Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11.Bölüm

@hayat_belirtisi34

Derin bir endişe ve kaygıyla doluydu. Babasının rehin alındığını öğrendiğinde, askeri ciddiyetini koruyarak birlikleriyle birlikte hemen harekete geçmek için planlar yapmaya başladı. Bu durum, yüreğinde bir yangın gibi yanan bir öfke ve kararlılık hissi uyandırmıştı

 

Şafak vakti bahçede toplanılıp yaptığı planı anlatan Şeyma gündüz vardiyası olan timini jandarma karakoluna yakın olan denize gitmişlerdi. Daha önceden araştırıp bulduğu kendisinden daha tecrübeli ve saygı duyduğu meslektaşını bu görev için timine katılmasını rica etmişti.

 

Ad: Gökhan

Soyad: Ogan

Yaş: 49

Rütbe: Albay

Uzmanlık Alanı: 22 yıllık SAT komandosu

Uğraş Alanı: Davranış Analiz Uzmanı

Eş: Ayla Ogan

Kızı: Elif Ogan, Psikiyatrist

Oğlu: Uğur Ogan, Adlı tıp uzmanı

 

Feribota iken Akdeniz'den dalgalara karışır düşünceleri. Köşede kendi dünyasına dalmıştır. Taki timin seslerini duyana kadar. Gelen seslerle algısı bozulur, onları izler.

 

Furkan:Helal be aslanıma

Mustafa:Gel tut elimi. Ooo amma da ağırsın ha.

 

İnceleme için diğer timle birlikte su altına inen komandoları çıkarırken görmüştü onları. Göktuğ ve sonradan katılan timdeki komandolar... Neden bizde bir tane varki diye hayıflanmadı değildi aslında. Yarbay Yusuf ayarlamıştı. Bir şey diyemezdi tabi ki. Olsun. Timinden memnundu. Hepsi çok eğlenceli idi. Zifiri karanlığına bir ışık sızıntısı çekebiliyordu onların sayesinde. Ne suçluları yakalamışlardı ama. Onlara doğru gitti. Sevmediği binbaşıda oradaydı. Nasıl anlaşacaktı onunla. Hiç sevmemişti. İlk görüşme fikrini değiştirmişti. Hepsi sahadaydı. Onların yanına geçti.

Ece:Valla benim de canım çekti ha. Bende mi başlasam.

Göktuğ:Siz yeterki isteyin komutanım. Öğretirim size. Öğrenmenin yaşı yok sonuçta.

"Söyleyin bakalım ne gördünüz?" dedi Şeyma.

"Sonarlardan dedektörlerden bir şey çıkmadı. Ayrıca canlılarda anormal bir değişiklik yoktu." dedi diğer timdeki komando.

"Tek bir yol kalıyor," dedi Binbaşı.

 

Şeyma telsizden seslenir.

 

"Hüseyin durum nedir?"

"Komutanım belli patlama buradan olmuş. Şarapnel parçaları barut kokusundan geçilmiyor."

"Anlaşıldı. İskelede bekle bizi. Geliyoruz."

"Ben orayı donatacaktım ya üff." Ne güzel cephanelik olacaktı.

 

Dalga geçercesine söylendi Şeyma. Timi onla birlikte güldü.

"Ee komutanım nasip değilmiş."

Sizin kafanız mı güzel." dedi Binbaşı.

 

"Ee bir dur sende Arif bey. Burda zaten akıllı bulamazsın. Arasak adam kalmaz."

"Nasıl bir yere düştüm."

 

Haklıydı. Dalgaya vurmasa dayanılacak gibi değildi. Biraz kafasını dağıtması gerekiyordu. Mustafa araya girdi.

"Komutanım biz orayı dijital kilitle kapattık diye hatırlıyorum. Ona da mı burunlarını soktular?"

"Kim açtıysa senden de maharetli gözüküyor Mustafa. Oradaki görüntüler de silinmişti di mi?"

"Malesef. Kimmiş o gelsin de göstereyim. Kilidi açmak zor olmasa gerek. Önemli olan veri tabanlarına saldıranın kim olduğu."

 

Birden çıkışına güler Şeyma. Feribot iskeleye yaklaşmak üzeredir. Bir kişi eksiktir.

"Yahya nerede?"

"Dün gece neredeyse hiç birimiz uyumadık. Nöbete geçmişti komutanım. Ama yolda olduğunu söyledi. Geliyor."

"İyi herkes gelene kadar dinlensin. Çağırdığım zaman toplanın."

