Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. BÖLÜM

@hayat_belirtisi34

𝘿𝙄𝙆𝙆𝘼𝙏! 𝘽𝙐 𝘽𝙊𝙇𝙐𝙈 𝙎𝙞𝘿𝘿𝙀𝙏 𝙑𝙀

𝙆𝙊𝙍𝙆𝙐𝙏𝙐𝘾𝙐 𝙎𝘼𝙃𝙉𝙀𝙇𝙀

𝙄𝘾𝙀𝙍𝙈𝙀𝙆𝙏𝙀𝘿𝙄𝙍.

(3. 𝘽𝙊𝙇𝙐𝙈𝙐𝙉 𝘿𝙀𝙑𝘼𝙈𝙄 𝙂𝙀𝙇𝙈𝙀𝙆𝙏𝙀𝘿𝙄𝙍)

 

Hayatının en karanlık anlarına doğru yönelmekte olduğundan habersizdi. O masum yüzü, bir anda acıyla tanışacak, hayatının alt üst olacağı bir travmayı deneyimleyecekti. O kötü an, kızın kaçırıldığı o gün olmuştu. Suçlular, kırık bir salıncakla kızın varoluşundan bile daha değerli olan çocukluğunu parçalamak için acımasızca zulüm etmişlerdi. İçi dışarı çıkarılarcasına işkencelerle kızın hayatından umut çalmışlardı. İşte o an kan beynine sıçramış, yıllar önce beyninin içinde kabuk bağladığı yara daha da derinleşerek kalkmıştı. Sanki bugünü bekliyormuşta, yıllar geçtikçe tazelelenen içkiler gibi yeniden taptaze dehşet verici, adamı boğarcasına dışarı çıkmıştı.

 

Salıncaktan söz konusu geçtiği anda titremesinin sebepleri gözünün önünde canlandı. Neşesinin kaynağı o çocuk, karşısında beliriverdi. O bunları hiç haketmiyordu. Böylece bir vahşeti haketmiyordu.

 

~(21 𝓨𝓘𝓛 𝓞𝓝𝓒𝓔)~

"𝗕𝗮𝗻𝗮 𝗯𝗮𝗸 𝗰𝗼𝗰𝘂𝗸, 𝗱𝘂𝗿 𝘆𝗲𝗿𝗶𝗻𝗱𝗲!"

"𝗕ı𝗿𝗮𝗸, 𝗯ı𝗿𝗮𝗸 𝗯𝗲𝗻𝗶𝗶𝗶!"

 

Etrafı yıkılmak üzere olan eski bir eve adım attığınızda, karanlıkta parıldayan hayalet gibi görünen sır dolu bir hikayenin içinde bulduğunuzu hissedersiniz. İçerideki atmosfer, yıllar boyunca ihmal edilmişlik ve yoklukla yüklü bir çöküş hissiyatıyla sarılıdır. Duvarlar, köşelerde soyulmuş boyalarıyla çıplakta kalmış gibidir. Tavandan sarkan elektrik kabloları, tehlikeli bir şekilde sallanırken hüzünlü bir ezgi çalar gibi uğuldar. Yetmezmiş gibi karanlık bahçenin travma etkisi yaratıcak oyun alanı... Bu kasvetli yer küçücük kızın, küçük bedenini, minik kalbini dondurmuştur bile.

 

Bu korkunç yapıda, kaçırılma olayının da yaşandığına dair derin bir sessizlik hüküm sürer. Her adımınızla ahşap döşemelerin çıkardığı gıcırtılar, garip bir zihin oyunu gibi aniden duraksar. Gözleri etrafındaki karanlık taşların üzerinde gezindiğinde, geceye gömülen evin sırlarını fısıldayan hayaleti yakaladığını görür gibi içi bir serçenin çırpınışı gibi titrer.

 

Gölgeler arasında gizlenen kötülüğün varoluşunu daha da hissettiren bir gerçeklik belirir. Yorgun, kırılgan ve korku dolu bir ruhun, bu zindana mahkum edilmiş olduğu pislik bir ev.

 

Öylece kalakalır fırlattıkları yere. Işıldayan gözleri söner.

 

"𝗗𝗶𝗴𝗲𝗿 𝗰𝗼𝗰𝘂𝗴𝘂 𝗻𝗲 𝘆𝗮𝗽𝗮𝗹ı𝗺?"

 

Pislik bir leşten farkı, yüzünde meymeneti olmayan Uraz;

 

"𝗚𝗲𝘁𝗶𝗿 𝗼𝗻𝘂 𝗱𝗮 𝗯𝘂𝗿𝗮𝘆𝗮. 𝗕𝗶𝗿𝗹𝗶𝗸𝘁𝗲 𝗸𝗮𝗹𝘀ı𝗻𝗹𝗮𝗿. 𝗞𝗼𝗿𝗸𝗺𝗮𝘀ı𝗻𝗹𝗮𝗿 𝗱𝗶 𝗺𝗶 𝗵𝗮 𝗸𝘂𝗰𝘂𝗸 𝗵𝗮𝗻ı𝗺."

 

İğrenç suratıyla ona yönelir bakışları. Güler yaptığından gurur duyarmış gibi. Dili tutulmuştur sanki, söyleyecek sözü çok var ama çıkmıyordur dışarıya. Bir kaç dk sonra yanına bir erkek çocuğu gelir. Atıverirler yanına. O da korkuyla ne yapacağını bilemez. Şeyma'nın yanına doğru iyice geçer. İkisi de mümkün olduğunca adamdan uzak durmaya çalışırlar.

 

"𝗔𝗮 𝗮𝗺𝗮 𝗻𝗲𝗱𝗲𝗻 𝗸𝗮𝗰ı𝘆𝗼𝗿𝘀𝘂𝗻𝘂𝘇 𝗯𝗲𝗻𝗱𝗲𝗻. 𝗕𝗮𝗸ı𝗻 𝘀𝗶𝗺𝗱𝗶 𝘀𝗶𝘇𝗲 𝗻𝗲 𝘃𝗲𝗿𝗶𝗰𝗲𝗺. 𝗖𝗼𝗸 𝗴𝘂𝘇𝗲𝗹 𝗯𝗶𝗿 𝗮𝘁ı𝘀𝘁ı𝗿𝗺𝗮𝗹ı𝗸. 𝗔𝗹ı𝗻 𝗯𝗮𝗸𝗮𝗹ı𝗺"

 

deyip önlerine iki dilim kek verir. Saatlerdir aç kalan çocukların eli o keke gider. Ama yemek te istemiyorlardır. Önlerine bırakır. Erkek çocuk sorar;

"İsmin ne?"

"Şeyma."

"Çok korkuyorum, burdan nasıl çıkıcaz."

"Merak etme. Babam mutlaka gelicek."

"Ne zaman geldin buraya?"

"Bilmiyorum."

 

"𝔹𝕒𝕓𝕒𝕟 𝕘𝕖𝕝𝕞𝕖𝕪𝕖𝕔𝕖𝕜 𝕜𝕦𝕔𝕦𝕜 𝕙𝕒𝕟ı𝕞!"

 

O dehşet verici korku haliyle bile kaşlarını çalarak bakabilmek cesaretini gösterebilmişti minik kuş.

 

"Geldiğinde görürsün. Türk askerinden öyle kolay kaçacak kadar yetenekli değilsin."

 

Küçük te olsa bu lafları söyleyen kıza sinirlenir Uraz. Alaycı gülümsemesinden sonra kontrol edilemeyen freni patlamış araba gibi bir öfke belirir. Anında pislik sırıtması düşer. Yerini taşlaşmış bir surat alır. O sırada oğlan ortaya atılır.

 

"Nee! Yoksa senin babanda mı polis."

"Sayılır.Polis değil ama asker."

 

Oğlan dediğimiz Hüseyin gülümser. Taa kaderleri küçükken yazılmış ve ilk karşılaşmaları böyle olmuştu."

 

"O zaman şunu bil cadı." Dişlerini sıkarak konuşur ve elini yakasından tutar, kendine çeker.

"Baban artık ne eskisi kadar güçlü ne de asker. Seni kurtarmaya gelemeyecek. İzin vermiyicem. Ya seni öldürür ya da keyfime göre kullanırım. Duydun mu beni!"

 

Nasıl aşağılık bir adam bir çocuğun karşısında bu şekil konuşur. Vicdanından yoksun bu sözlerinin ardından kestane gözlerine gözyaşı dolar, şeffaflığından gözleri parlar. Ama babası gibi olma arzusu küçücük yüreğinde taktire şayan bir gurur ve cesaret getirir. Ağlamamak için tutar kendini. Birden iki küçük el adamın tek eline yapışıp çeker.

 

"Bırak onu defol git. Sonunda çıkıcaz burdan görürsün..." der Hüseyin.

 

Elini savurmasıyla çocuk duvara uçar, sırtını vurmasıyla ağlamaya başlar. O acıklı feryadına o da eşlik eder. Adamın sözlerini gerçek sanarak babasına tekrar kavuşamayacığını sanır. Bu sefer dayanamaz. Gözyaşları akar, sesli bir şekil alır.

 

"KESİN SESİNİZİ!!! Zırlayıp durmayın."

 

Sesleri kesilmeyen çocuklar daha da şiddetle ağlamaya devam ederler. Öfkeden deliye dönen adam ikisininde yakasından tutar. Terk edilmiş, yakın çevresinde beşeri ne bina ya da canlı bulunmayan evin bahçesine çıkarır. Yanındaki işbirlikçisi;

 

"Ne yapıyorsun manyak."

"Karışma!" diyerek gürler.

 

Kırık salıncağa oturtur ikisinide. Beline bağlı olan ince halatla ikisinin bileklerini ilk onla sonra da çift zincirlerin kopuk olanını bağlar. Şizofren şerefsizin işbirlikçisi ne yaptığını anlamaz.

 

"Delirdin mi sen? Zaten zayıf bunlar... Niye bağlıyorsun!!! " diyerek bağırır. Duymamazlıktan gelince atılır kolundan tutar. Ama gözü dönen pislik, adamın kolunu alır, sırtına dayatarak onu da fırlatır. Başını evin ahşap tuğlasına vurunca bayılır.

 

Sahip olunan gücü başkalarına karşı rezalet,zarar veren bir biçimde kullanmak en zayıflıklardan biridir...

 

Çocuklar ağlamasını kesmeyince ikisine de tokat vurur. Küçücük yanakları kızarıp mosmor olur. Ağlamaları kesilir. Yine durmaz. Ömür boyu hayatlarına kazınacak olaya şahit olan çocuklar, adamın gözlerindeki şeytanlığın içinde kaybolurlar. Dilleri tutulur. Sonra tuhaflıkla gülmeye başlar.

 

"Hadi biraz eğlenelim. Oyun başlasın!!!"

 

Deli adam ne yaptığının farkında mı ki!!!

Zaten tek zincirle duran salıncakları hunharca sallamaya başladı. Çocukların eğlencelerinden biri olan bu oyun onlar için kâbusa döndü. İleri geri ileri geri yüksekten sallanıyordu çocuklar. Salıncağa bağladığı için zincir kopsa bile çocuklar yere her halükarda çakılacaktı. Bomboş yerde çığlıklarına gece yarısı uyanık olan canlılar eşlik etti. Korkuları,feryatları daha da arttı. Onlar öyle ağlarken gülerek devam ediyordu.

 

"Söyleyin bakalım şimdi sizi kurtaran olacak mı haa!!!"

 

Aralıksız çocuklar bir saat öyle sallanır. Küçücük bedenleri bu korkuya dayanamayıp oldukları yere bayılırlar.

 

"Eveett.Şu andan itibaren eğlencemiz bitmiştir."

 

Güle güle elindeki bira ile içeriye geçer. Adam ve çocuklar öylece kalır.

 

                              *****

Çocuklarının kaçırıldığını gören Haluk ve Cahit yetkilerini kaybediyorlardı. Bu durumda sakinlik lerini koruması işkenceden beterdi. İlk başta sinirini ondan çıkaran Haluk bey pişman oldu. İkiside eşlerini eve bırakıp karakola gelmişlerdi. Onlarda endişeyle haber bekliyorlardı. Cahit ilk defa bu kadar sinirleniyordu.

"P**e bak. Aklı sıra bizi korkutacak. Ulan el kadar çocuklardan ne istiyorsun. Derdin bizle şerefsiz."

"Sence başarılı olmadı mı?" dedi Haluk bey. Sinir ve pişmanlıkla karışık bir yüzle baktı Cahit.

"Kahretsin."

"Sakin olun komserim. İllaki çocukları bulucaz. Ekip elinden geleni yapıyor."

"Cahit ben adamın peşinden giderken ne oldu? Bir düzgün anlat şunu."

"Sen gittikten sonra içeri maskeli biri girdi. Ben ilk başta engelledim zaten. Şeyma'yı yanıma aldım. Sonra, Hüseyin'in sesini duydum. Bir anlık boşluğuma denk geldi. O sırada zaten Şeyma'yı aldı. Peşlerinden gittim. İkisini de bir araya koyup götürdüler. Takip edildiklerini anlayınca da rotayı değiştiler. Kahretsin!! Benzinin de biteceği tuttu." dedi ellerini masaya sertçe vurdu. Herşey sallandı yerinden.

