@hayat_belirtisi34
|
Gözlerimi açtığımda oda karanlıktı. Hala hastanedeyim. Perdeler çekilmiş, loş ışık vuruyordu. Doğruldum. Yanımda ki koltuğun yanımda uyuyan Mert ile babamı gördüm. Kaç gündür buradayım ben Saate baktım. Sabahın ilk saatleri geçmiş 11.30 olmuştu. Uyumamışım bayılmışım resmen.
Dur bir dk babam babam da yaralı. Ahğ baba ne işin var benim yanımda...
Hemen doğruldum. O sırada serumu tutan askı uyandığımı belli etmek istercesine gıcırdadı. Zaten doğrulmamla birlikte midemde yanmalar hissettim. O sırada babam uyanmıştı.
"Ahğ nedir bu midemden çektiğim" diye hayıflandım.
Sersemli şekilde uyanan babam gözlerini açmaya çalıştı. Mert derin bir uykuya dalmış olacak ki uzun koltukta bir kolu ve bacağı aşağı sarkmış, üzerindeki battaniye yarı şekilden şekle girmişti.
"Şeyma kızım hah nasılsın? " İyiyim baba da ne işin var senin burada. Odana geçelim lütfen hadi."
Elimi koluna geçirdim.Ayağa kalkıp koluna girdim. Fakat serum ilerlememi engelledi. Tam çıkarıyordum ki kolumda elini hissettim. Gözlerimin dolduğunu görünce elimi ellerinin arasına alıp tuttu. Ama sonra sevgiyle bakan gözleri çatık kaşlara dönüştü.
"Sakın beni vazgeçirmeye bile çalışma. Yanında kalıyorum bitti."
Cümlesinden sonra hemen çatık kaşları normale dönüp eski sevecen bakışları yerini aldı. Ardından perdeleri açıp tekrar yerine geçti. Sanki tanımıyordum onu. Alaycı bir şekilde gülümseyerek;
"Yalnız baba benim de senin genlerini aldığımı unutuyorsun?" deyip tek kaşımı havaya kaldırdım. O an babam güldü ardından ses tonu ciddi bir tavır aldı.
"Her ne kadar kopyam olsan da kimin baskın olacağını biliyoruz." O an beni gülme aldı. Yüzüme yayıldı hafif kahkahayla.
"Oo çatışma çıkar desene." "Hah şunu bileydin." "Tamam senin dediğin gibi olsun. Ama burada iki büklüm duramazsın."
Biten serumun damar yolunu çıkardım. Ayağa kalktım. Onu yatağa uzattım. Mert'e bakış attıktan sonra babama tekrar döndüm. "Bu ne zamandır burada? Biz mi harpten çıktık o mu belli değil." Babam güldü. "Sayılır. Gece annenle, Eda benim yanımda o da senle birlikte kalmış. Hiç uyumadı herhalde. Sabaha karşı geldim. Kızları eve yolladım. Yeni uyumuş olmalı."
O an durgun yüzümle kardeşime baktım. Fakat eski zamanda ki gibi rahat duracağım anlamına gelmezdi. Gülerek sinsice babama dedim ki;
"Baba iki komutan olarak uyandıralım mı?"
Tabi ki ne yapacağımızı anladı. Güldü. "E biraz eğlenceden zarar olmaz" dedi ve yavaşça yarasının verdiği baskı ile inleyerek ayağa kalktı. Yardım ettim. Ellerini arkasına aldı. İkimiz birden gür sesle;
"KOĞUŞ KALK! GÜNEŞ DOĞDU! KALK! İÇTİMA ALANINA KALK!"
İkimizin gür sesi ile bayağı bir gürültü oldu. İçimden hastanede bu kadar bağırmasaydık iyiydi dedim. Bir dk babam nasıl bu kadar çabuk tamam dedi ki...
O an Mert koltuktan düştü yere. Gülmekten ayakta zor durduk. Acıyla uykusundan ayıldı. Sırtı yeri boyladı.
"Ahhhğğ noluyo ya."
Durumu kavramaya çalışırken gözlerini açmaya çalışıyordu. Bu denli ne zaman güldüğümü hatırlamıyordum.
"Mert hadi kalk eve git orda dinlen biraz" dedi gülerek. Bakışlarını bize dikti. Ayağa kalktı. Derin bir nefes verdi.
"Ben niye şaşırıyorum kii muhteşem ikili bir araya geldi. Abla senin başının altından çıktı di mi?"