 

Diğer grup Binbaşı Arif'e bakar.

"E hadi sizde gidin."

 

Sevinçle diğerlerinin arasına karışırlar. Geriye sadece ikisi kalır. Denize dönerler. Binbaşı cebinde sigara paketini çıkarır. Bir izmarit almak için Şeyma'ya uzatır.

 

"Sağolun içmiyorum ben."

 

Bu sözünden sonra hafif gülümser. Bir tane alıp ateşini içine çeker. Ve söze girer.

 

"Bu mesleği neden seçtiniz Yüzbaşı?"

"Siz neden seçtiyseniz."

 

Yüzünü ona doğru çevirir. Bir kaç sn baktıktan sonra tekrar dumanı içine çekip dışarı verir.

 

"İlk tanışmamız pek iyi olmasa da disiplininizi taktir ettim doğrusu," dedi Şeyma.

 

"Öyledir.Ciddiyet severim."

 

"Timinize Allah sabır versin."

 

Gözlerini üzerine dikti. Öldürecek miş gibi. Hiç aldırış etmedi. Hatta devam etti.

 

"Ne! Haksız mıyım?"

"Siz mesleğimizin farkında değil misiniz yüzbaşı?"

"Gayet de farkındayım. Haklısınız disiplin, ciddiyet, çalışkanlık şart. Ama zaten zor bir işin içindeyiz siz bir de daha da sıkarsanız pek ilerleme kaydedeceğinizi düşünmüyorum. Onların da motivasyona ihtiyaçları var."

"Sizin de gördük başarılarınızı."

"Kaç defa söyliyicem. O gece benim timim görevde değildi. Bizim sorumluluğumuz dışında."

"Sizce farkeder mi?"

 

Bu sözden sonra sustu. Haklıydı. Ne olursa olsun dolaylı yoldan ucu onlara dokunuyordu. Yine canı yananlar askerlerdi.

 

"Bence sizin gözünüzü dört açmanızı öneririm binbaşı."

"Anlamadım."

"Bir kişininiz eksik. Nerede?"

"Burak mı? Yıllık izne ayrıldı."

"Ne tesadüf."

"Bir şey biliyorsunuz siz."

"Burnunuzun dibindeki leş kokusunu almıyor musunuz? Gerçekten! Disiplinden önce aklınızı kullanın. Yoksa bir etkisi olmaz."

"Burak'ın hain olduğunu mu söylüyorsunuz?"

"Sahi bu adam nasıl bu mevkiye geldi. Bu takımı kurarken hiç mi geçmişlerine bakmadınız. Hadi onu geçtim. Hiç mi hareketleri gözünüze batmadı."

"Geçmişinde bir şey yoktu. Ne biliyorsunuz siz."

 

Sinirli, dişlerini sıkarak kendini tuttu. Telefonundan izlediği kamera görüntüsünü gösterdi.

 

"𝘽𝙞𝙧𝙖𝙯𝙙𝙖𝙣 𝙘ı𝙠𝙖𝙘𝙖𝙠. 𝙈𝙚𝙨𝙖𝙟 𝙫𝙚𝙧𝙞𝙣𝙘𝙚 𝙗𝙤𝙢𝙗𝙖𝙮ı 𝙥𝙖𝙩𝙡𝙖𝙩ı𝙣. 𝘼𝙮𝙖𝙧𝙡𝙖𝙙ı𝙜ı𝙢 𝙠𝙞𝙨𝙞𝙡𝙚𝙧 𝙝𝙚𝙢𝙚𝙣 𝙥𝙚𝙨𝙞𝙣𝙚 𝙜𝙚𝙡𝙨𝙞𝙣. 𝘼𝙙𝙖𝙢 𝙘𝙤𝙠 𝙜𝙪𝙘𝙡𝙪. 𝙆𝙖𝙝𝙫𝙚𝙨𝙞𝙣𝙚 𝙁𝙡𝙪𝙣𝙞𝙩𝙧𝙖𝙯𝙚𝙥𝙖𝙢 𝙠𝙤𝙮𝙙𝙪𝙢. 𝘿𝙖𝙮𝙖𝙣𝙖𝙢𝙖𝙯. 𝘼𝙡𝙢𝙖𝙣ı𝙯 𝙙𝙖𝙝𝙖 𝙠𝙤𝙡𝙖𝙮 𝙤𝙡𝙪𝙧."

 

Gerisini izleyemedik malesef. Kamerayı farkedip kırmış. Bunu da sildiği dosyayı geri getirerek gördük.

