
𝗬ı𝗹𝗱ı𝘇𝗹𝗮𝗺𝗮𝘆ı 𝘂𝗻𝘂𝘁𝗺𝗮𝘆ı𝗻... 🌠🫂
Hemen üzerimi değişip, akşam gelen korkunç haberin üzerine nefesimi Rafet beyin yanında aldım. Hüseyin de benle birlikte gelmişti. Öğrencimin nasıl bu hale düştüğünü anlamış değildim. Anlatmaya çalışıyot fakat kelimeleri kesik kesik anlatıyordu.
"Rafet bey rica ediyorum biraz sakinleşin. Öfkenizi kontrol altına almadığınız sürece olayları anlatamazsınız. Lütfen."
Adamcağız derin bir nefes aldı. Elleriyle yüzünü ovuşturdu. Sinirden kıpkırmızı olmuştu.
"Yaz tatiline girince köye bugün öğleden sonra gitmek için hazırlık yapmıştık. Eşyaları birlikte arabaya yerleştirirken arkama baktığımda eski bir kamyonla arkaya tıkıştırdıklarını gördüm. Koştum fakat yetişemedim. Bu saat oldu halen polisten haber yok. Biz size haber vericez deyip eve yolladılar beni. Lütfen yardım edin hocam. Eşimden sonra onu da kaybetmek istemiyorum."
Hüseyin araya girdi.
"Rafet bey kaçıranları gördünüz mü?"
"Hayır hepsinin yüzü maskeliydi."
Sessiz kaldım. Her hafta okulu ziyaret ederdim. Albaya düzenli raporlar verdim. En son karne haftası gittiğimde de bir sorun yoktu. Ömer ile de bizzat konuştum. Morali gayet yerindeydi. Hatta geldiğim için mutlu olduğunu söylemişti. Yoksa... yoksa benim yüzümden mi? Hayırr. Nasıl olur. O gün...
"Şeyma ne oldu suratın sirke attı?"
Bakışlarımı ona çevirdim. Anlamasını istedim. Rafet ise bizi gözetliyordu.
"Hocam bir şey mi farkettiniz?"
Öyle yüzüme bakıyordu ki her hareketimden bir anlam çıkarmaya çalıştığını hissettim. Nedenini bilmem ama o an adama karşı nefretle doldum.
"Hiç sadece düşünüyorum" deyip konuyu değiştirdim. "Peki Ömer'de herhangi bir değişiklik ne bileyim son zamanlarda tuhaf bir durum fark ettiniz mi?"
"Hayır her şey gayet normaldi. Sadece bir kaç ay önce hastalığınız için üzüldüğünü söyledi. Onun haricinde gözüme herhangi bir şey çarpmadı."
"Rafet bey peki köyünüzün adı neydi? Biriyle aranızda düşmanlık sorunu yaşadınız mı?" dedi Hüseyin.
"Hayır.Ben işinde gücünde olan bir adamım kimin benle ne işi olur. Okul için şehre geliriz, yazda da köye, sıradan bir döngümüz var. Atabek köyündeniz komutanım. Köylülerde çok sakin insanlar. Onlarla da herhangi bir sorun yaşamadık. Hayır yani fidye isteyecekte malım mülküm yok,çiftçi adamım ben. "
Ne Atabek köyü mü! O an tek bir teori aklımdan geçti. Olabilir miydi gerçekten? Köyün ismini duyunca Hüseyin ile birbirimize baktık. Onun da benle aynı ihtimali düşündüğünü hissediyordum. Her bakışmamızda Rafet bizi gözetliyordu.
Neden bu adamdan birden tiksindiğimi anlamıyorum. Nefretimi belli etmeden mimiklerimi toparladım. Boğazımı temizledim.
"Rafet bey sakıncası yoksa Ömer'in odasını arayabilir miyim?"
Şaşkın bakışlarının altında bir kurnazlık hissettim.
"T-tabi. Poliste aramıştı fakat bir şey bulamadılar.
Odayı gösterdi. İlk girdiğimde kapı hizasında gardırop, karşısında yatak vardı. Yatağın hizasında ise tek bir kitaplık, yanında ise çalışma masası. Sıradan döşenilen bir oda. Pek bir ümidim yoktu fakat yine de bir şey bulabilmeyi istedim. Girdikten sonra babasını süzdüm, çatılan kaşları gerginlikten olduğunu belli etti. Polis te aradıysa neden bu kaygı.
Hüseyin'e yaklaştım. Eldivenleri verdim. İlk masasına baktım, ders kitapları dışında bir şey yoktu. Ardından Hüseyin kıyafet dolabına bakarken yatağına yöneldim. Çarşafları kaldırdım. Yatağın altına baktım. Gözlerimiz odayı tararken Raf et'in telefonu çalınca odadan çıktı.
"Sende bir şeyler hissettin di mi?"
"Evet ama şimdilik çaktırma, işimiz kolaylaşsın."
"E polis aradıysa biz neden burdayız?"
"Hüseyin... çaresiz bir umudum var onu da yok ETME!"
Yalnız bir nokta dikkatimi çekti. Yatağın döşemesi olduğundan fazla ağırdı.
"Hüseyin şuna bir baksana."
"Bu niye böyle. Ahğ keşke kesseydim şuan."
Onla uğraşıp ne olduğunu anlamaya çalışırken ben kitaplığa yöneldim. Okuma alışkanlığını kazandırabildiğime sevindim. Bir sürü kitapla doluydu. Bir kaç tanesine göz gezdirdim. Tıpkı benim gibi, fosforlu kalem ile çizdiği yerleri vardı. Kitaplardan birini elime aldım. İyi de bu kitap onun için biraz ağır değil miydi. Modern klasiklerden Martın Eden. İlk sayfalardan birini karıştırdım. Şu cümlenin çizili olduğunu gördüm.
~"Onu narin sapının üzerindeki soluk altın sarısı yapraklarıyla zina çiçeğine benzetti."~
Kim olabilirdi acaba. Annesi ya da bir kız mı? Kitabı aldığım boşlukta bir gariplik fark ettim. Kabaca bakıldığında fark edilmeyecek bir parmak kalınlığında hafif bir çukur vardı. İşaret parmağımı hafifçe batırınca aşağı kaydı. Bir uzun ve dar boşluk ve içinde katlanmış bir kağıt buldum.
~𝓓𝓮𝓰̆𝓮𝓻𝓵𝓲 𝓢̧𝓮𝔂𝓶𝓪 𝓱𝓸𝓬𝓪𝓶, ~
𝓨𝓮𝓻𝓲𝓷𝓲 𝓫𝓾𝓵𝓭𝓾𝔂𝓼𝓪𝓷ı𝔃 𝓼𝓲𝔃𝓲 𝓽𝓮𝓫𝓻𝓲𝓴 𝓮𝓭𝓮𝓻𝓲𝓶. 𝓚𝓲𝓶𝓼𝓮𝓷𝓲𝓷 𝓫𝓾𝓵𝓪𝓶𝓪𝔂𝓪𝓬𝓪𝓰̆ı 𝓪𝓷𝓬𝓪𝓴 𝓼𝓲𝔃𝓲𝓷 𝓯𝓪𝓻𝓴 𝓮𝓭𝓮𝓬𝓮𝓰̆𝓲𝓷𝓲𝔃 𝓫𝓲𝓻 𝔂𝓮𝓻𝓮 𝓴𝓸𝔂𝓶𝓪𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓮𝓭𝓲𝓶. 𝓑𝓾 𝔂𝓪𝔃𝓭ı𝓰̆ı𝓶ı 𝓼𝓲𝔃𝓮 𝓿𝓮𝓻𝓶𝓮𝓴𝓽𝓮 𝓽𝓮𝓻𝓮𝓭𝓭𝓾̈𝓽 𝓮𝓭𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓨𝓪𝓷𝓵ı𝓼̧ 𝓪𝓷𝓵𝓪𝓶𝓪𝓷ı𝔃𝓭𝓪𝓷 𝓴𝓸𝓻𝓴𝓾𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓑𝓪𝓼̧𝓴𝓪 𝓫𝓲𝓻 𝓼̧𝓮𝓴𝓲𝓵𝓭𝓮. 𝓞̈𝓷𝓬𝓮𝓵𝓲𝓴𝓵𝓮 𝓼𝓲𝔃𝓭𝓮𝓷 𝓸̈𝔃𝓾̈𝓻 𝓭𝓲𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶. 𝓘̇𝓵𝓴 𝔃𝓪𝓶𝓪𝓷𝓵𝓪𝓻𝓭𝓪 𝓫𝓾𝓻𝓷𝓾𝓷𝓾𝔃𝓭𝓪𝓷 𝓰𝓮𝓽𝓲𝓻𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶 𝓲𝓬̧𝓲𝓷 𝓪𝓯𝓯𝓮𝓭𝓲𝓷 𝓫𝓮𝓷𝓲. 𝓜𝓪𝔃𝓾𝓻 𝓰𝓸̈𝓻𝓾̈𝓷 𝓵𝓾̈𝓽𝓯𝓮𝓷.𝓑𝓮𝓷... 𝓫𝓮𝓷 𝓲𝓷𝓼𝓪𝓷𝓵𝓪𝓻𝓵𝓪 𝓲𝓵𝓮𝓽𝓲𝓼̧𝓲𝓶𝓭𝓮 𝓲𝔂𝓲 𝓭𝓮𝓰̆𝓲𝓵𝓲𝓶. 𝓚𝓲𝓶𝓼𝓮𝔂𝓵𝓮 𝓶𝓾𝓱𝓪𝓽𝓽𝓪𝓹 𝓸𝓵𝓶𝓪𝔂ı 𝓼𝓮𝓿𝓶𝓮𝓶. 𝓞 𝔂𝓾̈𝔃𝓭𝓮𝓷 𝓴𝓪𝓰̆ı𝓭𝓪 𝓭𝓸̈𝓴𝓶𝓮𝔂𝓮 𝓴𝓪𝓻𝓪𝓻 𝓿𝓮𝓻𝓭𝓲𝓶.
𝓢𝓲𝔃𝓮 𝓴ı𝔃𝓰ı𝓷 𝓸𝓵𝓶𝓪𝓶ı𝓷 𝓼𝓮𝓫𝓮𝓫𝓲 𝓪𝓷𝓷𝓮𝓶 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓸𝓵𝓶𝓪𝓷ı𝔃𝓭ı. 𝓞𝓷𝓾𝓷 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓫𝓪𝓴ı𝔂𝓸𝓻, 𝓸𝓷𝓾𝓷 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓰𝓾̈𝓵𝓾̈𝓶𝓼𝓾̈𝔂𝓸𝓻, 𝓸𝓷𝓾𝓷 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓭𝓪𝓿𝓻𝓪𝓷ı𝔂𝓸𝓻𝓼𝓾𝓷𝓾𝔃. 𝓗𝓮𝓻 𝓮𝔂𝓵𝓮𝓶𝓲𝓷𝓲𝔃𝓭𝓮 𝓰𝓸̈𝔃𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶𝓲𝓷 𝓸̈𝓷𝓾̈𝓷𝓮 𝓰𝓮𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻, 𝓸̈𝔃𝓵𝓮𝓶𝓲𝓶 𝓭𝓪𝓱𝓪 𝓭𝓪 𝓪𝓻𝓽ı𝔂𝓸𝓻. 𝓞̈𝔃𝓵𝓮𝓶𝓲𝓶 𝓪𝓻𝓽𝓽ı𝓴𝓬̧𝓪 𝓭𝓪 𝓼𝓲𝓷𝓲𝓻𝓵𝓮𝓷𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶 𝓼𝓸𝓷𝓻𝓪. 𝓖𝓮𝓬𝓮𝓵𝓮𝓻𝓲 𝓾𝔂𝓾𝓶𝓪𝔂𝓪 𝓴𝓸𝓻𝓴𝓾𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶 𝓪𝓻𝓽ı𝓴.
