Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.Bölüm

@hayat_belirtisi34

 

"O halde yeni dönemde görüşmek üzere. Beraber çalışmamız için sabırsızlanıyorum. Yalnız ikinci dönem de gelebilirim anca."

Okul müdürü Cüneyt bey:

"Bizde iple çekiyoruz hocam. Merak etmeyin öğrencilerimiz için elimizden geleni yapıcaz."

 

"Güzel. O halde müsadenizle. İşlerim var."

"Şeyma hocam kapının önünde duran neden sizi bekliyor." dedi Fen öğretmeni Ela hanım.

 

O sırada ikisi de birbirine baktı. Kaşlarını sinsice, gülerek kaldırdı Hüseyin. Söyliyim mi dercesine. Görev bittiğine göre gerçeği söylemeye karar verdi.

 

"Aa o mu? Arkadaş Asteğmen Hüseyin Kaya kendisi timdeki askerlerimizden biri. Ayrıca dostum olur."

"Tim derken" dedi Cüneyt bey.

 

Tekrar Hüseyin'e bakar. Söyle dercesine kafasını hafif eğer.

 

"Ee şöyle değerli hocalarım aslında ben buraya sadece öğretmen sıfatıyla gelmedim. Gizli görevdeydim. Gelen istihbaratlar üzerine ajan olarak görevlendirilmiştim. Gizli kalması gerekiyordu."

 

Odadakilerin bakışları değişti. Toplantıdaki güleryüzleri düşmüştü. Zümre başkanı ilk konuşan oldu.

 

"Yani askerdiniz öyle mi asıl mesleğiniz bu."

"Evet ama sizinle irtibarımız kesilmeyecek. Kontrol için uğruyacağım."

"Vay olaya gel. Rütbeniz ne peki?"

"Yüzbaşı."

 

Hocaların tavrının değişmeye başladığını gören Hüseyin ortaya atılır.

 

"Valla kendisi çok yetenekli ve güler yüzlüdür. Tabi askeriyede değil. Burnumuzdan söktürüyor."

 

Gülümserler. İşe yarıyor galiba ha. Ne zaman geldinde sanki yıllardır yapmış gibi konuşuyor bu.

 

"Mesela yarın işkence başlıyor. Talim yapıcakmışız. Acımayacak."

"Ee Hüseyin bey askeriyede bir söz vardır. Dün bugünden daha kolaydı. Tabi alışık olmadığınız ortam olduğu için."

 

"Teessüf ederim komutanım. Biz de bir şeyler biliyoruz."

 

Ortamın gerginliği kayboluyordu yavaş yavaş.

 

"Peki hocam. Bundan sonraki göreviniz ne?" dedi Cüneyt bey.

"Onu söyleyemiyoruz malesef. Gizlilikten ötürü."

"Anlaşıldı. İçiniz rahat olsun. Siz gelene kadar öğrenciler bize emanet."

 

Gülümser Şeyma. Ve ikisi de okuldan ayrılır.

 

"Ee bunu da hallettiğimize göre şimdi ne yapıyoruz."

"Hiçbir şey."

"Ne ama..."

"Hüseyin akşam olmak üzere. Hadi git dinlen sende. Yarın çok işimiz var."

"Sevgilimle ne zaman vakit geçirebilicem?"

"Ya ben senin sevgilin değilim. Hem sen haddini aşıyorsun ha. Komutanınla nasıl konuşuyorsun sen."

"Anlaşıldı. Baban gelene kadar sen hiç fikrini değişmiyicen."

"Hey Allah'ım sen bana sabır ver."

"Yarın görüşürüz." deyip elini sallayarak uzaklaşır. Arkasından bakar öylece.

 

"Acaba ona haksızlık yapıyor muyum?

 

"ℕ𝕚𝕪𝕖𝕥𝕚 𝕘𝕖𝕣𝕔𝕖𝕜 𝕕𝕖𝕘𝕚𝕝𝕤𝕖. 𝕆 𝕫𝕒𝕞𝕒𝕟 𝕟𝕖 𝕪𝕒𝕡𝕒𝕔𝕒𝕜𝕤ı𝕟. 𝕊𝕦 𝕒𝕟𝕒 𝕜𝕒𝕕𝕒𝕣 𝕦𝕔𝕦 𝕦𝕔𝕦𝕟𝕒 𝕪ı𝕣𝕥𝕞ı𝕤 𝕠𝕝𝕒𝕓𝕚𝕝𝕚𝕣𝕤𝕚𝕟. 𝕐𝕦𝕫𝕦 𝕤𝕠𝕟𝕣𝕒𝕕𝕒𝕟 𝕠𝕣𝕥𝕒𝕪𝕒 𝕔ı𝕜𝕒𝕣𝕤𝕒. 𝔹𝕖𝕝𝕜𝕚 𝕕𝕖 𝕤𝕒𝕟𝕒 𝕒𝕔ı𝕕ı𝕘ı 𝕚𝕔𝕚𝕟 𝕪𝕒𝕟ı𝕟𝕕𝕒 𝕜𝕒𝕝ı𝕪𝕠𝕣𝕕𝕦𝕣. 𝕊𝕖𝕟𝕚 𝕘𝕖𝕣𝕔𝕖𝕜𝕥𝕖𝕟 𝕤𝕖𝕧𝕤𝕖 𝕟𝕖𝕕𝕖𝕟 𝕒𝕣𝕒𝕪ı𝕡 𝕤𝕠𝕣𝕞𝕒𝕤ı𝕟 𝕜𝕚. 𝔹𝕒𝕓𝕒𝕟 𝕓𝕒𝕙𝕒𝕟𝕖."

 

 

Yine başlamıştı mesai. Ya içini kemiriyor ya sesini duyuyor kendini çaresiz hissettiği anlarda da ikisiyle birlikte karşısına dikiliyordu. Bu sefer sesiyle dürtüyordu. İşin kötü yanı Şeyma'nın bunu dinleyip doğru kabul etmesiydi. En nefret ettiği şey. Sonradan mal gibi ortada, enkazın altında bırakılmak... Dinlerse rahatlıyor, içi ferahlıyordu. Ve bunun farkında bile değildi. Karşısındaki yapmadan kendisi yapıyordu... Kafasını ellerinin arasına aldı. Yüzünü elleriyle ovuşturdu. Derin bir nefes verdi. Hepsini dışarıya atmak istercesine... Durağa kadar yürüdü. Evin yoluna kadar sadece dolup taşamayan yaşlarıyla camdan dışarıyı izledi.