 

Bitmek üzere olan sigarasını ağzından çıkardı. Parmaklarının arasına aldı. Telefon elinde videoya öylece bakakaldı. Hayal kırıklığına uğradığı kesindi.

 

"B-bu nasıl olur?"

"Orasını bilmem. Ama onu bulduğumda param pinçik edeceğim kesin. Ve tutunca da acımıyıcam. Kurunun yanında yaş da yanacak."

"Siz tanıyorsunuz galiba."

 

Bu sözünden sonra tam konuşacakken tıkandı. Sözcükler çıkamadı dışarıya. Sustu. Bakışını binbaşından çeviridi. Denize döndü yine.

 

"Albay babanızmış, doğru mu bu?"

Bir süre sessiz kalır.

"Doğru."

"Şimdi anlaşıldı lava dönüşen öfkeniz."

"O ne demek. Başkası olsa aynı ciddiyeti göstermeyeceğimi mi söylüyorsunuz."

"Hayır, hayır. Yanlış anladınız. O anlamda demedim."

"Yalnız konuşulanlar doğruymuş."

"???"

"Babanıza çok benziyorsunuz gerçekten. Hem fiziki hem de huy bakımından. Onun gibi inatçı, kararlısınız. Yanlış fikre kapılmışım."

"Bunu duymaya alışkınım. Babama benzemekten onur duyarım."

"Nasıl bu kadar rahatsınız. Daha çok endişelenme bizi bekliyordum."

" Tabi ki korkuyorum. Fakat yansıtmam sonucu değiştirmeyecek. Hem biraz rahat olmamamın da nedeni tecrübesi. Babam öyle kolay kolay pes edecek biri değil biliyorum. Tek endişem ben ona gelene kadar dayanamaması."

 

İskeleye yaklaşan feribot durur. Hoparlörle birlikte sireni de çalar. Dinlenme tesisinde olanlara telsizle seslenir.

 

"Milleett duydunuz. Geç kalan üç gün üst üste nöbete ya da bin şınava maruz kalır. Keyfimin kâhyası hangisini isterse cezasını seçerim. Çabuk."

 

Binbaşı gülümser. Hepsi arkalarında belirir.

"Aferin." der Binbaşı.

İnecekken elini uzatır. İskele ucundan elini tutması için bekler.Limanın ağzında onları Yahya, Hüseyin ve bir asker daha beklemektedir. Tabi bu manzarayı görür.Hiç te hoşuna gitmez Hüseyin'in.Şeyma görmezden gelir. Kendi iner. Yüzü asılır Binbaşının. Arkasından iki takım iner. Liman ağzında toplanılır. Feribot geldiği yola döner.

 

"Aaa komutanım gelmişsiniz. Özür dilerim. Sabrettiğiniz için teşekkürler. Askeriyeye davet etmiştim. Oraya geçseydiniz. Geldiğiniz için teşekkür ederim."

 

Deyip selamını verir. Herkes kim olduğunu merak edip konuşmaya odaklanır.

 

"Rahat kızım. Ne demek. Senle çalışmak için sabırsızlanıyorum.Erken geldim zaten. Albay Metin çok güzel karşıladı. Yerinizi söyledi. Bende seni bir göreyim dedim. O da memnun oldu iş birliğimizden."

 

"Çok sevindim."

 

Arkasını döndü. Hepsinin gözlerini bir geçirdi ve konuşmaya başladı.

 

"Herkes beni dikkatlice dinlesin. Gördüğünüz kişi çok değer verdiğim komutan Albay Gökhan Ogan. Atabek köyündeki görevimizde ve bu talihsiz vakada rehberimiz kendisi olucak. Binbaşı ve benden önce onun emirlerine harfiyen uymanızı istiyorum. Anlaşıldı mı?"

 

"EMREDERSİNİZ KOMUTANIM." diyerek selamlarını taktım ederler.

 

"Maşallah.Hepiniz fişek gibisiniz. Yarın şafak vakti yola çıkıyoruz.

Tam saatinde saat 5.30 da orada olun."

 

"EMREDERSİNİZ."

"Buyrun." diyerek eliyle önünü açar Şeyma.

"Ha Şeyma ve Arif ikindi vakti ikiniz odama gelin şu planın üzerinden geçelim."

İkisi kafasını onaylarcasına selam verir Arabaya binip yerleşkesine doğru yol alır. Tekrar arkasını döner.

 

"Benimkiler serbestsiniz. Dağılın. İstediğinizi yapabilirsiniz. Akşam yemeğinde gazinoda olun. Diğer timde dahil."