 

Haluk bir şey diyemiyordu. Aynı şey onun da başına gelmişti, kavga sonucu değiştirmezdi. Elleriyle saçlarını taradı, derin bir nefes verdi. O sırada yanlarına bir polis geldi.

"Komserim, verdiğiniz konumu inceledik. Tek bir yere çıkıyor.Bölge hava kuvvetlerince taranmaya başladı bile. Galiba bulduk. Diğer civarlara da bakmaya devam ediyoruz." Haluğa döndü;

"Yalnız yakaladığınız adam koordineli çalışıyor. Kalabalıklar. Dikkatli olmamız gerek."

"Anlaşıldı.Bu iş uyuşturucu dan ileri. Ele başları kim bulmamız gerek" diyerek polis memurunun sözünü destekler.

 

Cahit hemen elinde ki dosyayı aldı, Haluk ile incelemeye başladılar.

"Çabuk ekibi hazırlayın. Gidiyoruz..."

Haluk durdurdu. Kolundan tuttu.

"Bir şey atlıyorsun sakin ol. Gece yarısını geçiyoruz. Şafak vaktinde muhtemelen orada oluruz.Gün içerisinde riskimiz daha da artıyor. Destek lazım" dedi. Adamı kovalarken telefonu kırılmıştı. Hemen yanındaki karakol hattından eski timinden üsteğmen İhsan Karahan'ı aradı.

"Alo İhsan."

"Kimsiniz?"

"Benim Haluk."

"A k-komutanım buyrun."

"Bana artık selamla karşılık vermene gerek yok oğlum. İstifa ettim."

"Hıh siz bende hep saygı duyacağım biri olarak kalacaksınız. Sizi dinliyorum.

 

Haluk başlarından geçeni, ek takviye olarak onlarında gelebilmelerinin mümkün olup olmadığını sorar.

 

"Merak etmeyin komutanım. Timim ile birlikte yanındayız. Ama albaya sormam gerek. Biliyorsunuz. Burada işler sıkı. Hemen dönerim."

 

Diyerek telefon kapandı. Birim ile birlikte olay yerine intikal için yola koyulurlar. İçinden umarım sorunsuz geçer diyerek dua etmektedir. Bu durumda fazla, sessiz olan Haluk bir elin omzuna dokunmasıyla düşüncelerinden kopar. Cahit;

"Merak etme, ne pahasına olursa olsun evlatlarımızı kurtarıcaz" diyerek gülümser.

     

******

 

Kafasını vuran adam yavaş yavaş ayılmaya başlar. Kaçırıdıkları günün gecesi son saatleri geçiyordu. Beyni zonkluyordu. Elini başına götürdüğünde kanadığını fark etti. Ayağa kalktığında sendeledi. Çocuklar halen daha salıncakta baygın bir şekilde idi.

 

"P** kurusu. Artık seni dinlemiyorum. Uşağın mıyım" diye sayıklamaya başladı. Çevirip kafasını baktığında elinde şişeyle zıbarmıştı. Diğerleri de uyuyordu.

"Fırsat bu fırsat."

 

Başı dönerek yanlarına gitti. İkisini de dürttü. İlk uyanan Hüseyin oldu. Ellerini omzuna koydu.

"İyi misin?"

"Bırak beni!" diyerek hiddetlendi.

"Merak etme şimdi ikinizi de götürücem buradan."

 

Hüseyin'in bağlarını çözerken Şeyma da uyanır. Fakat bir korku haliyle irkilir. Bağıracakken adam eliyle ağzını tutar. İşaret parmağını kalldırarak;

"Şşş sakin ol. Götürüyorum sizi buradan. Sessiz olmalısın."

 

Şeyma çıkışır.

 

"Hayır, hiç bir yere gitmiyorum."

Adam anlamsız bir suratla çocuğa bakar.

"Sana güvenmiyorum. Eğer gidersem babam beni bulamaz."

 

Haklı der içinden. Onları buradan çıkarsa bile elbet peşlerine düşerlerdi. Bu durumu daha da kötüleştirirdi. Fikrini değiştirdi. Çocuklara döndü.

 

"Peki söyleyin bakalım. Babalarınızın numaralarını biliyor musunuz?"

 

İkisi de birbirine baktı. Korkuyorlardı. Hem de hiç tahmin edemeyecekleri kadar.

 

"Neden bize yardım ediyorsun?" diye sordu Hüseyin.

"Bunu cevaplamanın zamanı değil ufaklık. Vaktimiz yok. Güneş doğduktan sonra başka yere gideceksiniz. Ve bundan sonra ailenizi tekrar göremeyeceksiniz."

 

İkisininde gözleri fal taşı gibi açılır. Küçücük bedenleri bu acıyı kaldıracak kadar güçlü değillerdi. Özellikle Şeyma için. Babasına dönmeyeceği korkusu bütün bedeninin sarıp, donmasına sebep oldu. Hemen ileriye atıldı.

 

"Biliyorum ama sayıları teker teker söylesem olur mu? Yeni öğrendim."

Adam gülümser.

"Olur."

 

Önce telefonun sim kartını değiştirir. Ardından söylediği numarayı girip çocuklara belli bir mesafede arar fakat ulaşılamaz. Tekrar dönüp;

 

"Prenses doğru söylediğine emin misin? Ulaşılmıyor."

"Eminim."

 

Adam endişe ile içeriyi yoklar. Halen daha derin uykulardı fakat yine de dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Çocukları çözdü, sırtlarına bir battaniye verdi.

 

"Alın bakalım."

"Hey senin başın kanıyor" dedi Hüseyin.

"Belimde küçük kagverengi bir çanta vardı o sende mi?" der Şeyma.

"Evet"

"Onun içinde çay ağacı yağı veee neydi... hah at kestanesi bitkisi var ama mmm krem gibi. Temiz bez de var. İlk önce temizle. Kanamam durmuş galiba. Önce yağı başına sür. Sonra da kremi sür ve başını sar. Mikrop kapmasın. Ama pek etki etmez ki. Üff."

 

İkisi de birbirine bakarak şaşırır. Bu manalı bakışlara anlam veremez Şeyma. Kaşlarını çatar.

"Ne bakıyorsunuz öyle?"

"Sen bu küçük yaşında nereden biliyorsun bunları..." der adam.

O an bir gülümseme kaplar yüzünde.

"Babamla birlikte yaparken öğrendim. Ve birazcık yapmıştık."

 

Duygularının selinde kaybolur adam. Vicdanı sızlar. İkisininde bunları hak etmediğini binlerce kez içinden tekrar edip durur. Acımasızca terör kamplarına götürülecek, işkence edilerek terörist olarak yetiştirileceklerdi. Hatta utanmadan kullanabilirlerdi. Her şey beklenirdi bunlardan. Tıpkı kendisine yaptıkları gibi. Aynı acıları tekrar yaşamalarını istemiyordu. Gülümseyerek;

"Sağol küçük hanım."

 

Güneş doğmaya başlıyordu. Ne yapıcam diye düşünürken içinde bir his belirdi. Bu... kapana kısıldıkları zamanki korku hissiyle aynıydı. Etrafında bakmaya başladı, hiçbir şey yoktu ama hissediyordu.

 

Tim bu operasyona birlikte katılınılması için gerekli izni almıştı. O an küçük kız babasını gördü ve içini büyük bir sevinç kapladı.

 

"Biliyordum babamın bizi kurtaracağını biliyordum." dedi Şeyma. İkisinin de yüzünde güller açıyordu. Fakat mutlulukları kısa sürdü. Uraz yanlarına gelmişti.

"Neye bakıyorsunuz siz?" diyerek kafasını yukarı kaldırdı. Hüseyin'in elinden dürbünü çekip aldı. Gördüğünde kan beynine sıçradı. Küfürler yağdırmaya başladı.

"Kahretsin. KALKIN LAN! GİDİYORUZ HADİİİ."

 

Çocuklar telaşlanmaya başlarlar. Adama bakışlarını çevirirler.

"Abi nolur izin verme." diyerek son bir umut gözlerinin içine bakarlar. Uraz gelip yine yakalarından çekiştirerek sürüklemeye başlar. Bırak nidasıyla ikiside bağırmaya devam eder. Adam yani Ahmet omzuna sıkar.

"Bırak çocukları!" dişlerini sıkmaktan çenesi neredeyse kitlenecek hale gelir. Öfkesi o kadar büyür ki onu toprağa diri diri gömmek ister.

"Hain senii. Ne oldu lan sana! Neyse şimdi sırası değil. Sonra defterini bürücem senin."

 

Çocukların ikisini de yakasından alıp arkasına saklar.

 

"Zarar veremeyeceksin, izin vermem."