 

********

 

Barlas 2. Hudut Alayı askeriyesinde bir curcuna hakimdi. Gerginlik ve endişe en üst safadaydı. Herkes duyduğu haberle şaşırıyor, bilgi almak için birbirlerinden cevap alıyordu. Yardım için bağırtılar havada uçuşuyor,askeri sağlık ekipleri her yere yetişmeye çalışıyordu. Furkan ise Hüseyin'e ulaşmaya çalışıyordu.

 

"Ulan açsana. Lazım olmadığın zaman burnumda bitersin. Aç şunu aç."

 

"Ne var lan. Bir koymadın. Ne?"

 

"Kes.Acil askeriyeye gel çabuk hiç oyalanmadan hemen."

 

"Ne oldu?"

 

"Patlama oldu. Yahya komutan seni çağırıyor çabuk."

 

"Tamam hemen geliyorum. Oralardayım zaten. E Şeyma'ya haber verildi mi?"

 

"Hayır sakın. Emir var. Haberi olmayacak."

 

"Oğlum delirtmesene adamı," diye bağırdı. Söylesene tam olarak ne oldu?!"

 

"Haluk amca gelmişti buraya. Kontrol için. Ayrılırken patlama oldu. Yanında gelen asker ile ortadan kayboldu.Şimdi de ulaşamıyoruz. Ortada yok. Bindiği araba ise kül içinde. Ceset yok. "

 

"Neee... İki dk ya oradayım."

 

Tim aceleyle Furkan'ın yanında biter.Ece:

"Ne oldu? Aceleyle çağrıldık." diyerek ortaya atıldı.

Hepsi ne olduğunu söylemek için yüzüne bakıyordu.

 

"Patlama oldu komutanım yarım saat önce."

"Ne?"

 

"Şeyma komutanım neden gelmedi?"

 

"Gelmeyecek o."

 

"Neden?" dedi Göktuğ.

 

 

Hışımla yürüyen Üsteğmen Yahya ve Fırat yanlarından geçer. Sinirlidirler.

 

"Takip edin beni."

 

Birden dururlar. Fırat time göz atar. Bağırarak;

 

"Hüseyin nerede?"

 

"Geliyor komutanım. Yolda."

 

Furkan'ın bu sözünden hemen sonra Hüseyin nefes nefese koşarak yanlarına gelir. Yahya nefesi burnunda Hüseyin'e ters bakar.

 

"Bu ne disiplin!"

 

Başını eğer. Hemen acil toplanma odasına geçilir. Albay Metin peşlerine içeriye girer. Tam vaktinde gelmişlerdi. Sertçe yumruğunu masaya geçirir. Yahya ve Fırat'a bakar boğacakmış gibi. Bağırır.

 

"NASIL OLUR BU?! NASIL OLURDA DİBİMİZE KADAR GİRERLER DE RUHUMUZ DUYMAZ."

 

 

Tim başını eğer. Diyecek bir şeyleri yoktur. Metin bey burnundan solar. Fırat söze girer.

 

 

"Hemen olaya müdahele ettik komutanım. JÖH ile işbirliğimiz sonucunda Barlas ilçesinde şüpheli sahıslar belirlendi. Yakalanamayan zanlılar yapmış olmalı. Mustafa:

 

 

"Komutanım haklı. SGB ile de iletişmdeydim. Sizin görüştüğünüz saatlerde devletin veri tabanlarına zorla girildiğini farkettik. Ve birim ile olaya el koyduk. Yakalandılar. Şimdilik İlter Jandarma Karakolu'nda tutuluyorlar. Orada da hasar büyük. Bizden önce orada da patlama olmuş. Ama çok değil."

 

 

"Biliyorum. Ahhğğ. Kaybımız var mı?"

 

"Yok komutanım çok şükür. Yaralı askerlerimiz var. Ucu ucuna yetişmiştik." dedi Furkan.

 

Albay devam eder.

 

 

"Buraya tek yolla döşeyebilirler bombayı." Göktuğ devam eder.

 

 

"Su altından ya da kilidi açılmamış bodrumdan. Çünkü orası kıyıya çok yakın." Üsteğmen Yahya:

 

"Haklısın Göktuğ. Alay beton tel duvarlarla, kurşun geçirmez camdan yapılan nöbet kuleleri, son teknoloji sistemlerle donatıldı. Ve denetimleri de geldiğimiz andan bu yana güçlendirdik. Ayrıca her yerde kameralarla donatıldı. Teçhizatlarımız eksiksiz bir şekilde tamamlandı. Giriş ve çıkışlar, koridorlar her yer sıkı bir şekilde bölük komutanlarınca kontrol edilip, askerler göz üstünde tutuluyor. Ece devam eder:

 

 

"Yine de bu aramızda hain olmadığı anlamına gelmiyor. Ne kadar düşük bir ihtimal olsa da."

 

 

Albay Metin:

 

"Ece ve Hüseyin hemen askerlerin sağlık durumlarıyla ilgilenin. Mustafa sende tekrar veri tabanlarını kontrol et. İlla ki ulaşacağımız bir şey bulacağına eminim. İz bırakmayacak kadar zeki değiller. Yahya bugün nöbette sen olacaksın. Şu işi bir kurcalayalım. Göktuğ, Furkan destek komandolar çağırdım, benle geliyorsun. Fırat sende karakola gidiyorsun. Şerefsizleri sorgula bakalım. Ne çıkacak. Bu gece uyku yok!

 

"Ş-şey..." Metin Bey Hüseyin'e döner.

 

"Söyle."

 

"Şeyma komutanım öğrenirse ne yapalım Albayım. Derin bir nefes verir. Bu sorudan sonra tim birbirine bakar. Göktuğ:

 

"Neden saklıyoruz ki komutanım?"

 

"Haluk bey Şeyma'nın babası da ondan. On yıldır öldü sandığı babasının yaşadığını yeni öğrendi. Bu kızın hiç yüzü gülmeyecek mi?

 

 

Tim şaşırır. Şaşkınlıkları hüzne dönüşür.

 

"Ha bu arada bu olay medyaya yansımayacak. Anlaşıldı mı?"

 

"ANLAŞILDI!"

 

 

******

 

 

Gecenin derinleştiği vakitler... Ay sadece derdine çekilen insanlara parlıyordu. Uzun beyaz kıyafetle etrafıma baktığımı hatırlıyorum. Işıkla aydınlanan yolum yavaş yavaş arkamdan kayboluyordu. Sadece önüme yürüyorum. Görmem gereken bir şey varmış gibi... Işığın sonu hiç bir daha görmek istemeyeceğim bir odaya getirdi. Gasilhaneye. Ne oluyor anlamıyorum. Arkamı döndüğümde pencereden babamı görüyorum. Ayın bembeyaz ışığına bakarak yeşilliklerin arasında oturuyor.

 

"B-baba."

 

Bir kaç defa seslenmeme rağmen cevap vermiyor. Yürümeye cesaret ettiğim zaman ilerleyemiyorum. Her adım atışımda göremediğim bir şeye çarpıyor, her çarptığımda gücüm sanki yağmur tanesine dönüşmüşte birikip birikip boynumdan aşağı kayıyor. Benden aldığı takatim görmediğim engeli güçlendiriyordu sanki. Her yağmur tanesi bedenime kamçı gibi iniyor. Soluğum gitgide tıkanıyor, kollarım gevşiyor.İyice yağmur artıyor. Gölgeli bir görüntü babamın üzerinde büyüyordu. Ürküyordum artık. Eziliyorum. Bu lanet şey babama gitmeme engel olduğu yetmezmiş gibi bütün enerjimi sömürüyordu.Sonra anlayamadığım bir vakitte salise farkıyla lacivert bir gök parçası düştü. Baktığımda babam yeşilliğin arasında değildi. Bir de ne göreyim. Odanın içinde, soğuk, nemli, kapkaranlık gasilhanenin odasında ortada yatıyordu. Gördüğüm manzara içimi alevle doldurdu. Son gücümle bağırdım.

 

"Hayır, babaaa."

 

Bağırtımla birlikte önümdeki şeffaf engel bir şelaleden boşalan su gibi parçalandı. Birden üstüme bütün soğukluğu ile bıraktı kendini. İnce beyaz elbisenin içinde sırılsıklam olmuş, donuyordum.

 

 

"𝘖 bağırtıda ne?" dedi Mert

Aile ayaklanmış g𝘦𝘤𝘦𝘯𝘪𝘯 𝘰𝘳𝘵𝘢𝘴ı𝘯𝘥𝘢 𝘨𝘦𝘭𝘦𝘯 𝘴𝘦𝘴𝘦 𝘰𝘥𝘢𝘬𝘭𝘢𝘯𝘮ıştı. 𝘏𝘢𝘤𝘦𝘳 𝘩𝘢𝘯ı𝘮:

"Şeyma'nın 𝘰𝘥𝘢𝘴ı𝘯𝘥𝘢𝘯 𝘨𝘦𝘭𝘪𝘺𝘰𝘳... Ş𝘌𝘠𝘔𝘈..."

𝘠𝘢𝘵𝘢ğı𝘯 𝘪ç𝘪𝘯𝘥𝘦 𝘬ı𝘻 çı𝘳𝘱ı𝘯ı𝘺𝘰𝘳𝘥𝘶.𝘏𝘦𝘳 𝘵𝘢𝘳𝘢𝘧ı 𝘴𝘶 𝘪ç𝘪𝘯𝘥𝘦 𝘬𝘢𝘭𝘮ış𝘵ı. 𝘌𝘥𝘢:

 

"𝘠𝘪𝘯𝘦 𝘬â𝘣𝘶𝘴 görü𝘺𝘰𝘳. 𝘈𝘣𝘪 𝘣𝘪𝘳 ş𝘦𝘺 𝘺𝘢𝘱."

 

𝘏𝘢𝘤𝘦𝘳 𝘩𝘢𝘯ı𝘮 𝘢𝘤𝘦𝘭𝘦𝘺𝘭𝘦 𝘺𝘢𝘵𝘢ğı𝘯 𝘺𝘢𝘯ı𝘯𝘥𝘢𝘬𝘪 𝘬𝘰𝘯𝘴𝘰𝘭𝘥𝘢𝘯 𝘩𝘢𝘷𝘭𝘶 çı𝘬𝘢𝘳ı𝘳. 𝘚ı𝘳ı𝘭𝘴ı𝘬𝘭𝘢𝘮 𝘰𝘭𝘮𝘶ş 𝘺üzünü 𝘴𝘪𝘭𝘦𝘳.

 

"𝘒ı𝘻ı𝘮, 𝘬𝘢𝘭𝘬 𝘩𝘢𝘥𝘪." 𝘥𝘪𝘺𝘦𝘳𝘦𝘬 𝘴𝘦𝘴𝘪𝘯𝘪 yük𝘴𝘦𝘭𝘵𝘪𝘳. 𝘔𝘦𝘳𝘵 𝘰𝘵𝘶𝘳𝘶𝘳 𝘣𝘢ş 𝘶𝘤𝘶𝘯𝘢. 𝘌𝘭𝘭𝘦𝘳𝘪𝘺𝘭𝘦 𝘣𝘢şı𝘯ı 𝘥𝘪𝘻𝘭𝘦𝘳𝘪𝘯𝘪𝘯 üz𝘦𝘳𝘪𝘯𝘦 𝘢𝘭ı𝘳. 𝘛𝘪𝘵𝘳𝘦𝘺𝘦𝘯 𝘴𝘰𝘭 𝘦𝘭𝘪𝘯𝘪 𝘴ı𝘮𝘴ı𝘬ı 𝘵𝘶𝘵𝘢𝘳.

 

"𝘈𝘣𝘭𝘢 𝘶𝘺𝘢𝘯 𝘩𝘢𝘥𝘪. 𝘒â𝘣𝘶𝘴 𝘨örü𝘺𝘰𝘳𝘴𝘶𝘯." 𝘥𝘦𝘺𝘪𝘱 𝘴ı𝘬𝘵ıştırdı ç𝘦𝘯𝘦𝘴𝘪𝘯𝘦 𝘦𝘭𝘪𝘯𝘪𝘯 𝘥ış 𝘬ı𝘴𝘮ı𝘯ı 𝘬𝘰𝘺𝘢𝘳. 𝘖 𝘳ü𝘺𝘢𝘯ı𝘯 𝘩ı𝘯𝘤ı 𝘪𝘭𝘦 𝘬𝘦𝘯𝘥𝘪𝘯𝘪 𝘴ı𝘬𝘢𝘯 𝘬ı𝘻𝘤𝘢ğı𝘻 𝘬𝘢𝘳𝘥𝘦ş𝘪𝘯𝘪𝘯 𝘦𝘭𝘪𝘯𝘪 ı𝘴ı𝘳𝘥ığı𝘯ı𝘯 𝘧𝘢𝘳𝘬ı𝘯𝘥𝘢 𝘥𝘦ğ𝘪𝘭𝘥𝘪𝘳. 𝘔𝘦𝘳𝘵 𝘤𝘢𝘯ı 𝘺𝘢𝘯𝘮𝘢𝘴ı𝘯𝘢 𝘳𝘢ğ𝘮𝘦𝘯 𝘶𝘧𝘢𝘬 𝘣𝘪𝘳 𝘪𝘯𝘭𝘦𝘮𝘦 𝘥ışı𝘯𝘥𝘢 𝘴𝘦𝘴𝘪𝘯𝘪 çı𝘬𝘢𝘳𝘮𝘢𝘻.

 

 

Hemen babamın yanına koştum. Salladım onu. Bu iki oluyordu. Yeter ama. Gasılhane artık boğuyordu beni. İçinde birikmiş, çürümüş, dağılmış, tutulmaz eziklik ağırlığını atamıyordum üstümden. Atmak istiyordum ama yapamıyordum. Üşüyen bedenimle babamın başını dizlerime aldım. Bumbuz kesilen ellerimle sarıldım. O da ne! Böyle olmaması gerek. Sımsıcacık. Kalbine elimi götürdüm. Atıyor, atıyordu. Sonra parmağımı burnuna getirip nefesini kontrol ettim.

 

"Ah yaşıyor çok şükür. Yaşıyor."

 

Beyaz örtünün altında kırlaşan saçları rüzgarla savruluyor, donuyordu. Sol eli hariç. Babasının kalbinin üzerinde olan eli sımsıcak olmuştu. Etrafını gözetledi. Kimsecikler yoktu. Ortamın boğucu karanlığın hışırtısı, duyduğu sert damlaların sesini de duymuyordu. Net bir sesle algısını çevirdi.

 

"Ablaaa."

 

𝘒𝘢𝘳𝘢𝘯𝘭ı𝘬 𝘣𝘪𝘳 ş𝘪𝘮ş𝘦𝘬 𝘨𝘪𝘣𝘪 𝘴ı𝘺𝘳ı𝘭ı𝘱 𝘨𝘦ç𝘵𝘪 𝘣𝘰ş𝘭𝘶ğ𝘶𝘯 ü𝘴𝘵ü𝘯𝘥𝘦𝘯. 𝘍ı𝘵𝘳𝘪 𝘩𝘢𝘭𝘪𝘺𝘭𝘦 𝘨ö𝘻𝘭𝘦𝘳𝘪𝘯𝘪 𝘢ç𝘵ı. 𝘚𝘰𝘭𝘨𝘶𝘯 ışı𝘬 𝘴ı𝘻ı𝘯𝘵ı𝘴ı𝘯ı𝘯 ö𝘯ü𝘯𝘥𝘦 𝘴𝘰𝘭𝘶𝘬 𝘴𝘰𝘭𝘶ğ𝘢 ç𝘦𝘷𝘳𝘦𝘴𝘪𝘯𝘦 𝘣𝘪𝘳 𝘨ö𝘻 𝘢𝘵𝘵ı. 𝘋𝘪ğ𝘦𝘳𝘭𝘦𝘳𝘪𝘯𝘪 𝘣𝘢şı𝘯𝘢 𝘵𝘰𝘱𝘭𝘢𝘯𝘮ış 𝘩𝘢𝘭𝘥𝘦 𝘣𝘶𝘭𝘥𝘶. 𝘛𝘪𝘵𝘳𝘦𝘺𝘦𝘳𝘦𝘬 𝘬𝘢𝘭𝘬𝘵ı.

 

"𝘈𝘣𝘭𝘢 𝘪𝘺𝘪 𝘮𝘪𝘴𝘪𝘯?" 𝘥𝘪𝘺𝘦𝘳𝘦𝘬 𝘢𝘵𝘭𝘢𝘥ı 𝘌𝘥𝘢. 𝘎ö𝘻𝘭𝘦𝘳𝘪𝘯𝘪𝘯 𝘵𝘢 𝘪ç𝘪𝘯𝘦, 𝘥𝘪𝘣𝘪𝘯𝘦 𝘣𝘢𝘬ı𝘺𝘰𝘳𝘥𝘶.

 

"𝘒ı𝘻ı𝘮 𝘺𝘪𝘯𝘦 𝘮𝘪 𝘬â𝘣𝘶𝘴 gör𝘥ü𝘯?"

 

𝘕𝘦𝘧𝘦𝘴𝘪𝘯𝘪 𝘥ış𝘢𝘳ı 𝘷𝘦𝘳𝘪𝘱 𝘣𝘢şı𝘯ı 𝘩𝘢𝘧𝘪𝘧 𝘥𝘦𝘳𝘦𝘤𝘦𝘥𝘦 𝘴𝘢𝘭𝘭𝘢𝘥ı. 𝘈ğı𝘳𝘭𝘢şa𝘯 𝘨ö𝘻𝘭𝘦𝘳𝘪 𝘔𝘦𝘳𝘵'𝘪𝘯 𝘦𝘭𝘪𝘯𝘦 𝘵𝘢𝘬ı𝘭𝘥ı. 𝘉𝘪𝘳𝘥𝘦𝘯 𝘣𝘶𝘮𝘣𝘶𝘻 𝘦𝘭𝘭𝘦𝘳𝘪𝘯𝘪𝘯 𝘢𝘳𝘢𝘴ı𝘯𝘢 𝘢𝘭𝘥ı. 𝘐𝘴ı𝘳𝘥ığı 𝘬ı𝘴ı𝘮 𝘬ı𝘱𝘬ı𝘳𝘮ı𝘻ı 𝘰𝘭𝘮𝘶ş 𝘣𝘢𝘻ı 𝘺𝘦𝘳𝘭𝘦𝘳𝘪 𝘬𝘢𝘯ı𝘺𝘰𝘳𝘥𝘶. 𝘔𝘦𝘳𝘵 𝘦𝘭𝘪𝘯𝘪 ç𝘦𝘬𝘵𝘪.𝘛𝘶𝘵𝘵𝘶 Ş𝘦𝘺𝘮𝘢 𝘴ı𝘮𝘴ı𝘬ı. 𝘎ö𝘻𝘭𝘦𝘳𝘪 𝘥𝘰𝘭𝘥𝘶. 𝘒𝘰𝘯𝘴𝘰𝘭𝘶𝘯 𝘪𝘭𝘬 ö𝘦𝘬𝘮𝘦𝘤𝘦𝘴𝘪𝘯𝘥𝘦𝘯 𝘨𝘢𝘻𝘭ı 𝘣𝘦𝘻𝘭𝘦𝘳𝘥𝘦𝘯 𝘣𝘪𝘳𝘪𝘯𝘪, 𝘬𝘳𝘦𝘮𝘪 𝘢𝘭𝘥ı.

 

"𝘈𝘣𝘭𝘢 𝘵𝘢𝘮𝘢𝘮 𝘨𝘦𝘳𝘦𝘬 𝘺𝘰𝘬."

 

"𝘋𝘶𝘳 𝘬ı𝘱ı𝘳𝘥𝘢𝘮𝘢. 𝘡𝘢𝘳𝘢𝘳 𝘷𝘦𝘳𝘮𝘦𝘬𝘵𝘦𝘯 𝘣𝘢ş𝘬𝘢 𝘺𝘢𝘱𝘵ığı𝘮 𝘣𝘪𝘳 ş𝘦𝘺 𝘺𝘰𝘬. 𝘕𝘦𝘥𝘦𝘯 𝘦𝘭𝘪𝘯𝘪 𝘬𝘰𝘺𝘥𝘶𝘯 𝘬𝘪. 𝘉𝘪𝘳 ş𝘦𝘺 𝘵ı𝘬𝘴𝘢𝘺𝘥ı𝘯 𝘢ğ𝘻ı𝘮𝘢."

 

 

𝘠ü𝘻ü𝘯ü𝘯 ç𝘦𝘷𝘳𝘦𝘴𝘪𝘯𝘥𝘦𝘬𝘪 ı𝘴𝘭𝘢𝘯𝘮ış 𝘥𝘢ğı𝘭𝘢𝘯 𝘴𝘢çl𝘢𝘳ı 𝘢𝘴ı𝘭ı𝘺𝘰𝘳𝘥𝘶. İ𝘯𝘦𝘯 𝘨ö𝘻𝘺𝘢ş𝘭𝘢𝘳ı 𝘬𝘢𝘳𝘥𝘦ş𝘪𝘯𝘪𝘯 𝘦𝘭𝘪𝘯𝘦 𝘥üşü𝘺𝘰𝘳𝘥𝘶. 𝘏𝘢𝘤𝘦𝘳 𝘩𝘢𝘯ı𝘮 𝘷𝘦 𝘌𝘥𝘢 𝘮𝘶𝘵𝘧𝘢ğ𝘢 𝘣𝘪𝘳 ş𝘦𝘺𝘭𝘦𝘳 𝘩𝘢𝘻ı𝘳𝘭𝘢𝘮𝘢𝘬 𝘪ç𝘪𝘯 𝘨𝘪𝘵𝘮𝘪şl𝘦𝘳𝘥𝘪. 𝘏ü𝘴𝘦𝘺𝘪𝘯'𝘪𝘯 𝘺𝘢𝘯ı𝘯𝘥𝘢𝘯 𝘨𝘦𝘭𝘥𝘪ğ𝘪𝘯𝘥𝘦 𝘥𝘪𝘳𝘦𝘬 𝘶𝘺𝘶𝘮𝘶ş 𝘨ü𝘯 𝘣𝘰𝘺𝘶 𝘢ğ𝘻ı𝘯𝘢 𝘭𝘰𝘬𝘮𝘢 𝘬𝘰𝘺𝘮𝘢𝘮ış𝘵ı. 𝘔𝘦𝘳𝘵 𝘢𝘣𝘭𝘢𝘴ı𝘯ı𝘯 𝘣𝘶 𝘩𝘢𝘭𝘪𝘯𝘦 𝘥𝘢𝘺𝘢𝘯𝘢𝘮𝘢𝘥ı. 𝘚𝘢𝘳ı𝘭𝘥ı.

 

"Şşş 𝘢𝘣𝘭𝘢 𝘪𝘺𝘪𝘺𝘪𝘮 𝘮𝘦𝘳𝘢𝘬 𝘦𝘵𝘮𝘦." 𝘥𝘦𝘺𝘪𝘱 𝘴𝘢ç𝘭𝘢𝘳ı𝘯ı 𝘰𝘬ş𝘢𝘳.

 

"𝘠𝘪𝘯𝘦 𝘣𝘢𝘣𝘢𝘮ı𝘮ı 𝘨ö𝘳𝘥ü𝘯."

 

"𝘏ı 𝘩ı." 𝘚𝘢𝘳ıldığı 𝘬𝘢𝘳𝘥𝘦şi𝘯𝘦 𝘥𝘢𝘩𝘢 ç𝘰𝘬 𝘬𝘪𝘵𝘭𝘦𝘯𝘪𝘳. 𝘉ı𝘬ı𝘱 𝘶𝘴𝘢𝘯𝘮ış𝘵ı𝘳 𝘢𝘳𝘵ı𝘬. 𝘒𝘢𝘳𝘢nlığı 𝘥𝘢𝘩𝘢 𝘥𝘢 𝘣üyü𝘺𝘰𝘳, 𝘥𝘢𝘭𝘭𝘢𝘯ı𝘱 𝘣𝘶𝘥𝘢𝘬𝘭𝘢𝘯ı𝘺𝘰𝘳𝘥𝘶.

 

 

Elinde tepsiyle içeri girerler.

 

"Kızım hadi bir şeyler ye."

 

"İstemiyorum anne. Midem yanıyor. Yiyemem."

 

"Nereye kadar abla. Hadi bir kaç lokma." der Eda.

 

"Bak en sevdiğin çorbadan yaptım. Mercimek çorbası. Salçasız. Mideni yakmaz. Hadi azıcık."

 

 

Hatırları için çorbayı içerken bile anıları gözünün önüne geliyordu. Babası da severdi bu çorbayı. Önünde duran kasede yansıması belirir yine.

 

 

"𝘕𝘢𝘴ı𝘭 𝘣𝘶 𝘬𝘥𝘢𝘳 𝘳𝘢𝘩𝘢𝘵𝘴ı𝘯. 𝘠𝘢 𝘣𝘢şı𝘯𝘢 𝘣𝘪𝘳 ş𝘦𝘺 𝘨𝘦𝘭𝘥𝘪𝘺𝘴𝘦. Ç𝘢𝘣𝘶𝘬 𝘰𝘭."

 

 

Kaldırır başını kâseden. Ağzından kaşığı çeker. Annesine uzatır tepsiyi.

 

"Yeterli." der ve yataktan doğrulur. Saçlarını toplar. Dolabına bir kaç bir kıyafet almak için yürür.

 

"Üzerimi değişicem. Sizde uyuyun artık. Benim yüzümden kalktınız."

 

Odadan çıkarlar. Açar dolabını. Neredeyse bütün kıyafetleri siyahtır.

 

 

"Yeter izin kullandım. Bir yoklıyim bakayım. Neler olup bitiyor." Furkan'ı arar. Meşgul. Hüseyin'i arar meşgul. Üniformalarına göz gezdirir. Kirli olduklarını hatırlayınca bir kaç parça çıkartır. Siyah kot pantolon, dizinden bir karış kısalıkta uzanan siyah kazağını geçirir üstüne. Timin gurubuna yazar.

 

 

Ş𝘦𝘺𝘮𝘢:𝘔𝘪𝘭𝘭𝘦𝘵 𝘩𝘦𝘳 ş𝘦𝘺 𝘺𝘰𝘭𝘶𝘯𝘥𝘢 𝘮ı?...(𝘎örüldü)

 

 

"Oraya geleyim. Göstericem size. Durun siz."

 

 

𝘔𝘶𝘴𝘵𝘢𝘧𝘢: 𝘔𝘦𝘳𝘢𝘬 𝘦𝘵𝘮𝘦𝘺𝘪𝘯 𝘬𝘰𝘮𝘶𝘵𝘢𝘯ı𝘮. 𝘚𝘰𝘳𝘶𝘯 𝘺𝘰𝘬.

 

 

"DİNLEME. KAVUŞMAYA BU KADAR YAKINKEN RAHAT OLAMAZSIN. ÇABUK.

 

 

Koyu pastel yeşil renkli şalını bağlar. Silahını beline yerleştirir. Montunu giyip çantasını alır. Sessizce odadan çıkmaya çalışır. Hacer Hanım'a yakalanır.

 

"Kızım nereye?"

 

"Ben mi... Hiç hiçbir yere."

 

"Nereye dedim?"

 

"Oo anne ya. Askeriyeye gidiyorum."

 

"Neden?"

 

"Ne demek neden?"

 

"Kızım delirtmesene insanı. Bulmaca gibi niye konuşuyorsun? Şafak vakti niye gidiyorsun? "

 

"Anne sen benim mesleğime hala alışamadın mı? Vakti olmuyor. Hem iznim de bitiyor.Yeni görev verildi."

 

 

Hacer hanım bir şey demez. İç geçirir. Kızının gözlerinin içine bakar hayal kırıklığıyla. Korkar. Eşi gibi olmasından. Her ne kadar ona sert davransa da onu çok seviyordur aslında. Nedenini bilmiyor ama içinde lavlar akan ateşini bir tek onda hafifletip söndürüyordu. Ona anlatınca rahatlıyor her biri tüfe dönüşen birikmiş acıları onunla çıkıyordu yanardağından. Çoğusu kalp kırıklığıyla bitmişti. Kendisi de bu durumdan memnun değildi. Hiç bir anne evladının kalbini bilerek kırmak ister miydi? Elinde değildi. Her seferinde onu sabırla dinleyen kızını, dert ortağını, en yakın arkadaşı için endişeleniyor, içi içini yiyordu. O yüzden üzerine pek fazla gitmemeye çalışıyordu.

 

"Eve sapasağlam şekilde gel. Lütfen."

 

Gülümser.

 

"Aa asma suratını ama. Görüşürüz."

 

Yüzbaşı, endişeyle askeri üsse doğru adımlarını attı. Yola çıkarken içinde bulunduğu belirsizlik, onu huzursuz etmeye başlamıştı. Derin bir nefes alarak askeri üssün kapısına yaklaştı. Kapı açıldığında karşısında görünen manzara, kalp atışlarını hızlandırdı. Gözlerine inanamadı. Birbirine düşmüş, yorgun ve bitkin askerlerle dolu olan üs, adeta bir savaş alanına dönmüş gibiydi. Yüzbaşı, umutsuzlukla dolu kalbinde büyük bir ağırlık hissetti. Bu kötü manzara, kendisine sorumluluklarıyla yüzleşmesi gerektiğini hatırlatıyordu.Girişte kocaman yerde oluşan simsiyah çalılık yanık kokusu genizlerine kadar işliyordu. Binanın bazı kısımları yanmış, bir kaç teçhizat zarar görmüştü. Yüzbaşı askeriye içinde dolaşırken karşılaştığı manzara karşısında sinir ve üzüntü dolu karmaşık duygular hisseder. Üstelik ekibinden kimseyi bulamaz, sağlık odasından gelen sesler gelmektedir. Bahçede ön sıralarda bekleyen askerlerle karşılaşır ve onlarla konuşur. Yarbay Yusuf ile olan diyaloğunda olan biteni anlamaya çalışır. Yanlarına gider. Kaşları çatık sinirini korumaya çalışarak selamını verdikten sonra:

 

"Komutanım?"

 

Yarbay, Patlamanın yüzbaşından saklı kalmasına karar verilmesine rağmen, yüzbaşının karşısında durduğunu fark ettiğinde hissettikleri karmaşık bir duygu içindeydi. Öncelikle, sorumluluğunu yerine getirmek için alınan karara saygı göstermek istiyordu. Patlamanın yüzbaşının bilgisine ihtiyaç duymayacağına emindi ve sırrı koruması gerektiğinin farkındaydı. Ancak aynı zamanda, yüzbaşının karşısında durmak ve ona yalan söylemek karmaşıklık yaratıyordu.

 

Yarbay, içindeki iç hesaplaşmayı sürdürürken, bu durum yarbayın vicdanını zorluyordu.

 

Yarbay aynı zamanda askeri disiplini ve hiyerarşiyi de düşünüyordu. Ancak aynı anda, saklı kalmalarının gerekliliğini ve bunun büyük bir öneme sahip olduğunu biliyordu.

 

Bu karmaşık duygularla yüzbaşının karşısında duran yarbay, doğru kararı vermek için bir yol arıyordu. Her ne kadar iç hesaplaşmaları ve duygusal çelişkileri olsa da, sonunda yaratıcı bir çözüm bulacağını umuyordu. Belki de yüzbaşının da bu sırrı saklamasının önemini anlayacağı bir zaman gelecekti. Yarbay, ona güveniyordu ve umutla en doğru hareket tarzını bulmaya çalışıyordu.

 

"Komutanımm."

 

Yarbayın önündeki asker cevap verir. Binabaşı olduğu belli oluyordu. Amblemi belli ediyordu.

 

"Beceriksizliğinizi temizliyoruz Yüzbaşı. Alayı ve ilçeyi korumak için timinizle burada olmanız gerekirdi. Ne hikmetse siz ve sorumluluğunuzda bulunan ekip hariç herkes buradaydı. Yeni göreve nasıl sizi verdiklerini anlamıyorum. Bir de sizinle birlikte çalışacağımı düşünemiyorum bile.

 

Yüzbaşı Şeyma ile Binbaşı Arif arasında ciddi bir gerginlik yaşandı.Bu duruma karşı kendini hemen savunmak istese de disiplini bozmamak adına sessiz kalmayı tercih etti. Bakışlarını Yarbaya çevirdi.

"Senin burada ne işin var?"

"Komutanım ben..."

"Evine dön yüzbaşı."

 

Üst rütbesinin kendisine hiddetlenmesi sinirlendirmişti. Evine dön diyordu ama dönmeyecekti tabi ki bir sorun olduğu belliydi. Timi de ortalıkta yoktu zaten dinlemeyecekti. Her ne kadar sonunu getirsede yarbayın uyarısını dikkate almadan askeriyeye girdi.

 

"Yüzbaşı." diyerek arkasından bağırır binbaşı Arif. Yusuf bey elini kaldırır.

"Bırak gitsin. Ben anlatırım Albay'a."

 

Bilerek görmezden gelmişti. Hakkıydı. Bilmeye hakkı vardı.

 

İçeriye girdiğinde ilk girdiği yer sağlık odası oldu. Kapıyı sertçe açtığında hiç görmek istemeyeceği manzara ile kaşılaştı. Askerleri yaralanmış tedavi görüyordu. Gözleri kısık, korku ile derin bir nefes verdi.

"Olamaz."

Çoğu asker ona bakıyordu. Sese dönen Hüseyin onu gördü. Yanında olan Teğmen Ece de kendisine baktı. Hışımla üzerlerine yürüdü.

"Neden mesajlarıma cevap verilmiyor." diyerek çıkışır. Ece:

"Komutanım emir vardı ondan dolayı."

"Benden saklanacak kadar ne oldu?"

"Ş-şey p-patlama oldu. Kaybımız yok. Tim albayın emirlerini yerine getirmekle görevli şuan komutanım."

"Eee bunu mu benden saklıyorsunuz. Aksine bilmem gerek." Hüseyin devam etti.

"O saatte albay gelmişti. S-sonrasında ortadan k-kayboldu."

 

Şeyma'nın gözleri açıldı. "Hayır. Rüyam çıkmış olamaz. Lütfen." diye geçirdi içinden.

 

"H-hangi komutan." Söylediği sırada boğazına dizilir kelimeler. Cevap veremez Hüseyin. Başını eğer.

 

İstemsizce gözyaşları süzülür. Etrafında ki askerlere bakar. Arkasını dönüp nefesini bilgisayar odasına gider. Yüzbaşının hışımla gören asker hemen ayağı kalkar.

 

"Çabuk bana son iki saat içindeki bütün kameraların görüntülerini aç."

"Ama..."

"Emrediyorum."

Açadursun bir yandan da İlyas'ı arar ama ona da ulaşamaz.

"Hay ben böyle işin taa..."

 

Asker gözlerini devirir.

"İşte komutanım."

 

Teker teker saati saatine dakika dakikasına kadar hepsini inceler. Peşine Hüseyin içeri girer.

"Komutanım."

"Ne var?"

"Hepsi incelendi. Bir şey bulunamadı."

"Karışma."

 

Hüseyin o an bakmakla yetinir. İncelerken yanına oturur, sesini çıkarmaz.

 

Elinde evraklarla, bilgisayarla içeriye Mustafa girer. Yüzbaşını görür, Hüseyin'e bakışlarını devirir.

"K-komutanım."

"Gel Mustafa ne buldun dökül."

"İlçede yakaladığımız şerefsizleri Fırat komutanım sorgulad. Söylediklerine göre bir patlama daha olacakmış. Ayrıca bu şahıslar Atabek köyüne yerleşenlerin bir kısmı. Köylülere kendilerini göçmen diye tanıtmışlar, kalacak yerler verilmiş. Bu süre zarfında geceleri mayın ve bir çok bomba döşeniyormuş. Ele başlarını bulamadık malesef. Yüzünü sadece bir kişi biliyormuş.

"Ne? E bunun emirlerini ileten piçi buldunuz mu?"

"Ondan da bir haber yok malesef."

"Kapıda yeni bir tim gördüm. Birlikte çalışağımız olanlar mı?" dedi Hüseyin.

"Evet onlarmış. Yarbay öyle söyledi."

"Komutanım siz iyi misiniz?" dedi Mustafa.

"Evet gayet iyiyim."

"Göktuğ ile diğer ekip Albayla gitti de mi?"

"Hı hı evet."

"Bazen bu mesleği neden seçtiğimi gözden geçiriyorum."

 

Birbirlerine bakarlar. Bu kadar sakin kalmasına şaşırır ve anlam veremezler. Onlarla konuşurken bir yandan da tekrar tekrar görüntüleri izler. Babasının yüzünü alan kamerayı defalarca açar.

 

"Mustafa İlyası gördün mü?"

 

Hüseyin anlamsızca bakışlarını çevirir.

"Görmedim komutanım."

"Gelirken babamın yanında mıydı?"

"Evet komutanım."

 

Sıkıntılı bir nefes verir. Birden gözleri açılır. Fareyi tıklar. Görüntüyü durdurur. Dikkatini verir.

"Olamaz."

Diğerleri de odaklanır. Resme bakarlar. Hüseyin'in kolunu dürter.

"Şuraya bak."

Hüseyin ilk bakışta anlar. Lavlar içine dolar sanki. Endişeli hali öfkeye dönüşür.

"Tanıyor musunuz?"

"Burak bu." der Hüseyin. Şeyma hiddetli elini masaya vurur.

"Eğer bu işin içinde o varsa yedi ceddini mahvederim."

 

Görüntüyü biraz daha ilerletince Burak'ın biriyle konuştuğu görüntüler gelir.

 

"𝘽𝙞𝙧𝙖𝙯𝙙𝙖𝙣 çı𝙠𝙖𝙘𝙖𝙠. 𝘼𝙮𝙖𝙧𝙡𝙖𝙙ı𝙜ı𝙢 𝙠𝙞𝙨𝙞𝙡𝙚𝙧 𝙝𝙚𝙢𝙚𝙣 𝙥𝙚𝙨𝙞𝙣𝙚 𝙜𝙚𝙡𝙨𝙞𝙣. 𝘼𝙙𝙖𝙢 𝙘𝙤𝙠 𝙜𝙪𝙘𝙡𝙪. 𝙆𝙖𝙝𝙫𝙚𝙨𝙞𝙣𝙚 𝙁𝙡𝙪𝙣𝙞𝙩𝙧𝙖𝙯𝙚𝙥𝙖𝙢 𝙠𝙤𝙮𝙙𝙪𝙢. 𝘿𝙖𝙮𝙖𝙣𝙖𝙢𝙖𝙯. 𝘼𝙡𝙢𝙖𝙣ı𝙯 𝙙𝙖𝙝𝙖 𝙠𝙤𝙡𝙖𝙮 𝙤𝙡𝙪𝙧."

 

Sinirleri fırlamış bir yay gibi gerilmişti. Bedeni kasılır, nefesi hızlanır ve kalp atışları artar. Elinde tuttuğu fareyi o kadar sıkı tutar ki kırılıp elinde parçalanır.

 

"Nasıl bakmışsınız!" diyerek hiddetlenir. Mustafa:

"Silinen dosyalar vardı komutanım. Onlardan biri. Yükleyene kadar böyle bir şey yoktu.

"Alayda bu asker yok bu nasıl içeriye kadar sızar," der Hüseyin.

"Bilmiyorum."

 

Şeyma başının ellerinin arasına alır. Düşünür. Düşünür. Bu yıllar sonra, bu mevkiye gelmiş mi gerçekten. Olamaz o suçlarla asker olması çok zor. Hadi onu geçtim babam nasıl farketmez bunu. Derken beyninde şimşekler çakar. Hüseyin'e bakar. Hatırla dercesine. Bir kaç dk anlam veremezken sonra ona da jeton düşer.

 

"Böyle bir şey olabilir mi?" der.

 

Anlam veremeyen Mustafa araya girer.

"Ne oluyor komutanım? Bana da anlatın."

"Çabuk bana okuldaki suçluların isim listesi ile yeni timin listesini ver. Önündeki çekmede."

Hemen bakar.

𝘽𝙪𝙧𝙘𝙪 𝙆𝙖𝙧

𝙔𝙖𝙨̧:28

𝗠𝗲𝗱𝗲𝗻𝗶 𝗛𝗮𝗹𝗶: 𝗘𝘃𝗹𝗶

𝙎𝙖𝙗ı𝙠𝙖 𝙠𝙖𝙮𝙙ı:𝙪𝙮𝙪𝙨̧𝙩𝙪𝙧𝙪𝙘𝙪 𝗸𝘂𝗹𝗹𝗮𝗻ı𝗺ı

 

𝘼𝙙:𝘽𝙪𝙧𝙖𝙠

𝙎𝙤𝙮𝙖𝙙:𝙆ı𝙮ı

𝙔𝙖𝙨̧:29

𝙈𝙚𝙙𝙚𝙣𝙞 𝙃𝙖𝙡𝙞:𝘽𝙚𝙠𝙖𝙧

𝙍𝙪̈𝙩𝙗𝙚:𝘼𝙨𝙩𝙨𝙪𝙗𝙖𝙮 𝙪̈𝙨𝙩 𝙘̧𝙖𝙫𝙪𝙨̧

 

Şok içinde birbirlerine bakarlar. Çalışacakları timde onun olmasına bir türlü anlam veremezler. Ayrıca Burcu'nun onun karşısına bilerek çıkması kesinlikle tesadüf değildi. Önceden planlanmış hazırlanmıştı. Şimdi parçalar yerine oturuyordu. Mustafa:

 

"Artık anlatacak mısınız?"

"Bu ikisi bizim lisedeki başbelaları komutanım. İkisi de uyuşturucu kullanıyordu. Anlamadığımız bu p** nasıl asker olmuş. Çünkü Haluk amca yüzbaşına yaptıklarından sonra o zaman bunları ihbar etmişti diye biliyorduk. Flunitrazepamı da Burcu'dan almış olmalı." der Hüseyin.

"Aaa ne yaptılar ki size komutanım?"

Soruyu görmezden gelir Şeyma. Gözü dalmış bir halde;

 

"Timin içinde bunu görmedim. Gördüğüm zaman parça pinçik etmezsem bana da Şeyma demesinler."

 

 

Artık yüzbaşı kendinde değildir. İçimi tahmin edemeyeceği öfke kaplamıştır.Yüzünü ovuşturur.

 

Timin geri kalanına telsizden emir verir.

 

"Herkes görevini bitirir bitirmez alayın arka bahçesinde toplansın."

 

"ANLAŞILDI TAMAM."

 

 

 

Merhaba değerli okurlarım. Uzun bir bölüm oldu diyebilirim.

Bölümü nasıl buldunuz? Sizce neler olacak? Yorumlara sizleri bekliyorum. Romana artık tam anlamıyla giriş yapıyoruz.

"Çiftimiz ve baba-kız sonu güzel bitsin mi? Yoksa tam tersi mi?

Bir daha ki bölümde görüşmek üzere🕵‍♀️

 

 

Loading...
0%