Heyecanla kafamı salladım. Yanına geçip omzuna elimi attım.
"Eee alışman lazım. Yakında asker yolu gözükecek."
"Ne zaman gidiyorsun oğlum." "Dört gün sonra."
Gelip omzuna iki kere hafifçe teselli ile vurur. "Hadi eve geç. İyice dinlen. Annenin yemeklerini daha bulamazsın."
Kardeşimin gülümsemesinin altındaki büyük minnet ve sevgiyi görebiliyordum. Hani bilirsiniz işte kardeş kıskançlığı falan... Bu konuda babamın üstüne adam tanır mıyım? Tabi ki hayır... Kavgalar tabi ki oluyordu. Fakat nasıl oluyorsa babam her halülkârda bizi barıştırıp tekrar bir araya toplayabiliyordu. Her birimizle ilk önce ayrı ayrı ilgilenip sonra aileyi topluca bir araya getirme becerisine hayranım gerçekten. Yani bilmiyorum... Onun desteği olmasına rağmen hâlâ kendi hakimiyetime zar zor tutunırken bu kadar profesyonel şekilde davranmasına şaşırıyorum. Bu yüzden bu anı fırsat bildim. En az benim kadar kardeşlerimin de bu sevgiye ihtiyacı vardı...
"E bu zamanı değerlendirelim o halde."
İkiside bakışlarını bana çevirdiler.
"Organizasyon bende:-) Sen sadece arkadaşlarını çağır. Gideceğin vakit güzel bir şey seni bekliyor." Mert sadece gülümsüyordu. Benim gibi değildi o. Babamın bütün rahatlığını almış biri olarak, ona pek bir şey kalmamış galiba:-) Sadece mimikleri duygularını anlatmaya yeterdi. Tabi yakınları tarafından.
"Tamam. Dikkat edin ikinizde. Yine gelirim. Arayın beni."
Arkasını dönüp kapıyı açacakken seslendim; "Mert!" Sonrada arabamın anahtarını ellerine attım. Sanki bekliyormuş gibi hemen yakaladı.
"Benimkiyle git. Çizersen külahları değişiriz."
Yüz vermeye gelmiyor. Kahkaha atıp, kolunu boynuma geçirdi. İki tur sallayıp, saçımı başımı bozup ardından çıkıp gitti. Sonra babamın hasret kaldığım gülümsemesiyle kırışıklığının arttığı sevgi dolu bakışıyla karşılaştım.
"Sağol kızım." "N-niye?" "Yokluğumda bence gayet iyi idare ettin. "Senin kurduğun çelik misali bağlar sayesinde ayakta kaldık. Pek bir şey yapmadım ki."
Kollarım beni dinlemeyip babama dolandı. Canını acıtacağımdan düşündüğümden kendimi geri çekmek için zorladım. Elini tuttum, koltuğa rahat bir şekilde oturtmaya çalıştım. En güzel yıllarımız heba olmuştu. En azından hiç yoktan iyidir değil mi? Çok şükür ki şuan yanımda... Hayatımın en neşeli olduğu çocukluk yıllarımın neşe kaynağı oldu. Şimdi ise sıra bende... Son nefesimiz ne zaman çıkarsa anca o zaman ayrılırım... Gerçi diğer tarafta da bırakmaya hiç niyetim yok.
"Kızım... Her şeyden haberim var."
Ne demek istediğini anlamadığımdan o anlık sessiz kaldım.
"Yani bunca zamandır olmasam bile hep sizi yokladım takip ettim ve hepinizin ayakta durmaya çalıştığınızı biliyorum. Farkında olup ta bir şey yapamamak işkenceden beterdi. Kor alevlerden bir parça düştü sanki... Yıllarca sönmeden külüyle yaktı kavurdu. Anneni de söylememesi için ben zorladım. Arada ondan haber aldım. Onu suçlama lütfen... İlk zamanlar sizi görmem yasak olsa da yıllar geçip rütbe artınca bu fırsat elime geçmiş oldu. Yine de sağ salim size kavuştum ya gözüm açık gitmez."