𝓞 𝓰𝓾̈𝓷 𝓱𝓪𝓼𝓽𝓪𝓷𝓮𝔂𝓮 𝓰𝓮𝓵𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶𝓭𝓮 𝓱𝓪𝓼𝓽𝓪 𝓸𝓵𝓭𝓾𝓰̆𝓾𝓷𝓾𝔃𝓾 𝓸̈𝓰̆𝓻𝓮𝓷𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶𝓭𝓮 𝓪𝓷𝓷𝓮𝓶𝓲 𝓴𝓪𝔂𝓫𝓮𝓽𝓽𝓲𝓰̆𝓲𝓶 𝓴𝓪̂𝓫𝓾𝓼 𝓪𝓷𝓵𝓪𝓻ı𝓶 𝓽𝓮𝓴𝓻𝓪𝓻 𝓰𝓮𝓻𝓲 𝓰𝓮𝓵𝓭𝓲. 𝓔𝓷 𝓬̧𝓪𝓻𝓮𝓼𝓲𝔃 𝓼̧𝓮𝓴𝓲𝓵𝓭𝓮 𝓫𝓲𝓽𝓪𝓹 𝓫𝓲𝓻 𝓱𝓪𝓵𝓮 𝓫𝓾̈𝓻𝓾̈𝓷𝓭𝓾̈𝓶. 𝓔𝓵𝓲𝓶 𝓪𝔂𝓪𝓰̆ı𝓶 𝓬̧𝓮𝓴𝓲𝓵𝓭𝓲.
𝓢𝓲𝔃𝓮 𝓪𝓷𝓵𝓪𝓽𝓪𝓶𝓪𝓭ı𝓴𝓵𝓪𝓻ı𝓶 𝓿𝓪𝓻 𝓱𝓸𝓬𝓪𝓶. 𝓘̇𝓵𝓮𝓻𝓭𝓮 𝓼𝓲𝔃𝓲𝓷 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓸𝓵𝓶𝓪𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓐𝓶𝓪 𝓼̧𝓾𝓪𝓷 𝓼ı𝓴ı𝓼̧ı𝓹 𝓴𝓪𝓵𝓶ı𝓼̧ 𝓭𝓾𝓻𝓾𝓶𝓭𝓪𝔂ı𝓶. 𝓑𝓪𝓷𝓪 𝔂𝓪𝓻𝓭ı𝓶 𝓮𝓽𝓶𝓮𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓻𝓲𝓬𝓪 𝓮𝓭𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓣𝓮𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓮𝓰̆𝓲𝓶 𝔂𝓪𝓷ı𝓷𝓭𝓪 𝓫𝓾𝓵𝓾𝓷𝓭𝓾𝓰̆𝓾𝓶 𝓫𝓪𝓫𝓪𝓶 𝓸𝓵𝓪𝓬𝓪𝓴 𝓶𝓪𝓱𝓵𝓾𝓴𝓪𝓽𝓽𝓪𝓷 𝓫𝓮𝓷𝓲 𝓴𝓾𝓻𝓽𝓪𝓻𝓶𝓪𝓷ı𝔃. 𝓘̇𝓴𝓲𝓷𝓬𝓲 𝓭𝓸̈𝓷𝓮𝓶 𝔂𝓪𝓷ı𝓶ı𝔃𝓭𝓪 𝓸𝓵𝓭𝓾𝓰̆𝓾𝓷𝓾𝔃𝓾 𝓭𝓾𝔂𝓾𝓷𝓬𝓪 𝓱𝓪𝓿𝓪𝓵𝓪𝓻𝓪 𝓾𝓬̧𝓽𝓾𝓶.𝓢𝓸𝓷 𝓭𝓸̈𝓷𝓮𝓶𝓲𝓶 𝓸𝓵𝓼𝓪 𝓭𝓪 𝓼𝓲𝔃𝓲𝓷𝓵𝓮 𝓰𝓮𝓬̧𝓲𝓻𝓮𝓬𝓮𝓰̆𝓲𝓶 𝓰𝓾̈𝓷𝓵𝓮𝓻𝓲 𝓲𝓹𝓵𝓮 𝓬̧𝓮𝓴𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓓𝓪𝓿𝓮𝓽𝓲𝔂𝓮𝓷𝓲𝔃 𝓮𝓵𝓲𝓶𝓮 𝓰𝓮𝓬̧𝓽𝓲. 𝓨𝓪𝓻ı𝓷 𝔂𝓪𝓷ı𝓷ı𝔃𝓪 𝓰𝓮𝓵𝓲𝓬𝓮𝓶. 𝓑𝓾 𝓶𝓾𝓽𝓵𝓾 𝓪𝓷ı𝓷ı𝔃𝓭𝓪 𝓰𝓾̈𝓵𝓾̈𝓶𝓼𝓮𝓶𝓮𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓰𝓸̈𝓻𝓶𝓮𝓴 𝓲𝓬̧𝓲𝓷 𝓼𝓪𝓫ı𝓻𝓼ı𝔃𝓵𝓪𝓷ı𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓗𝓮𝓶 𝓭𝓮 𝓫𝓪𝓼̧ı𝓶𝓪 𝓰𝓮𝓵𝓮𝓷𝓵𝓮𝓻𝓲 𝓪𝓷𝓵𝓪𝓽𝓶𝓪𝔂ı 𝓭𝓾̈𝓼̧𝓾̈𝓷𝓭𝓾̈𝓶. 𝓢𝓲𝔃𝓭𝓮𝓷 𝓫𝓪𝓼̧𝓴𝓪𝓼ı𝓷𝓪 𝓰𝓾̈𝓿𝓮𝓷𝓶𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓝𝓲𝓼̧𝓪𝓷 𝓱𝓮𝓭𝓲𝔂𝓮𝓷𝓲𝔃 𝓸𝓵𝓪𝓻𝓪𝓴 𝓾𝔃𝓾𝓷 𝔃𝓪𝓶𝓪𝓷𝓭ı𝓻 𝓫𝓲𝓻𝓲𝓴𝓽𝓲𝓻𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶 𝓹𝓪𝓻𝓪𝓶𝓵𝓪 𝓼𝓲𝔃𝓮 𝓫𝓲𝓻 𝔂𝓾̈𝔃𝓾̈𝓴 𝓪𝓻𝓶𝓪𝓰̆𝓪𝓷 𝓮𝓭𝓲𝓬𝓮𝓶. 𝓓𝓮𝓰̆𝓮𝓻𝓲𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓴𝓪𝓻𝓼̧ı𝓵𝓪𝔂𝓪𝓶𝓪𝔃 𝓯𝓪𝓴𝓪𝓽 𝓽𝓮𝓿𝓪𝔃𝓾 𝓰𝓸̈𝓼𝓽𝓮𝓻𝓮𝓬𝓮𝓰̆𝓲𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓾𝓶𝓾𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓐𝓶𝓪 𝓮𝓰̆𝓮𝓻 𝓫𝓾 𝓶𝓮𝓴𝓽𝓾𝓹 𝓼𝓲𝔃𝓲𝓷 𝓮𝓵𝓲𝓷𝓲𝔃𝓮 𝓰𝓮𝓬̧𝓶𝓲𝓼̧𝓼𝓮 𝓫𝓪𝓼̧ı𝓶 𝓫𝓮𝓵𝓪𝓭𝓪 𝓭𝓮𝓶𝓮𝓴𝓽𝓲𝓻. 𝓩𝓸𝓻𝓵𝓪 𝓫𝓪𝓫𝓪𝓶 𝓽𝓪𝓻𝓪𝓯ı𝓷𝓭𝓪𝓷 𝓼𝓲𝓵𝓪𝓱𝓵ı 𝓫𝓲𝓻 𝓸̈𝓻𝓰𝓾̈𝓽𝓮 𝓴𝓪𝓽ı𝓵𝓶𝓪𝓴𝓵𝓪 𝓽𝓮𝓱𝓭𝓲𝓽 𝓮𝓭𝓲𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓖𝓸̈𝓵𝓰𝓮𝓼𝓲𝓻 𝓭𝓪𝓰̆ı𝓷𝓪 𝓰𝓸̈𝓽𝓾̈𝓻𝓮𝓵𝓮𝓬𝓮𝓴𝓶𝓲𝓼̧𝓲𝓶. 𝓑𝓮𝓷 𝓴𝓮𝓷𝓭𝓲 𝓜𝓮𝓱𝓶𝓮𝓽𝓬̧𝓲𝓰̆𝓲𝓶𝓮 𝓴𝓾𝓻𝓼̧𝓾𝓷 𝓪𝓽𝓶𝓪𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓮𝓶𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓢̧𝓾̈𝓹𝓱𝓮 𝓬̧𝓮𝓴𝓶𝓮𝓶𝓮𝓴 𝓲𝓬̧𝓲𝓷 𝓴𝓪𝓬̧ı𝓻ı𝓵𝓶𝓪 𝓿𝓪𝓴𝓪𝓼ı 𝓭𝓲𝔂𝓮 𝓼𝓾̈𝓼 𝓿𝓮𝓻𝓮𝓬𝓮𝓴𝓵𝓮𝓻. 𝓗𝓲𝓬̧ 𝓫𝓲𝓻 𝔂𝓮𝓻𝓭𝓮 𝓫𝓾𝓵𝓾𝓷𝓪𝓶ı𝔂ı𝓬𝓪𝓶 𝓿𝓮 𝓭𝓸𝓼𝔂𝓪 𝓴𝓪𝓹𝓪𝓷𝓪𝓬𝓪𝓴 𝓫𝓲𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓒̧𝓸𝓴 𝔂𝓾̈𝓴𝓼𝓮𝓴 𝓫𝓲𝓻 𝓶𝓮𝓫𝓵𝓪𝓰̆ 𝓽𝓮𝓴𝓵𝓲𝓯 𝓮𝓭𝓲𝓵𝓭𝓲. 𝓟𝓪𝓻𝓪𝔂𝓪 𝓴𝓮𝓷𝓭𝓲 𝓸𝓰̆𝓵𝓾𝓷𝓾 𝓾̈𝓵𝓴𝓮𝓼𝓲𝓷𝓲 𝓼𝓪𝓽𝓽ı 𝓼̧𝓮𝓻𝓮𝓯𝓼𝓲𝔃. 𝓤𝓶𝓪𝓻ı𝓶 𝓫𝓾 𝓶𝓮𝓴𝓽𝓾𝓹 𝓮𝓵𝓲𝓷𝓲𝔃𝓮 𝓰𝓮𝓬̧𝓮𝓻. 𝓢𝓲𝔃𝓲 𝓫𝓮𝓴𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻 𝓸𝓵𝓾𝓬𝓪𝓶. 𝓚𝓮𝓷𝓭𝓲𝓷𝓲𝔃𝓮 𝓭𝓲𝓴𝓴𝓪𝓽 𝓮𝓭𝓲𝓷. 𝓢𝓪𝔂𝓰ı 𝓿𝓮 𝓱𝓾̈𝓻𝓶𝓮𝓽𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶𝓵𝓵𝓮.
𝓞̈𝓰̆𝓻𝓮𝓷𝓬𝓲𝓷𝓲𝔃 𝓞̈𝓶𝓮𝓻...
Sanki zaman durmuştu. Korku bedenimin her zerresine yayıldı. Hayal ettiğim korkunç çağrışımın kafamda doluşup,bataklığa sürüklediğini hissettim. Ah Ömer, ah Ömer. Ah benim hırçın kartalım. Bana daha önce neden anlatmadın. Hislerimin beni aldatmayacağını biliyordum. Tıkırtılar gelmeye başlayınca hemen mektubu alıp kitabı yerine koydum.
"Hüseyin bey ne yapıyorsunuz?"
Yatağı evirip çevirip baktığını görünce sert bir şekilde söyledi. Dikkat çekmemek için Hüseyin durumu toparlamaya çalıştı.
"Aaha biraz dağıttıkya toplamaya çalışyordum. Kusura bakmayın. Bu derleyip toplamada iyi değilim. Bir ipucu buluruz sandık ama bir şey çıkmadı. Biz size haber veririz.Hadi canım gidelim."
Sahte bir tebessümle reverans yapıp karşılık verdim. Kapının ağzındayken;
"Hocam lütfen bana haber verin."
"Tabi ki. Anında size ulaşırım. Merak etmeyin."
Apartmandan nasıl çıktığımı bilmiyorum. Keşke Hüseyin kadar sakin kalabilsem. Sinirle havada sallanan kollarım durmuyordu bir türlü.
"Hüseyin lütfen sahile gidelim."
"Tamam gel. Sakinleşeceksen neden olmasın."
★★★★★
Sahilin derin rüzgarını tenimde hissettim. İçime çektim deniz kokusunu. Çektikçe yaşlarım gözlerimde toplanıyor, boğazımı tıkıyordu. Kendimi toplamaya çalışırken sevdiğim adamın kestane gözlerini üzerimde buldum. Bakışı bile bunca sakinleşme çabama tek başına yetiyordu.
İlk onunla yıllar sonra karşılaştığım yerde...
İlk karanlığıma süzülen ışık...
Neşeme kavuşturan adam...
Tek bir kelime söylemedi. Kestane kahverengi toprak gözleriyle baktıktan sonra sadece sarıldı.
"Yanlış anlama... Ama bizim ne tuhaf bir kaderimiz var.
Sonra alaylı bir şekilde güldü.
Ne zaman mutlu olsak peşine bir felaket tellahı geliyor. Allah'tan yanımdasında çekebiliyorum. Yoksa dert değil."
Hafif bir kıkırdadım.
"Haklısın. Allah'tan sen yanımdasın da çekiyorum."
Cümlesini tekrarlamamın ardından güldü. Kollarını daha da doladı. Nişan yüzüğü olan elini tuttum. Bir kaç dk öyle sarılı kalmak istiyordum.
"Ben rüyamı görüyorum. İnatçılıkta dünyaya rest çeken yüzbaşı Şeyma elimi tutuyor, ayrıca beni terslemedi bile. Rüyaysa hiç uyanmak istemiyorum."
"İstersen hemen bırakayım" alaylı bir nida ile.
"Aman yok yok bir şey demedim."
Sakinleşiyordum yavaş yavaş. Kollarını ayırıp tuttuğum elini benimki ile daha da kavradı.
"Gel şöyle oturalım."
Hemen yanımızdaki banka oturduk.
"Saadetimin sermayesi sultanım, başınızı omzuma yaslamak ister misiniz?"
Yine de gülmemi tutamadım.
"Memnuniyetle..."
Rahatlıkla başımı omzuna yerleştirdim. Halen daha elimi bırakmıyordu. Üşüyüp ısınamayan ben için elleri sımsıcacıktı. Sen de kızım. Kış bitmek üzere. Neyin üşümesi bu. Üff abuk sabuk özelliklerim var ya.
"Halen daha üşüyor musun sen?"
"O kadar belli oluyor mu?"
"Minik bir serçe gibi için de titriyor. Artık bu normal bir üşüme değil."
"Bende farkındayım ve aşırı sinirim bozuluyor."
"Bir dk."
Başımı nazikçe omzundan kaldırdı. Montunun cebinden küçük bir kalp çıkardı.
"Al bakalım."
"Bu nedir?"
"Biraz uğraş bakalım. Yeni mi gördün. Çok sık kullanılır oysaki."
Biraz elimde oynadıktan sonra ısındığını farkettim.
"Ay bu çok güzel." Gülümsedi.
"Senin kadar değil. Bunu tuttğunda beni hatırlarsın. Şimdi bulduğun mektupta ne vardı da yüzün sirke attı."
Aceleyle kabanımın içine tıkıştırdığım mektubu Hüseyin'e verdim. Kaşlarını çalarak her bir kelimesini dikkatle okudu. Bu umulmadık haberden kendisini sersemletmiş beynini uyuşturmuştu. Mektuptan ayrılıp, denize baktığında dehşet bakışlarını gördüm.
"O***** çocuğu. Bir baba nasıl yapar bunu. Çocuk nişana da gelemedi. Bu da demek oluyor ki dün kaçırılmış. Şerefsiz."
Bu halini görünce beynimden kaynar sular döküldü. Şaşırdım kaldım. Hüseyin'in ilk defa küfür attığını gördüm ya. Kendine zorla metanet telkin ediyor ve başarıyordu da. O bile çileden çıkmıştı. Bakışları bana döndüğünde lava dönmüş gözleri söndü. Afalladı. Derin bir nefes aldı.
"Acaba Atabek köyüne götürülme ihtimali var mı? Dur ama bu gölgesiz dağı diye bir yer duymadım. Orası neresiymiş."
"Acaba kod ad olarak mı kullandılar?"
"Olabilir."
Ellerimi başımın üzerinde gezdirdim. Sinirden çatlayacaktım sanki. Telefonuma gelen bildirimle doğruldum.
"Babam karargâhta bizi bekliyor hadi gidelim."
*******
(ERTESİ GÜN)
"Elif beni uğurlamaya gelecek misin?"
"Tabi ki geliyorum. Kara atmacam benim. Hatta yoldayım. Yetişicem merak etme."
Şapşal ama bir o kadar da mutluluk belirdi yüzünde.
"Yoğun işine rağmen bana geleceğin için teşekkür ederim."
"Oo benim verdiğim sözden vazgeçtiğim nerde görülmüş."
"Bu durumu ne zaman söyliyicez ailelerimize."
Çekildi yüzü. Gergin bir lastik gibi. Kaşları çatıldı. Ardından çektiği sigaranın ilk nefesi ciğerlerinin en derinlerine dumanın uzun tadını çıkardı.
"Elif benimle birlikte olmak istediğine emin misin?"
"Adım kadar eminim. Kart postal gibi çocuğu bulmuşum kaçırırmıyım hiç."
Hafif kıkırdadı.
"Ciddiyim Elif. Ailecek asker mesleğine adamışız kendimizi. Eda ile ben ucundan döndük. Beklediğin haber ben olmayabilirim. Yani...
Kendinden emin bir edâ ile sözünü kesti.
"Biliyorum Mert biliyorum. Felaket tellahı gibi niye en kötüyü düşünüyorsun. Ne olursa olsun seni bekliyicem. Ablan kadar olmasada."
"Ya sen onu niye araya karıştırıyorsun. Hödüğü niye hatırlatıyorsun bana."
Bir kahkaha patlatır.
"Ya Mert sen niye bu enişteni sevemedin bir türlü. Ne zararı var."
"Niye olacak abi olmasamda batıyor. Bir nedeni yok aslında."
"Alemsin ya. Ablan nasıl oldu. Bu aralar hiç gelmiyor terapiye, ziyaret eder gibi uğruyor sadece. Her ne kadar baban gelmiş olsa da halen iyileşmiş değil. Bir gün çok kötü parlayabilir."
"Ooo hiç sorma. Sanki hiç acı çekmemiş gibi eski haline geri döndü. İkisinin de aynı anda geri dönesi tuttu. Bir gün gerçek olursa ablam için korkuyorum."
"Ben onla yine konuşayım. Sen de babamı nasıl ikna edeceğini düşün. En az Haluk amca kadar var onu diyim."
"Yapma ya."
"Haha hadi görüşürüz. Yaklaştım sayılır" deyip telefonu kapattı Elif.
Askeriyede ne yapacağının heyecanı ile sevdiği kızın sözünün ardından arkasını sırıtarak döner. Dönmesiyle birlikte babasını gülümseyerek bulur.
"B-baba!"
"Baba yaaa. Hayırdır ne iş:-)"
Bu rahat tavrından çekinmedi. Direk konuya girdi.
"Kısmetse askerden sonra hayırlı bir iş."
"Diyosun."
"Evet."
"Kim peki bu şanslı kız."
"Ablamın psikoloğu. Zaten ben tanıştırmıştım. Adı Elif. Fakülteden arkadaşımdı. Ama ablamın haberi yok bundan."
"Albay Gökhan'ın kızı Elif mi?"
"E-evet.Nerden bildin. Gerçi niye şaşırıyorsam."
"Sence benim evlatlarımla ilgili bir konudan haberimin olmaması mümkün mü?"
Güldü Mert. Babasıyla olan ilişkisi o kadar derin ki sözlerle anlatılamayacak kadar derin. Bazı durumlar vardır. Lügatın ne kadar geniş olursa olsun hissedilen duyguları karşılayamaz. Sadece baba değil Mert'in en iyi arkadaşı ve güvenebileceği limanı olmuş durumda idi Haluk bey. Hemde erkeklerin üzerindeki sorumlulukların fazla olduğunu ne kadar yalnız kalabildiklerini düşünürsek, bir babanın varlığı ve desteği ayrı bir güç demekti.
"Biliyorum bilmez miyim?"
"Yalnız şimdiden hazırlıklı ol."
"Neye?"
"Albay Gökhan'a."
"Neden ki?"
"Neden olacak oğlum. O da en az benim kadar çetin cevizdir. Benim ablanı kolay verdiğim kadar kızını hemen ya da hiç vermez."
"Sen bana yardım edemez misin baba?"
"Kusura bakma ama hayır. Bileğinin hakkıyla, sevginle çabalayacaksın. Sana güveniyorum ama ters bir durum olmadığı sürece tabi ki gerektiğinde seni savunurum. Öyle kolay yedirmezler. Ama top sende.
"Oooo. Neyse yapacak bir şey yok. Halledicez bir şekilde."
"Ne zaman tanışıyoruz müstakbel gelinimizle."
"İstersen bugün. Beni uğurlamaya gelecek."
Tam Haluk lafını söyleyecekken arkadan Ooooo nidası yükselir. Dönüp baktıklarında Furkan ile Hüseyin sırıtarak yanlarına gelmiştir bile.
"Gün gelir devran döner diye boşuna dememişler kolay gelsin kardeşim" der Furkan.
"Hadi yine iyisin. Kız hemen kabul etmiş. Ablanı ikna edene kadar canım çıktı. Hayırlı olsun. Belki üçüz düğün yaparız ha."
Şeyma'nın bahsi geçer geçmez Haluk bakışlarını Hüseyin'e diker. Seni her an boğarım dercesine. Boğazını temizleyerek;
"Y-yani demek istediğim çok sevindim. Hayırlı olsun. Yalnız babasını ikna et yemin olsun düğününde cumhuriyet takıcam" dedi.
Mert;
"Bana bak damat bozuntusu. Bu sözünü unutma" deyip elini uzatır. Memnuniyetle tutar.
"Anlaştık."
"E hadii askerimizi uğurlayalım" dedi Furkan.
"Bir dk ablam nerede? Asıl organizasyonun sahibi ortada yok."
"Dün öğrencinin kaçırıldığını anlayınca bütün gün çalıştık yerini bulmak için. Biraz kestirmişti. Çağırayım."
"Eh be abla."
Zaman geçtikçe Kartal timi ve arkadaşları orginazatörler de gelmişti.
"Abla iyi misin? Anne bu halin ne? Ne oldu ikinize birden!"
Gözleri şiş halde ikisi de karşısındaydı.
"Anlaşılan yaşlarını ikiside tutamamış oğlum" diyerek güldü Haluk.
"Hiç sorma abi ya sakinleştirene kadar canım çıktı" diyerek ekledi Eda.
Asker çocuğu o an kahkahalara boğulur. Gülerken babasına doğru hafif bir kayar, omzuna düşer gülmekten.
"Hacer biraz, abartmadınız mı? Acaba ben yokken ne yaptın çok merak ettim şuan" der Haluk.
"Sorma baba ya! Zaten dolmuşum bi de annem beni de ağlattı sağolsun."
"Ya siz bana niye karışıyorsunuz ister ağlarım ister gülerim. Tek oğlum var zaten."
Mert annesinin omzuna kolunu atar.
"Gel Hacer sultan sana kıyak geçiyorum, şuandan itibaren deliler gibi eğlencez."
"Sohbetiniz bol olsun."
Bu tanıdık sesi adı gibi bilir Mert. Matemin serin yüzüne vurup insanda huzur bırakmasını andıran bir şekilde gülümser. Şeyma ise şaşırır. En son konuştuklarında yeni klinik açtığını halledebilirse geleceğini söylemişti. Beklemiyordu. Hüseyin ise zaten o an yanında bitivermişti. Sesi kısık çaktırmadan ona eğilip;
"Sen niye ağladın bakayım kalbimin baş komutanı."
"Hahaha ney! O nerden aklına geldi?"
"Konu sen söz konusu olunca bir şair olmadığım kaldı. Neredeyse kitap yazıcam."
Kızarık gözleri yerini sevince bırakır, gülümsemesi yüzünde bir çiçek hissi bırakır.
"Geldi gelinimiz" diye ortaya atladı Hüseyin.
Bu lüzumsuz komik anın ardından Elif'in gözleri açılır. Soğukkanlı kalmaya çalışır. Bakışlarını nişanlısına çevirir Şeyma.
"Gelin derken?"
"Haklı abla. Elif hem beni uğurlamaya hem de sizinle tanışmaya geldi."
"E benim bundan niye şimdi haberim oluyor?" diyerek hayal kırıklığı sesi ile karışık tonu vardır. Hacer;
"Kızım gel şöyle bir oturalım?" Eda;
"Şimdi ben görümce mi oluyorum?" Şeyma;
"Bana neden söylenmedi öncedennn?" Hüseyin;
"Heheheh bakın ben gelince senin de kısmetün açıldı kayınço" gibi yersiz bir cümle attı ortaya.
Kızcağız bu peşpeşe gelen soruların arasında kalır. Tavşan bakışlı gözlerinden heyecanı belli oluyordur.
Haluk;
"Eeee yeter! Rahat bırakın kızı bir durun? Lan Mert sen gidip arkadaşlarınla oynasana. Bak halayın ucu gözükmüyor. Gitseneee. Ne sokak direği gibi dikiliyon" diyerek onu da uzaklaştırır. "Gel kızım biz Hacer ile birlikte sakın sakin konuşalım" Şeyma;
"Eee bennn!" diye ortaya atladığında bile çoktan uzaklaşmışlardı bile. Küskün bir surat ile sonra da öfkeyle gözü Eda'nın üzerine dikilir Şeyma'nın. Ağzını açıp dişlerini sıkar, bu bakışın ardından Hüseyin'in arkasına sığınır.
"Enişteeee. Ablamın gazabından koruuu beniii!"
Çocuk ortada kalmıştır. Gülmekten neredeyse iki büklüm olmuş kendine eğlence çıkmıştır.
"Kız bir dk bu benim parfümüm. O üstündeki benim elbisem değil miiii? İki dolap üstün var be! Gelip niye benimkilere dadanıyorsun. Hemde en sevdiğim siyah boydan elbisemmm. Daha bana gelemeden aahhaa yedim seni Edaaaa."
"Ahahaaa imdattt"
"Gell burayaaa."
"Yaaa ablaa bu sefer bu benim olsun nülüürr!"
"Alacak bir şey kalmadı ki!! Ben sana mı alıyom kendime mi belli değil."
Eda munzur bir şekilde nefes nefese konuşur. Dudak altı sırıtarak;
"İstersen gel şimdi değişelim. Ama biraz dar gelir sana sığamazsın."
"Sen bana kilo mu aldın diyorsun? Gel gel valla bir şey yapmıyıcam."
"Yok yaa yemezler."
Hüseyin gayet memnun bir eda ile alaycı mı belli olmayan sesi ile araya girer.
"Kızlar kızlar kızlar. Bu kadar uzatmanın manası yok. Hem Şeyma sen niye buna bakıyorsun ki gayet de kilon yerinde. Ben memnunum yani sıkıntı yok."
"Gel gel seninde bir süzgeçten geçme işin vardı. İkinizi de hak yoluna halledeyim."
"Allaaah bana da sardı oğlum. Kaç Hüseyin kaç baldız, kaçççç."
Kısa süre içinde salonun dış bahçesini tarumar eden iki kız kardeş ve time sığınan Hüseyin, olaylara adapte olmaya çalışan Kartal timi. Fırat;
"Laa noluyor. Bismillah."
cümlesini bitirir bitirmez Edanın etrafında pervane dönmesiyle peşine Şeyma Hüseyin'in kolundan çekiştirip onu da dönderir az daha dengesini kaybedip topaç gibi etrafında döndü. Hüseyin ve diğerleri gülmekten pandanın yerden yere yuvarlanması gibi hepsi kendi yerde buldu. Fırat düşünce yan yana olan tim matruşka gibi dağıldılar. Masadan gümm diye bir ses geldi.
Göktuğ;
"Allah'ım sen bana acı nolurr!"
Furkan;
"Ben öldüm de haberim mi yok ha lan Mustafa dönen bıçaklarını gözümün önünden çekk!"
"Ne diyorsun gerizekalıı! İki gram aklın vardı o da gitti." Hüseyin;
"Lan Furkan kalk üstümden!!"
Eda ve Şeyma nefes nefese ayakta kalacak halleri kalmadı. Hüseyin timle birlikte yeri boyladı.
Ece ve Yahya birlikte oturmuş bu keyifli tiyatronun keyfini çıkardılar.
Yahya düştükleri anda yeri titreten maloz yığınları gibi adamlara;
"Oğlum sizden adam olmaz ha! Allah'tan salonun dışındayız ve halay dan ses duyulmuyor. Yoksa rezil olmuştuk."
"Bizim günahımız ne komutanım yaa" dedi Göktuğ.
Birden gök gürlemesi ses ortaya karıştı.
"NOLUYOOO BURADAAA!" dedi Haluk.
Tim direk ayağa kalkıp duruşlarını düzeltti.
"Yaaa baba ablama bir şey de. Cimrinin teki yaa."
"Haha ben miyim cimri. Bana bak tavus kuşu gibi saçını başını yolmıyim. Bir daha benimkilere dadanırsan fena olurr. Duydun mu benii!"
Herkes çatık kaşlarıyla kükremesini bekleyen Haluk'un kahkaha atmasıyla dona kalır.
"Yav kızım kaç yaşına gelmişsiniz. Canınıza gelse parçanızı verirsiniz ama bir kıyafeti paylaşamıyorsunuz."
Nefes nefese kalan kızların ortasına geçer, kollarını ikisinin omzuna atar.
"Bir teklifim var!"
"Neymiş?" dedi Eda.
"Bu akşam ikinizde dolaplarınızı açık artırmaya sunacaksınız."
"Nasıl?" der Şeyma.
"Şöyle ki bir nevi takas gibi. Zaten aynı bedenleri giyiyorsunuz. Sen ablanın sen de kardeşinin dolabından sevdiklerinizi seçip bu işi son kez bitiricez. SON KEZ! ANLAŞILDI MI?"
Bu son kelimelerinin vurgusunun ardından ikisi de birbirine bakar. Eda elini barış amaçlı uzatır.
"Anlaştık."
"Anlştık."
"Güzel. Kalkın yavrum sizde. Hadi yola çıkmak üzereyiz."
Bu Afrika'da avına yaklaşan aslan ve son anda kaçan sürü misali kovalamacanın ardından gerçek eğlence başlar. Bir saat konvoyun ardından otobüs terminalinde son eğlence devam eder. Arkadaşlarının ardından tim de tebriklerini ilettikten sonra Mert'i havaya atarlar.
"Laaa noluyoo!"
Zaten bir kolları fil kadar olan tim bağırtısıyla terminali ayağa kaldırır.
"Ooooo en büyük asker bizim asker. En büyük asker bizim asker!!!"
O havada uça dursun Çelikkol ailesi ve Elif sıralı bir şekilde bu mutlu anın tadını çıkarmaktadır.
"Tamam tamam kartal timi komutanlarım. Teşekkürler."
Yere indiği anda sevdiği kıza ve ailesine yönelir. Gitme vakti gelmiştir. Haluk beyin elini öper.
"Hayırla git hayırla gel oğlum."
Bunu söylerken bile gözleri dolar. İlk kez o an bir babalarının bu haline şahit olurlar. Sıra annesindedir.
"Validem yeter valla. Sil boncuklarını."
"Valizine her şeyi yerleştirdim. Gittiğinde de haber et. Konuşma saatlerinde mutlaka ara tamam mı?"
"Tamam" der gülümseyerek.
"Abla teşekkür ederim her şey için. Siz de görevdeyken dikkatli olun tamam mı?"
"Ayıp ettin oğlum! Senin karşında o kadar fena mıyız?" Araya Yahya karışır.
"Komutanım haklı. O kadar da kolay lokma değiliz."
"Gel buraya" deyip sıkıca sarılır. Gözleri ve sesleri titrek şekilde;
"Babam yokken az beni sakinleştirmedin. Geceleri korktuğumda, kâbus gördüğümde, okul çıkışında...."
Sözünün yarısında sesi kısılır. Ablasının dehşet-ül vahşet halinin karşısında çeşmlerinin dolmaması imkânsızdı. Tanyerine ağaçtan düşen yapraklar gibi yaşları dur durak bilmiyordu. Kardeşinin yüzünü ellerinin arasına alıp alınlarını birleştirir. Burnunu çeker.
"Bana bak. Yine de koruyup kolladığım küçük kardeşim olduğunu unutma. Bir abla demene bakar. Tamam mı koçum!"
Eda araya girerek bu duygusal anın içine girişir.
"Vee dedi kara Fatmaa. Bu ne be! Askerlik seni değiştirmiş! Bir kere bu konuşmayı babamın yapması gerekiyordu."
Destursuz ve komik girişinin ardından kalabalığın kahkahalarına ordan buradan geçen insanlarda karışır. Sitemle Şeyma;
"Aman bir karışmasan olmaz."
Mert kardeşinin başını okşayarak;
"Prensese bakın. Sanki abi zorbalığına maruz kalmamış gibi."
"Ne yalan söyliyim benle uğraşmanı da özliyicem. Allah'ım lütfen zaman çabuk geçsinnn."
Abisinin sıcak kollarına bırakır kendini. En son sıra Elif'e gelir.
"Güz matemim. Kendine iyi bak!"
"Sende𝗦𝗮𝘁ı𝗿 𝗮𝗿𝗮𝘀ı 𝘆𝗼𝗿𝘂𝗺𝗹𝗮𝗿 𝗰̧𝗼𝗸 𝗼̈𝗻𝗲𝗺𝗹𝗶 𝘀̧𝗲𝗸𝗲𝗿𝗹𝗲𝗿𝗶𝗺. 𝗖̧𝗼̈𝗸𝘂̈𝗻 𝘆𝗼𝗿𝘂𝗺𝗹𝗮𝗿𝗮 𝗰𝗵𝗮𝘁 😅
𝗬ı𝗹𝗱ı𝘇𝗹𝗮𝗺𝗮𝘆ı 𝘂𝗻𝘂𝘁𝗺𝗮𝘆ı𝗻... 🌠🫂
Hemen üzerimi değişip, akşam gelen korkunç haberin üzerine nefesimi Rafet beyin yanında aldım. Hüseyin de benle birlikte gelmişti. Öğrencimin nasıl bu hale düştüğünü anlamış değildim. Anlatmaya çalışıyot fakat kelimeleri kesik kesik anlatıyordu.
"Rafet bey rica ediyorum biraz sakinleşin. Öfkenizi kontrol altına almadığınız sürece olayları anlatamazsınız. Lütfen."
Adamcağız derin bir nefes aldı. Elleriyle yüzünü ovuşturdu. Sinirden kıpkırmızı olmuştu.
"Yaz tatiline girince köye bugün öğleden sonra gitmek için hazırlık yapmıştık. Eşyaları birlikte arabaya yerleştirirken arkama baktığımda eski bir kamyonla arkaya tıkıştırdıklarını gördüm. Koştum fakat yetişemedim. Bu saat oldu halen polisten haber yok. Biz size haber vericez deyip eve yolladılar beni. Lütfen yardım edin hocam. Eşimden sonra onu da kaybetmek istemiyorum."
Hüseyin araya girdi.
"Rafet bey kaçıranları gördünüz mü?"
"Hayır hepsinin yüzü maskeliydi."
Sessiz kaldım. Her hafta okulu ziyaret ederdim. Albaya düzenli raporlar verdim. En son karne haftası gittiğimde de bir sorun yoktu. Ömer ile de bizzat konuştum. Morali gayet yerindeydi. Hatta geldiğim için mutlu olduğunu söylemişti. Yoksa... yoksa benim yüzümden mi? Hayırr. Nasıl olur. O gün...
"Şeyma ne oldu suratın sirke attı?"
Bakışlarımı ona çevirdim. Anlamasını istedim. Rafet ise bizi gözetliyordu.
"Hocam bir şey mi farkettiniz?"
Öyle yüzüme bakıyordu ki her hareketimden bir anlam çıkarmaya çalıştığını hissettim. Nedenini bilmem ama o an adama karşı nefretle doldum.
"Hiç sadece düşünüyorum" deyip konuyu değiştirdim. "Peki Ömer'de herhangi bir değişiklik ne bileyim son zamanlarda tuhaf bir durum fark ettiniz mi?"
"Hayır her şey gayet normaldi. Sadece bir kaç ay önce hastalığınız için üzüldüğünü söyledi. Onun haricinde gözüme herhangi bir şey çarpmadı."
"Rafet bey peki köyünüzün adı neydi? Biriyle aranızda düşmanlık sorunu yaşadınız mı?" dedi Hüseyin.
"Hayır.Ben işinde gücünde olan bir adamım kimin benle ne işi olur. Okul için şehre geliriz, yazda da köye, sıradan bir döngümüz var. Atabek köyündeniz komutanım. Köylülerde çok sakin insanlar. Onlarla da herhangi bir sorun yaşamadık. Hayır yani fidye isteyecekte malım mülküm yok,çiftçi adamım ben. "
Ne Atabek köyü mü! O an tek bir teori aklımdan geçti. Olabilir miydi gerçekten? Köyün ismini duyunca Hüseyin ile birbirimize baktık. Onun da benle aynı ihtimali düşündüğünü hissediyordum. Her bakışmamızda Rafet bizi gözetliyordu.
Neden bu adamdan birden tiksindiğimi anlamıyorum. Nefretimi belli etmeden mimiklerimi toparladım. Boğazımı temizledim.
"Rafet bey sakıncası yoksa Ömer'in odasını arayabilir miyim?"
Şaşkın bakışlarının altında bir kurnazlık hissettim.
"T-tabi. Poliste aramıştı fakat bir şey bulamadılar.
Odayı gösterdi. İlk girdiğimde kapı hizasında gardırop, karşısında yatak vardı. Yatağın hizasında ise tek bir kitaplık, yanında ise çalışma masası. Sıradan döşenilen bir oda. Pek bir ümidim yoktu fakat yine de bir şey bulabilmeyi istedim. Girdikten sonra babasını süzdüm, çatılan kaşları gerginlikten olduğunu belli etti. Polis te aradıysa neden bu kaygı.
Hüseyin'e yaklaştım. Eldivenleri verdim. İlk masasına baktım, ders kitapları dışında bir şey yoktu. Ardından Hüseyin kıyafet dolabına bakarken yatağına yöneldim. Çarşafları kaldırdım. Yatağın altına baktım. Gözlerimiz odayı tararken Raf et'in telefonu çalınca odadan çıktı.
"Sende bir şeyler hissettin di mi?"
"Evet ama şimdilik çaktırma, işimiz kolaylaşsın."
"E polis aradıysa biz neden burdayız?"
"Hüseyin... çaresiz bir umudum var onu da yok ETME!"
Yalnız bir nokta dikkatimi çekti. Yatağın döşemesi olduğundan fazla ağırdı.
"Hüseyin şuna bir baksana."
"Bu niye böyle. Ahğ keşke kesseydim şuan."
Onla uğraşıp ne olduğunu anlamaya çalışırken ben kitaplığa yöneldim. Okuma alışkanlığını kazandırabildiğime sevindim. Bir sürü kitapla doluydu. Bir kaç tanesine göz gezdirdim. Tıpkı benim gibi, fosforlu kalem ile çizdiği yerleri vardı. Kitaplardan birini elime aldım. İyi de bu kitap onun için biraz ağır değil miydi. Modern klasiklerden Martın Eden. İlk sayfalardan birini karıştırdım. Şu cümlenin çizili olduğunu gördüm.
"𝔒𝔫𝔲 𝔫𝔞𝔯𝔦𝔫 𝔰𝔞𝔭ı𝔫ı𝔫 𝔲̈𝔷𝔢𝔯𝔦𝔫𝔡𝔢𝔨𝔦 𝔰𝔬𝔩𝔲𝔨 𝔞𝔩𝔱ı𝔫 𝔰𝔞𝔯ı𝔰ı 𝔶𝔞𝔭𝔯𝔞𝔨𝔩𝔞𝔯ı𝔶𝔩𝔞 𝔷𝔦𝔶𝔶𝔞 𝔠̧𝔦𝔠̧𝔢𝔤̆𝔦𝔫𝔢 𝔟𝔢𝔫𝔷𝔢𝔱𝔱𝔦."
Kim olabilirdi acaba. Annesi ya da bir kız mı? Kitabı aldığım boşlukta bir gariplik fark ettim. Kabaca bakıldığında fark edilmeyecek bir parmak kalınlığında hafif bir çukur vardı. İşaret parmağımı hafifçe batırınca aşağı kaydı. Bir uzun ve dar boşluk ve içinde katlanmış bir kağıt buldum.
~𝓓𝓮𝓰̆𝓮𝓻𝓵𝓲 𝓢̧𝓮𝔂𝓶𝓪 𝓱𝓸𝓬𝓪𝓶, ~
𝓨𝓮𝓻𝓲𝓷𝓲 𝓫𝓾𝓵𝓭𝓾𝔂𝓼𝓪𝓷ı𝔃 𝓼𝓲𝔃𝓲 𝓽𝓮𝓫𝓻𝓲𝓴 𝓮𝓭𝓮𝓻𝓲𝓶. 𝓚𝓲𝓶𝓼𝓮𝓷𝓲𝓷 𝓫𝓾𝓵𝓪𝓶𝓪𝔂𝓪𝓬𝓪𝓰̆ı 𝓪𝓷𝓬𝓪𝓴 𝓼𝓲𝔃𝓲𝓷 𝓯𝓪𝓻𝓴 𝓮𝓭𝓮𝓬𝓮𝓰̆𝓲𝓷𝓲𝔃 𝓫𝓲𝓻 𝔂𝓮𝓻𝓮 𝓴𝓸𝔂𝓶𝓪𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓮𝓭𝓲𝓶. 𝓑𝓾 𝔂𝓪𝔃𝓭ı𝓰̆ı𝓶ı 𝓼𝓲𝔃𝓮 𝓿𝓮𝓻𝓶𝓮𝓴𝓽𝓮 𝓽𝓮𝓻𝓮𝓭𝓭𝓾̈𝓽 𝓮𝓭𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓨𝓪𝓷𝓵ı𝓼̧ 𝓪𝓷𝓵𝓪𝓶𝓪𝓷ı𝔃𝓭𝓪𝓷 𝓴𝓸𝓻𝓴𝓾𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓑𝓪𝓼̧𝓴𝓪 𝓫𝓲𝓻 𝓼̧𝓮𝓴𝓲𝓵𝓭𝓮. 𝓞̈𝓷𝓬𝓮𝓵𝓲𝓴𝓵𝓮 𝓼𝓲𝔃𝓭𝓮𝓷 𝓸̈𝔃𝓾̈𝓻 𝓭𝓲𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶. 𝓘̇𝓵𝓴 𝔃𝓪𝓶𝓪𝓷𝓵𝓪𝓻𝓭𝓪 𝓫𝓾𝓻𝓷𝓾𝓷𝓾𝔃𝓭𝓪𝓷 𝓰𝓮𝓽𝓲𝓻𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶 𝓲𝓬̧𝓲𝓷 𝓪𝓯𝓯𝓮𝓭𝓲𝓷 𝓫𝓮𝓷𝓲. 𝓜𝓪𝔃𝓾𝓻 𝓰𝓸̈𝓻𝓾̈𝓷 𝓵𝓾̈𝓽𝓯𝓮𝓷.𝓑𝓮𝓷... 𝓫𝓮𝓷 𝓲𝓷𝓼𝓪𝓷𝓵𝓪𝓻𝓵𝓪 𝓲𝓵𝓮𝓽𝓲𝓼̧𝓲𝓶𝓭𝓮 𝓲𝔂𝓲 𝓭𝓮𝓰̆𝓲𝓵𝓲𝓶. 𝓚𝓲𝓶𝓼𝓮𝔂𝓵𝓮 𝓶𝓾𝓱𝓪𝓽𝓽𝓪𝓹 𝓸𝓵𝓶𝓪𝔂ı 𝓼𝓮𝓿𝓶𝓮𝓶. 𝓞 𝔂𝓾̈𝔃𝓭𝓮𝓷 𝓴𝓪𝓰̆ı𝓭𝓪 𝓭𝓸̈𝓴𝓶𝓮𝔂𝓮 𝓴𝓪𝓻𝓪𝓻 𝓿𝓮𝓻𝓭𝓲𝓶.
𝓢𝓲𝔃𝓮 𝓴ı𝔃𝓰ı𝓷 𝓸𝓵𝓶𝓪𝓶ı𝓷 𝓼𝓮𝓫𝓮𝓫𝓲 𝓪𝓷𝓷𝓮𝓶 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓸𝓵𝓶𝓪𝓷ı𝔃𝓭ı. 𝓞𝓷𝓾𝓷 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓫𝓪𝓴ı𝔂𝓸𝓻, 𝓸𝓷𝓾𝓷 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓰𝓾̈𝓵𝓾̈𝓶𝓼𝓾̈𝔂𝓸𝓻, 𝓸𝓷𝓾𝓷 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓭𝓪𝓿𝓻𝓪𝓷ı𝔂𝓸𝓻𝓼𝓾𝓷𝓾𝔃. 𝓗𝓮𝓻 𝓮𝔂𝓵𝓮𝓶𝓲𝓷𝓲𝔃𝓭𝓮 𝓰𝓸̈𝔃𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶𝓲𝓷 𝓸̈𝓷𝓾̈𝓷𝓮 𝓰𝓮𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻, 𝓸̈𝔃𝓵𝓮𝓶𝓲𝓶 𝓭𝓪𝓱𝓪 𝓭𝓪 𝓪𝓻𝓽ı𝔂𝓸𝓻. 𝓞̈𝔃𝓵𝓮𝓶𝓲𝓶 𝓪𝓻𝓽𝓽ı𝓴𝓬̧𝓪 𝓭𝓪 𝓼𝓲𝓷𝓲𝓻𝓵𝓮𝓷𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶 𝓼𝓸𝓷𝓻𝓪. 𝓖𝓮𝓬𝓮𝓵𝓮𝓻𝓲 𝓾𝔂𝓾𝓶𝓪𝔂𝓪 𝓴𝓸𝓻𝓴𝓾𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶 𝓪𝓻𝓽ı𝓴.
𝓞 𝓰𝓾̈𝓷 𝓱𝓪𝓼𝓽𝓪𝓷𝓮𝔂𝓮 𝓰𝓮𝓵𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶𝓭𝓮 𝓱𝓪𝓼𝓽𝓪 𝓸𝓵𝓭𝓾𝓰̆𝓾𝓷𝓾𝔃𝓾 𝓸̈𝓰̆𝓻𝓮𝓷𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶𝓭𝓮 𝓪𝓷𝓷𝓮𝓶𝓲 𝓴𝓪𝔂𝓫𝓮𝓽𝓽𝓲𝓰̆𝓲𝓶 𝓴𝓪̂𝓫𝓾𝓼 𝓪𝓷𝓵𝓪𝓻ı𝓶 𝓽𝓮𝓴𝓻𝓪𝓻 𝓰𝓮𝓻𝓲 𝓰𝓮𝓵𝓭𝓲. 𝓔𝓷 𝓬̧𝓪𝓻𝓮𝓼𝓲𝔃 𝓼̧𝓮𝓴𝓲𝓵𝓭𝓮 𝓫𝓲𝓽𝓪𝓹 𝓫𝓲𝓻 𝓱𝓪𝓵𝓮 𝓫𝓾̈𝓻𝓾̈𝓷𝓭𝓾̈𝓶. 𝓔𝓵𝓲𝓶 𝓪𝔂𝓪𝓰̆ı𝓶 𝓬̧𝓮𝓴𝓲𝓵𝓭𝓲.
𝓢𝓲𝔃𝓮 𝓪𝓷𝓵𝓪𝓽𝓪𝓶𝓪𝓭ı𝓴𝓵𝓪𝓻ı𝓶 𝓿𝓪𝓻 𝓱𝓸𝓬𝓪𝓶. 𝓘̇𝓵𝓮𝓻𝓭𝓮 𝓼𝓲𝔃𝓲𝓷 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓸𝓵𝓶𝓪𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓐𝓶𝓪 𝓼̧𝓾𝓪𝓷 𝓼ı𝓴ı𝓼̧ı𝓹 𝓴𝓪𝓵𝓶ı𝓼̧ 𝓭𝓾𝓻𝓾𝓶𝓭𝓪𝔂ı𝓶. 𝓑𝓪𝓷𝓪 𝔂𝓪𝓻𝓭ı𝓶 𝓮𝓽𝓶𝓮𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓻𝓲𝓬𝓪 𝓮𝓭𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓣𝓮𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓮𝓰̆𝓲𝓶 𝔂𝓪𝓷ı𝓷𝓭𝓪 𝓫𝓾𝓵𝓾𝓷𝓭𝓾𝓰̆𝓾𝓶 𝓫𝓪𝓫𝓪𝓶 𝓸𝓵𝓪𝓬𝓪𝓴 𝓶𝓪𝓱𝓵𝓾𝓴𝓪𝓽𝓽𝓪𝓷 𝓫𝓮𝓷𝓲 𝓴𝓾𝓻𝓽𝓪𝓻𝓶𝓪𝓷ı𝔃. 𝓘̇𝓴𝓲𝓷𝓬𝓲 𝓭𝓸̈𝓷𝓮𝓶 𝔂𝓪𝓷ı𝓶ı𝔃𝓭𝓪 𝓸𝓵𝓭𝓾𝓰̆𝓾𝓷𝓾𝔃𝓾 𝓭𝓾𝔂𝓾𝓷𝓬𝓪 𝓱𝓪𝓿𝓪𝓵𝓪𝓻𝓪 𝓾𝓬̧𝓽𝓾𝓶.𝓢𝓸𝓷 𝓭𝓸̈𝓷𝓮𝓶𝓲𝓶 𝓸𝓵𝓼𝓪 𝓭𝓪 𝓼𝓲𝔃𝓲𝓷𝓵𝓮 𝓰𝓮𝓬̧𝓲𝓻𝓮𝓬𝓮𝓰̆𝓲𝓶 𝓰𝓾̈𝓷𝓵𝓮𝓻𝓲 𝓲𝓹𝓵𝓮 𝓬̧𝓮𝓴𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓓𝓪𝓿𝓮𝓽𝓲𝔂𝓮𝓷𝓲𝔃 𝓮𝓵𝓲𝓶𝓮 𝓰𝓮𝓬̧𝓽𝓲. 𝓨𝓪𝓻ı𝓷 𝔂𝓪𝓷ı𝓷ı𝔃𝓪 𝓰𝓮𝓵𝓲𝓬𝓮𝓶. 𝓑𝓾 𝓶𝓾𝓽𝓵𝓾 𝓪𝓷ı𝓷ı𝔃𝓭𝓪 𝓰𝓾̈𝓵𝓾̈𝓶𝓼𝓮𝓶𝓮𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓰𝓸̈𝓻𝓶𝓮𝓴 𝓲𝓬̧𝓲𝓷 𝓼𝓪𝓫ı𝓻𝓼ı𝔃𝓵𝓪𝓷ı𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓗𝓮𝓶 𝓭𝓮 𝓫𝓪𝓼̧ı𝓶𝓪 𝓰𝓮𝓵𝓮𝓷𝓵𝓮𝓻𝓲 𝓪𝓷𝓵𝓪𝓽𝓶𝓪𝔂ı 𝓭𝓾̈𝓼̧𝓾̈𝓷𝓭𝓾̈𝓶. 𝓢𝓲𝔃𝓭𝓮𝓷 𝓫𝓪𝓼̧𝓴𝓪𝓼ı𝓷𝓪 𝓰𝓾̈𝓿𝓮𝓷𝓶𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓝𝓲𝓼̧𝓪𝓷 𝓱𝓮𝓭𝓲𝔂𝓮𝓷𝓲𝔃 𝓸𝓵𝓪𝓻𝓪𝓴 𝓾𝔃𝓾𝓷 𝔃𝓪𝓶𝓪𝓷𝓭ı𝓻 𝓫𝓲𝓻𝓲𝓴𝓽𝓲𝓻𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶 𝓹𝓪𝓻𝓪𝓶𝓵𝓪 𝓼𝓲𝔃𝓮 𝓫𝓲𝓻 𝔂𝓾̈𝔃𝓾̈𝓴 𝓪𝓻𝓶𝓪𝓰̆𝓪𝓷 𝓮𝓭𝓲𝓬𝓮𝓶. 𝓓𝓮𝓰̆𝓮𝓻𝓲𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓴𝓪𝓻𝓼̧ı𝓵𝓪𝔂𝓪𝓶𝓪𝔃 𝓯𝓪𝓴𝓪𝓽 𝓽𝓮𝓿𝓪𝔃𝓾 𝓰𝓸̈𝓼𝓽𝓮𝓻𝓮𝓬𝓮𝓰̆𝓲𝓷𝓲𝔃𝓲 𝓾𝓶𝓾𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓐𝓶𝓪 𝓮𝓰̆𝓮𝓻 𝓫𝓾 𝓶𝓮𝓴𝓽𝓾𝓹 𝓼𝓲𝔃𝓲𝓷 𝓮𝓵𝓲𝓷𝓲𝔃𝓮 𝓰𝓮𝓬̧𝓶𝓲𝓼̧𝓼𝓮 𝓫𝓪𝓼̧ı𝓶 𝓫𝓮𝓵𝓪𝓭𝓪 𝓭𝓮𝓶𝓮𝓴𝓽𝓲𝓻. 𝓩𝓸𝓻𝓵𝓪 𝓫𝓪𝓫𝓪𝓶 𝓽𝓪𝓻𝓪𝓯ı𝓷𝓭𝓪𝓷 𝓼𝓲𝓵𝓪𝓱𝓵ı 𝓫𝓲𝓻 𝓸̈𝓻𝓰𝓾̈𝓽𝓮 𝓴𝓪𝓽ı𝓵𝓶𝓪𝓴𝓵𝓪 𝓽𝓮𝓱𝓭𝓲𝓽 𝓮𝓭𝓲𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓖𝓸̈𝓵𝓰𝓮𝓼𝓲𝓻 𝓭𝓪𝓰̆ı𝓷𝓪 𝓰𝓸̈𝓽𝓾̈𝓻𝓮𝓵𝓮𝓬𝓮𝓴𝓶𝓲𝓼̧𝓲𝓶. 𝓑𝓮𝓷 𝓴𝓮𝓷𝓭𝓲 𝓜𝓮𝓱𝓶𝓮𝓽𝓬̧𝓲𝓰̆𝓲𝓶𝓮 𝓴𝓾𝓻𝓼̧𝓾𝓷 𝓪𝓽𝓶𝓪𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓮𝓶𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓢̧𝓾̈𝓹𝓱𝓮 𝓬̧𝓮𝓴𝓶𝓮𝓶𝓮𝓴 𝓲𝓬̧𝓲𝓷 𝓴𝓪𝓬̧ı𝓻ı𝓵𝓶𝓪 𝓿𝓪𝓴𝓪𝓼ı 𝓭𝓲𝔂𝓮 𝓼𝓾̈𝓼 𝓿𝓮𝓻𝓮𝓬𝓮𝓴𝓵𝓮𝓻. 𝓗𝓲𝓬̧ 𝓫𝓲𝓻 𝔂𝓮𝓻𝓭𝓮 𝓫𝓾𝓵𝓾𝓷𝓪𝓶ı𝔂ı𝓬𝓪𝓶 𝓿𝓮 𝓭𝓸𝓼𝔂𝓪 𝓴𝓪𝓹𝓪𝓷𝓪𝓬𝓪𝓴 𝓫𝓲𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓒̧𝓸𝓴 𝔂𝓾̈𝓴𝓼𝓮𝓴 𝓫𝓲𝓻 𝓶𝓮𝓫𝓵𝓪𝓰̆ 𝓽𝓮𝓴𝓵𝓲𝓯 𝓮𝓭𝓲𝓵𝓭𝓲. 𝓟𝓪𝓻𝓪𝔂𝓪 𝓴𝓮𝓷𝓭𝓲 𝓸𝓰̆𝓵𝓾𝓷𝓾 𝓾̈𝓵𝓴𝓮𝓼𝓲𝓷𝓲 𝓼𝓪𝓽𝓽ı 𝓼̧𝓮𝓻𝓮𝓯𝓼𝓲𝔃. 𝓤𝓶𝓪𝓻ı𝓶 𝓫𝓾 𝓶𝓮𝓴𝓽𝓾𝓹 𝓮𝓵𝓲𝓷𝓲𝔃𝓮 𝓰𝓮𝓬̧𝓮𝓻. 𝓢𝓲𝔃𝓲 𝓫𝓮𝓴𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻 𝓸𝓵𝓾𝓬𝓪𝓶. 𝓚𝓮𝓷𝓭𝓲𝓷𝓲𝔃𝓮 𝓭𝓲𝓴𝓴𝓪𝓽 𝓮𝓭𝓲𝓷. 𝓢𝓪𝔂𝓰ı 𝓿𝓮 𝓱𝓾̈𝓻𝓶𝓮𝓽𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶𝓵𝓵𝓮.
𝓞̈𝓰̆𝓻𝓮𝓷𝓬𝓲𝓷𝓲𝔃 𝓞̈𝓶𝓮𝓻...
Sanki zaman durmuştu. Korku bedenimin her zerresine yayıldı. Hayal ettiğim korkunç çağrışımın kafamda doluşup,bataklığa sürüklediğini hissettim. Ah Ömer, ah Ömer. Ah benim hırçın kartalım. Bana daha önce neden anlatmadın. Hislerimin beni aldatmayacağını biliyordum. Tıkırtılar gelmeye başlayınca hemen mektubu alıp kitabı yerine koydum.
"Hüseyin bey ne yapıyorsunuz?"
Yatağı evirip çevirip baktığını görünce sert bir şekilde söyledi. Dikkat çekmemek için Hüseyin durumu toparlamaya çalıştı.
"Aaha biraz dağıttıkya toplamaya çalışyordum. Kusura bakmayın. Bu derleyip toplamada iyi değilim. Bir ipucu buluruz sandık ama bir şey çıkmadı. Biz size haber veririz.Hadi canım gidelim."
Sahte bir tebessümle reverans yapıp karşılık verdim. Kapının ağzındayken;
"Hocam lütfen bana haber verin."
"Tabi ki. Anında size ulaşırım. Merak etmeyin."
Apartmandan nasıl çıktığımı bilmiyorum. Keşke Hüseyin kadar sakin kalabilsem. Sinirle havada sallanan kollarım durmuyordu bir türlü.
"Hüseyin lütfen sahile gidelim."
"Tamam gel. Sakinleşeceksen neden olmasın."
★★★★★
Sahilin derin rüzgarını tenimde hissettim. İçime çektim deniz kokusunu. Çektikçe yaşlarım gözlerimde toplanıyor, boğazımı tıkıyordu. Kendimi toplamaya çalışırken sevdiğim adamın kestane gözlerini üzerimde buldum. Bakışı bile bunca sakinleşme çabama tek başına yetiyordu.
İlk onunla yıllar sonra karşılaştığım yerde...
İlk karanlığıma süzülen ışık...
Neşeme kavuşturan adam...
Tek bir kelime söylemedi. Kestane kahverengi toprak gözleriyle baktıktan sonra sadece sarıldı.
"Yanlış anlama... Ama bizim ne tuhaf bir kaderimiz var.
Sonra alaylı bir şekilde güldü.
Ne zaman mutlu olsak peşine bir felaket tellahı geliyor. Allah'tan yanımdasında çekebiliyorum. Yoksa dert değil."
Hafif bir kıkırdadım.
"Haklısın. Allah'tan sen yanımdasın da çekiyorum."
Cümlesini tekrarlamamın ardından güldü. Kollarını daha da doladı. Nişan yüzüğü olan elini tuttum. Bir kaç dk öyle sarılı kalmak istiyordum.
"Ben rüyamı görüyorum. İnatçılıkta dünyaya rest çeken yüzbaşı Şeyma elimi tutuyor, ayrıca beni terslemedi bile. Rüyaysa hiç uyanmak istemiyorum."
"İstersen hemen bırakayım" alaylı bir nida ile.
"Aman yok yok bir şey demedim."
Sakinleşiyordum yavaş yavaş. Kollarını ayırıp tuttuğum elini benimki ile daha da kavradı.
"Gel şöyle oturalım."
Hemen yanımızdaki banka oturduk.
"Saadetimin sermayesi sultanım, başınızı omzuma yaslamak ister misiniz?"
Yine de gülmemi tutamadım.
"Memnuniyetle..."
Rahatlıkla başımı omzuna yerleştirdim. Halen daha elimi bırakmıyordu. Üşüyüp ısınamayan ben için elleri sımsıcacıktı. Sen de kızım. Kış bitmek üzere. Neyin üşümesi bu. Üff abuk sabuk özelliklerim var ya.
"Halen daha üşüyor musun sen?"
"O kadar belli oluyor mu?"
"Minik bir serçe gibi için de titriyor. Artık bu normal bir üşüme değil."
"Bende farkındayım ve aşırı sinirim bozuluyor."
"Bir dk."
Başımı nazikçe omzundan kaldırdı. Montunun cebinden küçük bir kalp çıkardı.
"Al bakalım."
"Bu nedir?"
"Biraz uğraş bakalım. Yeni mi gördün. Çok sık kullanılır oysaki."
Biraz elimde oynadıktan sonra ısındığını farkettim.
"Ay bu çok güzel." Gülümsedi.
"Senin kadar değil. Bunu tuttğunda beni hatırlarsın. Şimdi bulduğun mektupta ne vardı da yüzün sirke attı."
Aceleyle kabanımın içine tıkıştırdığım mektubu Hüseyin'e verdim. Kaşlarını çalarak her bir kelimesini dikkatle okudu. Bu umulmadık haberden kendisini sersemletmiş beynini uyuşturmuştu. Mektuptan ayrılıp, denize baktığında dehşet bakışlarını gördüm.
"O***** çocuğu. Bir baba nasıl yapar bunu. Çocuk nişana da gelemedi. Bu da demek oluyor ki dün kaçırılmış. Şerefsiz."
Bu halini görünce beynimden kaynar sular döküldü. Şaşırdım kaldım. Hüseyin'in ilk defa küfür attığını gördüm ya. Kendine zorla metanet telkin ediyor ve başarıyordu da. O bile çileden çıkmıştı. Bakışları bana döndüğünde lava dönmüş gözleri söndü. Afalladı. Derin bir nefes aldı.
"Acaba Atabek köyüne götürülme ihtimali var mı? Dur ama bu gölgesiz dağı diye bir yer duymadım. Orası neresiymiş."
"Acaba kod ad olarak mı kullandılar?"
"Olabilir."
Ellerimi başımın üzerinde gezdirdim. Sinirden çatlayacaktım sanki. Telefonuma gelen bildirimle doğruldum.
"Babam karargâhta bizi bekliyor hadi gidelim."
*******
(ERTESİ GÜN)
"Elif beni uğurlamaya gelecek misin?"
"Tabi ki geliyorum. Kara atmacam benim. Hatta yoldayım. Yetişicem merak etme."
Şapşal ama bir o kadar da mutluluk belirdi yüzünde.
"Yoğun işine rağmen bana geleceğin için teşekkür ederim."
"Oo benim verdiğim sözden vazgeçtiğim nerde görülmüş."
"Bu durumu ne zaman söyliyicez ailelerimize."
Çekildi yüzü. Gergin bir lastik gibi. Kaşları çatıldı. Ardından çektiği sigaranın ilk nefesi ciğerlerinin en derinlerine dumanın uzun tadını çıkardı.
"Elif benimle birlikte olmak istediğine emin misin?"
"Adım kadar eminim. Kart postal gibi çocuğu bulmuşum kaçırırmıyım hiç."
Hafif kıkırdadı.
"Ciddiyim Elif. Ailecek asker mesleğine adamışız kendimizi. Eda ile ben ucundan döndük. Beklediğin haber ben olmayabilirim. Yani...
Kendinden emin bir edâ ile sözünü kesti.
"Biliyorum Mert biliyorum. Felaket tellahı gibi niye en kötüyü düşünüyorsun. Ne olursa olsun seni bekliyicem. Ablan kadar olmasada."
"Ya sen onu niye araya karıştırıyorsun. Hödüğü niye hatırlatıyorsun bana."
Bir kahkaha patlatır.
"Ya Mert sen niye bu enişteni sevemedin bir türlü. Ne zararı var."
"Niye olacak abi olmasamda batıyor. Bir nedeni yok aslında."
"Alemsin ya. Ablan nasıl oldu. Bu aralar hiç gelmiyor terapiye, ziyaret eder gibi uğruyor sadece. Her ne kadar baban gelmiş olsa da halen iyileşmiş değil. Bir gün çok kötü parlayabilir."
"Ooo hiç sorma. Sanki hiç acı çekmemiş gibi eski haline geri döndü. İkisinin de aynı anda geri dönesi tuttu. Bir gün gerçek olursa ablam için korkuyorum."
"Ben onla yine konuşayım. Sen de babamı nasıl ikna edeceğini düşün. En az Haluk amca kadar var onu diyim."
"Yapma ya."
"Haha hadi görüşürüz. Yaklaştım sayılır" deyip telefonu kapattı Elif.
Askeriyede ne yapacağının heyecanı ile sevdiği kızın sözünün ardından arkasını sırıtarak döner. Dönmesiyle birlikte babasını gülümseyerek bulur.
"B-baba!"
"Baba yaaa. Hayırdır ne iş:-)"
Bu rahat tavrından çekinmedi. Direk konuya girdi.
"Kısmetse askerden sonra hayırlı bir iş."
"Diyosun."
"Evet."
"Kim peki bu şanslı kız."
"Ablamın psikoloğu. Zaten ben tanıştırmıştım. Adı Elif. Fakülteden arkadaşımdı. Ama ablamın haberi yok bundan."
"Albay Gökhan'ın kızı Elif mi?"
"E-evet.Nerden bildin. Gerçi niye şaşırıyorsam."
"Sence benim evlatlarımla ilgili bir konudan haberimin olmaması mümkün mü?"
Güldü Mert. Babasıyla olan ilişkisi o kadar derin ki sözlerle anlatılamayacak kadar derin. Bazı durumlar vardır. Lügatın ne kadar geniş olursa olsun hissedilen duyguları karşılayamaz. Sadece baba değil Mert'in en iyi arkadaşı ve güvenebileceği limanı olmuş durumda idi Haluk bey. Hemde erkeklerin üzerindeki sorumlulukların fazla olduğunu ne kadar yalnız kalabildiklerini düşünürsek, bir babanın varlığı ve desteği ayrı bir güç demekti.
"Biliyorum bilmez miyim?"
"Yalnız şimdiden hazırlıklı ol."
"Neye?"
"Albay Gökhan'a."
"Neden ki?"
"Neden olacak oğlum. O da en az benim kadar çetin cevizdir. Benim ablanı kolay verdiğim kadar kızını hemen ya da hiç vermez."
"Sen bana yardım edemez misin baba?"
"Kusura bakma ama hayır. Bileğinin hakkıyla, sevginle çabalayacaksın. Sana güveniyorum ama ters bir durum olmadığı sürece tabi ki gerektiğinde seni savunurum. Öyle kolay yedirmezler. Ama top sende.
"Oooo. Neyse yapacak bir şey yok. Halledicez bir şekilde."
"Ne zaman tanışıyoruz müstakbel gelinimizle."
"İstersen bugün. Beni uğurlamaya gelecek."
Tam Haluk lafını söyleyecekken arkadan Ooooo nidası yükselir. Dönüp baktıklarında Furkan ile Hüseyin sırıtarak yanlarına gelmiştir bile.
"Gün gelir devran döner diye boşuna dememişler kolay gelsin kardeşim" der Furkan.
"Hadi yine iyisin. Kız hemen kabul etmiş. Ablanı ikna edene kadar canım çıktı. Hayırlı olsun. Belki üçüz düğün yaparız ha."
Şeyma'nın bahsi geçer geçmez Haluk bakışlarını Hüseyin'e diker. Seni her an boğarım dercesine. Boğazını temizleyerek;
"Y-yani demek istediğim çok sevindim. Hayırlı olsun. Yalnız babasını ikna et yemin olsun düğününde cumhuriyet takıcam" dedi.
Mert;
"Bana bak damat bozuntusu. Bu sözünü unutma" deyip elini uzatır. Memnuniyetle tutar.
"Anlaştık."
"E hadii askerimizi uğurlayalım" dedi Furkan.
"Bir dk ablam nerede? Asıl organizasyonun sahibi ortada yok."
"Dün öğrencinin kaçırıldığını anlayınca bütün gün çalıştık yerini bulmak için. Biraz kestirmişti. Çağırayım."
"Eh be abla."
Zaman geçtikçe Kartal timi ve arkadaşları orginazatörler de gelmişti.
"Abla iyi misin? Anne bu halin ne? Ne oldu ikinize birden!"
Gözleri şiş halde ikisi de karşısındaydı.
"Anlaşılan yaşlarını ikiside tutamamış oğlum" diyerek güldü Haluk.
"Hiç sorma abi ya sakinleştirene kadar canım çıktı" diyerek ekledi Eda.
Asker çocuğu o an kahkahalara boğulur. Gülerken babasına doğru hafif bir kayar, omzuna düşer gülmekten.
"Hacer biraz, abartmadınız mı? Acaba ben yokken ne yaptın çok merak ettim şuan" der Haluk.
