
Hava durgun ve sessiz. Gece yavaşça çökmekte, gökyüzü karanlığa gömülmüş. Ay ışığından yararlanmak için uzağa sıçrayan berrak ışıltılar yavaşça solmakta. Tenini saran soğuk rüzgar, nemli çimenlerin arasında hışırdar. Canlıların uğultusu,kuru yaprakların çıtırtısı ormanda kendi içinde bir ezgi yaratır.
Boynuna uzanan siyaha yakın saçları arasından geçen her bir pişmanlıkları hızla keskin bir soğukluk bırakıyor içine. Ormanın derin sessizliğinde kendi mukayesesinin analizlerini yaparken birden ağaçların dalları korkuya işaret eden siliutlere dönüştü.Dinlendirdiği gözlerini açmadan hissetti. Mesleğin kazandırdığı refleksle silahını kavradı. Canlanmadı yerinden. Bekledi. Dinledi. Hazırol bir vaziyetteydi. Gölgelerin yaklaştığını anlayabiliyordu.
Orman onun işini kolaylaştırmak için bir kaç dakikalığına sessizliğe bürünmüştü sanki. Hiç bir ses duyulmuyor, keskin nefesini bile dikkatle alıyordu. Canlanma dan sadece gözlerini açtı. Çalılıkların arasından gelen, bir insan olduğunu belli edercesine gölgesinde uzuvları belli oluyordu.Gittikçe yaklaştı, yaklaştı. Sonra saniye ile enn sonunda boynuna dolanan keskin hançer soğukluğunu boynunda hissetti.
Tuttuğu kolun kadına ait olduğunu hissetse de hiç tereddüt etmeden kavrayıp tüm vücudunu takla attırıp yere fırlattı.
"Aahhhğğ."
Hançeri alıp postallı ayağını boynuna bastırdı. Ayın ışığı üzerlerine gelince anca yüzünü seçebildi.
"Burcu!"
Postalı elleriyle çekmeye çalışıyor, kızaran yüzüyle bakıyordu. Sesi az ama boğuk çıktı.
"Çekil üstümden!"
O olduğu için şaşırsa da kısa sürdü. Alaycı tavrıyla dudakları büküldü.
"Neden, az önce bunu dayayan sen değil miydin?" deyip hançeri gösterdi. Cevap gelmedi. Daha doğrusu gelemedi. O denli sıkıyordu ki canı ile cebelleşmekle meşguldü. Çekti ayağını. Derin derin öksürdü. Öyle ki neredeyse ciğerleri sökülecekti.
Kızgın ama dikkatli bakışlarını kadından ayırmadı. Kendine gelen Burcu, dizleri ve elleri çimende tekrar nefesini doğrulttu. Ardından gözlerindeki çılgın arzu, nefretten çarpılmış suratı, müthiş bir öldürme arzusu belirdi yüzünde. Üzerindeki pahalı elbise çimenlerde heder olmuş vaziyetteydi. Ayağa kalktı.
"Seni öldürmemem için bir sebep söyle Burak!"
"Ne?"
"NEDEN! NEDEN VAZGEÇİP PLANI BOZDUN! O KALTAKTA NE BULUYORSUNUZ ANLAMIYORUM."
"Çirkefleşme."
"Yalan mı? Ne güzel unutamayacağı bir acı yaşatacaktım. Ne diye burnunu sokup her şeyi mahvettin. Yetmezmiş gibi adamların çoğuda geberdi. Yenilerini nerden bulucam şimdi."
"Artık senin bu yaptıklarına aklım almıyor Burcu. Kendine gel artık!" diye bağırıp omuzlarını sıktı.
Dizginlemesi giderek zorlaşan, boyun eğmez öfkesi gözlerinden çıkacaktı. Neredeyse bir kaşık suda boğacaktı.
"Ne zaman duracaksın, yoksa ben..."
"Ne yaparsan yap durduramayacaksın beni. Duydun mu! Hayatını zehir etmeden bana rahat yok!"