Çok tuhaf... Yılların öfkesini çıkarmak istemiştim. En azından neden sorusunu sormak içimi rahatlatır sanmıştım. Lakin ne zaman ki bu mesleğe adım attım anladım nedenleri söylememesi gerektiğini... Yaşlı çeşmlerle orada karşısında öylece oturdum, mutlak bir yenilginin sessiz tavrıyla başımı salladım. Anlamsız aşırı bir ihtiyatla yüklü hissettim kendimi. Sanki yıllarca acı çekmemişim gibi... Hiç olmamış gibi... Burnumu çektim. Cevaplarımı merak ediyor, bütün dikkatini bana vermişti. Omzunu hafiçe kavradıktan sonra ellerini tuttum, yatıştırıcı bir sesle;
"Ee yine sulu göz oldum... (Konuşmamak istiyorum ama gözyaşlarım izin vermiyor bir türlü, gülerek hafifletmeye çalıştım hafif bir kahkahayla) Bunca senedir hayatımı vicdanımla rahatsız ederek yaşadım ama hem de vicdanım sana sadık vee sevgimin bitmemesini sağladı. Anneme ilk öğrendiğimde kızdım. Sana çekmişim ya işte. Kendime çekilince hata yaptığımı anladım. Hallettik yani. Rahat ol baba. Sana hiç kızgın değilim, küs değilim. Sadece, sadece seni çok özledim... Çok zordu, dayanmak için bütün gücümü harcadım neredeyse..."
Olmuyor... Bıraktım... İçimdeki urun gözyaşlarımla akmasına izin verdim. Hıçkırıklara boğuldum. Sesim odada yankılanıyordu. Başım eğik kendimle boğuşurken, özlemle beklediğim sıcaklığa kavuştum sonunda. Bütün sıkıntımı atan sarılmasına kavuştum. Onun gözyaşları elime düşen yaşlarımla buluştu. Her şeyden çok onu dinlemeyi ve sonuna kadar güvendiğim bu adam karşısında ağlamak en güvendiğim tek yerdi. Başımı ellerinin arasına aldı, gözlerim içine bakıp; "Bundan sonra ecelim gerçekten bulmadığı sürece hiç bir kuvvet bizi ayıramaz kızım. Söz veriyorum..."
Doğruydu. Azrail eninde sonunda gelecekti. Sahte ölümüne bu kadar hırpalandıysam ya gerçekten gittiğinde ne yapıcam? Başımı salladım... İkimizde doğrulduk, yaşlarımızı sildik. Derin bir nefes aldı.
"Şimdi gelelim acil konuya... Okuldaki görevini tamamladın, şimdi köklerini kazıyıcan di mi? Henüz bu görevin bitmedi.
"Doğru baba. Artık şu kesin, beni ve seni kaçıran bu adam bizi asıl cevaba götürecek. Ayrıca biliyorsun ki uyuşturucu ticaretini aktarma işi de bunda. Devletimiz el koydu. Fakat benim sinir olduğum konu senin de yakaladığın bu adamı bir kaç yıl sonra serbest kalması ve hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi..."
"Haklısın. Çok büyük biri bunun arkasında olmakı. Yüksek merciden biri... Ama kim?"
"Sence bizim gücümüz yeter mi baba? Demek istediğim..."
"Anlıyorum fakat eninde sonunda adalete teslim olacak. Kaçışı yok. Çok dikkatli olmamız gerek."
"Peki baba B-burak'ın hain olduğunu bilmene rağmen onla yol aldın?"
Yüzüme baktı. Bilmiyormuşum gibi. Ya da ben öyle hissettim.
"Gerçekten pişman olduğunu sandım." "Baba bilmediğim konu var di mi? Bu bakışı biliyorum." "Sizden ayrıldıktan sonra karşılaştık. Senin göreve başladığın yıl ile aynı. Özür diledi. Bana eğer siz özrümü kabul ederseniz Şeyma'nın da affedeceğini biliyorum dedi." "Hapis cezası almadı mı o? Nasıl asker oldu baba! Niye parça parça anlatıyorsun?" "Anlatmanın zamanı geldi o halde."
~ 𝟙𝟘 𝕐ı𝕝 𝕆𝕟𝕔𝕖~
Sinirden odanın etrafını kırk kez turlayan Haluk bey onu sakinleştirmeye çalışan Hacer hanım. Kızının zorbalığa uğradığı şokunu atlatamamış gibi anlatmadığına hem sinirlenmiş hem de hayal kırıklığına uğramıştı. Gözü bir şey görmeyen Haluk, avukat tutmuş ve okula ve çocuklara dava açmak için uğraşıyordu.
"Ay Haluk bir dur. Delilik etme! Bir sakin ol. Aceleyle karar vermeyelim. İyice öğrenelim."
"Ne öğrenicez Hacer, her şey ortada. Ayyaş tayfanın ne yaptığı belli. Üstelik okul da sesini çıkarmamış, bize haber verme zahmetine bile girmemişler. Madem bunların bozuk olduğu belli neden denetimi sıkı yapılmıyor. Yapacakları işe de mesleğe de.... Allah'ım sen bana sabır ver. Ben kızımı çöpten bulmadım tamam mı onu hayata döndürmek için neler yaptık, en çok zorunu senle ben çektik. Şimdi bak hastanede rengi kaçık, neredeyse ölü gibi yatıyor. Sen nasıl sakinsin ya! Onları gebertmediğime şükretsinler. Hayır yani benim kızımda da suç. Neden saklarsın!" diye kükredi.
"Tehdit etmiş olmasınlar ha!"
Bu sözden sonra olanları tam anlatmadığını hatırlar. Şeyma anlatmıştı hepsini. Aklına gelince yavaş yavaş sakinleşip nefesini vermeye başlar. Her şey bir anlığında olmuş telaşla eşiyle paylaşmayı bile unutmuştu.
"Ne oldu, birden söndün." "A-anlattı. B-benim yüzümden." "Nasıl yani?" "H-hasta olduğumu öğrenmiş. Bize sıkıntı yaşatmamak için saklamış. Sonra da bana bunları verdi."
Elindeki flaşı ve tehdit kâğıtlarını eşine uzattı.
"Bunlar ne?" "Şeyma bunlar darlatırken kayda almış, kağıtlarda tehditleri." "Eh be kızım. Üfff. Seni nasıl öğrenmiş peki." "Hıh kurnazlığına bak. Eczaneye gelip reçeteleri sorgulamış,ilaçları görmüş, anlamış. Emin olmak için de telefonumdan hastaneden gelen mesajları okumuş. Evde bulamasın diye dükkana saklamıştım sonuçları. Onları da okumuş." "Demek ondan her hafta sonu senin yanına geliyordu. Bende yanık kremleriyle sargı bezleri bulmuştum odasında." "Evet, aynen öyle." "E sen anlattın di mi? Geçip gittiğini." "Anlattım ama pek ikna olmuş gibi görünmüyor. Yakında göreve gidicem, o yüzden bu işi halletmemiz gerek."
O an Hacer'i bir gülme alır. Sinirden mi yoksa şoktan mı belli olmayan haline eşi şaşırır.
"Bu kızın sana olan sevgisi ne olacak. İsmini duyunca bile canı gidiyor. Valla kendi kuyunu kazdın komutanım. Öğretirsense böyle olur. Boynuz kulağı çoktan geçmiş. Nasıl başardın?" Haluk gülerek;
"Valla bende bilmiyorum:-)"
Kapının çalınmasıyla dikkatleri dağılır. Gülümsemeleri söner.
"Avukatı çağırmıştım, o geldi herhalde."
Gördüğü manzara, onu derinden üzmüştü. Gelenler, suçlu çocuklarıyla birlikte aileleriydi. Yanlarında ise hastanede ona eşlik eden müdür ve Mahmut hoca vardı.Şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde kalakaldı. Bu durum, Haluk Bey'in içindeki acıyı daha da derinleştirdi. Bir kez daha gözlerine haksızlığın acı tuzaklarından birini gözüne sokulan Haluk Bey, umutsuzluğa kapılmak yerine daha da kararlı hale geldi.
"Merhabalar efendim. Müsadenizle konuşabilir miyiz?" "Sizinle konuşacak bir şeyimiz yok. Çekin gidin kapımın önünden" dedi öfkeli nida ile Hacer hanım. Burak'ın babası daha da utanç bir hale girdi Oğluna delice bir bakış attıktan sonra tekrar konuşmaya başladı.
"Lütfen! Sandığınız gibi savunmak için değil tam tersine özür dilemeye geldik."
Haluk bey çatık kaşları ile memnuniyetsizliğini belli etti. Eşine baktı. Bıkkın ses tonuyla, eliyle içeriyi gösterdi.
"Buyrun."
Burak, Burcu ve Aslı önden aileleri ise arkalarında en sonda hocalar eve giriş yaptılar. Salondaki hava git gide geriliyordu. Kimse konuşmaya cesaret edemiyor, öfkeli ebeveynler ise bir açıklama bekliyordu. Aileler çocuklarını dürterek konuşmaları için işaret ediyorlardı. Sessizliği bozan Burak oldu. Başını eğerek;
"Sizden çok özür dilerim. Kızınıza yaptıklarımız için çok pişmanız. Lütfen bizi affedin."
Birbirlerine baktılar. Hepsini gözlerinden geçirdiler.
"Peki Şeyma'dan özür dilediniz mi? Bize değil ona gitmeniz gerekirdi."
"O sizlere çok düşkün ve çok saygı duyuyor. Biliyoruz ki siz kabul ettikten sonra o da kabul edecektir. O yüzden buraya geldik" dedi Aslı.
"Hem buradan çıktıktan sonra hastaneye gidip kızınızla bizzat konuşucam" diyerek devam ettirir Burak'ın babası Mustafa.
Sinirle çıkışır Haluk.
"Gerek yok! Bir daha kızımın etrafında hiçbirinizi görmek istemiyorum."
"Size hayret ediyorum. Çocuklarınızı böyle mi yetiştiriyorsunuz. Hiç mi takip etmediniz. Mahmut bey uyuşturucu kullandıklarını bile bilmediğinizi söyledi. İşkence nedir? Bu cinayete teşebbüstür! Saçının teline kıyamazken o halini görünce canım çıktı" dedi Hacer hanım. Neredeyse ağlayacaktı.
Velilerin etleri parça parça yere döküldü resmen. Hepsinin yüzü kızardı.
"Hepsi o beyaz tozlardan sonra oldu. Onları aldıktan sonra vazgeçmek çok zor. Etkisi geçip yenisini istetince öfkeyle dolduk. Ailemize söylesek fark ederlerdi. Okuldan para toplamaya başladık. Zar zor üçümüze almaya yetiyordu. Diğerleri Şeyma kadar karşı çıkmıyordu. Hemen bağırınca teslim oluyordu çoğu. Dikkat çekilmesin diye harçlıklarının bir kısmını alıyorduk. Her almadığımız saniye işkence gibi. Krize girdiğimizde titremeye başlıyor, müthiş bir baş ağrısı çekmeye başlıyoruz. Yer altımızda kayıyor. O öfkeyle ne yaptığımızın farkında değildik. Lütfen affedin" dedi Burak.
İç geçirdiler. Şüpheye düştüler. Acaba niyetleri gerçek mi yoksa başları yanmasın diye mi şiir döküyorlardı. Kaşları çatık halde Haluk onları süzerken tekrar eşine baktı. Onun gözlerinden de aynı düşünceyi okudu. İç geçiren Hacer başını salladı ve mutfağa bir şeyler hazırlamak için gitti. Araya müdür girdi.
"Haluk bey bize kızgın olduğunuzun farkındayız. Haklısınız. Olanlarda bizimde suçluluk payımız var. Bizde uyuşturucu olayını yeni öğrendik. Ancak işkence ettiklerini öğrendiğimizde bizi durduran bir konu vardı."
Haluk dikkatini hocalara verdi. Kaşlarını çalarak devamının gelmesini bekledi.
"Müdür bey haklı. Bir gün koridorda nöbetçiydim. Kimya hocamız benden bir eşyasını laboratuvarda unuttuğu için getirmemi rica etti. Kilitlemeyi unutmuş. Normalde oraya öğrencilerin kafalarına göre girmelerini yasaklarız.Kısa anlığına yerleri değiştik.Ardından labda seslerin geldiğini işittim. Gördüğüm manzara dehşetti. Makasla kollarının kesilip, düzleştiriciyle yaktıklarını gördüm. Sinirden Burak'ı orada patakladım. Ailelerine haber vermek için yeltendim hemen müdür beye haber verdim. Öğrencilerden gizli bir şekilde disiplin kurulunu da topladık. Aslında o olaydan sonra velilere gerekli bilgilendirmeyi yaptık. Tekrar yapmayacaklarına söz verdiler. Ebeveynlerinde desteğiyle biraz soytarılıkları da azaldı. Yalnız bu son olaydan sonra akılları başlarına gelmemiş demek ki! "diyerek manalı ve öfkeyle baktı.
Sitemli bir eda ile devam etti Haluk.
"Peki Mahmut hocam bize neden haber vermediniz!"
Adam utana sıkıla cevap verdi.
"Çünkü Şeyma istemedi. Kayıtta izleyebilirsiniz." Bunu tahmin etmişti. Beklediği gibi de oldu. Sustu. Kısa süreliğine salonu sessizlik kapladı. Ardından tıkırtılarla Hacer tepsiyle salona girdi. Önlerine sehpa koyup servislerini getirdi. Burcu'nun annesi;
"Neden zahmet ettiniz. İyice mahcup olduk." "Her ne kadar suçlu olsanız da evimize gelen misafiri gereğince ağırlarız hanımefendi."
Ortamı yumuşatmak adına Mustafa bey söze girdi.
"Sizi gerçekten tebrik ederiz. Keşke bizlerde sizin gibi olabilseydik. Bu olayda bize ders oldu. Artık işleri sıkı tutucaz."
"Sıkı değil dengeli. Hatanızda çok boşlamışsınız. Gereğince çocuklarınızla ilgilenirseniz bu gibi durumlarla karşı karşıya kalmazdınız. Sorunlarını size anlatacak kadar güven dolu ayrıca dizginleyecek kadar otoriteniz olsun" diyerek yanlışını düzeltti.
"A-a anlıyorum. Bildiğim kadarıyla iki evladınız daha var. Onları göremedim."
"Ablasının yanlarındalar."
Başını sallar. Bu kısa cevap susmasına sebep olmuştu.
İçini çeker Haluk sesli şekilde Burak'a döner.
"Aldığınız uyuşturucu yanınızda mı?"
Kafasını sallayıp, cebinden ağzı çekili leblebi tozuna benzer içi beyaz bir paket çıkardı. Narkotik ekiple temasta bulunduğu için birkaç nüshayı görmüştü. Ağzını açıp kokladı, direkt yüzü ekşidi. Hafif bir tıkındı.
"Afyon bu! Oğlum bunları nerden aldınız." "Bizim evlerimiz birbirine yakın olduğundan yürüyerek gideriz. Eve yakın sokaktaki seyyar satıcıdan almıştık. İlk başta pamuk şeker aldık. Şekerli tattan sonra boğazımızı yakan acı geldi. Hepimizde istek olunca tekrar almaya devam ettik. Sonra direkt bize toz halinde vermeye devam ettiler."
"Her zaman olmuyordu bu satıcılar. Günün belli vakitlerinde oradaydılar. Perşembe günü okul çıkışı saatinde" diyerek sözünü destekledi Burcu.
Telefonundan narkotik şubeden tanıdık bir polisi aradı ardından. Nüshayı getirmesini rica edip, gerekeni yapacaklarını söyledi. O kısa sohbette hoparlör açık şekilde diğer veliler de dinledi. Çağrı sonlanınca Haluk bey konuşmaya başladı.
"Yalnız dikkatli olun. Bu uyuşturucu çeşitleri fazla. Bir çok yolu var. Hap şeklinde de verilebiliyor. Polisinde dediği gibi gizli bir şekilde hareket ediyorlar. Şubeye gittiğinizde o yardımcı olur size. Bir sorun olursa bana ulaşın."
Veliler minnet dolu bakışlarla gülümsediler.
"Teşekkürler. Ne yapacağımızı bilemiyoruz gerçekten. Bize yardım ediyorsunuz üstelik."
"Şikayetimi çekerim yalnız bir şartla." Çocuklarınızı kızımla herhangi bir iletişimde bulunmasını istemiyorum. Artık sınıfı mı değişirsiniz okulu mu bilmem. Orası size kalmış. Ha emin olmak için hemen hareket etmiyicem. Duruma göre karar vericez. Artık endişe edeceği bir konu kalmadı Şeyma'nın. Artık bize olanı rahatlıkla anlatacaktır. Yine aynı şeyler ve daha kötü konular anlatırsa o zaman benden hakikaten çekersiniz."
Mahcubiyetle başlarını sallayıp güvence verdikten sonra evden ayrıldılar.
𝗚𝗨̈𝗡𝗨̈𝗠𝗨̈𝗭
"Şimdi anlaşıldı neden hayalet gibi ortadan kayboldukları." "Bu sefer benden çekeceği var. Bulduğunuz görüntüleri savcılığa verdik. Eli kulağında neredeyse haber gelir." "Senden korkulur baba. Gerçekten benim kahramanımsın."
Yaşlı kurt bir kahkaha atar. Kolunu boynuna dolar.
"Sende benim hâlâ küçük kızımsın."
Birden içeri hücum ile tim dalar. İlk giren Göktuğ olur. Ardından timin geri kalanı dalar içeriye.
"KOMUTANIMM." O bağırtıyla refleks ile ikisi de ayağa kalkar. Bakışları Şeyma'ya kaçar.
"Oh çok şükür ikiniz de iyisiniz."
Baba kız o an derin bir nefes verdikten sonra avını gözetleyen aslan gibi bakarlar. Göktuğ korkuyla yutkunur.
"Aha şimdi ayvayı yedik" der Fırat. Diğerleri ise sadece izlemektedir. Şeyma eliyle işaret eder.
"Göktuğ gel buraya."
Bir kaç adım atar.
"ÖNÜME GEL!"
Arada bir karış kalınca ensesine okkalı tokat atar.
"Senin askeri disiplinin nerede asker ha!"
Hemen kendine gelir. Selamını verir.
"Haklısınız komutanım. Patavatsızlığımı maruz görün. Yine ölümden döneceksiniz sandım."
Haluk bey hiç bir şey demez. İstifini bozmadan ellerini arkasını alıp duruşunu daha dik tutar.
"Biz sana demedik mi yavaşça gir diye" dedi Yahya.
Hepsi derin bir öksürdükten sonra kısa bir sessizlik oluştu. Midesini tutarak;
"Hallettiniz mi?" "Evet komutanım. Hukuki işlemler başladı bile" dedi Fırat. Yalnız Albay kendinizi toparladığınızda yanına gelmenizi söyledi."
"Tamam."
Haluk bir uyarı ile öksürür.
"Madem hepiniz buradasınız. Hepiniz duyun." Şeyma'ya döner.
"Yüzbaşı istifa edeceğini duydum. Yalnız bir müddet daha devam etmeni rica ediyorum. Sana ve timine bir görev vermeyi düşünüyorum,ayrıca birleştiğiniz tim ile birlikte. İstifa etmeyi ertelemeni umuyorum. Hepiniz biliyorsunuz ki bu işin devamı var ve halen daha bitmedi. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Şimdi vazgeçemeyiz. Ayrıca emekli olmayı da düşünüyorum.Yine de sizi yakından takip edicem. Yeterince yorulduk. Zamanı geldiğinde anlatırım."
Hepsi birlikte selam verdiler.
"EMREDERSİNİZ KOMUTANIM."
"Vatan, görev karşısında boynum kıldan incedir. Ne gerekliyse yapmaya hazırım. Anlaşılmıştır."
Gururla başını sallar. Ardından Furkan konuşur.
"Öhöm komutanım şuan sizinle rütbeyi kaldırıp Şeyma'nın babası olarak konuşma yetkim var mı?"
Şeyma şaşırarak bakışlarını ona çevirir. Timde dikkatle gözlemlemeye devam eder.
"Dinliyorum."
"Eee şey Haluk amca Şeyma ile Hüseyin'i öğrendiniz Bugün Hüseyin ailesine müjdeli haberi verdi. Haberinizin olduğunu öğrenince bir adım ileriye taşımak istediler. Ama Hüseyin size söylemekte çekiniyor. Ben söyliyim dedim. Zaten Cahit amca ile de derin bir dostluğunuz var. Belli mi olur belki çifte düğün yaparız."
O an Şeyma Furkan'ı bakışlarıyla kesti. Hüseyin ise sert bir yumruğunı omzuna geçirdi.
"Siz ona bakmayın Haluk amca. Yani acele etmenize gerek bile yok. Ne zaman isterseniz."
"Aynen baba. Hem ben keçiyle ımm şey yani Hüseyin'le konuşmadım bile."
O an timin gözleri açılır. Dudak altı gülümsemelerle her şeyi gözlemle izlerler. (Fısıldayarak Mustafa) "Keşke çekirdek olsaydı." Ece ve Göktuğ gülmelerini tutup sadece gülümserler. Haluk şaşırtıcı bir şekilde sinirlenmeden bir kızına bir de Hüseyin'e bakar.
"Baban sana söylemedi mi?" "N-neyi?" "Biz Hacer'le karar verdik. Sonra da seninkilerle konuştuk. 27 Mart'a gün seçtik. Fakat bu başıma gelenlerden sonra sana söyleyemedi herhalde. Hatta dün akşam Cahit ile de konuştum. Yani üç gün sonra istemeye gelebilirsiniz. Şeyma kızım sana da şimdi söylediğim için affet. Dangalaklar içeri dalmasaydı anlatacaktım."
Sözünü bitirdikten sonra odayı yoklar. Herkes şaşkındı. Bakışları Hüseyin'i buldu ardından. Sevincinden otuz iki dişi gözüküyor fakat dışarıya vuramadığının farkındaydı. Kızına baktığında ise şok mu yoksa sevinç mi yaşıyordu belli değil. Bilerek bir bahane ile odadan çıkması gerekiyordu.
"Ben odadan eşyalarımı alayım. Sonra eve geçeriz kızım" diyerek odadan ayrıldı. Çıkar çıkmaz bizim deli tim bağırmaya başladılar.
"ALLAAAHH! Yakında düğün var. Hayırlı olsun, komutanım."
Birbirlerini kollarından destekleyerek sevinçlerini fazlasıyla belli ettiler. Ece Şeyma'nın yanına gelip koluna girdi.
"Oh be oh be sonunda! İşte bu! Yalnız ben sana ne dedim. Seni alırım demedim mi?" dedi Hüseyin.
Kahkahayla cevap verdi kız. Canına can gelmişti sanki.
"Ne yaptın ettin sonunda başardın. İyi ki varsın Hüseyin. Resmen evleniyorum."
Bu cümlesinden sonra bakışları buluştu. Tim Ooooo nidasıyla birlikte atmosferi daha da neşelendirdiler. Sonra birden telaşlandı.
"Bir dk e ben hiç bir hazırlık yapmadım. Üç gün kalmış. Ne yapıcam! Furkan hemen Dilara'ya haber ver. Ne giyicem, nişan tepsisi, yüzükler bile ortada yok. HİÇBİR ŞEY HAZIR DEĞİL!"
"Merak etme. Daha zamanımız var. Yarın gelip seni evden alıyorum sen, ben çarşıya çıkıyoruz."
Ece:" Merak etmeyin komutanım. Anneniz gerekli hazırlığı yapmıştır. Size çok bir şey kalmadığına eminim."
Komutanım acımayın tamam mı? Böyle tuzunu boca edin" der Mustafa.
"E bu mutlu haberin ardından bizde güzel bir yemeğe çıkalım. Hadi bakalım hayırlı olsun. Biz de geliyoruz. Erkek tarafı olarak. Böyle sırayla dizilelim bizimkini ortaya yerleştirelim." der Fırat.
"Şunlara bak ya. Bunlara da eğlence çıktı." diyerek sitem eder Hüseyin.
𝘽𝙐 𝙈𝙐𝙏𝙇𝙐 𝙃𝘼𝘽𝙀𝙍𝙄̇𝙉 𝘼𝙍𝘿𝙄𝙉𝘿𝘼𝙉 𝙂𝙐̈𝙉 𝙎𝙊𝙉𝙇𝘼𝙉𝙄𝙍 𝙑𝙀 𝘽𝙊̈𝙇𝙐̈𝙈 𝘽𝙐𝙍𝘼𝘿𝘼 𝘽𝙄̇𝙏𝙀𝙀𝙍.
𝙐𝙈𝘼𝙍𝙄𝙈 𝘽𝙀𝙂̆𝙀𝙉𝙈𝙄̇𝙎̧𝙎𝙄̇𝙉𝙄̇𝙕𝘿𝙄̇𝙍.
𝙔𝙀𝙉𝙄̇ 𝘽𝙊̈𝙇𝙐̈𝙈𝘿𝙀 𝙂𝙊̈𝙍𝙐̈𝙎̧𝙈𝙀𝙆 𝙐̈𝙕𝙀𝙍𝙀 🥳🫂
𝙔𝘼𝙇𝙉𝙄𝙕 𝙊𝙔𝙇𝘼𝙍 𝙑𝙀 𝙔𝙊𝙍𝙐𝙈𝙇𝘼𝙍 𝙉𝙀𝙍𝙀𝘿𝙀𝙔𝙎𝙀 𝘾̧𝙊𝙆 𝘿𝙐̈𝙎̧𝙐̈𝙆... 𝘽𝙐 𝘿𝙐𝙍𝙐𝙈𝘼 𝘾̧𝙊𝙆 𝙐̈𝙕𝙐̈𝙇𝙐̈𝙍𝙐̈𝙈. 𝙊𝙆𝙐𝙔𝘼𝙉 𝙊𝙆𝙐𝙍𝙇𝘼𝙍𝙄𝙈 𝘿𝘼𝙉 𝘿𝙀𝙎𝙏𝙀𝙆𝙇𝙀𝙍𝙄̇𝙉𝙄̇ 𝙍𝙄̇𝘾𝘼, 𝙀𝘿𝙄̇𝙔𝙊𝙍𝙐𝙈....
𝙎𝙄̇𝙕𝙄̇ 𝙎𝙀𝙑𝙄̇𝙔𝙊𝙍𝙐𝙈 𝙎̧𝙀𝙆𝙀𝙍𝙇𝙀𝙍𝙄̇𝙈...
|
0% |