"Sorma baba ya! Zaten dolmuşum bi de annem beni de ağlattı sağolsun."
"Ya siz bana niye karışıyorsunuz ister ağlarım ister gülerim. Tek oğlum var zaten."
Mert annesinin omzuna kolunu atar.
"Gel Hacer sultan sana kıyak geçiyorum, şuandan itibaren deliler gibi eğlencez."
"Sohbetiniz bol olsun."
Bu tanıdık sesi adı gibi bilir Mert. Matemin serin yüzüne vurup insanda huzur bırakmasını andıran bir şekilde gülümser. Şeyma ise şaşırır. En son konuştuklarında yeni klinik açtığını halledebilirse geleceğini söylemişti. Beklemiyordu. Hüseyin ise zaten o an yanında bitivermişti. Sesi kısık çaktırmadan ona eğilip;
"Sen niye ağladın bakayım kalbimin baş komutanı."
"Hahaha ney! O nerden aklına geldi?"
"Konu sen söz konusu olunca bir şair olmadığım kaldı. Neredeyse kitap yazıcam."
Kızarık gözleri yerini sevince bırakır, gülümsemesi yüzünde bir çiçek hissi bırakır.
"Geldi gelinimiz" diye ortaya atladı Hüseyin.
Bu lüzumsuz komik anın ardından Elif'in gözleri açılır. Soğukkanlı kalmaya çalışır. Bakışlarını nişanlısına çevirir Şeyma.
"Gelin derken?"
"Haklı abla. Elif hem beni uğurlamaya hem de sizinle tanışmaya geldi."
"E benim bundan niye şimdi haberim oluyor?" diyerek hayal kırıklığı sesi ile karışık tonu vardır. Hacer;
"Kızım gel şöyle bir oturalım?" Eda;
"Şimdi ben görümce mi oluyorum?" Şeyma;
"Bana neden söylenmedi öncedennn?" Hüseyin;
"Heheheh bakın ben gelince senin de kısmetün açıldı kayınço" gibi yersiz bir cümle attı ortaya.
Kızcağız bu peşpeşe gelen soruların arasında kalır. Tavşan bakışlı gözlerinden heyecanı belli oluyordur.
Haluk;
"Eeee yeter! Rahat bırakın kızı bir durun? Lan Mert sen gidip arkadaşlarınla oynasana. Bak halayın ucu gözükmüyor. Gitseneee. Ne sokak direği gibi dikiliyon" diyerek onu da uzaklaştırır. "Gel kızım biz Hacer ile birlikte sakın sakin konuşalım" Şeyma;
"Eee bennn!" diye ortaya atladığında bile çoktan uzaklaşmışlardı bile. Küskün bir surat ile sonra da öfkeyle gözü Eda'nın üzerine dikilir Şeyma'nın. Ağzını açıp dişlerini sıkar, bu bakışın ardından Hüseyin'in arkasına sığınır.
"Enişteeee. Ablamın gazabından koruuu beniii!"
Çocuk ortada kalmıştır. Gülmekten neredeyse iki büklüm olmuş kendine eğlence çıkmıştır.
"Kız bir dk bu benim parfümüm. O üstündeki benim elbisem değil miiii? İki dolap üstün var be! Gelip niye benimkilere dadanıyorsun. Hemde en sevdiğim siyah boydan elbisemmm. Daha bana gelemeden aahhaa yedim seni Edaaaa."
"Ahahaaa imdattt"
"Gell burayaaa."
"Yaaa ablaa bu sefer bu benim olsun nülüürr!"
"Alacak bir şey kalmadı ki!! Ben sana mı alıyom kendime mi belli değil."
Eda munzur bir şekilde nefes nefese konuşur. Dudak altı sırıtarak;
"İstersen gel şimdi değişelim. Ama biraz dar gelir sana sığamazsın."
"Sen bana kilo mu aldın diyorsun? Gel gel valla bir şey yapmıyıcam."
"Yok yaa yemezler."
Hüseyin gayet memnun bir eda ile alaycı mı belli olmayan sesi ile araya girer.
"Kızlar kızlar kızlar. Bu kadar uzatmanın manası yok. Hem Şeyma sen niye buna bakıyorsun ki gayet de kilon yerinde. Ben memnunum yani sıkıntı yok."
"Gel gel seninde bir süzgeçten geçme işin vardı. İkinizi de hak yoluna halledeyim."
"Allaaah bana da sardı oğlum. Kaç Hüseyin kaç baldız, kaçççç."
Kısa süre içinde salonun dış bahçesini tarumar eden iki kız kardeş ve time sığınan Hüseyin, olaylara adapte olmaya çalışan Kartal timi. Fırat;
"Laa noluyor. Bismillah."
cümlesini bitirir bitirmez Edanın etrafında pervane dönmesiyle peşine Şeyma Hüseyin'in kolundan çekiştirip onu da dönderir az daha dengesini kaybedip topaç gibi etrafında döndü. Hüseyin ve diğerleri gülmekten pandanın yerden yere yuvarlanması gibi hepsi kendi yerde buldu. Fırat düşünce yan yana olan tim matruşka gibi dağıldılar. Masadan gümm diye bir ses geldi.
Göktuğ;
"Allah'ım sen bana acı nolurr!"
Furkan;
"Ben öldüm de haberim mi yok ha lan Mustafa dönen bıçaklarını gözümün önünden çekk!"
"Ne diyorsun gerizekalıı! İki gram aklın vardı o da gitti." Hüseyin;
"Lan Furkan kalk üstümden!!"
Eda ve Şeyma nefes nefese ayakta kalacak halleri kalmadı. Hüseyin timle birlikte yeri boyladı.
Ece ve Yahya birlikte oturmuş bu keyifli tiyatronun keyfini çıkardılar.
Yahya düştükleri anda yeri titreten maloz yığınları gibi adamlara;
"Oğlum sizden adam olmaz ha! Allah'tan salonun dışındayız ve halay dan ses duyulmuyor. Yoksa rezil olmuştuk."
"Bizim günahımız ne komutanım yaa" dedi Göktuğ.
Birden gök gürlemesi ses ortaya karıştı.
"NOLUYOOO BURADAAA!" dedi Haluk.
Tim direk ayağa kalkıp duruşlarını düzeltti.
"Yaaa baba ablama bir şey de. Cimrinin teki yaa."
"Haha ben miyim cimri. Bana bak tavus kuşu gibi saçını başını yolmıyim. Bir daha benimkilere dadanırsan fena olurr. Duydun mu benii!"
Herkes çatık kaşlarıyla kükremesini bekleyen Haluk'un kahkaha atmasıyla dona kalır.
"Yav kızım kaç yaşına gelmişsiniz. Canınıza gelse parçanızı verirsiniz ama bir kıyafeti paylaşamıyorsunuz."
Nefes nefese kalan kızların ortasına geçer, kollarını ikisinin omzuna atar.
"Bir teklifim var!"
"Neymiş?" dedi Eda.
"Bu akşam ikinizde dolaplarınızı açık artırmaya sunacaksınız."
"Nasıl?" der Şeyma.
"Şöyle ki bir nevi takas gibi. Zaten aynı bedenleri giyiyorsunuz. Sen ablanın sen de kardeşinin dolabından sevdiklerinizi seçip bu işi son kez bitiricez. SON KEZ! ANLAŞILDI MI?"
Bu son kelimelerinin vurgusunun ardından ikisi de birbirine bakar. Eda elini barış amaçlı uzatır.
"Anlaştık."
"Anlştık."
"Güzel. Kalkın yavrum sizde. Hadi yola çıkmak üzereyiz."
Bu Afrika'da avına yaklaşan aslan ve son anda kaçan sürü misali kovalamacanın ardından gerçek eğlence başlar. Bir saat konvoyun ardından otobüs terminalinde son eğlence devam eder. Arkadaşlarının ardından tim de tebriklerini ilettikten sonra Mert'i havaya atarlar.
"Laaa noluyoo!"
Zaten bir kolları fil kadar olan tim bağırtısıyla terminali ayağa kaldırır.
"Ooooo en büyük asker bizim asker. En büyük asker bizim asker!!!"
O havada uça dursun Çelikkol ailesi ve Elif sıralı bir şekilde bu mutlu anın tadını çıkarmaktadır.
"Tamam tamam kartal timi komutanlarım. Teşekkürler."
Yere indiği anda sevdiği kıza ve ailesine yönelir. Gitme vakti gelmiştir. Haluk beyin elini öper.
"Hayırla git hayırla gel oğlum."
Bunu söylerken bile gözleri dolar. İlk kez o an bir babalarının bu haline şahit olurlar. Sıra annesindedir.
"Validem yeter valla. Sil boncuklarını."
"Valizine her şeyi yerleştirdim. Gittiğinde de haber et. Konuşma saatlerinde mutlaka ara tamam mı?"
"Tamam" der gülümseyerek.
"Abla teşekkür ederim her şey için. Siz de görevdeyken dikkatli olun tamam mı?"
"Ayıp ettin oğlum! Senin karşında o kadar fena mıyız?" Araya Yahya karışır.
"Komutanım haklı. O kadar da kolay lokma değiliz."
"Gel buraya" deyip sıkıca sarılır. Gözleri ve sesleri titrek şekilde;
"Babam yokken az beni sakinleştirmedin. Geceleri korktuğumda, kâbus gördüğümde, okul çıkışında...."
Sözünün yarısında sesi kısılır. Ablasının dehşet-ül vahşet halinin karşısında çeşmlerinin dolmaması imkânsızdı. Tanyerine ağaçtan düşen yapraklar gibi yaşları dur durak bilmiyordu. Kardeşinin yüzünü ellerinin arasına alıp alınlarını birleştirir. Burnunu çeker.
"Bana bak. Yine de koruyup kolladığım küçük kardeşim olduğunu unutma. Bir abla demene bakar. Tamam mı koçum!"
Eda araya girerek bu duygusal anın içine girişir.
"Vee dedi kara Fatmaa. Bu ne be! Askerlik seni değiştirmiş! Bir kere bu konuşmayı babamın yapması gerekiyordu."
Destursuz ve komik girişinin ardından kalabalığın kahkahalarına ordan buradan geçen insanlarda karışır. Sitemle Şeyma;
"Aman bir karışmasan olmaz."
Mert kardeşinin başını okşayarak;
"Prensese bakın. Sanki abi zorbalığına maruz kalmamış gibi."
"Ne yalan söyliyim benle uğraşmanı da özliyicem. Allah'ım lütfen zaman çabuk geçsinnn."
Abisinin sıcak kollarına bırakır kendini. En son sıra Elif'e gelir.
"Güz matemim. Kendine iyi bak!"
"Sende" diyip kısa bir cevapla ancak utancından bu kadar cevap verebilir.
"Cık. Eh gelişme var. Ama taktikleri geliştirmek lazım."
"Eniştee bir sen sussan mı!" der Mert.
"Bu ne demek oluyor?" der Elif bir kaşı havada.
"Elif hanım iltifatlar konusunda benden yardım istedi de."
"Yaaa:-)"
Koluna hafif eliyle vurur Elif nazlı bir şekilde. Sonra sımsıcak doyumun ardından otobüse binip askerlik hatıralarına ilk adım atılmış olur...
" diyip kısa bir cevapla ancak utancından bu kadar cevap verebilir.
"Cık. Eh gelişme var. Ama taktikleri geliştirmek lazım."
"Eniştee bir sen sussan mı!" der Mert.
"Bu ne demek oluyor?" der Elif bir kaşı havada.
"Elif hanım iltifatlar konusunda benden yardım istedi de."
"Yaaa:-)"
Koluna hafif eliyle vurur Elif nazlı bir şekilde. Sonra sımsıcak doyumun ardından otobüse binip askerlik hatıralarına ilk adım atılmış olur...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.23k Okunma |
120 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |