@hayat_belirtisi34
|
"Babaa biz geldik?"
Ayaklarımı çıkarıp içeriye ayakkabılığın üstüne resmen attım. İçim pır pır atıyordu, çok güzel gün geçirmiştim ve babamla pişmaniyeyi yemek için sabırsızlanıyordum. Hüseyin ise aldığımız hediyeleri araçtan içeriye taşıdı. Başımı açıp içeriye daldım. Hüseyin;
"Ses yok. Bir yere mi gitti?"
Hemen odalara daldım, yoktu. Odasına geldiğimde sedirinde uyuyakalmıştı. Çok mu geç geldik. Saat sekiz buçuktu. 'Bizi beklerken uyuyaya mı kaldı acaba? Yanına geçtim. Ne çok çizgi belirmişti yüzünde, fındık kahve saçlarında beyazları çoğalmış, seyrekleşmişti. Orta kısmı boşalmıştı. Ellerindeki lekeler, kollarındaki zayıfladığı için hafif sarkan derileri de çoğalmıştı.'
Yılların yorgunluğu ondan çok şey götürmüştü.Şimdi daha çok incelediğinde gerçekten kopyasını teğit etmiş oldu. Ona benzediği için gurur duyuyordu, keşke onun kadar da daha fazla sağduyulu ve daha da akıllı olsa diye diliyordu. Kendisi yaş aldıkça onunda ölüme bir adım yaklaşması boğuyordu onu.
"Kendini görmek nasıl his?"
Nişanlısının sesiyle yönünden döndü. Kapıya yaslanmış eğik halde soruyu sorduktan sonra yavaşça içeri girdi. Gülümsedi.
"Söz konusu babansa müthiş..."
Delikanlı yataktan battaniye alıp örttü kayınbabasının üzerine. Uyandırmamak adına fısıltıyla konuşmaya başladılar.
"Dün geceden beri tam ilgilenemedim onunla. Yarası iyileşmek üzere ama yine de aklım kaldı. Acaba şimdi temizlesem uyanır mı?"
"Ben bakmıştım dün gece merak etme. Enfekte olmamış. Bütün testleri temiz çıktı. Bizzat ben konrtol ettim, baktırdım. Maşallah hepimize taş çıkartır. Anlaşılan biz yokken halletmiş ihtiyatlı kurt."
Buruk halde gülümsedi kızı. Sonra derin bir minnete dönüştü sevgisi.
"Teşekkür ederim canım. Zorunda olmadığın halde bu kadar canı gönülden ilgilendiğin için ne yapsam bilmiyorum."
"Sadece tek bir şey yapabilirsin!"
"Nedir?"
Elini kapatıp serçe parmağı açık kalacak şekilde uzatır.
"Ne olursa olsun şartlar ne gerektirirse gerektirsin bizi asla bırakmayacağımıza söz veriyoruz. Teşekkürün bu şekilde kabul görülebilir."
Beni ya da ben demiyordu. Biz... Sadece biz... Yine susarak cevap bekliyordu. Her defasında teyit edercesine. Kendi çalkantılarım, bitmek tükenmek bilmeyen davranışlarım yüzünden mi böyle davranıyordu acaba.Belki de en güzel sözlerin, bazen sessizlikte gizli olduğunu biliyordu. Ehh be Hüseyin. Sen benim gönül makamıma çoktan tahtını kurmuşsun. Ben senin iyiliğin için senden kaçıyordum. Gereksiz ataklarıma, sinirlerime, hastalıktan doğrulamayan zayıf bedenime sen daha ne kadar dayanabileceksin? Yoksa seninle birlikte olmaya dünden razıyım ki ben. Ve o sessizlik, bizim aramızdaki aşkın en güçlü ve en dokunaklı ifadesiydi.
"Söz veriyorum seni asla bırakmayacağıma söz veriyorum."
Serçe parmağımı onukisine geçirip baş parmaklarımızla da bir nevi mühürlemiş olduk. Biz, kaynaşmış bir yıldızlar kümelenmesi gibi birbirlerine kenetlenmiştik sanki. O ayrılsa ben, ben ayrılsam o bırakamıyordu. Her ne olursa olsun yollarımız ikimize çıkıyordu. Bu kesinlikle artık tesedüflükten çıkmış, kader ağlarımız sıklaşıp düğümlenmişti.
Birden kendimi onun göğsünde buldum. Bir kolu sırtımı sıvazlıyor diğeri ise saçımı okşuyordu. Sevinçli nefesini, kalbinin ritmini duyabiliyordum. Bu sefer çekilmedim. Doladım kollarımı sırtına. Ritminin daha da hızlandığını duydum.
"İşte böyle saatlerce durabilirim. Hep böyle mi yapsam acep?"
"İşime gelir..."
"Hıh sen varya çok fena olmuşsun. Gençliğinden daha da...
"Daha?"
"Daha kenetli ama derinliğinde kaybolmuş vaziyette."
Bunu beklemiyordu. Şaşkınlıktan mı hüznünden mi bilinmez alnında yolu oluştu bile. Yutkunduğunu hissettim.
Doğru yoldasın kızım.
Eğer anlamasaydı bu tepkiye bürünmezdi.
Biliyordum yılların pasının sadece bana dökülmediğini biliyordum, bir şey var benden sakladığı sorunu var. Eski Hüseyinim gömülmüş, en diplere.
Kafasına takmayan, her şekilde ufak durumlarda bile mutlu olan sevdiğim adam zincirlenmişti sanki.
Benim yüzümden mi? Onu sineye çekmeye zorlayan ben miyim? Bana göre mi kalıp alıyor. Bu kadar hayatını mahvetmiş olamam di mi?
Hayır...
"Canım bir şey var biliyorum, seni ezbere bildiğimi unutma."
Kırgın, solgun güneşleri lambanın ışığında daha da odaklandı bana.
"Hıh, halbuki beni unutmanı tercih edeceğini tahmin etmiştim."
"Bu denli katı olduğum için üzgünüm. Ama kalıplarımdan çıkarsam heran bir felaket tellahı olacakmış gibi...
"Şeyma..."
Ellerimi tuttu. Bakışları hep bana çevrildiği zaman anlamını veremediğim sıkıntım boğan karanlık, içine hapseden ufaktan ve her darbesi ötekinden iki kat kanatan acının aktığını hissediyordum.
Hah kendimden nefret ediyorum.
Neden böyleyim ben. Öyle bir baktıki sanki her kelimemi okuyormuş gibi hissettim. Nitekim öyle de oldu.
"Biz ya da ben senin yanında olsak ta olmasak ta hep buradayız. (Eli sol göğsümün üzerine kondu. Omzunun biraz, aşağısına) Ve inan ki bu bağlar öyle kolay kolay kopmaz. Ne zaman ayrılır biliyor musun?
"Her birimiz ayrı kendi aleminde sorunlarını tek başına çözerse... Varsayalım hepimiz öyle yaptık. Ne olur o zaman?
" Her birimiz kendi çukuruna gömülür ayrı kalırız. Hem parçalanırız hem de kendi varlığımızda boğulur ölümümüzü hazırlarız."
Sözlerimi biliyormuş tavırla onayladı. Fındık kahveleri içime süzülerek karanlığımı almak istiyordu adeta. Sonra hafif tebessüm ederek hem başı hem de yönü babama kaydı.
"Hem babam ne der! Bu dünyada en yenilmez insan sevdiklerini bir arada tutan, onlarla daha da kıymetlenen insandır. Aile her şeydir. Aile bireydir. Aile bütün var olan duyguların gebe kalıp yaşayışa göre ya huzurlu ya da kederli öldüğü yerdir. Ailelerimizin ve ikimizin ortak noktası bu. Hep beraber her birimizin canı pahasına yıkılmayacak, yıpranmayacak yollar kurması. O yüzden bunca seveninin için kendini geri çekme, yalnız bırakma. Bak bir etrafına. Neden onca olaya rağmen yıkılmadık?"
"Birbirimize güvendiğimiz için, sevdiğimiz için. Derin muhabbet lerimiz anılarımız olduğu için... Haklısın. Bazen bakıyorumda yaşadıklarımızı başka biri yaşasaydı ayakta kalır mıydı?"
"Çok zor. Kalsa da ömrüne zehir katacağına eminim."
"Farkındayım, farkındayım Hüseyin. Ama nedenini bilmiyorum. Neden nalet bu sıkıntının gitmediğini bilmiyorum."
Bir düğümün sıklaştığını hissettim. Kelimelerin yerine yaşlarım aktı. Elif haklıydı. Terapiyi bırakmamam gerekirdi. Daha da büyüyordu. Her şey olsa sevinç kaynaklarım yanımda olsa bile her an bir öncekinden çok artacağını söylemişti. Sakince deliriyordum sanki.
Nefeslerimin kalkış inişleri yüzünden tekrar sarıldı. Başımı okşadı, teskin etmeye çalıştı.
"Korkuyorum Hüseyin. Yine aynı şeyleri yaşamaktan çok korkuyorum. Sevdiklerimden birini kaybetme korkusudan yoruldum artık. Bu sefer kaldırır mıyım hiç emin değilim."
"Şşşş her şey yoluna girecek."
Yaşlarım hıçkırıklara dönüşmüştü. Babamı uyandırmamak adına zaten odanın bir ucundayken bile başımı göğsüne gömdüm. Sesim duyulmasın diye. Daha da sardı kollarını. Artık kelimelerim kesik kesik çıkıyordu.
"Kor-ku-yor-um ç-çok korkuyorum."
Akıttığım her damlacık; yüreğimin karanlık köşelerinden akıttığum kıyametin habercisiydi,içimdeki tüm acıları, korkuları ve hüznü dışa vurmanın aynı zamanda en güçlü ve en kırılgan anıydı.
Ne tuhaf,
Bir yandan canın ağzında toplanıyor, bir yandan biriktirdiklerini alıp uzaklaştırıyor senden. Sonunun ise yıpratıcı yorgun olduğunu bile bile yine de ağlıyor insan.
Kollarımı boynuna doladım bu seferde omzuna gömüldüm.
"Nolur tekrar gitme beni bırakıp tekrar gitme. O kadar yorgunum ki sana öyle alıştım ki asıl çöküşümün sebebi sen olursun."
Saçlarımda parmakları dolaşırken alnıma buse kondurur.
"Asla. Asla. Ben sana bağlıyım bir kere. İnsanın kendi kalbini bilerek söktüğü nerede görülmüş. Ecelimin bile senin kollarının arasında,son nefesimi verirken bile sen yanımda ol. Ay parçamın gülüşü, bir nefesi bile ilaç bana."
Derince bir rüzgar çekti saçlarımdan. Daha da ezberlemek istercesine. Tam sorunun cevabını almak için yenileyecektim ki;
"O benim lafım bir kere. Vizyonsuz. Nasıl adamsın sen."
O ses. Çektim burnumu ayrıldım hemen. O kadar ses çıkardık mı ya? Gerçi ben neye şaşırıyorsam.
Bir bordo berenin uykusu hafif olmaya alışkındır kızım. Buna ek olarak zaten uykusu oldum olası tüy kadardı. Boğazımızı temizledik, yanaklarımda kalan suları sildim. Küçüklüğümün ve hayantımın garantisi dikmişti lavlarını üzerimize. Eğer duyduğunu düşünürsek son bir şey ona son noktadan vurmuş olmalıydı.
"B-baba uyandırdık mı? Çok özür dileriz" dedi Hüseyin.
"Uyumuyordum ki. Gözlerimi dinlendiriyordum. Ayrıca kzımda fazla temasta bulunuyorsun elimde kalırsın çocuk. Ne dedim ben sana."
"Nikâha kadar temas istemediğinizi. Fakat endişeniz olmasın lütfen. Daha ne kadar kendimi ifade edebileceğimi bilmiyorum."
Derince boğazını temizledi. Sevdiğim boğuk sesi yankılandı.
"Khkm neyse aldınız mı?"
Sanki şuan saplanmamışım gibi ağlamamışım gibi gülümsememi büründüm. Yaşlarım yüzümde sırıtmaya başladım. Bir söz bu kadar etki edebilir mi? Onun için her şeyini verirdim. Yeter ki gülümsesin, bana baksın, yine kızım desin.
Babam, Bana akıttığın yaşların, endişelerin, uğraşların, sevgin cennete taşıyan her bir adımın olsun inşallah. Allah'ım nolur bu işe yaramaz kulunun duasını kabul et.
"Aldıııkkk:-) Sadece onla kalmadık bile."
"Kızım onlar ne?"
"Sana ve diğerlerine de aldık bir kaç birşey. Döndüğümüzde dağıtıcam. Hadi şunu dene bakalım."
Aldığım kabanı ve saati çıkardım.
"Dene bakalım."
Yaptırdığım paketi açmaya başladı. Aldığım koyu gri kaban bütün heybetiyle çıktı. Sonra markalı saatin kutusu açıldı. Gerçekten beğenmezse çok üzülürüm, gerçi benim için gerçeği söyleyemez ki.
Hadi canım dercesine baktı. Ben de bütün mallığımla sırıtıyordum. Hafif bir silkeleyip üzerine geçirdi. Islık çalarak benimkisi beğendiğini belli etti.
"Oo zaten filinta gibi adamsın baba. Üzerine cuk oturdu. Maşallah be!" dedi Hüseyin.
"Hakketen mi? Çekilin bi bakayım."
Yanımızdan sıyrılıp uzun dolap aynasından baktı Parıltısı gözümü kör edecekti neredeyse.
Evvett! Arkadaşlar operasyon başarılı! Öyle de her şeyi beğenmez ha!
Melül melül bakarak bir söz işitmek umuduyla fındıklarımı diktim üzerine. Odağını bana çevirdi.
Hayır ya! Bir güzellik yapmak istemiştim fakat çehreme bakan soylu toprak dinginliğinde bitkin zira bir o kadar da şefkatle bakan bakışlarda buldum kendimi.
O an anladım ki babalar da bir insan, babalarda bir o kadar da naif, kırılgan, güçsüz olabilirmiş. Onun dökülen incileriyle birlikte içimdeki fırtınaların daha da şiddetlendiğini hissettim. İlk kez bu halde görüyordum onu.
Durgun, ağlarken...
Ben de o an çaresizlik hissine kapılıp parçalanmış gibi hissettim.
Babamın gözlerindeki o hüzünlü, minnetle bakışlar, beni derinden etkiledi. Babamın ağladığını görmek, dünyanın en zor gerçeğiyle yüzleşmek gibiydi.
Bir baba figürünün bile bazen çaresiz kalabileceğini ve kırılgan olabileceğini görmek, benim için hep erişebileceği noktanın ötesinde, buğusu içinde kalan camlara bakar gibi hissettirdi.
Kelimelerin kifâyetsiz kalacağı türden belbal ahvale büründüm.
İçinde sen olmayan bir dünyada nasıl var olacağımı bilmiyorum baba...
Sen ağlama baba. Yani annem de neden bu kadar boğulmuyorum. Bu normal değil. Sessizce akıttığın yaşların sanki benim içime akmışta kıvranıyordu kalbimde ağır ağır. Değdiği her yeri yakıp sonra da iyileştirdiğini gördüm. İlk kez oluyordu bu... İlk kez...
Hani şair diyor ya; En çok baba diyince akla gelir çocukluğumuz, Mazinin araladığı perdeden sızıyor eski günler!
Keşke hiç büyümeseydim de senle olan küçüklüğümüze ışınlanabilseydik.
Üzdüm mü şimdi seni. Ne yapabilirim şuan? . Kitlendim. Öylece kalakaldım. Çatallı çıkıyordu sesim.
Aynada öylece kalakaldı. Elim ayağım birbirine dolaştı.
"B-baba?"
Ben yeni kelamlar arayıp söyleme fırsatı bulamadan geçen dakikalardan sonra konuştu.
"Teşekkür ederim kızım. Her şey için...
Her şeyden kastı neydi?
Ne olduğunu kavrayamadan sıcaklığını hissettim.
Ne oluyor baba? Anlamıyorum! Neden böyle davranıyorsun?
Yaşları, omzumdan akıyordu. Ardından ürkek nidası yankılandı kulaklarımda. Zor nefes alıyordu; sanki kalbi kanını bütün vücuduna değilde sadece boğazına pompalıyordu, boğulacak.
Bu normal değil, babamın bu şekil davranması normal değil.
"Sen bunca yanlışımın, karanlığımın arasında tek ışıldayan ruhumsun kızım. Senin ve kardeşlerin gibi evlatlarım olduğu için çok şanslıyım."
Kendimi onun yerine koyup onun gözleriyle görmeye çalıştım. Fakat küçük hilesini geçemedim. İçini okumak imkânsız gibiydi.
Ya da ben anlayacak kadar sağlam bir bağ kuramadım...
Kuramadım...
Neden bir babanın yaşları bu kadar evladını mahveder ki. Sanki onlara ağlamak yasaklanmış dercesine.
Neden garibime gitti? Normal olan bu durum neden içime işledi.
YETER! YETER! SUSUN! UĞULDAMAYIN KAFAMDA! NORMAL OLAĞAN BİR ŞEY! SORGULAMAYIN!
FELAKETLERİ ÇAĞIRMAYIN ÜSTÜME!
YALVARIRIM SUS ARTIK! BEYNİMİN HER KÖŞESİNDE BENİ KOVALAMAYI BIRAK ARTIK! KAÇMAKTAN YORULDUM.
GÖRÜNTÜN GİBİ SESİNİ DE AL ÇIK GİT! DEFOL GİT! SUS! SUSUN! SUSUN! SUSUN ARTIK! DAYANAMIYORUM!
Gözlerimin önünden geçenleri, içimin kemirilmesini ona söyleyebilecek kelimeleri bir araya getirip dökmeyi o kadar isterdim ki! Dilimin ucunda içinde dönüp zehir oldu da yutuyorum sanki. Bir gün beni öldürecek...
Ama yılların ardından hayatının neşesini bulduktan sonra olmaz. Onun bunları duyup üzülmesine zerre gerek yok. Sil çabuk yüzündeki leş ifadeyi.
Sırtının diğer tarafında binbir bataktan çıkıp tekrar girdiğim düşüncelere malesef ki Hüseyin de şahit oldu. Hemen ifademi toparladım. Sarılmadan ayrıldığımda gülümsememi takındım. Nefesimi bronşlarıma kadar yeniledim.
"Umacak hiçbir şey kalmamışken bile umudumu yitirmeyişimin sebebisin baba. Senin hakkını nasıl öderim bilmiyorum."
"Yine ben dışarda kaldım, böyle olmaz ki. Damat olucam halen daha kabul göremedik" dedi Hüseyin. Tabi ortamın hüzün havasını değiştirmeye çalıştığının farkındaydım.
Kısa kahkahaların ardından artık alıştığım babamın gür sesini duydum.
"Gel lan buraya!"
Elini boynuna doladıp sarıldı.
Bu da ilk kez oluyordu!
Bismillahirrahmanirrahim!
Noluyor ya!
Kıyamam ponçiğimin gözleri açıldı. Temsili Haluk Güney gibi. Bakışları bile kahkaha mı attı şimdi? Hadi canım.
Sırtındayken boğazını temizledi.
"Ee baba şuan bana sarılıyorsunuz değil mi? Benim cıvıklığım değil ha! Yanlış görmüyorumdur inşallah Allah'ım."
"Gevşeme eşşek sıpası!" deyip başına ufak bir şamar vurdu. Ardından ayrıldı.
"Eee nerde benim asıl istediğim. Pişmaniyelerim nerede?"
"Hahaha baba istediğin sadece pişmaniye mi? Sen işte bütün dükkanı önüne sererim. Ama yok öyle de olmaz şimdi! Şeker komasına girersin! Başka bir şey olsa! Onları sersem önüne? Yani ben bu gazla kendimi tutamam."
"Abartma hadi. Hah verin şunu. Gidip yiyek. Diğerlerini de arayalım. Özledim hepsini. Oğlum Cahit niye anneni aldı ki? Biraz daha kalsaydı işte bizde."
"Rahatsızlık vermek istemediğini söyledi baba. Konuştum önceden. Ama merak etme kalmayı aratmayacak gidip geliyorlar. Aman nazar değmesin."
"Muhabbetiniz bol olsun! Ben unutuluyorum şuan!" diye şakadan ortaya giriştim.
"Mümkünatı yok!" diye ikisi birlikte söyledi aynı lafı.
Ama arkadaşlar yok artık.
Ohannes ama ya:-) Bu uyum şaka mı?"
************
Bu işi açıklığa kavuşturmanın zamanı gelmişti. Bir an içine dolan kasırganın şehvetiyle cesaret doldu Burak. Artık dayanamıyordu. Kalbi beynini dinlemiyordu bir türlü. Ne yapıp edip Burcu ile adam akıllı konuşmaya karar verdi.
O kadar da gaddar olamayacağını düşündü. İçinde bir umut kalmasını istiyordu, duygularını öldürmemiş olmasını istiyordu. En son gördüğünde öyle bir hale gelmişti ki ölümün soğuk nefesi bile kızı korkutmuyor kayıtsız bir şekilde gelişini bekliyordu. Pişman olmasını istiyordu. Hayatına, gülüşüne tekrar geri dönmesini istiyordu.
Haklıydı.
Yaşadıkları olmasaydı nasıl biri olabilirdi acaba.
Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Onla konuşup ikisi içinde yep yeni sayfa açmak.
Ahdar bakışlarında hayat bulduğu kadın da gülümsemeliydi artık. Onun da buna hakkı vardı.
Yalnız kasırgasına hakim olamayacağı korkusuyla Furkan'ı da yanına almıştı.
"La oğlum bir çekiştirme be! Bir koymadın kızla konuşayım. Dilara'nın yüzüne kapandı. Öfff! Başlıyıcam senin aşkının ceremesine."
"Lan bir kere yardım etsen ölür müsün? Pot kırarsam uyaracaksın işte öhf!"
"Oğlum madem konuşucan özel olması gerekmez mi? Ben niye geliyorum! Hadi tamam bu yüzden geliyorsam neden Hüseyin'i almıyorsun. O daha iyi anlıyor bu işten. Git başımdan gözünü seveyim."
"Onla hala aramız limoni. Şimdi ters tepmesin işte!"
Durdu. Bir kaç adım uzaklaştı. 'Senden akıl isteyende kabahat' diye bir bakış attı. Kolundan çekiştirdi. Ta ki gelen kokuyu duyana kadar. O geliyordu.
"Sakın canlanma yerinden" diye tembihledi.
Kolları siyah tüllü, benekli, bileklerinden sıkılı uzanan, v yaka dize kadar uzanan siyah bir elbiseyle boynundan astığı çantasıyla, saçları açık şekilde sert ifadesini bürünmüş geliyordu.
Hemen kendine çeki düzen verdi. Furkan gitmekten vazgeçti. Düşününce bu kadar hataları için çabalayan arkadaşına sırtını dönmeyi hazmedemedi. Bir kaç adım geride beklemeye başladı.
"Burak."
"Burcu."
"Geldim, neden çağırdın beni? Hemde burada. Komutanların kızmasın şimdi."
Son cümlesi alaylı şekilde çıkmıştı.
"Yabancı olduğun yer değil sonuçta senin için. Direk konuya giricem. Neden... Neden bu köye sık gelip gidiyorsun. Çocukları kurtarmanın başka yollarıda var."
Bilerek buraya çağırmıştı. Her halükarda terör inine geleceğini biliyordu.
Alayla güldü Burcu.
"Bunu söylemek için mi çağırdın?"
"Hem evet hem hayır. Ben sana tek başına hareket etme demedim mi?
"Hıh."
"Burcuu! Yüzüme bak!"
"Ne var! Ne!"
"Kendini öldürtmeye mi çalışıyorsun! Kendini düşünmüyorsan çocuğunu düşün ahmak!"
"EVET! DAYANAMIYORUM ÇÜNKÜ! Aklım kalmaz senle olsa aklım kalmaz!
"Çünkü ne?"
"Onun yanında sen olacaksın... Ben yokken Kürşad'a senin bakmanı rica edebilir miyim? Kendi babasından nefret ediyor zaten. Seni de çok önceden anlattım. Garipsemez seni."
Aklı yerinde değildi herhalde. Ne dediğinin farkında mıydı?
Buluştuğunda bir umutla geleceğe dair hayaller kurmaktaydı. Oğlunu gözden çıkarabilecek kadar acımasızca davranabilir miydi? İçindeki karmaşık duygular arasında hüznü ve şaşkınlığı bir arada hissediyordu.Oğlunu sevsede de, kendisini öldürmeye çalışması Burak için dayanılmaz bir acıydı. Kürşad onun sevgisini azaltması için asla bir engel değildi. Gerekirse kendi oğlu olarak ta kabul ederdi. Fakat içindeki yıkıcı duyguları kelimelere dökmekte zorluk çekiyordu. Sadece ona bakarak, içindeki acıları anlayacağını umarak, sessizce gözyaşlarına boğuldu. Burcu'nun yüzünde ise hiçbir pişmanlık belirtisi yoktu. Sadece soğuk bir ifade ve umursamaz bir tavır vardı.'Kocan olacak züppe sana ne yaşattı?'diye düşünmeden edemiyordu.
Kaskatı kesilmiş, mimikleri dahi oynamadı bir kaç dk. Bu duruma Furkan'da kayıtsız kalamadı daha fazla.
"Ne diyorsun Burcu sen?" dedi Furkan.
İkisinin arasında gidip geldi bakışları kızın. Kendisinin de durumunun pek iyi söylenemezdi. Çok solgun, dudakları bembeyaz, göz altları mosmor şekilde zar zor ayakta duruyordu. O da yorulmuştu artık. Daha fazla dayanacak gücü kalmamıştı.
Kaç yaşına gelmiş, yıllar yılları devirmiş, annesinden sonra gün yüzü çok gelmişti ona.
Önce babasından sonra kocasından...
Vücudu ve ruhu artık bu vahşetleri, acımasızlığı, ağrıları kaldıracak halde değildi.
Bitmişti, tükenmişti.
Burak birden küpleri topladı. Bu sözlere anlam veremiyordu bir türlü.
"OLMAZ" diye çıkıştı en sonunda. Belki bir umut vazgeçerse diye.
Eğik olan başı şaşkınlık ve hüzün ile karışık bir hal aldı. Bir şey söyleyecek ağzı açıldı ki, tekrar kapatmayı tercih etti.
"Peki" dedi sadece.
Artık sesi merhametli değildi Burak'ın. Azarlamak işe yarayacaksa yapacaktı.
"Ne yaptı o p** sana?!"
Bir adım geri çekildi, yutkundu. Tabi ikisininde gözlerinden kaçmamıştı.
"Burcu bir şey var söyle" dedi Furkan.
"Hiç bir şey yaptığı yok. Kendi kendinize kurmayın. Sadece Kürşad'a daha fazla bakabileceğimi hissetmiyorum. Olumsuzca iki yana salladı başını Furkan.
"Hiç bir anne evladını bırakacak kadar kolay kolay pes etmez. Bir şey var hemde ciddi."
Artık bıçak boyna dayanmıştı dayanamadı Burak. Üzerine üzerine yürüdü kızın.
O ilerliyor kız geri gidiyordu.
Kolundan tutup kendine çekti. Önce kollarını, sonra saçlarıyla kapattığı boynunu açtı. Ardından fondetenli yüzü sildi. Tam da tahmin ettiği gibiydi. Derin derin ve aynı zamanda öfkeli nefes veriyordu artık.
"O***** ç******* ben seni yerin dibine gömmez miyim? A** it. Senin defterini öyle bir dürücem ki öldür diye beni yalvaracaksın ya****. NEDEN DAHA ÖNCE SÖYLEMEDİN! O İT HAYSİYETSİZ YAPTI Dİ Mİ?"
Sevdiği kızın kocasından dayak yediğini öğrendiğinde içi bir ateş yükseldi. Öfkesi o kadar büyüktü ki kendisini zor dizginleyebiliyordu. Kızın yüzündeki acıyı düşündükçe içindeki kararan duygular daha da derinleşiyordu. Her şeyi unutup kocayı dövmek için hareketlendiği an, kızın gözlerindeki çaresizliği gördü.
O anda içinde büyük bir güçsüzlük ve umutsuzluk hissetti. Ne yapacağını bilemediği bir karmaşa içindeydi. Bir yandan öfkesini bastırmaya çalışırken bir yandan da kızı korumak istiyordu. Burak, kendi içindeki bu çatışmayı yüreğinde hissetti.
Burcu'nu ise zerre kıpırdama yoktu. Az önceki ufak çaplı korkusu silinip yok olmuştu. Kayıtsızca kolunu ittirdi.
"Bırak! Alışkınım! Şimdiye kadar aklın neredeydi?"
Aklın neredeydi!
Bu cümle beyninin karanlık köşelerine dahi ilişip yankılandı her zerresinde.
"Sana göndermediğim sinyal kalmadı, ha! Sen ise sanki kör olup sağır gibi davrandın."
"Burcu ben..."
Kendini açıklayacak fırsatı bulamadan atmosferin içine dalan bir ses geldi. Aşırı itici ve uyuz bir tondaydı hemde.
"Canım? Bende heryerde seni arıyorum. Nerdesin ya?"
Gelmişti, uyuz meymenetsiz kocası Fikret.
Odaklar dağıldı, üçüde ona döndü. Avukat bozuntusu ise dik durışla Burak'ın gözünün içine baka baka Burcu'nun omzuna dolanıp tuttu eliyle. Kıza o an zor anlaşılacak bir tiksinti geldi. Kaşları ve sesi çatallaştı.
"Sen beni mi takip ediyorsun?"
"Ne münasebet. Sadece korumaya çalışıyorum. Malum o olaydan sonra her yerin yara bere içinde kaldı. Bu arkadaşlar kim? Tanıştıracak mısın?"
Kendine hakimiyetini kaybeden arkadaşı için Furkan yanında bitti hemen. Sakin kalmasını telkin ederek kolunu çekiştirdi. Kontrol altına almak istiyordu.
Burcu atmaya çalıştı omzundan eli. Fakat daha da kavrayıp sıkı tuttu Fikret. Bu hareketinden mütevellit yüzü ekşidi kızın.
"Hangi olaymış söyleyin bizde bilelim?" diye ortaya atıldı Burak.
"Neden anlatayım? Sizi tanımıyorum sonuçta."
Bu tavırları hepsine tiksindirici gelmekteydi. Zira her şeyi biliyordu fakat salak ayağına yatmasına pisliğinin bir göstergesiydi.
Alay ve sinir karışımı bir edayla Burcu; "Sen mi bilmiyorsun! Nefes aldırmayan sen öyle mi?" Derin bir nefes verdi. "Burak. Furkan. Lise arkadaşlarım. Ayak üstü sohbet ettik o kadar."
Burak'ın aksine Fikret gayet sakindi.
"Aa dur şimdi hatırldım. Sen şu düğünümüzde melül melül bakan kişiydin di mi?"
Her kelimesi çıldırtmaya yetiyordu. Öyle ki yumruklarını sıkıyor, parmaklarının boğumları kırpkırmızı ve pürüzlü hale geliyordu. Sonra sevdiği kızın gözlerine bakmayı tercih etti. Çözemiyordu bu bakışları. Bir yandan kurtar beni derken bir yandan da şuan sırası değil diyordu sanki. Öfkesini yutmak zorundaydı. Bariz bir şekilde şuan yerin dibine sokmayı tercih ederdi.
"Burcu'ya bu kadar düşünceli olman ne kadar da taktire şayan. Gözlerim yaşardı resmen. Öyle ki ağrıdan ayakta duracak hali yok."
"Dostluğunuz gerçekten sağlam görünüyor. Böylesini bulmak çok zor bugünlerde. Fakat dediğim gibi ufak bir vaka yaşandı. O yüzden şimdi yanımdan ayırmamaya çalışıyorum. Kendisini iyi hissetmesi için ailemle buraya gelip yazı burada geçirmeye karar verdik. Yürüyüşe çıkıcam dedi. Peşinden geldim. Bunda garipseyecek bir şey yok."
İçinden pabucuma anlat diye geçirdi. Öyle saydırıyordu ki küfürleri amel defterini bile kapatabilirdi.
"Şimdi müsadenizle biz gidelim. Dinlenmesi gerek" dedi ve daha kıza fikrini dahi sormadan tuttuğu omzundan çevirdi. Kız istemese de...
Durdurmak istedi. Kolundan çekip yanına almak istedi... Onlar arkalarını dönmüş yürürken bir adım attı kı Furkan durdurdu.
"Dur oğlum! İşleri daha fazla karıştırma. En azından teğit etmiş olduk. Söz veriyorum kurtarıcaz, kızı."
"Ya ben geç kalırsam Furkan..! Bırak! Ya adam öldürecek ya da kendi."
Heybetlendi. Adımlarını hızlandırdı. Arada bir kaç karışlık mesafe kaldı ki Fikret'in telefonunun çalmasıyla uzaklaştı. Bunu fırsat bilip koluna yapıştı.
"Benimle geliyorsun!"
"Dur dur Burak! Bekle!"
"Yine ne var!"
Bu sefer bakışları yumuşaktı. Her zamanki öfkesini kısarak bakıyordu sevdiği adama.
"Teşekkür ederim... Ama şimdi lütfen sakın ol. Şeyma'ya haber ver. Yarın gelicem. Artık toptan çözmenin vakti geldi. Söz veriyorum..."
Burak cevap vermeden önce uzun uzun gözlerinin içine baktı, içlerinde minnettarlığı görünce eli kolundan onunkisine kaydı. Avucuna bir şey tıkıştırdı.
"Tamam. Dikkat et kendine. Bir şey olursa mutlaka bana haber ver" deyip sessiz sedasız dikkat çekmeden birbirlerinden ayrıldılar.
Arkasından bakan Burcu görüşü kaybolunca elindeki kâğıdı açtı. Sızlayan genizi dalgalandı, kıyıya vuran yaşları gözlerine vurdu, taştılar çukurlarından. Kağıtta;
Luzon kanayan kalp kumrusu vardı. Altında ise şairin şu satırları yazılıydı;
𝓑𝓮𝓷 𝓼𝓮𝓷𝓲 𝓼𝓮𝓿𝓭𝓲𝓶 𝓶𝓲? 𝓢𝓮𝓿𝓭𝓲𝓶 𝓮𝓵𝓫𝓮𝓽𝓽𝓮, 𝓑𝓮𝓷𝓭𝓮𝔂𝓭𝓲 𝓸̈𝔃𝓵𝓮𝓶𝓵𝓮𝓻𝓲𝓷 𝓮𝓷 𝓴𝓸𝓻𝓴𝓾𝓷𝓬𝓾, 𝓒̧ı𝓵𝓭ı𝓻𝓭ı𝓶 𝓼𝓮𝓷 𝓷𝓮 𝓴𝓪𝓭𝓪𝓻 𝓾𝔃𝓪𝓴𝓼𝓪𝓷, 𝓐𝓼̧𝓴 𝓭𝓮𝓰̆𝓲𝓵, 𝓱𝓲𝓬̧ 𝓭𝓸𝔂𝓾𝓵𝓶𝓪𝔂𝓪𝓷 𝓫𝓲𝓻 𝓼̧𝓮𝔂𝓭𝓲 𝓫𝓾? 𝓢𝓮𝓿𝓭𝓲𝓶. 𝓨𝓪 𝓼𝓮𝓷 𝓫𝓮𝓷𝓲?
𝓞̈𝔃𝓾̈𝓻 𝓭𝓲𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶... 𝓟𝓮𝓻𝓭𝓮 𝓲𝓷𝓮𝓷 𝓰𝓸̈𝔃𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶𝓲 𝔂𝓮𝓷𝓲 𝓪𝓬̧𝓽ı𝓰̆ı𝓶 𝓲𝓬̧𝓲𝓷 𝓸̈𝔃𝓾̈𝓻 𝓭𝓲𝓵𝓮𝓻𝓲𝓶... 𝓒̧𝓸𝓴 𝔃𝓸𝓻 𝓭𝓾𝓻𝓾𝓶𝓭𝓪 𝓸𝓵𝓭𝓾𝓰̆𝓾𝓷𝓾 𝓫𝓲𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓚𝓪𝓭𝓮𝓻𝓲𝓷𝓮 𝓴𝓪𝓻𝓼̧ı 𝓰𝓮𝓵 𝓑𝓾𝓻𝓬𝓾. 𝓢𝓮𝓷 𝓼𝓲𝓷𝓲𝓻𝓲 𝓬̧ı𝓴𝓪𝓻ı𝓵ı𝓬𝓪𝓴, 𝓭𝓮𝓰̆𝓮𝓻𝓼𝓲𝔃 𝓰𝓸̈𝓻𝓾̈𝓵𝓮𝓬𝓮𝓴 𝓫𝓲𝓻 𝓲𝓷𝓼𝓪𝓷 𝓭𝓮𝓰̆𝓲𝓵𝓼𝓲𝓷... 𝓑𝓲𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶... 𝓑𝓾 𝓱ı𝓻𝓬̧ı𝓷𝓵ı𝓰̆ı𝓷 𝓼𝓪𝓷𝓪 𝔂𝓪𝓹ı𝓵𝓪𝓷𝓵𝓪𝓻 𝔂𝓾̈𝔃𝓾̈𝓷𝓭𝓮𝓷. 𝓢𝓮𝓷 𝓫𝓾 𝓭𝓮𝓰̆𝓲𝓵𝓼𝓲𝓷 𝓫𝓲𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶. 𝓢𝓮𝓷𝓭𝓮 𝓭𝓾̈𝔃𝓮𝓵𝓽𝓶𝓮𝓴 𝓲𝓼𝓽𝓲𝔂𝓸𝓻𝓼𝓾𝓷 𝓫𝓲𝓵𝓲𝔂𝓸𝓻𝓾𝓶... 𝓑𝓪𝓷𝓪 𝓫𝓲𝓻 𝓮𝓿𝓮𝓽, 𝓽𝓪𝓶𝓪𝓶 𝓭𝓮𝓶𝓮𝓷𝓮 𝓫𝓪𝓴𝓪𝓻... 𝓝𝓮𝓯𝓮𝓼𝓲𝓶𝓲 𝓼𝓮𝓷𝓲𝓷 𝔂𝓪𝓷ı𝓷𝓭𝓪 𝓪𝓵ı𝓻, 𝓬̧ı𝓴𝓪𝓻ı𝓻ı𝓶 𝓼𝓮𝓷𝓲 𝓸 𝓬𝓮𝓷𝓭𝓮𝓻𝓮𝓭𝓮𝓷. 𝓑𝓪𝓷𝓪 𝓴𝓪𝓻𝓼̧ı 𝓭𝓾𝓿𝓪𝓻 𝓸̈𝓻𝓶𝓮 𝓷𝓸𝓵𝓾𝓻... 𝓢𝓮𝓷 𝓴𝓪𝓻𝓼̧ı 𝓬̧ı𝓴𝓽ı𝓰̆ı𝓷𝓭𝓪 𝓫𝓲𝓻 𝓼̧𝓮𝔂 𝔂𝓪𝓹𝓪𝓶𝓪𝓶, 𝓫𝓾̈𝓽𝓾̈𝓷 𝓰𝓾̈𝓬𝓾̈𝓶 𝓬̧𝓮𝓴𝓲𝓵𝓲𝓻. 𝓤𝓷𝓾𝓽𝓶𝓪 𝓫𝓾𝓷𝓾; 𝓑𝓮𝓷𝓲𝓶 𝓮𝓷 𝓼𝓮𝓿𝓭𝓲𝓰̆𝓲𝓶 𝓼𝓸̈𝔃; 𝓼𝓮𝓷𝓭𝓮𝓷 𝓭𝓾𝔂𝓭𝓾𝓰̆𝓾𝓶 𝓫𝓮𝓷𝓭𝓲𝓻 𝓫𝓾𝓷𝓭𝓪𝓷 𝓼𝓸𝓷𝓻𝓪.
𝓗𝓪𝓭𝓲 𝓱𝓮𝓻 𝔃𝓪𝓶𝓪𝓷𝓴𝓲 𝓰𝓲𝓫𝓲 𝓼𝓸𝓷 𝓴𝓮𝔃 𝓬𝓮𝓼𝓪𝓻𝓮𝓽 𝓰𝓸̈𝓼𝓽𝓮𝓻. 𝓢𝓸𝓷𝓻𝓪 𝓱𝓮𝓻 𝓼̧𝓮𝔂𝓲 𝓫𝓪𝓷𝓪 𝓫ı𝓻𝓪𝓴...
𝓨𝓮𝓹𝔂𝓮𝓷𝓲 𝓱𝓪𝔂𝓪𝓽𝓪 𝓫𝓪𝓼̧𝓵𝓪𝔂𝓪𝓵ı𝓶. 𝓢𝓮𝓷, 𝓫𝓮𝓷, 𝓸𝓰̆𝓵𝓾𝓶𝓾𝔃...
|
0% |