"Ahhğğ aptal! Kız bordo bere. Gerçekten bir avuç işe yaramaz sünepenin ona zarar vereceğini mi düşündün! Sen insanlıktan nasibini almadın mı ha! Geçmişte babası olmasa şuan sen de ben de başka hayatları yaşıyor olurduk. Olayı örtbas ettiler. Onu ikna eden de Şeyma idi. Yoksa zerre durmayıp bizi cayır cayır yakacağını gayet te biliyorsun. Onca yaptığımız şeyden sonra bizi affettiler bu herkesin yapacağı şey mi? Bağımlısın diye o zamanlar takmadım şimdi ne oldu da aynısın!!!"
İkisinin de ağızlarında çıkan cümleler bütün ormanı ayaklandırıyordu.
"Ben değil sen! Ben kendi tırnaklarımla geldim. Kimsenin yardımına ihtiyacım yok! O yüzden minneti duyacak ben değilim. Hem yaptıklarımdan zerre pişman değilim, durmayacağım."
"Nee!"
"İşkenceleri uyuşturucudan mı yaptım sanıyorsun!"
Kükremiyordu. Sesini bile yükseltmedi. Ama o kadar yoğun konuşuyordu ki ses tonu susturmuştu Burak'ı. Etrafında bir tur attı. Ellerini saçlarını çekiştirdi. Tekrar konuşmaya başladı.
"Her vurduğum tokatı, yaktığım derisi, kırdığım parmakları, kanattığım her zerreden pişman değilim. O kızdan nefret ediyorum Burak. Aslı, sen ve diğerleriniz pişman olabilirsiniz. Ama ben isteyerek ve bilerek yaptım."
"Bu kadar nefret kusmanın nedeni ne?"
"Her şeyi."
Gözleri ızdırabının yoğunluğunu sergiliyordu. Dolup dolup geri dönüyordu. En sonunda dayanamadı. Bıraktı kendini.
"Böyle şansın talihine tüküreyim. Neden benimde iyi bir geçmişim olmasın, neden benim de ailem onunkisi gibi olmasın. Her Allah'ın günü babam içip geldiğinde dayak yiyip yatağa kıvranan benim, o ise başı okşanıp uyudu. Ben derslerim iyi olmasına rağmen sırf onu geçemedim diye dayak yedim. Ona ise istediği mesleği seçebilme özgürlüğü sunuldu. Şimdi istediği adamla hayat kurmak üzere ben sırf zengin diye istemediğim birine verildim. Aşağılanmalarına maruz kaldım. Söyle Burak ona neden nefret duymayayım."
Aşalayıcı suratı sakinleşmeye başladı. Bakışları değişti, dinlemeye devam etti. Konuşan sesi tir tir titriyordu.
"Onun en büyük şansı babasıydı. Ben de olsam ona zaafım olurdu. O yüzden tek hazinesini almak istedim, babasını öldürmek istedim, her zerresi cayır cayır yansın istedim."
Buz kadar sert tavrını dikti oğlanın üzerine. Öfkesini birden kusunca sustu. Bir kaç dk nın ardından;
"A-anlıyorum. Ama bu yaptığın devletin ucuna dokunuyor. Ve beni de tehlikeye atıyorsun. Dahil olmadığım bir suça âlet ediliyorum. Baş şüpheli benim. Nasıl hainlerle iş birliği yaparsın. Kendi hıncını çıkarmak için nasıl bu pisliklerle bir olursun. Bu vatana ihanettir."
Bu son cümlesini dişlerini sıkarak söyledi. Şaşırmıştı Burcu. Neye bulaştığını bilmeden yaptırmıştı her şeyi. Kocası olacak züppenin ayarlamıştı hepsini.
"N-ne demek istiyorsun!"
"Buraya neden geldim sanıyorsun haa! İşbirliği yaptığın adamlar terörist. Senin kocan da onların avukatlığını yapıyor. Hiç mi insan takip etmez. Kinin gözünü kör etmiş. Kocan olacak kişi dış bağlantılarından mesul. HABERİN VAR MII!"
"Doğru düzgün anlat şunuu!"
"Haluk amcanın askeriyede olduğu gün senin kocan da oradaydı di mi?"
"E-evet."
"Hıh. Ne tesadüf."
"Sen şimdi Fikret'in hain olduğunu mu söylüyorsun."
Derin bir nefes verdi.
"Ahhh. Şuna bak."
Elinde mavi bir dosyayı uzattı kıza. İçerisinde hangi davalara baktığı, nasıl uyarı cezası aldığı, devlet tarafından tespit edilmiş suçları, fotoğraflar bulunuyordu.
Yüzü sirke atmış şekilde Burak'a baktı. Dehşet kemiklerinin iliğine işledi. Ardından hemen dosyayı elinden aldı.
" Kocanın yakalanması an mesele. Bir yanlışını kolluyoruz.Normalde bir askerin devlete ait bulgularını bir sivile göstermesi yasak. Kimsenin haberi olmasın. Bu durumda sen de suçlu oluyorsun. Üstüne üstlük öğrencileri de tehlikeye atıyorsun. Farkında bile değilsin. Şeyma'nın komuta ettiği kartal timi yeni temizledi okulu. Seni de...
"Gözü benim üzerimde zaten. Her hafta geldiğinde baskısı boğuyordu beni. Demek bu yüzden. Sence... fark etmiş midir?"
Diyerek sözünü böldü. Korkudan felç olan vücudu çöktü. Bir umut 'sanmıyorum' demesini umut etti. Ama o sırada omzunda bir el hissetti.
"Her an başın belaya girebilir. Ne kadar, zamandır sabahladığını bilemezsin. İkimizin de cesaretimizi toplayıp Şeyma ile konuşmamız lazım."
Kaslarının her seğirmesini hissedince nefretinin ve kararlılığının kaybolduğunu hissetti. Sonra anı flaş etkisi yaratan görüntü yüzünden gözleri fal taşı gibi açıldı.
~~~~~~
"Fikret ne yapıyorsun?"
Bu soruyu sormamla önündeki küçük ceviz sandığı kapattı.
"Ne zaman geldin sen!"
"Celallenme hemen. Hadi geç kalıcaz. Git hazırlan."
Başını sallayıp sandığı beraberinde götürdü. O gün elleriyle birlikte toplanılan avukatların bulunduğu bir yemeğe davetliydik. Ertesi gün çalışma odasına tekrar girdim. Sandık yerine siyah bir orta bir hançer buldum.
~~~~~~~
"Eee bunda tuhaf olan ne!"
"Kabzasını açtığımda kan ve saç parçaları gördüm Burak! Örneği test ettirdiğimde Ömer'e ait çıktı."
"Şu kaybolan dip bucak aranan öğrenci mi?!"
"Evett."
"Kahretsinn. NEDEN DAHA ÖNCE SÖYLEMEDİN. Belki de çoktan öldürmüşlerdir. Bana bak o cibiliyetsizi kolla bir şey bulursan bana haber ver. Yine KAFANA GÖRE İŞ YAPMA!"
"T-tamam. Nereye..."
Arkasını dönüp bir kaç adımını durdurdu. Omzunun üzerinden cevap verdi.
"Ee iznim bitti. Gidip şu işi halletmem lazım."
"Burak..."
Son sözü güçlükle söyledi. Dikenli iğne yumağı gibi ama korkarak. Döndü arkasını.
"Dikkatli ol..."
Sert bakışları yumuşadı. Bütün öfkesi bu iki kelimeyle tuzla buz olup cızırtı çıkarıp söndürdü sanki. Her ne kadar garip hissetse de gururundan taviz vermedi. Yarım gülüşünü bastırdı ve hafif baş sallamakla yetinip görev yerine gitmek için yola koyuldu. Bu olayın ardından hem gitmeye çekiniyor hem de sabırsızlanıyordu.
★★★★★★★★★
"Komandir, belə bir avadanlıq olmadan getməyim özümü rahat hiss etmirdi." dedi Göktuğ.
"Yapacak bir şey yok oğlum. Şüphe çekmemek için az olması lazım" dedi Haluk.
"Herkes hazır mı?" diyerek ortaya atıldım. Onaylayan bakışları üzerimde hissettim. Ta ki içimdeki kurtlar beni rahat bırakmıyordu. Ömer'i hala bulamamıştım ve aşırı canım sıkkındı. Daldığımı bile farketmemişim. İnşallah tahmin ettiğim şekilde içlerine düşmemiştir.
"Komutanım!"
"Hı?"
"Dalmışsınız, yola çıkıyoruz hadi" dedi Yahya.
"Hah tamam."
Tim önde yürürken ben arkalarında kaldım. Farkeden Hüseyin yanıma geldi. Elimi tuttu. Seni bu kadar seven birinin yanında olmak çok güzeldi. Kulağıma eğilip
"Merak etme. İnşallah her şey yoluna girecek."
Gülümsedim. Dobra bir tavırla bana göz kırptı. Bunu hiç beklemediğim için hareketi çok tatlı geldi.
Kendine gel kızım! Gülücüğümü söndürdüm. Boğazımı temizledim.
"Rütbe!"
O da kendine geldi. Elimi bıraktı. Başını eğdi. Ardından Yüzbaşı Arif'in sesini duydum.
"Burak!"
Ne!
Döndü mü şimdi! Nasıl! Mahkemede olması gerekmiyor muydu?!
Binbaşının bile sesi öfkeli ve hayal kırıklığı içindeydi. Kendime geldiğimde arkamı döndüm. Timler ise çoktan araçlara dağılmıştı. Yokluğumu farkeden babam da yanımıza gelmişti. Onu da görmüştü tabi. Koridorda sanki bu an için babam, Hüseyin, Burak, Arif ve ben kalmıştık. Çatallı sesi ve kaşları ile telsizden konuştu babam.
"Siz yola çıkın biz de arkanızdan geliyoruz" dedi.
Şok halindeydim. Şuan ağız göz dalmam gerekirdi. Ama yapamıyordum. Öylece kalakaldım.
Neden!
Kasırga soğukluğu hissettim sonra. Yanımda olan Hüseyin'in havası o kadar ağırlaştı ki bir an nefes alamadım.
Hep biliyordum zaten böyle olacağını. Bu güçlü adam, kendini bir yerlerde saklamış gibiydi.
Gülümsemesinin, sakinliğinin ardında çok büyük bir güç var. Ancak damarına basıldığında ortaya çıkıyor. Şuan mesleğimi bir kenara bırakacağımı düşünürsek ilk kez Hüseyin'den korktum. Gözlerinden alev fışkırıyordu. Hepimizin bakışları onun üzerindeydi. Daha ne olduğunu anlamadan Hüseyin'i yakasına yapışmış halde buldum.
"Şerefsiz! Ne işin var burda lan! İt! Adi!"
Sonra bir yumruk...
Daha da tuhaf olanı hiç karşılık vermiyordu. Babama döndüğümde ise her zamanki gibi sessizdi. Ama ölüm sessizliği ile...
"HÜSEYİNN!"
Arif bağırtısının ardından ayırdı ikisini.
"Dur lan! Bir sakin ol."
Kendine gel! Kendine gel! Neden böyleyim ben! Derin bir nefes al! Bir dk! O ifade ne öyle! Pişmanlık mı? Ona üzülüyor muyum şimdi?
Hayır!
Şuan bunu düşünemezsin. Onca olandan sonra bunu hissedemezsin. Yaptıklarını görmezden gelemezsin! Şuan babana yaptıkları için öfke kusmak lazım! Üzülmek değil!
"Astsubay üst çavuş Burak Kıyı."
dediğini duydum babamın. Sesi içimdeki kavgadan ayırdı. Bakışı babama döndü.
"Astsubay Hüseyin Kaya" dedi ardından.
Benimkinin delice gözleriyle, ikisi de ona döndü.
Babam ikisine de öyle bir baktı ki akıldışı bir korku tüm vücudumu delip geçti. İrkilip büzüldüm. Bu bakışı en son ona gerçeği söylemediğim de hastane odasında sürüm sürüm sürünüyorken görmüştüm. Ardından yüzbaşına döndü.
"Arif al şunu geçin araca geliyorum."
Kolundan tuttu. Sıkıca. Öyleki parmak boğumları bembeyaz oldu. Yürürken bakışları beni buldu. Özür dilercesine.
"Lan çek o bakışlarını. Oymayayım o gözlerini!" dedi Hüseyin.
"HÜSEYİN!" diye kükredi babam.
Gittiklerinde sadece üçümüz kalmıştık. Koridorda ki koltuğa kendimi bıraktım.
Derin derin nefes almaya başladım. Doğrusu alamıyordum. Boğazımda yumru kalıyordu. Ölü soğukluğu yine girdi içime. Zangır zangır titremeye başladım.
"Kahretsin! Nefret ediyorum bu halimden."
Artık içimden geçenler beni dinlemiyordu. Sesli söylemiştim. Üşümenin etkisiyle bacaklarım oturduğum yerden inip kalkıyordu. Ellerim ve yüzümün mosmor kesildiğini hissediyordum bile.
Babam hemen kollarını sardı bedenime. Sırtımı sıvazladı. Dokundu her yer çiçek açıyordu sanki.
"Şşşş tamam. Sakin."
Dişlerimin takırtısı arttı. Bu denli beni ilk kez gören Hüseyin'in siniri söndü. Bu sefer hüzün görüyordum kestanelerinde.
O da diğer yanıma oturdu. Mahcup bir şekilde. Ondan sonra kısık sesini duydum.
"Özür dilerim... Kendine hakim olmam gerekirdi."
"Oğlum şu andan itibaren kendini tut. Tut ki olup biteni anlayalım."
Şaşırmıştık.
"Baba kızmadın... Na-" dedi Hüseyin.
"Bende öfkeliyim de ondan. Şuan bir sıkımlık canını alabilirim köpeğin."
Sıkıntılı bıkkın bir şekilde bıraktık kendimizi. Titremem az da olsa geçmişti.
"Hadi gidelim. Tekrar ediyorum sakin kalın!"
Hafifçe ayrıldı benden. Bütün heybetiyle ayrılan araçlara doğru önden yürüdü. Bilerek yaptığının farkındaydım. Ki müstakbel nişanlıma bahane olsun di mi! Hah şuan yaptığına bak! Güya kıskanıyormuş hah! Ayağa kalmaya çalışırken ölü gibi olduğumdan sendeledim tabi!
Tekrar söylüyorum bu halimden nefret ediyorum!!!!
Tuttu kocaman eliyle. Kolu sol omzumu tutarken diğeri ise sağ elimi yokladı. İçini geçirdi.
"Bu üşümene bir çare bulmamız gerek. Değerlerinde normaldi neden böyle anlamıyorum ki. Ahh şu buzluğa bak."
Elimi yumruk haline getirip kendi içine aldı. Göz devirdim. Titreye sesimle hafif imayla;
"Niye zor mu oluyor böyle?"
"Şeyma! Çarptırma lafımı. Ben öyle mi dedim. İçimden parça gidiyor görmüyor musun?"
Görüyorum yürüyen asalet. Görüyorum.
Başımı göğsünde yasladım. Yavaş yavaş ilerliyorduk. Çok huzurluydu. Dikkatini dağıtmak adına başka bir konuya atladım.
"Yalnız çok havalıydın."
"Hı"
"Burak'ı döverken diyorum çok havalıydın. Benim yerime de vurdun aferin."