 

Sevinçlerine diyecek yoktur. Muhtemelen dinlenceklerdir. Çünkü geceden beri bir dk bile oturma fırsatları olmamıştı. Binbaşı:

 

"Bakmayın öyle. Siz değilsiniz tabi ki. Devriye sırası sizde. Herkes görevine hadiii. Herhangi bir gelişme olduğu zaman mutlak yüzbaşı ya da bana haber veriyorsunuz. Hadi gidiyoruz."

 

Araçlara binip herkes dağıldığında Şeyma derin bir nefes verir. Başı eğilir. Eliyle ovuşturur. Arkasını döndüğünde Hüseyin'in gitmediğini görür.

 

"S-sen gitmiyor musun?" Hüzünlü yüzüyle cevap verir.

"Hayır komutanım. Size eşlik etmek istiyorum izniniz olursa."

"Hadi git sende dinlen." deyip arkasını döner yürür. Ama sözünü keser. Ses tonu gayet ciddi ve kalındır.

"Aklından ne geçiyor Şeyma?" Durur. Derin bir nefes verir. Yüzünü Hüseyin'e çevirir.

 

"Ne zaman vazgeçeceksin sen."

"Biliyor musun seni bırakıp gitmek aklımın ucundan dahi geçmedi."

"Öyle mi? Geçmedi ama yaptın. Beni yok saydın." diyerek sesini yükseltti. Aceleyle yürüdü arabasına doğru. Hüseyin, ağır bir şekilde konuşarak Şeyma'ya seslenir: "Dur! Kapıyı açacakken kapıyı sertçe kapattı, kolundan tutup kendine çevirdi.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun be!" Kolunu elinden kurtarır. Kaşları çatık bir hal alır Şeyma'nın. Okkalı bir tokat atar. Başı sola kayan Hüseyin çıtını çıkarmaz. Kıp kırmızı olan yanağı ile yüzünü çevirip bakışlarını ona diker. Bir adım uzaklaşır. O anki sinirle yaptığı şeyin farkına varan Şeyma pişman olur ama iş işten geçmiştir. İçinden;'Ne yaptım ben!' der.

 

"Neden benden kaçıyorsun Şeyma?"

Parmağıyla göğsüne vurarak;

"Sana güvenmiyorum."

"Bunu senin de istemeyerek söylemeyeceğini gayet iyi biliyoruz."

 

Hakkıydı. İçimi mi okuyor bu adam. Peki ben neden böyleyim ya.

 

"Biliyorum. Sonuna kadar hakkın var. Seni hiçe saydım, bir şey söylemeden gittim, babanın yaşadığını sakladım. Ama artık asla yanından hiç kimse ayıramaz beni. Sen böyle yaptıkça yıprandığımı, beni un ufak ederek ezdiğini görmüyor musun? Lütfen yapma. Bana hatamı düzeltmek için fırsat bile tanımıyorsun. Senin için endişeleniyorum, korkuyorum. Görmüyor musun?"

 

Bu sözlerinden sonra ani gelen siniri ılık bir su gibi yüreğine akar. Yumuşar. Neden böyle sert ve mesafeli davrandığını bahane ediyordur aslında. İçinde çoktan affetmiştir onu. Sabrını test etmek istemiştir. Gerçi kendisinden başarılı olduğu kesindir. Yüzüne yumuşadığını yansıtmamaya çalışır. Elini yüzüne götürür.

 

"Ç-çok a-acıdı mı?"

"Tabiki. Diğer kızlar gibi değilsin ki. Elin maşallah çok ağır. Neyim ben robot falan mı?"

"Oh hakettin."

"Senden çekeceğim var ha."

"Bunlar iyi günlerin senin. Olaydan sonra talim işi yattı. Elbet ben gösteririm zamanı geldiğinde."

"Olsun. Yeter ki soğuk davranma."

 

Utanır, yanakları kızarır. Elini yüzünden çeker. Hafif bir öksürür. Sakinleştiğini gören Hüseyin asıl söylemek istediği konuya gelir.

 

"Aklından ne geçiyor. Neymiş bu plan. Bana da anlatır mısın? Kendini tehlikeye atmanı istemiyorum."

"Ne fark eder. Akşamleyin gazinoda söyliyicem. Şimdi sen ona da burnunu sokarsın."

"Konu sensen karışırım evet."

"La havle." deyip arabasına biner.

"Söylemeden hiç bir yere gidemezsin."

 

Kurtulamayacağını anlayan Şeyma bıkmış bir bakış atar. Kafasını iki yana sallar.

