüleyici olacak.”
Sam ise kendi düşüncelerine dalmış gibiydi, “Benim ruh hayvanım ne olabilir acaba? Belki bir kartal ya da bir kurt...”
Admate ise kendinden emin bir şekilde, “Benimki kesin bir aslan olur,” dedi. “Güçlü ve cesur.”
Konuştuktan sonra, ruh hayvanlarımızı öğrenmek için dışarı çıkıp öğrencilerin toplandığı alana doğru ilerlerken, üzerimde birinin bakışlarını hissettim. Etrafa bakındığımda, gözlerim akademinin güney kanadındaki karanlık cama takıldı. Sanki orada bir şey varmış gibi perde hafifçe kıpırdadı. Adımlarım yavaşlayınca, perde hızla yana çekilip tekrar eski haline döndü. Kaşlarımı çattım ve bunu benden başka biri gördü mü diye çevreme göz gezdirdim. Ancak kimsenin fark etmediğini anladım. Bu durum tuhafıma gitti. Akşam herkes uyuduğunda, o odaya girmeyi aklıma koydum.
Bu okula gelmeden önce birkaç şey okumuştum; okulun profesörlerinden çoğu zihin okuyabiliyordu. Zihnimi mühürlemek biraz zaman almıştı. Aslında almamıştı, çünkü nereye gitsem kimse zihnimi okuyamıyordu. Bu beni gerçekten mutlu ediyordu, çünkü herkesin zihninden geçenleri okuma düşüncesi oldukça ürkütücüydü. Zihnimi mühürlemek için bir yılanın yanına gittiğimi hatırlıyorum ama sonrasında ne olduğunu ya da neler yaşadığımı hiç hatırlamıyorum.
Koluma giren bir el beni düşüncelerimden sıyırıp aldı. Zihnimi toparladım ve gülümsedim. İkimiz de benzer şeyler yaşamıştık. “Karşıya bakmadan önce sana bir şey söylemek istiyorum,” dedi biraz tereddütle. “Bu akşam bir planın yoksa, yeni bir arkadaş edindiğimiz için dışarıda biraz kaynaşalım,” diye ekledi. Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım, ama daha bir şey demeden yalvaran bakışlarına dayanamadım ve başımı salladım. “Bunu kabul ettiğine göre, şimdi karşıya bakabilirsin,” dedi ve omzuyla hafifçe omzuma dokundu.
Orada ne var diye bakmadan önce şüpheyle gözlerimi kısıp ona baktım. Karşıya bakınca gözlerim doğrudan kömür karası gözlerle karşılaştı. Bugün ayrı bir yakışıklı olmuştu. Beni süzdüğünü fark edince ben de onu süzdüm. Beyaz bir gömlek ve siyah pantolon giymişti. Saçları, sanki yataktan yeni kalkmış havası veriyordu.
Gözlerimi devirdim. Klasik erkek, gördüğü her kızı avlamak niyetindeydi. Gözlerime bakınca kaşlarının çatık olmasıyla sırıttım. Ne o hasbam, her kızın kendisine hayran hayran bakmasına alışmış herhalde?
Yanına yaklaşan kızı görünce kaşlarımı çattım. Kızın Odeon’un koluna dokunmasıyla kaşlarım daha da çatıldı.
Bakışlarımı gözlerine tekrar çevirince, kızın dönmeden bana baktığını fark ettim. Çatık kaşlarımı görünce öyle bir güzel güldü ki, içim eridi resmen. Hissettiğim bu duygu midemi bulandırdı, bu da ayrı bir olaydı.
Bakışlarımı ondan çekip profesörün yanına ilerledik. Profesör, kırlaşmış saçlarıyla 70 yaşlarında görünüyordu. Yüzündeki kırışıklıkların bile bir geçmişi varmış gibi duruyordu. Sağ kolunda kartala benzer bir dövme vardı. Gözleri tıpkı bir kartal gibi keskin bakıyordu. Yanına gelen öğrencilere bakınca açıklamaya başladı.
"Evet, hepiniz geldiğinize göre hayvanlarınızı çağırabilirsiniz"Derse başlamadan önce sorusu olan var mı?"
Herkesi tek tek süzdükten sonra mor saçlı bir kız el kaldırdı. Söz hakkı verince kız konuştu:
"Hayvanlarımızı çağırmak niye işimize yarayacak acaba? Yani bizi korurlar mı ki?"
Sorduğu soru biraz mantıklıydı. Profesör, "Bunun cevabını net bir şekilde veremem ama işe yarayacağını hepimiz göreceğiz. Bu hayvanlar, sizin güçlerinizi artırmaya yarıyor. Bir savaş çıkmazsa, onlar yanınızda bir yardımcı gibi olacak. Umarım da bir savaş çıkmaz," dedi. "Eğer başka bir şey yoksa, başlıyorum."
Soru gelmeyince konuşmaya devam etti: "Evet, hepiniz derin bir nefes alın ve gözlerinizi kapatın. Ruhunuzun derinliklerine indiğinizde bir enerji hissedeceksiniz. O enerjiyi kendinize doğru çekin. İlk denemede kimse başaramaz zaten. Üst döneminizden bir arkadaşınızı burada size göstermesi için çağırdım. Odeon," diye seslendi, "gel göster çocuğum."
“Çocuğum mu? Çocuk olmak için fazla yaşlı duruyor, profesör.” Bunu dememek için zor tuttum kendimi.
Odeon yanına gidip bir süre durdu. Ardından gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Kollarında hangi hayvanın belirdiği görünmüyordu, ama gözlerini açtığında masmavi bir ışıltı parlıyordu.
Bir anda kulakları sağır edecek bir kükreme duyuldu. Herkes korkuyla etrafa bakarken, ifadesizce onlara baktım. Etrafında oluşan parıltılarla bir aslan belirdi, ama ne aslan! Omzunun bir karış aşağısında iki büyük kanat vardı. Kürkü gümüş rengindeydi ve Odeon gözlerini açınca aslan da gözlerini açtı.
Hayranlıkla gözlerimi kırptım. Hem aslanın hem de Odeon’un gözleri masmaviydi. Kızların iç çekmelerini duyan Odeon sırıtmaya başladı. Bakışlarını etrafta gezdirirken kızlar adeta eridi. Eğer böyle bakmaya devam ederse, benim de erimem yakındı.
Profesör ise çok ayrı alemlerdeydi. Aslanın yanına yaklaşıyordu. Sevecekken aslan kükreyerek onu uzaklaştırdı. Profesör, ellerini üstüne götürüp üstünü düzeltti.
“Evet, aferin Odeon. Nasıl yapılacağını anlamışsınızdır umarım. Şimdi sıraya gidin ve tek tek yapın. Evet, ilk kim yapmak ister?”
Kimseden ses çıkmayınca gözlerimi devirerek ileri doğru adımladım.
Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Ruhumun derinliklerine inip o enerjiyi aramaya başladım. İçimde bir şeyin kıpırdadığını hissettim ve o enerjiyi kendime doğru çekmeye çalıştım. Bir süre sessizlik hakim oldu, ama beklediğim o büyülü an bir türlü gelmedi.
Gözlerimi açtığımda profesörün yüzündeki sabırsız ifadeyi gördüm. Hafifçe kaşlarını kaldırarak, “Hemen olmasını bekliyorsun, değil mi?” diye sordu.
Kızgınlığımı gizleyerek derin bir nefes aldım. “Hayır, profesör,” dedim. “Ama bir şeyler hissettim.”
“İyi, bu da bir başlangıç,” dedi profesör. “Devam et, Irene.”
Yeniden denemek için kendimi toparlamaya çalıştım. İçimde bir huzursuzluk vardı, ama bir şans daha vermek istedim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, fakat yine hiçbir şey olmadı.
Yerime dönmek için adım atarken sırtımda ani bir acı hissettim. Yüzümde bir kasılma hissettim ve acı dayanılmaz bir hâl aldı. Gözlerim karardı, vücudum sarsıldı ve çığlık atarak yere yığılmamak için çabaladım, ama gücüm tükendi. Son olarak Odeon’un beni yakaladığını hissettim ve ardından bilincim yavaşça karardı.
••••••••••
Irene gözlerini açtığında, serin bir esinti tenine dokundu. Derin bir nefes alarak yerden doğruldu. Neredeydi? Hafif baş dönmesiyle etrafına baktı. Ormanın derinliklerinde, loş bir ışık hüzmesi ağaçların arasından süzülüyordu. Her yer sessizdi; yalnızca rüzgârın hafif fısıltısı kulağına çalınıyordu. Burası tanıdık gelmiyordu, ama bir şekilde huzur verici bir his kapladı içini.
Ayağa kalktı ve adımlarını dikkatle atarak ilerlemeye başladı. Kafasını çevirip etrafı incelemeye devam ederken, gözleri bir anda duraksadı. Tam karşısında, göz alıcı bir heybetle duran bir aslan vardı.
Ancak bu, bildiği aslanlardan çok farklıydı. Devasa boyutlardaydı; ayaktayken neredeyse 2.5 metre yüksekliğindeydi. Vücudu kaslı ve güçlüydü, adeta kudretin bir yansıması gibiydi. Kürkü kömür karası gibi siyahtı, ışığı emiyormuş gibi bir parlaklığa sahipti. Karanlık bir gecede parlayan yıldızlar gibi, kürkü sanki etrafındaki ışığı yutuyordu. Yumuşak ve kalın olan bu kürk, onu hem soğuktan korur hem de adeta düşmanlarına karşı bir zırh gibi işlev görürdü.
En ürkütücü olanıysa sırtındaki devasa, tamamen siyah tüylerle kaplı kanatlardı. Kanatlarını yavaşça açarken, devasa bir gölge oluştu etrafında. Gözleri, kırmızı bir ışıkla parlıyordu; derin ve kızıl, sanki karanlığın içinde yanan bir ateş gibiydi. Bu gözlerin ardında, bir zekâ ve bilgelik gizliydi. Are'nin başında iki büyük, kıvrımlı boynuz vardı; parlak siyah renkte olan bu boynuzlar, onun kudretini ve gücünü simgeliyordu.
Irene, gözlerini ondan ayıramıyordu. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu varlık, sadece bir aslan değildi; o, bu ormanın efendisiydi, gücün ve gizemin somutlaşmış hâliydi.
Derin bir nefes aldı. Bu aslan burada ne arıyordu? Ve asıl soru, kendisi burada ne arıyordu? Etrafını kuşatan bu büyüleyici karanlık, sanki onu bir sırra doğru çekiyordu.
"Sen kimsin?" Diye sordu merakla. Aslan yanına doğru yürümeye başlayınca korkuyla geri adım atacaktı ki cadının ona söyledikleri aklına geldi.
"O seni yanına çağıracak. Ve ona korktuğunu belli etmemelisiniz," demişti cadı.
Irene, aklından geçen bu sözlerle gözlerini kısarak devasa aslana baktı. Bu yaratığın yanında durmak bile insana diz çöktürecek kadar güçlü bir his uyandırıyordu, ama cadının sözleri kulaklarında yankılanıyordu: "O seni yanına çağıracak. Ve ona korktuğunu belli etmemelisin."
Derin bir nefes alarak korkusunu bastırmaya çalıştı. İçindeki tüm cesareti topladı ve yavaşça, temkinli adımlarla aslana doğru ilerlemeye başladı. Kalbi her adımda biraz daha hızlanıyordu, ama yüzüne takındığı sakin ifadeyi korumayı başardı.
Aslan, gözlerini Irene'e dikmiş, hiç kıpırdamadan duruyordu. Gözlerindeki kızıl parıltı, karanlık ormanın içinde tek ışık kaynağı gibiydi. Irene, o parıltının altında gizlenen zekayı ve gücü hissedebiliyordu. Yaratık, ona yaklaştıkça başını hafifçe eğdi ve sanki davet edermiş gibi bir adım geri çekildi.
Irene, artık neredeyse onun nefesini hissedebilecek kadar yakındı. O an içindeki korkuyu tamamen bastırmayı başardı. Cadının sözlerini hatırlayarak kendini sakinleştirdi ve aslanın karşısında dimdik durdu. Korkusunu göstermedi, gözlerinde yalnızca kararlılık vardı.
Kısa bir an, ikisi arasında sessiz bir bağ kuruldu. Irene, bu anın hayatını sonsuza kadar değiştireceğini hissetti. Aslan, sanki onun düşüncelerini okumuş gibi, yavaşça başını ona doğru uzattı. Gözlerinde aniden beliren bir sıcaklık ve kabul ifadesi vardı.
İkisi de birbirini anlamıştı. Bu ormanda, bu anı paylaşarak aralarındaki bağın ilk adımını atmışlardı.
"Cesaretini takdir ediyorum, küçük insan parçası," dedi aslan, derin ve yankılı bir sesle. Irene, bu kadar güçlü ve etkileyici bir varlıktan gelen sözlerin etkisiyle bir an sendeleyecek gibi oldu, ama hemen toparlandı.
Aslanın gözlerindeki kızıl parıltı Irene'in ruhuna işliyordu. "Ama buraya neden geldiğini merak ediyorsun, değil mi? Neden seni çağırdım? Ya da neden beni bu yaratık çağırdı?" diye devam etti, sesi ormanın derinliklerinde yankılandı.
Irene, aslanın bakışları altında kendini küçülmüş hissetse de, aklındaki soruların cevabını almaya kararlıydı. Bu yaratığın ne olduğunu, neden onu buraya çağırdığını bilmiyordu, ama artık geri dönüş olmadığını da biliyordu.
Sözlerindeki bilgelik ve kararlılık, Irene'i hem korkutuyor hem de büyülüyordu. Bu yaratık, basit bir hayvandan çok daha fazlasıydı; sanki hem onun koruyucusu hem de kaderinin anahtarı gibiydi. Irene, bu karşılaşmanın hayatında derin bir iz bırakacağını hissediyordu.
Irene, aslanın gözlerindeki kızıl ışığın etkisi altında hafifçe titredi ama cesaretini toplamaya çalışarak konuştu. "Beni neden çağırdığını bilmiyorum," dedi, sesi biraz titrek ama kararlıydı. "Ama burada olmamın bir sebebi olduğuna inanıyorum. Eğer bir sınavsa, bunu geçmeye hazırım."
Aslan, Irene'in kararlılığını ölçer gibi ona bir süre daha baktı. "Cesaretini takdir ediyorum, küçük insan parçası," dedi tekrar, bu sefer daha yumuşak bir tonla. "Ama bilmelisin ki, benim gibi bir yaratığın himayesine girmeyi kabul edecek olan sadece cesur biri olabilir. Korkak birisinin değil."
Irene, bu sözlerin ağırlığını hissederek yutkundu ama geri adım atmadı. "Korkmuyorum," dedi, gözlerini aslandan ayırmadan. "Eğer cesaretse, bende var. Sadece ne yapmam gerektiğini söyle."
Aslanın yüzünde, kırmızı gözlerinde beliren hafif bir gülümseme ifadesi vardı. "Göreceğiz," dedi aslan, sesindeki yankı Irene'in içini ürpertiyordu. "Göreceğiz, küçük insan parçası, gerçekten cesur musun yoksa sadece sözlerinde mi?"
Irene, aslanın meydan okumasını kabul edercesine başını dik tuttu. İçinde bir yerlerde hâlâ korku vardı, ama bunu bastırarak kararlılığını ortaya koydu. Aslan bir adım daha atıp ona yaklaştı, devasa gövdesiyle Irene’in üzerine gölge düşürdü. "Eğer cesur olduğunu kanıtlamak istiyorsan," dedi aslan, "kendi korkularınla yüzleşmelisin. Ancak o zaman benim himayeme girmeyi hak edebilirsin."
Irene derin bir nefes aldı, içindeki korkuyu alt etmek için zihnini toparladı. "Korkularımla yüzleşmeye hazırım," dedi, sesi bu sefer daha sağlamdı. "Ne gerekiyorsa yapacağım."
Aslan başını hafifçe salladı. "O zaman seni bu yolda yalnız bırakmayacağım. Ama unutma, cesaret sadece sözlerle değil, eylemlerle de kanıtlanır. Buradan çıkmanın tek yolu cesaretini göstermektir."
Irene, aslanın bu sözlerini aklında tutarak başını onaylarcasına salladı. "Anladım," dedi. "Kendimi kanıtlayacağım."
Aslan, Irene'e uzun bir bakış daha attı ve ardından geri çekildi. "O zaman yolun açık olsun," dedi. "Beni bulmak istiyorsan, korkularınla yüzleşmelisin. Ancak o zaman beni hak edebilirsin."
Irene, aslanın sözleri üzerine etrafına bakındı, bu karanlık ormanda karşılaşacağı zorlukları düşündü. Ama içindeki korkuyu yenmeye kararlıydı. "Seni bulacağım," dedi içinden. "Ne olursa olsun, seni bulacağım."
Irene, aslana cevap vermek üzere ağzını açtı, ama kelimeler tam dudaklarından dökülecekken birdenbire karanlık çöktü.
Irene, gözlerini yavaşça araladığında, etrafındaki beyaz duvarları ve steril kokuyu fark etti. Nerede olduğunu anlaması birkaç saniye sürdü. Burası revirdi.
Tavandaki beyaz ışık gözlerini rahatsız etti. Hafif bir baş ağrısıyla birlikte, vücudunda tuhaf bir ağırlık hissediyordu. Yavaşça doğrulmaya çalıştı, ama başı döndü ve tekrar yastığa yaslanmak zorunda kaldı.
Etrafına bakındığında, revirde yalnız olduğunu gördü. Sessizlik, düşündüklerinden çok daha rahatsız ediciydi. Rüyada gördüğü devasa aslan, karanlık orman, her şey zihninde canlıydı. O kadar gerçekçiydi ki hâlâ onun sesini duyabiliyor gibiydi.
Derin bir nefes aldı ve yaşadığı olayları bir kez daha düşündü. "O aslan, gerçekten var mıydı? Yoksa her şey sadece zihnimin bir oyunu muydu?" diye fısıldadı kendi kendine.
|
0% |