Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. BÖLÜM

@hayalzago

Neredeydim? Karanlık bir odadaydım. Etrafa bakmaya çalıştım ama her şey siyah. Tanıdık olmayan bir ses duydum ama tepki veremedim. “Uyanması lazım, yanlış bir şey mi yaptım acaba?” dedi. Ses, tanımadığım bir adamın sesiydi ve kaşlarımı çattım. Yüzümde tanıdık birisinin konuştuğunu hissettim. Gözlerimi açıp bakmak istedim, ama galiba gözlerim kapalıydı. Karanlık buradaydı çünkü. Gözlerimi açınca suratıma doğru eğilmiş üç yüz gördüm: Biri Anastasia, diğeri müdür ve bir başkası da tanımadığım bir adam. Kıvılcık saçlı, genç bir adamdı; en fazla otuz yaşındaydı.

 

Adamın konuşmasıyla kızıl boynumdan ayrıldım. “Fazla bir şeyin yok, sadece dinlenmen lazım,” dedi. Bu sözler canıma minnetti. Dinlenmek ve odada tek başıma kalmak, dersten uzak kalmak mükemmel bir fırsattı. Tam o sırada, kızıl ile göz göze geldiğimde bir gülümseme belirdi yüzümde.

 

Müdür yanıma yaklaştı. “İyi misin?” diye sordu. Suratımdaki gülümsemeyi gördü ve gözlerime dikkatle baktı. “Bu hafta odanda dinlenmen gerek. Derse girme,” dedi. Başımı sallayarak onayladım. Etrafıma göz gezdirdim. Oda tek kişilik değil, oldukça genişti. İçeride birkaç yatak vardı ve pencerelerin yanındaki duvarlara sarmaşık montajlanmış gibiydi. Önümüzdeki kolonların arasında gömme dolaplar yer alıyordu. Sanırım içinde şifalı bitkiler ve çeşitli yaratıklar vardı.

 

Son yaşadıklarım aklıma gelince Odeon’u merak ettim. Kızıl’a dönüp, “Odeon nerede?” dedim merakla. Kızıl yanıma gelip, “Bilmiyorum. En son seni buraya getirmişti. Daha sonra görmedim,” dedi ve elimi tuttu. Kafamı sallayarak, “Tamam,” dedim ve Kızıl’a, “Uyuyacağım, çıkabilirsiniz,” diyerek onları odadan kovdum.

 

Kızıl ve müdür odadan çıktıktan sonra gözlerimi kapatıp uykuya dalmayı bekledim. Ancak, odanın kapısına tıklanarak uyumama engel olundu.

 

Yorgun ama tok bir sesle,

“Gelebilirsiniz,” dedim. Kapı açıldı ve Odeon içeri girdi. Yerimde dikilerek ona baktım. Odeon yanıma gelip koltuğa oturdu ve “Merhaba, Irene,” dedi.

 

"Daha iyi misin?" Diye sordu Odeon.

 

"İyi sayılırım. Bu durumda nasıl bir yol izlemem gerektiğini bilmek istiyorum. Şu an neler oluyor, bana anlatabilir misin?" diye sordum, merakla.

 

Odeon, derin bir nefes aldı. "Şu an için önemli olan, kendini toparlaman. Burada konuşmak için yeterince dinlenmen gerek."

 

"Anladım," dedim. "Dinlenmek ve iyileşmek için buradayım. Bu sürecin ardından, neler yapmam gerektiğini daha iyi anlayacağım."

 

"Ha bu arada," diyerek yerinde dikleşti. "Bir şey teklif etmek istiyorum sana. Eğer sende izin verirsen ruh hayvanını çıkarmanın bir yolunu bildiğim için deneriz. Ne dersin?"

 

Heyecanla kafamı sallayarak onu onayladım. Hem hayvanım çıkacaktı dışarı hemde Odeon ile vakit geçirerek kendimi ona alıştıracaktım.

 

Odeon, "Akşam yemeğinden sonra seni alacağım. Sen iyileşirken ben de buradayım. Her şeyin yoluna girmesi için çalışacağız," dedi ve odanın köşesine geçti, dikkatle ve sessizce beklemeye başladı. Gözlerimi kapatıp derin bir uykuya dalarken, Odeon'un huzur verici varlığı yanımda güvence sağlıyordu.

 

İlahi bakış açısı.

 

Era’nın sesi, evrensel bir huzur içinde yankılandı: “Odeon, Irene’yi koruman gereken bir görev var. Bu, senin ruhsal amacının ve kaderinin bir parçasıdır.”

 

Odeon, bu ilahi çağrı karşısında rahatsız bir şekilde tepki verdi: “Bu nasıl bir yükümlülük? O benim nişanlım değil, sadece bir öğrenci. Ruhsal görevlerimin sınırlarını belirlemeliyim. Bu sorumluluğu kabul etmek benim için uygun değil.”

 

Era’nın sesi, derin bir bilgelik ve sabırla devam etti: “Bu, sadece bir görev değil, aynı zamanda evrensel düzenin ve ruhsal bağların bir parçasıdır. Irene’nin korunması, senin manevi varlığının ve evrensel dengelerin bir yansımasıdır. İçsel doğan ve yüksek amacınla uyum içinde olman gerekmekte.”

 

Odeon, Era’nın açıklamasına karışık bir şekilde yanıtladı: “Bu sorumluluğu kabul edemem. İçsel olarak bu yükümlülük bana uygun görünmüyor. Kendi yoluma odaklanmak istiyorum. Bu kutsal görev benim için değil.”

 

Era, Odeon’un direnişine rağmen sabırlı bir şekilde yanıtladı: “Bu görev sadece bir emir değil; senin ruhsal doğanın bir parçasıdır. Irene’nin korunması, kozmik düzenin bir gereğidir ve senin içsel varlığınla doğrudan ilişkilidir. Manevi gelişimin ve evrensel dengenin bir yansıması olarak bu bağlamda kabul edilmelidir.”

 

Odeon, Era’nın sözleri karşısında karışık bir duygusal çatışma içinde kalmıştı. Yüzü gerilmiş, sesi sert bir tonla yanıtladı: “Bu sorumluluğu kabul etmek, benim kendi yolumla uyumsuz. Kendim için belirlediğim hedefler ve arzularım var. Şimdi neden bu yükü omuzlarımda taşımak zorunda kalıyorum?”

 

Era’nın sesi, derin bir sakinlik ve bilgelikle yankılandı: “Bu, sadece kendi arzularınla ilgili değil. Evrensel bir görev ve ruhsal bir uyum meselesidir. Irene’yi korumak, sadece senin değil, tüm evrenin yararına bir adımdır. Senin içsel doğan ve yüksek amacın bu görevi gerektiriyor. Bu, tüm varoluşun dengesini koruyan bir görevdir.”

 

Odeon, Era’nın söylediklerine öfkeli bir şekilde karşılık verdi: “Bunu kabul etmem mümkün değil. Kendi yolumda ilerlemekte özgür olmalıyım. Başkalarının görevleri ve yükümlülükleri bana dayatılmamalı. Kendi kararlarımı kendim vermeliyim.”

 

Era, Odeon’un direnişine karşı nazik ama kararlı bir şekilde yanıtladı: “Gerçek özgürlük, kendi manevi doğanla uyum içinde olmak ve evrensel düzenle armonide yaşamaktır. Irene’yi koruma görevi, bu yüksek amacın bir parçasıdır. Kendi içsel dengenle uyumlu hareket etmek, gerçek özgürlüğün kapılarını aralar.”

 

Odeon, Era’nın sözlerinin ağırlığını hissetse de, içsel çatışması devam ediyordu. Derin bir nefes alarak, “Bu sorumluluğu kabul etmem zor olacak. Ama belki de zamanla anlamaya başlayabilirim,” dedi.

 

Era, Odeon’un bu cevap karşısında huzurlu bir sessizlikle yanıt verdi: “Zamanla, içsel anlayışın ve ruhsal büyümenle bu görevin anlamını kavrayacaksın. Şimdi, adım adım ilerle ve bu yüksek amacın ışığında hareket et.”

 

Odeon, Era’nın sessizliğinde derin düşüncelere daldı, kendi içsel yolculuğuna ve görevine dair yeni bir perspektif kazanmaya çalıştı. Era’nın sözleri, ruhsal bağlamda bir dönüşüm ve anlayış sürecinin başlangıcını işaret ediyordu.

 

Era, Odeon’un sessizliğinde derin bir huzur bulmuştu. Odeon’un içsel mücadelelerine şahit olmak, onun ruhsal yolculuğunun bir parçasıydı. Ancak Era, kendisinin de önemli bir rol oynadığını biliyordu. "Unutma," dedi Era, sesinde yumuşak ama etkili bir ton vardı, "Seninle olan bu bağ, sadece bir görev değil, aynı zamanda ruhsal bir dönüşüm sürecidir. Irene'yi koruma yükümlülüğün, kendi manevi büyümenle paraleldir."

 

Odeon, Era'nın sözlerinden etkilenmiş görünse de, hala bazı soruları vardı. "Peki, bu yükümlülüğü yerine getirirken benim de bir seçeneğim olacak mı? Kendi içsel yolumla uyum içinde hareket etme şansım var mı?"

 

Era, Odeon’un bu sorusuna cevap verirken, derin bir bilgelik ve sabırla konuştu: "Elbette, seçim her zaman senin. Ancak, seçimlerin evrensel denge ile uyum içinde olmalıdır. Irene’yi koruma görevini kabul ettiğinde, bu görev senin ruhsal gelişim ve evrensel görevle birleşir. Yani, seçimlerin, yüksek amacınla uyumlu olduğunda, kendi içsel yolunu da bulacaksın."

 

Odeon, Era'nın söylediklerini dikkatle dinlerken, içsel bir rahatlama hissetmeye başladı. "Sanırım, bu görevin yükü ve sorumluluğu bana kendi içsel yolumu bulma fırsatını da sunacak," dedi. "Zamanla, bu görevle uyum içinde olmayı ve kendi amacımı anlamayı öğrenmeliyim."

 

Era, Odeon’un bu açıklamalarına tatmin edici bir şekilde yanıt verdi: "Evet, zamanla her şey yerine oturacak. Şu an, önemli olan, adım adım ilerlemek ve bu yüksek amaca hizmet etmektir. Bu süreçte sana rehberlik edecek olan, ruhsal bağın ve içsel gücündür."

 

Odeon, Era’nın sözlerinden cesaret bulmuş ve kendini daha güçlü hissetmişti. “Teşekkür ederim,” dedi. “Bu konuşma, bana oldukça fazla şey kattı. Irene’yi koruma görevini kabul edeceğim, ancak bu süreçte kendimle de uyum içinde olmalıyım.”

 

Era, Odeon’un kararlılığını ve anlayışını takdirle karşıladı. "Seninle gurur duyuyorum. Her şey yoluna girecek ve sen, hem kendini hem de Irene'yi koruma görevini başarıyla yerine getireceksin," dedi. Era’nın sesi, huzur ve güvenle doluydu.

 

Odeon, Era’nın huzurlu sözleriyle içsel bir dinginlik bulmuş, kendine yeni bir amaç ve yön kazandırmıştı. Era’nın tavsiyeleri, onun manevi yolculuğunda önemli bir rehber olacak ve Irene’yi koruma görevine dair yeni bir perspektif kazandıracaktı.

 

Era’nın sesi, Odeon’un ruhunun derinliklerinde yankılanıyordu. "Odeon," dedi Era, sesi sert ve kararlı bir tonla, "İrene’yi koruma görevine ek olarak, ona zarar verenleri yok etme sorumluluğunu da üstlenmelisin. Bu, senin yemin ettiğin bir görev olacak."

 

Odeon’un içindeki çatışma alevlenmişti. "Bu görev, sadece bir koruma meselesi değil," dedi Odeon, sinirli bir şekilde. "Bunu kabul etmek zorundayım, ama bu durum gerçekten adaleti sağlama noktasında ne kadar etkili olabilir?"

 

Era’nın gözleri, derin bir bilgelikle parlıyordu. "Bu sadece kişisel bir sorumluluk değil, tüm evrenin dengesiyle ilgili bir görev. Sana zarar vermek isteyenleri yok etme yükümlülüğünü üstlenmen gerekiyor. Bu, dünyayı tehdit eden güçlere karşı koyma anlamına geliyor."

 

Odeon, Era’nın sözlerinin ağırlığını hissetti. "Tamam," dedi, kararlı bir şekilde. "Bu yemini edeceğim ama bu yükün ne kadar ağır olduğunu da biliyorum."

 

Era, Odeon’un kararını onayladı. "Yeminini edebilmen için Yasak Orman’ın derinliklerine gitmelisin. Orada, gerçek ruhsal gücünü ve kararlılığını test edebileceksin."

 

Odeon, Era’nın talimatlarını kabul ederek, Yasak Orman’ın karanlık derinliklerine doğru yola çıktı. Orman, yoğun bir sisle kaplıydı ve Odeon’un adımları, her geçen dakika daha da zorlaşıyordu. Derinlere indikçe, ormanın vahşeti daha belirgin hale geliyordu; devasa ağaçlar, çürümüş yapraklar ve doğanın korkutucu sessizliği her adımda hissediliyordu.

 

Yasak Orman’ın en derin ve gizli noktasına ulaştığında, Odeon’un kalbi hızla çarpıyordu. Burada, ruhsal yemini etmek üzere gerekli yerin tam ortasındaydı. Karanlık, tamamen onu sarmıştı ve her adımında içsel bir yükümlülükle karşı karşıyaydı.

 

Odeon, ellerini gökyüzüne kaldırarak, yıldızsız karanlık geceye bakarak yemin etmeye başladı. Her kelime, ormanda yankılandı ve Odeon’un ruhunu derinden etkiledi. "Bu yeminle," dedi Odeon, sesi derin ve kararlı bir tonla, "Ona zarar verenleri ve dünyayı tehdit edenleri yok edeceğim. Bu görev, ruhumun bir parçası haline gelecek ve adaleti sağlamak için savaşacağım."

 

Yemini ederken, Odeon’un ruhu ve bedeni büyük bir acı ve zorlukla karşı karşıya kaldı. Ormanda karanlık ve vahşi güçler, Odeon’un içsel mücadelesini test etti. Her adımda, yeminini yerine getirme süreci daha da zorlaştı. Doğanın vahşeti, Odeon’un acısını artırdı; kökler ve dikenler cildini yaraladı, soğuk rüzgarlar ise kalbini dondurdu.

 

Odeon, ormanın derinliklerinde acı içinde kıvrandı. Her adımda, ruhsal ve fiziksel acı, yeminini gerçekleştirmenin bedeliydi. Karanlık, onu her yönden sararken, Odeon’un içindeki kararlılık ve öfke büyüdü. Doğanın zorlu koşulları, onun sınırlarını zorladı ve gerçek anlamda büyük bir mücadeleye dönüştü.

 

Yemini edebilmek için Odeon, bu zorluğu ve acıyı göğüsleyerek, karşılaştığı her zorlukla başa çıkmak zorundaydı. Acının içinde, yeminine sadık kalmanın ve adaleti sağlama arzusunun gücünü buldu. Yasak Orman’ın derinliklerinde, bu zorluğu aşarak, kendini ve çevresindeki tehditleri yok etme kararlılığını pekiştirdi.

 

IRENENİN ANLATIMIYLA

 

Yemekhaneye adım attığımda, sıcak bir gülümsemeyle beni karşılayan Anastasia ve Sam Acamas Admate’yi hemen fark ettim. İkisinin de neşeli bir şekilde sohbete dalmış olmaları, bu akşamın samimi geçeceğine işaret ediyordu. Yavaşça yanlarına yürüdüm, Anastasia yanındaki sandalyeyi işaret ederek beni masaya davet etti.

 

"İrene! Nihayet geldin, seni bekliyorduk," dedi gülerek. Sam de hafifçe başını sallayıp bana sıcak bir selam verdi.

 

“Ne kadar güzel görünüyor burası,” dedim onlara katılarak. "Bu kadar uzun süre revirde kaldıktan sonra sizinle olmak çok iyi hissettiriyor."

 

Sam gülümseyerek, "Demek iyileştin. Bize de neler yaşandığını anlatmak için sabırsızlanıyoruz," dedi.

 

Tam o sırada yemekhanenin kapısı açıldı ve içeri Odeon girdi. Kalabalık arasında beni hemen fark etti ve doğrudan masamıza doğru ilerledi. Yanımıza geldiğinde biraz duraksadı, sanki ne söylemesi gerektiğini bilemez gibiydi.

 

“Merhaba Odeon, hadi otur bizimle,” dedi Anastasia gülerek. "Ne kadar ciddi olursan ol, bu akşam keyifli bir akşam olacak."

 

Odeon hafifçe gülümsedi ve masaya oturdu. Ciddiyeti bir nebze olsun yumuşamıştı. "Pekâlâ," dedi, "bu kadar ısrar ediyorsanız katılmak zorundayım."

 

Anastasia gülerek başını salladı. "Evet, zorundasın!" Kahkahaları masayı doldurdu.

 

Yemekler önümüze geldiğinde, sohbetimiz daha da neşelendi. Anastasia, eski bir anıdan bahsetmeye başladı. "İrene'nin çocukken nasıl koşup düşüp kalktığını hatırlıyorum. O zamanlar hep birlikte oynardık ve İrene, her şeyde en iyisi olmak isterdi!"

 

"Ne yani?" dedim gözlerimi kısarak. "Ben sadece rekabeti seviyordum. Bu yüzden mi dalga geçiyorsun?"

 

Anastasia kahkahalarla güldü. "Evet! Ama bir keresinde… hatırlıyor musun? Ağaçtan düşmüştün ve hiçbir şey olmamış gibi kalkıp yürümüştün. Hepimiz korkmuştuk ama sen sadece ‘Bir şeyim yok’ deyip gülmeye devam etmiştin!"

 

Sam de gülerek ekledi, "Gerçekten mi? Bu hiç şaşırtıcı değil! İrene her zaman bu kadar dayanıklıydı."

 

Odeon sessizce dinliyordu, ama yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Herkesin kahkahaları yemekhanenin içinde yankılanıyordu. O an, çocukluk anılarının ne kadar güzel ve saf olduğunu fark ettim. Geçmişin tatlı hatıraları, şimdi bize huzur ve neşe getiriyordu.

 

“Ah, bir de o zamanlar kendini büyücü sanıyordun,” diye ekledi Anastasia. “Hepimizin üzerinde tuhaf büyüler denemeye çalışırdın!”

 

Kahkahalarımız giderek artarken, Odeon’un da bu samimiyetten hoşlandığını fark ettim. Ciddiyetini bir kenara bırakıp bizimle birlikte güldü. O gece masadaki herkes, geçmişin güzel anılarıyla dolu bu akşamdan keyif alıyordu.

 

Yemek sona erdiğinde, herkes hâlâ gülümseyerek birbirine veda etti. Odeon, masadan kalkarken bana dönüp, "Sanırım bu gece bana da iyi geldi," dedi. "Teşekkür ederim, İrene."

 

Ben de ona gülümseyerek karşılık verdim. “Bu, hepimizin ihtiyacı olan bir akşamdı.”

 

Yemek ilerledikçe, Anastasia çocukluk anılarımızı birer birer hatırlamaya başladı, her biri masadaki kahkahaları daha da arttırıyordu.

 

"Hatırlıyor musun," dedi gülerek, "bir keresinde kardan bir kale yapmıştık ve sen o kalenin lideri olacağını ilan etmiştin! Kimse o kaleyi senin kadar ciddiye almamıştı. Hatta bizi yönlendirmeye başlamıştın, sanki gerçek bir orduymuşuz gibi!"

 

Sam gözlerini şaşkınlıkla açtı. "Gerçekten mi? Demek o zamanlardan itibaren lider olma içgüdün vardı, İrene!"

 

Gülerek başımı salladım. "Elbette, o kale bizim için çok önemliydi. Ama sonra Anastasia kaleyi yıkmaya çalıştı, hatırlıyor musun?" dedim ona dönerken.

 

Anastasia, gözlerini devirdi ama gülümsemesi yüzünden eksik olmadı. "Yıkmaya çalışmadım! Sadece kale çok zayıftı, yanlışlıkla üstüne düştüm!"

 

"Tabii ya," diye ekledim, "ve sonra hepimizi toparlayıp tekrar inşa ettik. Birkaç saat boyunca hep birlikte karın içinde çalışmıştık. Ama sen sonunda pes edip sıcak çikolataya koştun."

 

Sam kahkahalarla gülmeye başladı. "Bu inanılmaz bir hikaye! Demek İrene küçükken bile böyle kararlıydı, Anastasia ise her zaman işleri karıştırıyordu."

 

"Hey!" diye itiraz etti Anastasia. "En azından kaleyi yeniden inşa etmelerine yardım ettim. Ama kabul etmeliyim, sıcak çikolata daha cazipti."

 

Odeon da sessizce dinliyordu, ama yüzünde ince bir tebessüm vardı. Gözlerinin parlaklığı, bu neşeli anılardan keyif aldığını gösteriyordu.

 

Bir süre sonra Anastasia, başka bir anıyı hatırlayarak güldü. "Bir de hatırlıyor musun, İrene? Büyücülük yeteneklerini ilk kez denediğin zamanı? Bahçedeki çiçekleri büyütmeye çalışıyordun ama sonuç... biraz felaketti."

 

O anı hatırlayınca kahkahalarla gülmeye başladım. "Evet! Çiçeklerin hepsi yamuk yumuk büyümüştü ve bir tanesi bile açmadı. Annem bahçeyi görünce ne kadar üzülmüştü!"

 

"Senin suratını hiç unutmam," diye ekledi Anastasia. "Tam bir hayal kırıklığı yaşadın ama yine de gülmeye devam ettin."

 

"Çünkü her şeyin denemekten ibaret olduğunu biliyordum," dedim omuz silkerek. "Büyü öğrenmek kolay değildi."

 

Odeon bu sefer gülümseyerek araya girdi. "Demek küçükken bile bu kadar azimle doluydun. Bu gerçekten sana yakışan bir hikaye."

 

Masadaki herkes kahkahalarla gülerken, anılar birbiri ardına akıyordu. Sam, daha sakin bir anıyı hatırladı. "Bir de ormanda piknik yaptığımız zamanı hatırlıyorum. İrene, sen sürekli yeni yerler keşfetmeye çalışıyordun. Hepimiz rahatça otururken sen kaybolup gitmiştin."

 

"Ah evet," dedim gülerek, "yeni bitkiler ve hayvanlar bulmaya çalışıyordum. Sonunda geri döndüğümde hepiniz endişelenmiştiniz ama ben çok mutluydum çünkü ormanın derinliklerinde nadir bir çiçek bulmuştum."

 

Anastasia başını salladı. "Her zaman cesurdun. Senin peşinden gelmek bazen zordu ama asla korkmazdın."

 

O gece, geçmişin güzel ve sıcak anıları yemekhaneyi doldurmuştu. Herkes birbirine daha da yakınlaşmış, çocukluğumuzun masumiyetini ve dostluğumuzu yeniden hatırlamıştık. Odeon bile, bu neşeli sohbetlerin içinde kendini daha rahat hissetmiş gibiydi. Masada kahkahalar ve güzel anılarla dolu bu akşam, hepimizin unutamayacağı bir hatıra olmuştu.

 

Anastasia, masadaki sohbetin keyfini çıkarırken, Odeon gülerek dedi ki:

 

"İrene, konuşmalarımız gerçekten harika. Ama seninle daha özel bir şey paylaşmak istiyorum. Dışarıda bir yürüyüş yapmaya ne dersin? Akşamın tadını çıkarmak ve biraz temiz hava almak için güzel bir fırsat olur."

 

Odeon'un bu önerisiyle herkes mutlu bir şekilde başını salladı. İçerideki sıcak atmosferi dışarıdaki serin havayla dengelemek için harika bir fikir gibi görünüyordu. Yavaşça kalkıp dışarı çıkmaya başladık, masada bıraktığımız anların ardından yeni bir deneyim için heyecanlıydık.

 

 

Loading...
0%