 

"Dün gece telefon geldi."

"Eee"

"Biri babanın yerini biliyorum dedi. Karşılığında operasyonda yapılacak planı istediler. Yerde yatmış şekilde fotoğrafını attılar. Leşleri ortada kalacak ya ondan bu korkuları."

"Buna inandığını söyleme bana. Hem de senin gibi biri."

 

Gözlerini diker.

 

"Hayır. Yapmazsın di mi."

"... "

"Şeymaaa."

"Ne yapmamı bekliyorsun, öylece durmamı mı? Yine ölümünü mü izliyim göz göre göre."

"Tabi ki boş durmayacağız. Bulucaz merak etme. Türk askerine güven miyor musun yoksa. Söz konusu ailen olduğunda bir kere de mantıklı düşünmeye çalışsan şaşarım zaten."

"Ya bekleyene kadar..."

"Kötü düşünme ki iyi olsun.Elimizdengeleni yapıcaz tabi ki. Ama bu olaya hemen atlamamaman gerekmez mi? " diyerek sözünü keser. "Şuan ne yapacağını gayet iyi biliyorum."

 

Söylemesini bekliyormuş gibi gözlerine bakar sadece merakla.

 

"Herkese iyiyim imajı verdikten sonra tek başına nerede bulursan dalıp saatlerce oturabileceğini biliyorum. Sonra da kendi bildiğini okuyacaksın. Zamanın olsa kendini içine gömeceğini biliyorum."

 

Acılı bir yutkunur ilk önce. Denize döner. Kendi etrafında farkında olmadan bir kaç kez tur atar. İçten sinsice piranalar kemirir yüreğini. Sessizce, farkettirmeden, en önemlisi her kemirişinde aldığı et parçalarının yokluğunun daha çok akıtması zorluyordur. Her kalan boşluk yok oluşunu daha da yakınlaştırıyor, yaşamasını imkânsız hale getiriyordu.Veremeyeceği cevabın altında ezildiği için konuyu değiştirir.

Sahte bir gülümsemeyle:

"İki saatimiz var, yemeğe çıkalım çok acıktım. Sonra başımın etini yeme yedin mi diye."

 

Anlar Hüseyin. Devam ettirir. Gülümser.

 

"Tamam. Bildiğim çok güzel bir yer var. Oraya gidelim. Etleri çok güzel."

 

Arabanın diğer kapısını açmak için yönelir. Eli kapıdayken anahtarı ona fırlatır Şeyma.

 

"Bugün sende. Çok yorgunum. Çabuk açlıktan ölücem." Hüseyin gülerek;

"Emredersiniz komutanım. Güzel bir yolculuk sizi bekliyor."

"Boşunaaa heveslenme."

"Ya sen benim içimi mi okuyorsun."

"Kaç yıldır tanıyorum. Olsun o kadar. Sadece yemek yiyip karargaha dönücez. Başka bir şey bekleme."

"Üff tamam."

 

                                 ****

 

Tik tak tik tak....

Leşi anımsatan ölüm kokusu...

Kim bilir kimin kanları karıştı bu odaya.

Geçmişindeki güzel anıların yaşandığı bu evinde tutulması ayrı bir işkenceydi. Canını sıkan nasıl bu kadar gözüne perde inip te burnunun dibindekini görmemesiydi.

 

"Nasıl nasıl böyle aptal olabilirim... Ahğğ Şeyma nasıl korkmuştur şimdi. Kesin farketmiştir. Öfkesine yenilmese bari.Diğerlerinin haberi yoktur umarım. Sen onlara neden merhamet ediyorsun kii. İnsan yedisinde ne ise yetmişinde odur. Böyle işin ben..."

 

Kendi içini yiyen, azarlayan Haluk bey başını kaldıracak mecali yoktu. Patlamanın etkisiyle savrulmuştu. Bir çok yerinin çatladığını hissediyordu. Bir de anlam veremediği kahveyi içtikten sonra neden mayıştığı idi. Daha ağır acılar tatmıştı. Ama yaşlılıktan olacak ki parmağını kaldıracak mecali yoktu. Dizlerinin üstünde elleri bağlanmış dibine kadar nem ve küf kokan yerde kala kalmıştı. Bir zamanlar lavantanın kokusu mest ediyordu bu evde. Düşmanın gerçekten insanı umrsamıyordu. Kendine bir oda kurmuştı, arada kremler yapıyor, kitaplar okuyordu.O odada olduğundan kesinlikle emindi.Çünkü kokudan belliydiBurdan çıkması onun için zor değildi, her bir karışını ezbere biliyordu.Sadece doğru anı bulması gerekiyordu.

Gelen seslere kulak verdi. Biri geliyordu. Hayır iki kişi. Gayet net anlaşılıyordu. Gözünü açamayacak kadar berbat durumdaydı. Şişman, gür sakallı biri girdi. Burnu yüzüne yayılmış, ellerinde sarartılar vardı. Hemen hemen Haluk bey ile aynı yaştaydı. Bilerek başını kaldırmak istemedi Haluk bey. Yapamıyordu da zaten. Sadece dinlemeye koyuldu.

Açtı kapıyı, içeriye girdi. İğrenç yüzüyle sesini yükseltti. Elinde ise zincirle uzanmış kırbaç vardı.

 

"Ne oldu komutan? Betin benzin atmış senin ya. Vaaaay gerçekten de senin yenilmez biri olduğunu düşünmüştüm."

 

İğrenç, pislik bir kahkaha atar ortaya. Sesini duymak işkenceden daha beterdi onun için. Kafasını kaldırmamayı tercih etti. Yoksa öfkesini kontrol edemeyebilirdi. Cevap alamayınca bağırmaya başladı.

 

"YÜZÜME BAK!"

" ... "

"Kızını tehlikeye atmak istemezsin değil mi? Nasıl olsa elimin altında. Aaa ama küçükken çok tatlı bir kızdı. Görsen şimdi daha da güzelleşmiş. Hmm amaa sana pek benzediğini söyleyemem. Annesinin güzelliğini almış."

 

Bu sözden sonraa Haluk beyin sinirleri iyice gerildi. Neredeyse kopacak lastik gibiydi şuan. En zayıf noktasını kullanıyordu. Hiddetli, dehşet verici toprak gözlerini kafasını kaldırıp üzerine dikti. Bakışları seni her an toprağımın içine gömebilirim dercesine şiddetli bir uyarı gönderdi. Adam içinde bir titreme yaşamış olacak ki sol elinde ki kırbaç sallanıp bir adım geriye çıktı. Zavallı farkettirmeyeceğini düşünmüştü. Haluk bey içinden hafif bir sırıttıktan sonra;

"Ahğğ ben bu aptalın eline nasıl düşerim." diyerek kendini azarlamaya devam etti. Yanındaki adama göz gezdirdi sonra. Bir de ne görsün. İlyas'tı bu. İçine bir rahatlama geldi. Gücü yerine gelmeye başlamıştı. Rahat olmasını söylermiş gibi İlyas temkinliyordu onu. Adam dalgaya aldığını hissedince zincirli kırbacı vurur sırtına. Ne kadar yazıktır ki elinin kolunun bağlı kalmasına güvenmiştir. Bilmiyor ki bunların acısı misliyle çıkacaktır, öldürdüğü,zulüm ettiği her insan için. Darbenin ardından Haluk bey acıyla inler içinden. Sert vuruşun ardından göğsünün tahtalarının, tüm vücudunun sallandığını hissetti. Kanları süzüldü damlayarak yere.

 

"Hazırla bunu, akşam yola çıkacak. Son saatlerin. Bu sefer gebereceksin. Diğer sıraya da ailenin her bir ferdini. Hadi yine iyisin. Yanına yolluyucam hepsini."

 

Deyip odadan çıkar. Darbenin etkisiyle nefes nefese kalmıştır Haluk bey. İlyas hemen yanına geçer ve kan bulaşmış yüzünü siler. Endişeli bir sesle;

"Komutanım nasıl hissediyorsunuz?"

"İyiyim evlat iyiyim. Ne oluyor bana anlamıyorum. Nasıl bu kadar..."

"Artık kendinizi suçlamayı bırakın komutanım. İtiraf ediyorum zekiceydi. Görememiz normal."

"Öyle olsa bile biz böyle bir hale gelmek için mi eğitim aldık."

 

Ne derse haklıydı. Çok büyük vicdan azabı çekiyor. Devam ederse mantıkkı davranamayacak diyerek içinden tahminler geçiriyordu İlyas. Sesiyle düşüncelerinden ayrıldı.

 

"Her ne olursa olsun. Bu işi sonlandırmamız gerek. Dediklerimi yaptın mı?"

"Evet. Kuzgun timi ve Kartal timi görevlerini birleştirdi bile. Binbaşı ile görüştüm. Kızınız sizin için çok endişeleniyormuş. Yakında onlardan haber alacağımıza eminim."

"Güzel... Ahğ o Burak şerefsizini bulduğum anda geberticem."

"Peki komutanım şimdi ne yapıcaz?"

"Beni infaza götürecekleri kesin. O zaman kaçma fırsatımız olmaz. Timlerle haber kur. Yerimizi söyle. Madem yürek yemişler, kusturma zamanı. Azdan az çoktan çok gider."

"Anlaşıldı. Yalnız mesajı alan Şeyma komutanım oldu."

 

Hafif güler ikisi de.

"Tamamdır. Buluşmamız yakındır:-)"

"Keşke bu şekil olmasaydı komutanım."

"Ee yapacak bir şey yok. Bizim hayatımızda hiç adrenalin eksik olur mu! Dediğim noktalara baktın mı peki?"

"Baktım.Hiç bir tarafta herhangi bir cihaz yok. Gerçi vakitleride yok ya."

"Hadi çıkalım şurdan."

 

Dedikten sonra İlyas ellerini çözer kalkmasına yardım eder. Tabancasını ve bıçaklarını İlyas'tan alır, beline yerleştirir. Bıçakları ise ceketinin cebine yerleştirir. Odanın sol tarafında kalan duvara ellerini sürter, istediği yeri bulunca o noktaya iki kere tıklar. Tıklamasıyla birlikte duvar hareketlenip, açılmaya başlar tıpkı kapı gibi. İlyas;

"Aa bunun burda ne işi var?"

"Buraya taşındığımız zaman yapmıştım.

 

Uzun koridor boyunca içerden devam ediyordu. Açılan duvarda elinin altındaki şarteli indirdi ve koridor boyu ışıklar yandı. Daha da ileriye gidince oda karşıladı. Odada çeşitli ses kayıt cihazları vardı. Haluk bey büyük olana oturup kriptolu haberleşme yaparak karargahı haberdar eder. Terör hakkındaki öğrendiği bilgileri, ne zaman gelmeleri gerektiğini şifreli bir kodla yollar.Masasının kilitli çekmecesinde açar. Yedek koyduğu telefonu çıkartır. Hacer'den aldığı kızının numarasını kaydetmişti. Ona da uzun bir mesaj ile haber verir. İlyas:

"Komutanım burayı ne zaman kurdunuz?"

"Baya uzun zaman oldu. Bunca yıl nerede kaldım sanıyorsun."

"Çıkış yolu nerede peki?"

"Şurada." Odanın içerisinden bir kapı daha açılıyordu. Ve evin arka bahçesine çıkıyordu. Ordan çıkınca ise şehre giden yola çıkılıyordu.

"Komutanım bu gerzeklerin hiç aklı çalışmıyor ha."

"Mercimek tanesi akıllarıyla da terör estiriyorlar işte."

"Ee sen söyle bakalım. Bekleyelim mi kalalım mı?"

"Siz daha iyi bilirsiniz komutanım."

"Kalıyoruz, ekibi özledim. Şuradan ekipmanları çıkar bakayım. Hazır olalım. Cehennem estiricez birazdan."

 

Gösterdiği iki sandığı ve dolabı açar İlyas. Tabancalar, çok sayıda tüfekler(pompalı, taramalı, makineli) bıçaklar ve küçük tüplerde çeşitli zehirler vardı.

 

"Ooooyy canlarım burdaymış benim üff üff şunların güzelliklerine bak."

"Sanada ha gerek İlyas."

"Valla elim bu aralar çok kaşınıyordu, iyi oldu komutanım. Bir taşla iki kuş vurucaz desenize. Buraya da dağılmışlar. Aradan çıkarmış oluruz."

"Ne alem çocuksun. Dışarda kulağın olsun, kayda al. Bende şunları halledeyim."

 

Odalarda da nohut tanesi kadar bir çok noktaya ses cihazları yerleştirmişti. Kayıt cihazı ve kulaklığı da ona uzatır.

 

"Helal olsun size komutanım."

Haluk bey gülümser. Tabancaların şarjörlerini takar.

 

"𝙽𝚎𝚛𝚎𝚢𝚎 𝚐𝚒𝚝𝚝𝚒 𝚋𝚞 𝚊𝚍𝚊𝚖. 𝙷𝚎𝚢 𝚜𝚎𝚗 𝙰𝚑𝚖𝚎𝚝'𝚒 𝚐𝚘̈𝚛𝚍𝚞̈𝚗 𝚖𝚞̈?"

"𝙷𝚊𝚢ı𝚛 𝚐𝚘̈𝚛𝚖𝚎𝚍𝚒𝚖."

"𝙷𝚎𝚎𝚢𝚢 𝚒𝚔𝚒𝚜𝚒 𝚍𝚎 𝚔𝚊𝚢𝚋𝚘𝚕𝚖𝚞𝚜̧ 𝚜𝚒𝚣𝚒𝚗 𝚢𝚊𝚙𝚊𝚌𝚊𝚐̆ı𝚗ı𝚣 𝚒𝚜̧𝚎 𝚜**** 𝚑𝚎𝚛 𝚢𝚎𝚛𝚒 𝚊𝚛𝚊𝚢ı𝚗 𝚌̧𝚊𝚋𝚞𝚔."

 

İlyas güler.

"Yokluğumuzu farkettiler komutanım."

"Biraz arasınlar bakalım. Dört dönsünler, bakalım bulacaklar mı? Elinin altındaki çekmecede flaş disk var. Ona geçir."

"Emredersiniz. Şey komutanım sanki o adamı tanıyor gibiydiniz."

"Tanıyorum. Geçmişte uyuşturucudan yakalamıştım. Arkası güçlü olunca mahkemede yırttı şerefsiz. Kızımı kaçırdıktan sonra tekrar yakalandı. Cezası bitmiş. Şimdi ise terörist olmuş p**. Örgütün içkilerini sevk ediyor salak. Aklı sıra şimdi de benden intikam alıyor. Benim anlamadığım Burak bunların arasına nasıl karıştı."

"Affettiğiniz asker mi?"

"Evet o."

"Belki baştan beri sizi kandırıyordu."

"Ahh bilmiyorum."

        

                             *****

 

"Heyyy Şeymaaaa. Nereye gidiyorsun. Yemeği de doğru dürüst yiyemedik zaten ne oldu."

 

Bir hışımla arkasını döner, parmağını Hüseyin'e doğrultur.

 

"Bir daha bana askeriyede Şeyma diye seslenirsen, ses tellerini koparırım duydun mu?"

 

Bu sözden sonra Hüseyin susmak zorunda kalır. Karargaha gelen mesajları direk alması için emir vermişti. Telefonda sesini duymuştu. Ön yıl on yıl mahrum kalmıştı.İçi içine sığmıyordu

"Allahım sana şükürler olsun"

Ve yerinde duramadı ki tabi. Babasının sesini duyar duymaz kalbi atmaya başladı. Albay ve binbaşıyla toplantılarının geriye kalanlara plan anlatıldıktan sonra öğrenmişti. Hüseyin'in içinde kaldı tabi ki tam ikna ettim derken. Kasap et derdinde koyun can derdinde derler ya bizimkisi de o hesap işte;-) Azıcık vaktinide değerlendirememişti. Can sıkıntısıyla onu takip ediyordu. Hemen timinin odalarına gider. Hepsinin kapısına elindeki jopla vurur Şeyma.

 

"Kalk kalk kalk çabuk. Beş dk içinde toplantı odasına. Görev vakti. Acil alarm. Hadiiii. KALK!! Bütün odalara vvurara odaya doğru yol alır.

"Binbaşı bekliyoorr. Kuzgun timi sizdeee haydii." Göktuğ;

"Bir günümüzde sakın geçsin." diyerek hayıflanır.

 

Derken iki birlikte kendilerini komutanlarının karşılarında bulurlar.

 

𝙀𝙫𝙚𝙩 𝙗𝙪𝙧𝙖𝙙𝙖 𝙠𝙚𝙨𝙞𝙮𝙤𝙧𝙪𝙯. 𝙐𝙛𝙖𝙠 𝙗𝙞𝙧 𝙧𝙚𝙠𝙡𝙖𝙢 𝙖𝙧𝙖𝙨ı😁 𝘾̧𝙤𝙠 𝙤𝙧𝙩𝙖𝙙𝙖 𝙤𝙡𝙙𝙪 𝙖𝙢𝙖 𝙙𝙞𝙜̆𝙚𝙧 𝙗𝙤̈𝙡𝙪̈𝙢𝙚 𝙖𝙧𝙩ı𝙠.

𝘽𝙞𝙧 𝙙𝙖𝙝𝙖 𝙠𝙞 𝙗𝙤̈𝙡𝙪̈𝙢𝙙𝙚 𝙜𝙤̈𝙧𝙪̈𝙨̧𝙢𝙚𝙠 𝙪̈𝙯𝙚𝙧𝙚... 🕵‍♀️

 

 

Loading...
0%