 

Uraz ne olduğunu anlamaya çalışır. Bakışlarında sebep olanı arar. Ta ki bir sniperin vuruşuyla teröristlerin biri yere yığılana kadar. Ardından kurşun yağmaya başlar. Şaşkınlıkla hainler etrafa kaçar. Fakat her kaçan mutlaka doluya tutulup ölümü boyluyordu. Şanlı Türk askerinin gazabına denk gelmişlerdi. Hemen Ahmet çocukları güvenli bir alana alıp korumaya alır. Kollarını ikisine de dolar. Her silah, tüfek sesinde çocukların başlarını eğer. Ardından yüksek sesle duyuru yapılır;

 

"Elinizdeki çocukları geri verirseniz bağışlanırsınız. Gelin Türk Silahlı Kuvvetleri'ne teslim olun. Yoksa bedelini ödersiniz. Etrafınız sarılı... ÇOCUKLARI VERİN..."

 

Bu son iki kelimesinde gayet acımasız bir ton vardı. Üsteğmen İhsan'ın bu tehditkâr sesi geriye kalan teröristleri duraklamaya yetti. Öfkeden deliye dönen Uraz;

"Sizin ben yapacağınız işe... Devam etsenize gidiyoruz hadiii."

 

Peşine tanıdık bir ses yükselir. Hopörlörden;

 

"Cık cık cık acemiler sizi... Bir de bu halinizle terörist olacaksınız."

 

Bu tanıdık ses karşısında Şeyma sevinçle Ahmet'in kollarından sıyrıldı.

 

"Hayır ufaklık duurr!!!"

"Babaaa buradayızz."

 

Tiz ses ile Haluk beyin kalbi yerinden çıkacaktı sanki. İçinden "Kızım." dedi tam yanına gidecekken ne olduğunu anlamadan Uraz Şeyma'yı kaptığı gibi uzaklaşmaya başladı. Hemen peşlerinden koşmaya başladı tim. Polisler ise olay yerinde geriye kalan bir kaç teröristleri tutuklamaya başladılar.

Kovalamaca, dar ve karmaşık sokaklarda kaçırılan çocuğun her nefes alışında gerçekleşen bir yarışa dönüştü. Terk edilmiş ilçede kızla birlikte gizli yollardan ve yan sokaklardan geçerek hızlanıyordu.

 

Kaçıran terörist umutsuzluğa kapıldı. Kendisini takip eden tim üyelerinin ne kadar akıllı ve hızlı olduğunu fark etti. Sıkıştığını hissederek, mümkün olan en hızlı şekilde bir ara sokağa girip kaybolmaya çalıştı. Ancak tim üyeleri, planlarını önceden yapmış ve bahsedilen ara sokakta beklemekte olan bir tim üyesini stratejik bir şekilde yerleştirmişti. Ara sokaktan döndüğünde ise çıkmaza girmişti. Öfkeden deliye dönüyordu. Hemen yanında ki yıkılmak üzere olan binaya girdi ve kucağında bağıran kız ile çatı katına çıktı. Bir kaç vatan evladı önlem alarak binaya biranda açtılar. Yukarı çıktığı anda Haluk bey dehşete uğradı.

Kızını mosmor ve korku ile gören Haluk bey, deliye döndü gözlerinden hiddeti öfkesi hissediliyordu ki Uraz; "Bakma öyle. Uzaklaaaşş. Kızını yerde bulursun!!! Madem işime köstek oluyorsun bende böyle bitiririm." Bu söz onu durdurmaya yetmedi. Manipüle etmeye başladı.

"Hadiii ne duruyorsun! Atsana... "

Bu cümleye şaşıran adam bilemedi ne yapacağını. Bir yandan sözler sarfeden Haluk bey bir yandan da üzerine yürüyordu.Kızı ise o küçük yaşına rağmen gözlerine bakıp okumaya çalışıyordu. Ta ki göz kırpmasını görene kadar... Sustu...

 

"Ne diyorsun be!"

"Buraya kadar geldin tamamla o zaman işini."

Epey bir adama yaklaşmıştı.

En azından saldıracak kadar... "Yaklaşma dedim!!!" Havaya iki el ateş attı. Kız kulaklarını kapatarak çığlık attı. O çığlık dikkatini dağıttı ve komutan kızını elinden aldı, arkadan yaveri ise adamı tuttu. Öfkeden deliye dönen Haluk bey bir kaç dk için İhsan'a kızını verdi. Askerin tuttuğu Uraz'ı elinden aldı ve boğazladı.

 

Haluk, kızını kaçıran adamı bağazına yapışmış durumdadır. Gözlerinde öfke ve delilik pırıltıları vardır. Adam korku içinde titremekte, çaresizce etrafına bakınmaktadır.Adam, boğazını temizlemek için zorlukla konuşmaya çalışır. Uraz labirent sesiyle hâlâ akıllanmaz gülmeye başlar.

 

Haluk, tam aniden yumruğunu yukarı kaldırır ve adamın yüzüne hızla iner. Sert bir darbeyle adamın gözü hemen şişmeye başlar. Adam acıyla sırtını çatlak duvara dayar, duvar parçalanır. Dengesini kaybedip aşağı düşecekkek öfkeyle dolu baba yakasından tutup içeriye çeker,yüzü kanla kaplıdır.

 

Haluk sarsıcı bir ses tonuyla;

"Sus! Susacağımı mı zannettin? Delirten, kahrını çektireceğim!"

 

Hızla yumruklarını göğüs hizasında sıkmaya başlar ve vahşi bir şekilde adamın üzerine atılır. Adamın yüzüne sert yumruklar savurmaya başlar. Her darbeyle birlikte etraftaki askerler şaşırır, ilk defa istifa etmiş komutanlarını delirecek raddeye kadar öfkelendiğini görürler. Kalabalığın yüzünden gizlice yansıyan şaşkınlık hissi hissedilir.

 

Adam, savrulan ağır darbelerin altında çaresizce yığılır. Vücudu sarsılırken inlemeleri duyulur. Adeta haykırışlarıyla yerde kıvranırken yüzbaşı Haluk, öfkeli çığlıklar atmaya başlar.

 

"Kızıma asla zarar veremeyeceksin! Mislini ödeticem sana. Seni kim o hapisten çıkarttıysa hepinize misliyle cezası verilecek..."

 

Söylediği her kelimeyle daha da vahşileşir ve adama acımasızca saldırmaya devam eder. Darbelerin doğurduğu sesler yankılanırken, dayanılmaz acı hissi gözlerdeki yaşlanmayı hissettirir. Araya giren İhsan olur.

 

"Komutanım yeter!!! Öfkenizi kontrol edin. Ona haddini bildirmeden önce yapacağınız daha önemli bir durum var..."

 

Sözlerinin ardından yanına gelir. Kızını kucağına tekrar alır. Kırık bir sesle "Kızım! " diye haykırdı. Zihninde sadece kızının güvende olması dışında hiç bir düşünce yoktu. O hisle sım sıkı kavradı. Göğsünde ağlayan kızını sakinleştirmeye çalıştı.Bir an karanlık düşünceler zihnini kaplamıştı.

"Şşşşş geçti tamam yanındayım. Bir şey olmayacak." Saçını okşarken elinde ılık bir şey hissetti. Eline baktığında kandı. Daha önce yaşamadığı bir kaygı ve çaresizlik duygusuyla kalakalmıştı. Korkusuzluğuyla tanınan Yüzbaşı ilk kez bocalamıştı. "Kızım, ay parçam korkma burdayım babacım." Ses yoktu. İçindeki umutsuzluk hissi göğsünü sıktı, korkusuyla ay yüzünü ellerinin arasına aldı. Gözleri kapalıydı. Kan,gözlerinden akan yaşlar kadar can yakıcıydı, ellerini titretiyordu. O bu hayatının merkeziydi. Aldığı her nefes kızının gülüşünü gözünün önüne getiriyordu.Yakalansa ne fayda idi kızı kollarının arasında hareketsizdi.

"Babam aç gözünü, hadii ahhğğ!" Gözyaşları kızının kanlı yüzüne akıp süzülüyordu aşağı.

 

******

 

Rüyasında korkunç bir sahne belirdi; babası, acılar içinde, çaresizce yardım istemek için uzanıyordu. Sonra travma sebebi olan o salıncak zinciri ile Uraz babasının boynuna dolamıştı. Diğer ve en büyük korkusuyla da babasını alıp yüksek bir uçurumdan atıp kahkaha ile yüzüne bakmıştı. Şeyma, bütün cesaretini toplamaya çalıştı, fakat korku bedenini sarıp sarmaladı. O iniltileri, o acıyı hissetmek onu uykusundan dehşetle uyandırdı.

 

"Babaaa!!"

 

Terler içinde, kalbi hızla çarpan Şeyma, gerçeklik ile kâbusu ayırt etmek mücadelesi verdi. Fakat o korkunç görüntülerin izleri hâlâ zihninde duruyordu. Kabuslarında babasının olduğu her an, bir türlü rahatlayamayan Şeyma, kâbusunun dehşeti içinde iki dünya arasında sıkışıp kalan bir ruh gibiydi. Sonra elini tutan bir sıcaklık hissetti. Hüseyin yanındaydı.

 

"Şş kâbus sadece."

 

Kendine geldiğinde hastanede olduğunu fark etti. Ayaklanmaya çalıştı yine. Tekrar midesine kramplar girdi.

 

"Dur dur! Baban burada merak etme! Hiç bir şey olmadı. Sapasağlam dinleniyor. Kendini stresten kurtarmadığın sürece iyileşemeyeceksin. Tamam atlattın ama yine de dikkatli olman gerek. Tekrar hastalığı geri getireceksin."

 

Güven veren sesiyle yatıştı biraz. Başını yastığına yasladı. Gözleri kapandı bir an. Derin bir nefes verdi. Göz kapaklarını açıp Hüseyin'e döndü.

 

"Ne oldu niye bayılmışım yine. Nefret ediyorum bu halimden."

 

Hüseyin kekeleyerek anlattı.

 

"O-o adamın sözlerinden sonra kendini tutamadın galiba."

 

Hüzünle baktı Şeyma. Ne olduğunun şimdi fakına varmıştı.

 

"Sen de hatırladın değil mi? O yanımda ki çocuk sendin."

 

Onaylarcasına başını salladı. İkisininde sessizce yaşları süzülüyordu. Hüseyin görmemesi için hafif başını eğdi. Şeyma ağlamaklı sesiyle elini yüzüne götürdü, başını yukarı kaldırdı.

 

"Taa o zamandan başıma bela olmuşsun. Kurtulamamışım senden. Neden daha önce fark etmedik ki."

 

Bu sözünden sonra ikisi de birden gülmeye başlar.

 

"Ne gündü ama... Beynim silmiş o günü hiç yokmuş gibi. Şerefsiz konuşmaya başlayınca dank etti. Etkisinden bende çıkamadım."

"Nerde şimdi?"

"Bizimkiler tepesinde merak etme."

"Birisinin bunu kayırmış olmaaı gerek. Yoksa adaletten kaçamaz. Gerizekalı iki defadır da başarısız oldu."

 

Bu sözden sonra Hüseyin kahkahayı patlatır. Gülerek Şeyma;

 

"E ama haksız mıyım?"

 

Kahkahası gülümsemeye dönüşür. Başını tekrar yastığa koyar.

 

"Hadi biraz, daha dinlen. Mideni yıkadık az önce dinlenmek gerek. Zaten miden kötüydü, şimdi bu durumu daha da zorlaştıracak. Şimdi gidip sonuçlara bakıcam iyice emin olduktan sonra söylerim" dedi ve seruma ağrı kesici enjekte etti.

 

"Sonra da müstakbel Haluk babamı kontrol edicem. O yüzden uyuman gerek. Ha ayrıca onayınında almış oldum. Bundan böyle daha yakanı bırakmam ona göre."

"Müstakbel baba. Hıh. İyileşsin görürsün o zaman."

"Olsun, nasıl olsa sen varsın. Gerisi benim için sorun değil."

Gülümsedi Şeyma. Ama sonra baştan yüzü düştü.

"Özür dilerim. Sana en baştan beri inanmalıydım. Nasıl bu kadar emindin? Yani başkası olsa gitmişti bile."

"Aslında bakarsan tam da vazgeçmek üzereydim. Taki kabul ettiğini görene kadar... Ben kaybettiğimi özlerim, vazgeçtiğimi değil. Seni kaybettiğimi sandım, özledim geri geldim. Bu kadar kalbini kırdığımı düşünemedim. İtiraf edeyim hemen gönlünü alırım diye düşünmüştüm.Yalnız maşallah inatçı bir keçi olduğunu unutmuşum. Özür dilerim. Artık yanından ayrılmıyorum git desen bile."

 

Tam lafını söyleyecekken ayağı kalktı. Odanın kapısına yöneldi.

"Hüseyin!"

"Hıh"

"Bizimkileri tembihle bu olayı babam bilmesin."

Hüzünle başını sallar.

"Tamam."

Gülümsedi ve dışarı çıktı. Şeyma ise biraz uyuma umuduyla gözlerini kapatıp, dinlenmeye çalıştı.

 

-𝘽𝙊̈𝙇𝙐̈𝙈 𝙎𝙊𝙉𝙐-

 

𝙄̇𝙉𝙎𝙏𝘼:𝙖𝙧𝙖𝙯𝙨_𝙚𝙮𝙢𝙖

 

 

Loading...
0%