Yüzünde pis bir sırıtış belirdi. Sen çok kötü bir çocuk olmuşsun.
"Öldürmediğime şükretsin."
Cebimden bana verdiği ısıtıcıyı çıkardım. Sırıtışı büyüdü şapşiğin. Ovuşturdum elimde. Baya işe yarıyordu bu küçük şey.
Aracın önüne gelmiştik. Bindiğimizde binbaşı sürücü koltuğunda, babam yanında biz üçümüz arkaya kalmıştıkk.
Nedennn!
Ponçiğim tam binecekken kolu önüme geçti. Onun yanına geçti. Sonra elini uzattı.
"Şimdi gelebilirsin" dedi ve gülümsedi. Ya leb demeden leblebiyi anlamak diye buna derim işte.
Sümüklü böcek devirdi gözlerini ponçiğime. Oldum olası birbirlerini sevmezlerdi zaten.
"Ya sabır..." diye söylendi.
Şuan benim öfkeden deli olup onu boğmam gerek!!! Ama parmağımı kaldıracak gücüm bile yok. Babam dikiz aynasından bakıp yokluyordu. Binbaşı ise sadece Burak'a odaklanmış durumdaydı. Anlıyordum onu. Benim de timimden biri hain çıksa rahat duramazdım. Şuan nasıl bir ortamın içindeyim bilemezsiniz.
Solda Burak ortada Hüseyin, sağda ben... Helikopter sahasına yarım saat vardı, oradan yola çıkacaktık. Ve bu süre zarfında sorularıma cevap aramalıydım. Babama baktım.
"Şuandan itibaren rütbeyi kaldırıyorum. Yeter diyene kadar konuşun."
Hala içim titriyordu. Gizliden Hüseyin'in elini tutup desteğini almak istedim. Hiç istifini bozmadan -yüreğinin uçtuğunu hissediyordum- elimi destekle kavradı. Bakışlarımı camdan ayırmadan olaya girdim.
"Başla"
Şaşkınlığını çevirdi bana. Hissettim. Dönmeden;
"Sabrım bitmeden anlatmaya başlasan iyi olur."
"Nerden başlayayım?"
"Nasıl bu işe bulaştığından. Öncekileri biliyorum."
"Biliyor musun?" dedi Hüseyin birden ve sinirle.
Eyvah! Ben sana anlatmamıştım. Ahğ. Kafama tüküreyim. Bakışlarım babama kitlendi. Kurtar beni dercesine.
"Yeni öğrendi" diyerek işin içinden çıkardı beni.
"İlk önce şunu söyliyim savcılık beraatime karar verdi."
"Seni gördüm. Kamera kayıtların hiç öyle söylemiyor ama."
"Sadece görünen kısmını gördün de ondan."
"Senin bana kameraları gösterdikten sonra hırtapoza ulaştım. Olayın bir de iç yüzü varmış. Asıl suçlu başka biri" dedi Arif.
Hıh. Tahmin etmesi zor değildi. Uykusuz günlerim, başımın kürelerinden ortadan ikiye ayrılacağını sandığım o yorgun günler... Tabi daha dün öğrenmem dışında bir sorun yok. Bilmiyormuş gibi yapmak... İşte bu zevki anlatmak çok zor... Derin bir nefes verdim.
"Durun ben söyleyeyim. Fikret Tekin denen avukatın YPG ile işbirliği sonucu Uraz denen p***le suikastı hazırladı. Sen ise aslında onu yakalamak için oradaydın ve planı bozan biri bambaşka biri çıktı. Ve bu adam örgüte lojistik destek sağlamakta. Adalete savuracak o dilini düzenbalığa kullanarak insanların aklını çelmekle meşgul."
Ağzımdan dökülen her kelimenin herkesi alt üst ettiğine eminim. Bakışlar her şeyi anlatıyordu. Dikiz aynasına baktığımda binbaşının muşmula suratına döndüğünü babamın ise sinsi bakışını farkettim.
Bir dk! Biliyormuydun yani. O yüzden durun dedi.
Yaşlı kurt korkulur senden.
Elimi sıkan kişiye döndüm sonra. Özür dilerim ponçiğim. Valla ben de yeni öğrendim. Tabi ki seni bozuntuya verecek değildim. Relax.
"Burcu mu anlattı sana?" dedi Burak.
Kendim buldum salak! Ne alakası var! Ne!
"Burcu niye bana anlatsın ki? Tamam kocasıda o kız bana günahını vermez be!" diye çıkıştım.
"Yani suikastın onun yüzünden çıktığını biliyorsun öyle mi?"
"Neee!" diyerek Hüseyin ile tepkimizi vermiş bulunduk.
Saniyeler geçtikçe aramızdaki gerginliğin damla damla daha yükseldi. Göz kapaklarını indirdi. 'Ne yaptım ben' dercesine.
Yalnız bunu söylerken de kemiriliyor gibi inilti ile söylediğini anladım. Sanki onun yerine kendi suçluluk duyuyormuş gibi.
"Buraya gelmeden onla konuştum, bilmeden yaptığını farketti. Aslında... ondan dinlesen iyi olur.
Devam edemedi. Temize çıkaracak kelime arıyordu. Ama hiçbiri yeterli kalmıyordu pisliği karşısında.
Dünya küçülmeye başladı. Aracın kapıları üstüme üstüme geldi. Tam konuşacaktı ki;
"YETER! Gerisini dinlememe gerek yok."
"Şeyma sandığın gibi değil. Daha anlatmam gerekenler var."
"Kes sesini! Halen daha o kızı mı savunacaksın." diye araya girdi Hüseyin.
"Bak sabahtan beri sabrediyorum. Şurdan bir tane koyucam Hüseyin."
"Korkak tavuğa bak sen! Senin dilin çok uzadı."
"Eski günleri andın ha! Seni nasıl maymuna benzettiğimi."
Yakasına yapıştı en sonunda.
"Bana bak! Zaten senden nefret ediyorum. Cinnetlerim toplandı tepeme. Bir dalıp çıkalım diyorlar. Şansını zorlama."
Onlar birbirine girerken dikiz aynasından öndekilere baktım. Arif babam var diye sesini çıkaramıyordu. Babam ise bunlar adam olmaz dercesine patlayacaktı ki Hüseyin'in elini daha da kavradım. Tuttuğum elin koluna girdim. Tek kelime dahi etmeden. Tam yumruğunu yine geçirecekti ki durdu. Bana döndü. Yüzüne yapma lütfen dercesine baktım. İstemeyerek durmak zorunda kaldı. Duyduklarımı sindirmeye ihityacım vardı.
"Bu konuşma burada bitmiştir. Yeter" dedi babam.
Yol boyunca kimseden çıt çıkmadı. Gerçi bu da işime geldi.
Daha sokuldum içine. Omzuna başımı koydum. Diğer eliyle destek verdi. Başını eğdi o da.
Ağa yakalanmış kelebek gibi düşünceler kafamın içinde karıncalandı. Bu kadar düşmüş olamazdı di mi? Bu kadarı da olmazdı. İnşallah onunla hiç karşılaşmam.
Midem yine karşı geliyordu bana. Zaten helikopter ile gideceğimiz düşüncesi bile sıkıyordu beni. Çok yüksek... Çok yüksek... Düzenim yine tepetaklak olunca müdahale etti ponçik.
Avucuma bir tıkıştırdığını hissettim. Baktığımda çikolataydı. Güldüm. Evet şuan çok iyi giderdi.
Halimize bak! Komutan halimizle çocuk gibi bir çikolataya kanar olduk. Aniden o an bir antidepresanların etkisiyle uyku bastırdı. Sonrasını hatırlamıyorum. En son duyduğum his başımın okşanmasıydı.
********
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.23k Okunma |
120 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |