@hayat_belirtisi34
|
•Ne içindeyim zamanın,
•Ne de büsbütün dışında,
•Yekpare, geniş bir anın,
•Parçalanmaz akışında.
~AHMET HAMDİ TANPINAR~
21.30 civarı.
Kuzey hattından yükselen ilk patlama sessizliği yaran bir çığlık gibiydi...
İHA'ların yaptığı habersiz bu şenlik karşı tarafta ilikleri sömürecek korku yaşatmıştı.
Elindeki krisi temizlemekle meşgul olan Ferhan patlama sesi ile istifini bozmadan sakince gözlerini kaldırır...
Terörist, ilk bakışta tahmin edilenden çok farklı görünüyordu. Adı Ferhan. Sıradan bir yüzü vardı; düzgün kesilmiş siyah saçları, sakalsız yüzü ve ince yapılı kaşlarıyla, dışarıdan bakan biri onu sıradan bir genç sanabilirdi. Ama gözlerindeki o soğuk parıltı, insana tarif edilmez bir huzursuzluk veriyordu. Bakışları, adeta ruhunuza işleyen keskin bir bıçak gibiydi. Sinir bozucu derecede sakin, neredeyse kayıtsız bir duruşu vardı.
Ferhan’ın yüzündeki soğuk gülümseme, onun maskesi gibiydi. Dudaklarının kenarında belli belirsiz beliren o kibirli ifade, karşısındakiyle alay eden bir tonda duruyordu. Kendinden emin adımlarla ilerlerken, sanki her şeyi kontrol ediyormuş gibi bir havası vardı. Konuşurken sesi yumuşak ve melodikti, ama bu yumuşaklık altında zehirli bir alay gizliydi. Her kelimesi, karşısındakinin sabrını zorlayan bir sinsilikle süslüydü.
Ferhan’ın bu sıradan görüntüsü, insanın içini kemiren bir huzursuzluk yaratıyordu. Onunla yüzleşen biri, bu düzgün dış görünüşün altında ne kadar karanlık bir ruh yattığını hemen hissedebilirdi. İşte onu tehlikeli kılan da buydu: Güven uyandıran ama aynı zamanda ürpertici derecede soğuk olan bu çift yönlü kişiliği. Sanki her an, masum bir gülümsemenin ardından ölümcül bir hamle yapacakmış gibi.
Ardından çığlıklar yükseldi.
"Çabukk geldiler geldiler. Toplanın toplanın!!!"
Zaten bunlara tahammülü olmayan Ferhan bu sığır sürüsünün mallığına derin bir iç geçirdi.
"Bir işi de düzgün yapsanız şaşarım zaten" diye söyleniverdi kendine.
Kapı gümbürtüyle açıldı.
"Ferhan! Ferhan! Geldiler. Türk askeri geldi. Hemen buradan çıkmamız lazım. Hazırlıksız yakalandık" dedi orta yaşlarda birisi.
"Ahhh ahmaklar! Gelip sizi **** haberiniz olmayacak. Avel avel dolaşacağınıza okula geçin!!! Köylüleri kullanın. Beyinsizler!!!"
"Ne zırvalıyorsun be! Ölücez sen okul, bir kaç leşi mi diyorsun!!"
"Bütün çaba boşuna gidecek. Her türlü gebericez. Ha Türk askerinin elinde ha Demir Şahin'in. Hangisinin elinde ölmek istersin!!!"
"Doğru doğru. Çocuklar. Onlar için dikkat dağıtyorlar. Boşaltacaklar orayı."
"Hah. Nasıl becerdin. Milyon köşeli olmayan beyninle mantıklı düşündün. Okulun canı cehenneme! Çocukları özellikle istedi. Onları oradan çıkarıcaz. Hemen!!!"
Ona kıyasla b*** batmış adam hemen odadan yanından çıktı. Kendi ise tabanca ve tüfeğini yanına alıp odadan hızla çıktı. Bu sırada patlamalar halen devam ediyordu.
(Bizimkiler)
Kunguz timi ellerindeki navigasyonlar ile kaçabilen fareleri yokluyordu. Hava kuvvetlerinden gelen her haberi, bildiriyi takip ediyorlardı. İHA'lar kuzeyi tozu dumana katıp dursun onlar çoktan JÖH ile doğudaki tuzakları yok etmiş şimdi ise kuzeyde her ihtimale karşı köylülerin yanında duruyorlardı.
"Binbaşı Arif!"
"Dinlemede."
"Komutanım hedef başarıyla yerine getirilmiştir. Yalnız..."
"Batıya doğru gidiyorlar farkındayım. Siz yine de yoklamaya devam edin teğmen Ali."
Frekans başka yöne geçti.
"Kunguz timi?"
"Dinlemede."
"Doğu hattı sakin. Her ihtimale karşı hazırız."
"Güzel. Anlaşıldı."
Binbaşı telsizini üniformasına yerleştirdi.
"Hadi onlara güzel bir karşılama hazırlayalım."
Dudak altı gülüşle sırıtır Kemal.
"Emredersiniz komutanım."
(O sırada Kartal timi - 1 saat sonra)
"Bu a**** k**** okulun kaç girişi var?" dedi Furkan. Her tarafta bir delik. Kaçıncı sıktığımız kapı bu. Labirent gibi. Ne gerek var bu kadar tantanaya."
"Hahah kardeşim sakin ol. Buluruz"
Onun bu siniri daha da keyiflendiriyordu Hüseyin'i.
"Özel odalara özel giriş... Çoğu yer normal basit kilitler, her türlü açarım" dedi Mustafa. "Yoksa biz başka yerde mi arıyoruz onları. Geçitler de değil de bu odalarda olmasınlar komıtanım."
Okul kuzey tarafı için boşalmıştı. Baskını haber alanlar buraya yönlendiriliyordu ve en son teknolojiye rağmen halen daha çocukları bulamamışlardı. Ömer'in dediği geçit ise çıkmaz sokak gibi sonradan kapatılmış, geçidin içine duvar örülmüştü. Ve yüzbaşının sinir katsayıları giderek artıyordu. Şuan tek en son ihtiyacı olmayacak şey nefretti. Öfkeli deriin bir nefes verdi. Yorulmuşlardı.
"Hssss Şeytan diyor uğraşma direk kurunun yanında yaş da yansın. Haklı olabilirsin Mustafa. Sen, Fırat, Hüseyin, Ece vıp odalara ayrılın. Biz de diğer yerleri yoklamaya devam edelim. Bağlantıyı koparmayalım. Sık sık malumat verin."
Ne tuhaftır ki Hüseyin ne kadar dalgaya alsada içini mergene gibi sıkıyorlardı sanki. Bu görev başlamış başlayalı hiç memnun değildi ve şimdi hoşnutsuzluğu daha da artıyordu. Şeyma yine de sesini çıkarmadı. Hepsi birlikte;
"Emredersiniz komutanım" diyerek yanlarından ayrıldılar.
Haluk bey meslektaşlarının yanında hepsini koordine edecekti.
Ömer planlanıldığı gibi muhtarın yanında onlara emanet edilmişti.
Şuan tek sevinecekleri şey Bozkurt timinin işini kusursuz halletmesiydi.
"O değilde komutanım, bu binanın sırf eğitim için verilmediğini teğit ettik gerçekten. Baksanıza. Her gizli köşeye gemi mürettebatı koyulmuş" dedi Göktuğ.
"Hiç bir yolcu gemisinde mürettebat taşınmaz. Ya bunları yolluyor ya da geliyor" dedi Yahya.
"Demir Şahinn. Az kaldı" dedi Şeyma.
**(Kartal Timi - VIP Odalar)**
Hüseyin, Mustafa, Fırat ve Ece VIP odalarının bulunduğu kata doğru ilerliyordu. Koridorun sonunda parlak, geniş bir kapı dikkatlerini çekti. Kapının üzerindeki dijital kilit, güçlü bir güvenlik sistemi olduğunu belli ediyordu.
"Komutanım, bu kilidi açabilir misin?" diye sordu Hüseyin, gözlerini kapıdan ayırmadan.
Mustafa, kilide yaklaştı ve ekipmanını hazırladı. "Bir kaç dakika verin bana," dedi, parmakları hızla cihazlar üzerinde dans ederken. Birkaç dakika içinde kapı açıldı ve içeri girdiler.
VIP odalarına girdiklerinde içerinin şaşırtıcı derecede lüks olduğunu fark ettiler. Oda tamamen sessizdi, ancak içeride bir şeylerin yanlış olduğu hissi hepsini tedirgin ediyordu. Mustafa odanın ortasında duran masaya yaklaştı ve masanın üzerindeki dosyalara göz attı.
"Evet, burası boşuna korunmamış," dedi, dosyalardan birini eline alarak. "Burada saklanan bir şeyler var."
O sırada Hüseyin, odanın bir köşesinde tuhaf bir girinti fark etti. Duvarda hafif bir çıkıntı, bir tür gizli bölme olduğunu düşündürüyordu. Hüseyin elleriyle duvarı yokladı ve gizli bir düğmeye bastığında duvarın bir kısmı yavaşça açıldı. Arkasında dar bir geçit görünüyordu.
"İşte bu, burası tam da aradığımız yer," dedi Hüseyin heyecanla. Fırat;
Ece sen önden geç, siz de benle birlikte arkayı koruyun. Hadi."
Geçit karanlık ve dar olmasına rağmen, grup hiç tereddüt etmeden ilerledi. Her adımda dikkat kesilmişlerdi. Neredeyse nefes almayı bile bırakmışlardı. Geçidin sonuna geldiklerinde küçük bir odaya açıldılar. Oda tamamen bozulmamıştı ve içindeki tüm eşyalar yerli yerindeydi. Ama odanın tam ortasında duran bilgisayar terminali herkesin dikkatini çekmişti.
Mustafa, terminale yaklaşarak cihazı inceledi. "Burada önemli bir şeyler saklanmış olabilir," dedi ve bilgisayarın ekranını açtı. Ekranda şifreli dosyalar ve iletişim kayıtları görünüyordu. Fırat yanına yaklaştı. Gözleri parlayıp dudakları kıvrıldı. Çünkü şirket ile ilgili bulamafığı aytıntı bilgilerin bir kaçı buradayduı. Ve yüzbaşına dosyayı atarken içerisine ekleyememişti. Büyük bir sevinçle;
"Bu bilgiler bir servet değerinde" dedi Fırat, gözleri ekrana kilitlenmiş halde.
"Eğer burası gerçekten bu kadar önemliyse, birilerinin gelmesi çok uzun sürmez komutanım," dedi Hüseyin. "Hemen buradan çıkmalıyız. Verileri kopyalayıp anında merkeze gönderelim."
**(Bu sırada Kunguz Timi) **
Kuzeydeki köyde sabırla bekleyen Kunguz Timi, birden bire telsizden gelen sesle irkildi.
"Binbaşı Arif! Batıdan yaklaşan hedefleri tespit ettik. Silahlı bir grup, köyün batısına doğru yaklaşıyor. Yaklaşık 15 kişilik bir ekip. Köylülerin bulunduğu yere çok yakın. Dikkat."
"Anlaşıldı Ali. Pozisyonunuzu koruyun ve temas sağlayana kadar bekleyin," dedi Arif. "Kemal, harekete geçiyoruz. Herkes yerini alsın. Hedefler geliyor."
Kunguz Timi hızla pozisyon aldı. Köyün etrafı artık bir savaş alanına dönmek üzereydi. Gelen grup farkında olmadan tuzağın içine doğru yürüyordu.
"Bu sefer kaçacak yerleri yok," dedi Kemal, dudaklarının kenarında yine o tanıdık gülümseme ile.
Savaşın ilk sesi, kuzey rüzgarıyla birlikte köyün üzerine çöktü.
Kuzeydeki köy, bir an için ölüm sessizliğine büründü. Ardından, gökyüzünde hızla süzülen bir İHA'nın sesi duyuldu. Kunguz Timi'nin üzerindeki baskı artmıştı, ama Binbaşı Arif'in sakinliği her zamanki gibiydi.
"Ali, İHA'dan gelen görüntüyü takip et. Hedefler yaklaşırken bir kaçış planı yapmaları ihtimaline karşı dikkatli olmalıyız," diye emretti Arif.
Teğmen Ali hemen geri bildirimde bulundu, "Komutanım, hedefler köyün kuzeydoğusuna yaklaşıyor. Görüntülerde ağır silahlı oldukları görülüyor. İHA'nın ısıl sensörleri onlara odaklandı, her adımlarını izliyoruz."
Arif, planını uygulama zamanının geldiğini biliyordu. Telsizden emirlerini ardı ardına verdi. "Kemal, Yiğit'le timi de al. Birlikte kuzeydoğuya doğru yönelin. Hedefleri karşılayın ama ateş etmeyin, onları daha içeri çekmemiz gerekiyor. Herkes tuzak pozisyonuna geçsin."
Kemal hızlıca harekete geçti, Yiğit de onun arkasında ilerliyordu. İkisi de kendilerine güvenli bir siper buldu ve gözlerini düşmanın hareketlerine dikti. Gözleri köyün dışında beliren figürlere odaklandı.
"Bu sefer yanlış yerdeler," dedi Kemal alçak bir sesle. "Bize doğru geldiklerini biliyorlar ama neyin içine düştüklerinin farkında değiller."
Yiğit hafifçe başını salladı, gözleri hedeflerinden bir an bile ayrılmadı. "Geldiklerinde elimizde olacaklar."
Hedefler köye daha da yaklaştıkça, Kunguz Timi’nin kurduğu tuzaklar devreye girmeye başladı. Sessizce tetikte bekleyen ekip, düşmanın en savunmasız anını kolluyordu. Birkaç dakika sonra, köyün içlerine doğru ilerlemeye başlayan ilk grup, tuzaklardan birine bastığında patlama sesi duyuldu. Patlama, düşman grubunu anında kaosa sürükledi.
"İşte bu!" diye bağırdı Kemal. "Şimdi onları sıkıştırıyoruz!"
Binbaşı Arif telsizden seslendi, "Herkes pozisyonunu korusun! Düşmanın hareketlerini kontrol edin. Gerektiğinde ateş serbest!"
**(Kartal Timi - Gizli Oda)**
Bu sırada Hüseyin, Mustafa, Fırat ve Ece, gizli odada karşılarına çıkan verileri incelemeye devam ediyorlardı. Hüseyin, Mustafa'ya dönüp, "Verileri alabildin mi?" diye sordu.
Mustafa hızlıca başını salladı, "Kopyalıyorum ama bu iş biraz zaman alacak. Dosyalar çok büyük ve iyi korunmuş."
Ece, odanın dışında bir ses duyduğunda dikkat kesildi. "Birileri geliyor," dedi fısıldayarak. "Hızlı olmalıyız."
Fırat kapının yanında siper almıştı. Hüseyin ve Ece de hazır vaziyette idiler.
Mustafa kopyalama işlemini hızlandırdı, ancak veri aktarımı hala bitmemişti. "Biraz daha zaman lazım," dedi gergin bir şekilde. "Neredeyse tamam."
Kapının arkasından ayak sesleri geliyordu ve ekip artık tehlikenin kapıda olduğunu hissediyordu. Hüseyin, derin bir nefes aldı ve elini telsizine götürdü.
"Komutanım, burada işler karışıyor. Hemen geri çekilmemiz gerekebilir," diye bildirdi.
Şeyma'nın sesi telsizden geldi. "Veriyi alabildiniz mi?"
"Henüz değil, birkaç saniye daha," dedi Mustafa.
Tam o anda kapı aniden açıldı. Hepsi görünmeyecek şekilde saklandı. İçeri giren silahlı iki adam, odayı tararken şüpheyle etrafa baktı. Hüseyin, ilk anda fark edilmeden hızlıca adamların üzerine atıldı ve onları etkisiz hale getirdi. Ancak bu sırada adamlar gürültü çıkarmıştı. Odanın dışında daha fazla ses gelmeye başladı.
"Artık vakit kalmadı, çıkıyoruz!" diye emretti Fırat. Mustafa hızlıca veri kopyalamayı tamamladı ve ekip hızla odadan dışarı çıktı.
Koridor boyunca kaçarken, aralarındaki iletişim kopmamıştı. Fırat ve Hüseyin önde, Ece arka korumadaydı. Koşan kişilere aman vermiyor direk etkisiz hale getiriyorlardı. Mustafa, elindeki USB yi sımsıkı tutuyordu, çünkü elde ettikleri veriler çok önemliydi.
**(Köy Savaş Alanı )**
Köydeki çatışma tüm şiddetiyle devam ediyordu. Kunguz Timi'nin tuzakları ve stratejik hareketleri, düşmanı köşeye sıkıştırmıştı. Fakat bu durumun kısa sürmeyeceğini biliyorlardı; düşman destek kuvvetleri her an gelebilirdi.
"Ali, düşmanın yeni bir hareketi var mı?" diye sordu Arif, gözlerini ufuktan ayırmadan.
"Komutanım, batıdan yaklaşan başka bir grup daha var, sayıları artıyor," dedi Ali telaşla.
"Anlaşıldı, geri çekilme planını devreye sokuyoruz. Gölgesiz dağına çekiliyoruzz! Tüm timler, hedefleri mümkün olan en kısa sürede etkisiz hale getirin ve belirlenen çıkış noktasına doğru hareket edin," dedi Arif.
Kemal ve tim, hızla düşmana doğru bir baskı kurarak geri çekilmeye başladılar. Telsizden gelen emirlerle tüm tim, köyün çıkışına doğru geri çekilmeye başladı. Köyde bıraktıkları tuzaklar düşmanı oyalamak için yeterliydi. Ancak, kaçışları o kadar kolay olmayacaktı.
Kunguz Timi köyün çıkışına ulaşmadan önce düşman takviye kuvvetleri köyün her iki yanından sıkıştırmaya başladı. Çatışma daha da şiddetlendi.
"Buradan sağ çıkmak için planı değiştirmemiz gerekebilir," dedi Arif, gözleri ciddiyetle daralan alanda.
Tam o sırada, uzaklarda bir helikopter sesi duyuldu. Havadan gelen destek, Kunguz Timi'nin kurtuluş umudu olabilirdi.
"Helikopter bizim mi?" diye sordu Yiğit, gözleriyle gökyüzünü tararken.
"Umarım öyledir," dedi Arif, telsizden kontrol etmeye çalışarak. "Herkes dikkatli olsun, desteğimiz gelmiş olabilir."
Helikopter, gökyüzünde hızla köyün üzerinde belirirken, Arif telsizden emir verdi. "Herkes toparlanın, helikopterle çıkış yapacağız. Düşman pozisyonlarına ateş açın ve geride kalanları toplayın!"
Kunguz Timi, düşman baskısına rağmen koordineli bir şekilde hareket etmeye devam etti. Helikopter köyün merkezine yaklaştığında, tim üyeleri hızla belirlenen alana yöneldi. Çatışma şiddetini artırmış olsa da helikopterin yardımıyla çıkış planları hızla devreye sokuldu.
Helikopter yere iyice yaklaşırken, Kunguz Timi üyeleri sırayla binmeye başladı. Arif, ekibinin tam güvenliğini sağladığından emin olduktan sonra kendisi de helikoptere bindi. Helikopter yerden yükselirken, geride bıraktıkları köydeki çatışmalar hala devam ediyordu, ancak artık güvenli bir mesafedeydiler.
Jandarma komandoları ile menzilden atış yapıyor tek tek etkisiz hale getiriyorlardı.
Kuzeydeki köy, bir an için ölüm sessizliğine büründü. Ardından, gökyüzünde hızla süzülen bir İHA'nın sesi duyuldu. Kunguz Timi'nin üzerindeki baskı artmıştı, ama Binbaşı Arif'in sakinliği her zamanki gibiydi.
"Ali, İHA'dan gelen görüntüyü takip et. Hedefler yaklaşırken bir kaçış planı yapmaları ihtimaline karşı dikkatli olmalıyız," diye emretti Arif.
Teğmen Ali hemen geri bildirimde bulundu, "Komutanım, hedefler köyün kuzeydoğusuna yaklaşıyor. Görüntülerde ağır silahlı oldukları görülüyor. İHA'nın ısıl sensörleri onlara odaklandı, her adımlarını izliyoruz."
Arif, planını uygulama zamanının geldiğini biliyordu. Telsizden emirlerini ardı ardına verdi. "Kemal, Yiğit'le birlikte kuzeydoğuya doğru yönelin. Hedefleri karşılayın ama ateş etmeyin, onları daha içeri çekmemiz gerekiyor. Herkes tuzak pozisyonuna geçsin."
Kemal hızlıca harekete geçti, Yiğit te onun arkasında ilerliyordu. İkisi de kendilerine güvenli bir siper buldu ve gözlerini düşmanın hareketlerine dikti. Gözleri köyün dışında beliren figürlere odaklandı.
"Bu sefer yanlış yerdeler," dedi Kemal alçak bir sesle. "Bize doğru geldiklerini biliyorlar ama neyin içine düştüklerinin farkında değiller."
Yiğit hafifçe başını salladı, gözleri hedeflerinden bir an bile ayrılmadı. "Geldiklerinde elimizde olacaklar."
Hedefler köye daha da yaklaştıkça, Kunguz Timi’nin kurduğu tuzaklar devreye girmeye başladı. Sessizce tetikte bekleyen ekip, düşmanın en savunmasız anını kolluyordu. Birkaç dakika sonra, köyün içlerine doğru ilerlemeye başlayan ilk grup, tuzaklardan birine bastığında patlama sesi duyuldu. Patlama, düşman grubunu anında kaosa sürükledi.
"İşte bu!" diye bağırdı Kemal. "Şimdi onları sıkıştırıyoruz!"
Binbaşı Arif telsizden seslendi, "Herkes pozisyonunu korusun! Düşmanın hareketlerini kontrol edin. Gerektiğinde ateş serbest!"
**(Kartal Timi - Gizli Oda)**
Bu sırada Hüseyin, Mustafa, Fırat ve Ece, gizli odada karşılarına çıkan verileri incelemeye devam ediyorlardı. Hüseyin, Mustafa'ya dönüp, "Verileri alabildin mi?" diye sordu.
Mustafa hızlıca başını salladı, "Kopyalıyorum ama bu iş biraz zaman alacak. Dosyalar çok büyük ve iyi korunmuş."
Ece, odanın dışında bir ses duyduğunda dikkat kesildi. "Birileri geliyor," dedi fısıldayarak. "Hızlı olmalıyız."
Fırat kapının yanında siper almıştı. "Hüseyin, hemen buradan çıkmamız lazım. Eğer birileri bizi burada yakalarsa işimiz biter."
Mustafa kopyalama işlemini hızlandırdı, ancak veri aktarımı hala bitmemişti. "Biraz daha zaman lazım," dedi gergin bir şekilde. "Neredeyse tamam."
Kapının arkasından ayak sesleri geliyordu ve ekip artık tehlikenin kapıda olduğunu hissediyordu. Hüseyin, derin bir nefes aldı ve elini telsizine götürdü.
"Komutanım, burada işler karışıyor. Hemen geri çekilmemiz gerekebilir," diye bildirdi.
Şeyma'nın sesi telsizden geldi. "Veriyi alabildiniz mi?"
"Henüz değil, birkaç saniye daha," dedi Mustafa.
Tam o anda kapı aniden açıldı. İçeri giren silahlı iki adam, odayı tararken şüpheyle etrafa baktı. Hüseyin, ilk anda fark edilmeden hızlıca adamların üzerine atıldı ve onları etkisiz hale getirdi. Ancak bu sırada adamlar gürültü çıkarmıştı. Odanın dışında daha fazla ses gelmeye başladı.
"Artık vakit kalmadı, çıkıyoruz!" diye emretti Hüseyin. Mustafa hızlıca veri kopyalamayı tamamladı ve ekip hızla odadan dışarı çıktı.
Koridor boyunca kaçarken, aralarındaki iletişim kopmamıştı. Fırat önde, Ece arka korumadaydı. Mustafa, elindeki cihazı sımsıkı tutuyordu, çünkü elde ettikleri veriler çok önemliydi.
**(Köy Savaş Alanı - Final Yaklaşıyor)**
Köydeki çatışma tüm şiddetiyle devam ediyordu. Kunguz Timi'nin tuzakları ve stratejik hareketleri, düşmanı köşeye sıkıştırmıştı. Fakat bu durumun kısa sürmeyeceğini biliyorlardı; düşman destek kuvvetleri her an gelebilirdi.
"Ali, düşmanın yeni bir hareketi var mı?" diye sordu Arif, gözlerini ufuktan ayırmadan.
"Komutanım, batıdan yaklaşan başka bir grup daha var, sayıları artıyor," dedi Ali telaşla.
O sırada Binbaşı Serhat ve Arif'in kulakkıklarında birinin sesi duyulur.
"Binbaşı Arif ve Serhat timlerinizi Gölgesiz dağına çekin. Ankalar, İHA'lar güzergahınızı güneye çevirin" der Albay Haluk.
"Anlaşıldı, geri çekilme planını devreye sokuyoruz. Tüm timler, hedefleri mümkün olan en kısa sürede etkisiz hale getirin ve belirlenen çıkış noktasına doğru hareket edin," dedi Arif.
Kemal ve tim, hızla düşmana doğru bir baskı kurarak geri çekilmeye başladılar. Telsizden gelen emirlerle tüm tim, köyün çıkışına doğru geri çekilmeye başladı. Köyde bıraktıkları tuzaklar düşmanı oyalamak için yeterliydi. Ancak, kaçışları o kadar kolay olmayacaktı.
Kunguz Timi köyün çıkışına ulaşmadan önce düşman takviye kuvvetleri köyün her iki yanından sıkıştırmaya başladı. Çatışma daha da şiddetlendi.
Maskesinin altından alnına beyaz saçları düşen biri bağırdı;
"Vazgeçin artık! Çocukları asla alamayacaksınız! İşiniz bitti."
Bu bağıran Rafet'ti. Evet.
Bir avuç hergelenin sözde küçük ağasıydı. Eşkiyaydı.
Onun sesini tanıyamayan Arif yine de sinirlendi.
"Görürsün şimdi. Nasıl ebenizi tersten göreceksiniz."
Avını çeken aslan misali fark etmeden geri çekildiler.
Onun timinden yaralanalara rağmen vazgeçmemişlerdi. Sonunda Gölgesiz dağının gizli eteklerinde kamuflaj oldular.
Aptal Rafet ve sürüsü etraflarına deli danalar gibi bakınmaya başladı. En sonunda saftirik sesi duyuldu.
"Ne oldu komutan hee! TSK'nın bütün gücü bu mu? Hadi gel senle bir oyun oynayalım. ELMA DEERRSEMM ÇIKK ARMUT DERSEMM YİNE ÇIKKK!
ARMUUTTT!"
Kahkahasını bitirmesini kalmadan gecenin ıssız sessizliğinde TSK hava kuvvetlerinin sesi duyuldu.
Piiiiiuvvvvvv!!!!
Ve peş peşe düşen füzeler....
GÜM GÜM GÜM!!!
Acı çığlıklarına bile fırsat kalmamış operasyonun bu kısmı başarıyla tamamlanmıştı...
-GECE 1:50 SULARI-
(Kartal timi- Çocukların yerini bulma)
Bu sırada Şeyma, her odanın kapısını tek tek kontrol ediyordu. Ancak içindeki huzursuzluk artıyordu. Ekip, aralarındaki frekansı sık sık kontrol ediyor, birbirleriyle sürekli iletişimde kalıyordu. Zaman ilerledikçe baskı daha da artıyordu. Sonunda, en üst katta koridorun sonundaki büyük, ağır bir kapıya geldiler. Diğerlerinden farklıydı; üzerinde eski, aşınmış bir kilit vardı.
"Bu kapı diğerlerinden farklı," dedi Mustafa, kilidi dikkatle incelerken. "Neden bu diğerlerinden eski."
Şeyma, kapıya yaklaşarak kilidi kontrol etti. "Mustafa, bu kapıyı açabilir misin?"
Mustafa başını sallayarak, cebinden bir maymuncuk çıkardı. "Bu çocuk oyuncağı." Hızlıca kilidi açtı ve kapıyı yavaşça araladı.
İçeride karanlık bir oda vardı, ancak derinlerden gelen hafif bir nefes sesi duyuluyordu. Hüseyin önde yürüyerek içeri girdi ve el fenerini açtı. Fenerin ışığı odanın köşelerine yayıldı ve gözleri korku dolu birkaç çocuğun üzerine düştü.
"İşte buradalar!" diye mırıldandı Hüseyin, diğerlerine seslenirken. Çocuklar, ışığın etkisiyle ürkmüş, birbirlerine sarılmış haldeydiler. Hüseyin, sesini yumuşatarak konuştu, "Korkmayın, biz sizi kurtarmaya geldik." Yahya;
"Oyh kurban olduklarım. Bu sabilerin haline bak."
İçlerinden birisi yüzbaşının amblemine dikti gözlerini. Ardından ise sevince döndü bakışları.
"Siz... siz... Ömer... Ömer sözünü tuttu."
Çocukların gözlerinde bir an için umut ışığı parladı, ama hala korku içinde titriyorlardı. Şeyma hemen yanlarına geldi ve diz çökerek onlara yaklaştı. "Artık güvendesiniz, çocuklar. Sizi buradan çıkaracağız. Hepinizi evinize götüreceğiz."
Bir çocuk titrek bir sesle, "Gerçekten mi?" diye sordu.
Şeyma, çocuğun saçını okşayarak, "Evet, gerçekten. Hepinizi güvenli bir yere götüreceğiz," diye cevap verdi.
Bu sırada Furkan ve Mustafa, odanın diğer köşelerini kontrol ederken, başka çocukların olup olmadığını araştırıyordu. Hepsi bir arada olduklarından emin olduktan sonra, Şeyma hızlıca ekibi organize etti. "Mustafa, geçitleri hazırla. Çocukları güvenle dışarı çıkaracağız. Diğerleri, çevreyi koruma altına alın."
Fırat, odayı dikkatle inceledi ve "Bu odayı iyi seçmişler, dışarıdan pek fark edilmiyor," dedi. "Ama biz bulduk. Şimdi onları güvende tutmalıyız."
Hüseyin, Şeyma’ya bakarak, "Sana güveniyorum. Hadi, onları buradan çıkaralım," dedi.
Şeyma başını sallayarak, "Tamam, herkes dikkatli olsun. Her an bir pusu olabilir."
Bu sırada bir başka çocuk, Ece'ye yaklaştı ve elini çekingen bir şekilde uzattı. "Bizi gerçekten kurtaracak mısınız?"
Ece, çocuğun elini nazikçe tuttu ve gözlerinin içine baktı. "Sizi buradan çıkaracağız. Korkmanıza gerek yok. Hepinizi güvenli bir yere götüreceğiz."
Çocuk hafifçe gülümsedi ve Ece’nin elini sıkıca tuttu. Bu küçük jest, Hüseyin’in kararlılığını daha da artırdı. Oda içindeki gerginlik yerini bir nebze umut dolu bir atmosfere bırakmıştı.
Furkan, odanın girişinde tetikte beklerken Şeyma’ya döndü, "Komutanım, bu çocuklar o kadar korkmuş ki, çıkışta karşılaşabileceğimiz her türlü tehlikeye hazırlıklı olmalıyız."
Şeyma, derin bir nefes alarak Furkan'a baktı. "Haklısın. Ama biz de buradayız ve onları koruyacağız. Şimdi harekete geçme zamanı."
Ekip, çocukları özenle geçide yönlendirmeye başladı. Herkes birbirine destek veriyor, en ufak bir detay bile gözden kaçmıyordu. Çocukların gözlerindeki korku yerini umuda bırakırken, Kartal Timi de görevlerinin son aşamasına gelmenin getirdiği kararlılıkla hareket ediyordu.
**(Kaçış - Geçitler)**
Çocuklar ve Kartal Timi, binanın gizli geçitlerinden geçerek hızla ilerlemeye başladılar. Geçitler karanlık, dar ve labirent gibiydi, ama ekip kararlıydı. Geçidin sonunda, Jandarma Kışlası’nın ışıkları belirdiğinde herkes derin bir nefes aldı. Ancak bu rahatlama kısa sürdü.
Şeyma, geçitten çıkan son kişi olacaktı. Tam çocukları kışlaya geçirirken, geçidin kapıları aniden kapanmaya başladı ve etraflarında silahlı adamlar belirdi. Tuzak kurulmuştu
**(Çocukları Bulma ve Kaçış Kısmı)**
Kartal Timi, VIP odalarının birinde nihayet çocukları bulmuştu. Hüseyin odanın köşesine saklanmış çocukları gördü. "Komutanım, burada üç çocuk daha var!" diye seslendi.
Şeyma hızla Furkan'ın yanına geldi. "Hepsini buradan çıkarmalıyız," dedi kararlı bir şekilde. "Geçitleri kullanarak jandarma kışlasına ulaşabiliriz."
Çocukları topladılar ve sessizce geçitlere doğru ilerlemeye başladılar. Her adımda kalpleri daha hızlı atıyordu. Kışlaya ulaştıklarında bir an rahatladılar, ama tam kendileri geçitten çıkacakken işler tersine döndü.
Şeyma geçitten son çıkarken, duvarın birden kapanmaya başladığını fark etti. Bina sallanmaya başladı, taşlar yerinden oynadı. Şeyma hızla arkasına baktı ve geçidin kapanmaya başladığını gördü.
"Şeyma! Çabuk, duvar kapanıyor!" diye bağırdı Hüseyin, ona doğru koşarak. Tam o anda Hüseyin, hızla atılarak Şeyma’nın yanına geçti. Eğer o an hareket etmeseydi, duvarın arasında sıkışıp kalabilirlerdi.
Geçit tamamen kapandığında, Şeyma ve Hüseyin tuzağa düşmüş gibi orada kaldılar. Tam o sırada Ferhan belirdi. Yüzünde hafif bir sırıtış vardı.
"Hoh, siz de mi buradaydınız? Görünüşe göre biraz geç kaldık," dedi Ferhan alaycı bir tavırla. Nefes nefese kalmış vaziyeti acele ettiklerinin belirtisiydi. Yanında ise bir kaç adamı ile gelmişti.
"O patronuna söyle bedellerini çok ağır ödeyecek" dedi Hüseyin.
Sırıtışı suratına yayıldı Ferhan'ın.
"Sizin onunla ne gibi bir bağlantınız olabilir ki? Zira o sadece kullanacağı kişilere iilişir. Planı dışındaki şahıs ve olaylar onun zerre umurunda değil"
"Bakıyorum da onunla fazla münasebette bulunmuşsun ve gayet iyi tanıyorsun. Yoksa en çok sevdiği oyuncağı sen misin ha?"
Şeyma'nın bu alaycı sözü kahkahasını söndürdü. Dudakları sinirli bir tavır aldı. Fakat belli etmemeye çalıştı. Yine sesi alaylı çıkıyordu. Sanki korkusunu bu şekil gizliyormuş gibi.
"Aayh şimdi olacak iş mi? Çocukları da aldınız? İşin yoksa şimdi yenilerini bul."
"Ne zırvalıyorsun sen be!" dedi Hüseyin. Hiç bu kadar ciddi bir tavra büründüğü görülmemişti.
Şeyma ve Hüseyin, geçidin kapanmasından sonra tuzağa düştüklerini anladılar. Bina sallanmaya devam ederken, ellerindeki telsizlerle timlerle iletişim kurmaya çalıştılar, ancak hiçbir sinyal alamadılar. Tam bu sırada Ferhan, soğukkanlı bir ifadeyle onlara doğru yaklaştı. Yüzü ne kadar alaylı olsada bu durumdan hoşnut olmadığı belliydi.
" Booşuuna uğraşşmayın. Olağan dışı bir durumdayız," dedi Ferhan, Şeyma ve Hüseyin’e bakarak. "Bu bina kendini yok etme devriyesine girdi. İlk önce geçitler yıkılacak, sonra tamamen bina çökecek. Sizin timiniz ve o çocuklar, hepsi tehlikede."
Şeyma’nın gözleri öfkeyle parladı. "Bu nasıl bir oyun, Ferhan? Hepsini göz göre göre ölüme mi göndereceksin?"
Ferhan, alaycı bir gülümseme ile karşılık verdi. "Siz de öyle düşündünüz. Ama oyun burada bitiyor."
Hüseyin, Ferhan’a karşı daha da öfkelendi. "Bunu yapmana izin vermeyeceğiz!" dedi kararlı bir sesle.
Bina hala sallanmaya devam ediyordu.Tam bu sırada sallantı birden durdu. Hepsi şaşkınlık içinde ne olduğunu anlamaya çalışırken, Ferhan bir anlık duraksadı.
"Ne oluyor be!" dedi.
Şeyma ne olduğunu hemen anlamıştı. Eğer bina kendini devreye sokuyorsa bunu durduracak kişi Mustafa olmalıydı. Yüzüne sırıtış yayıldı.
"Eben oluyor Ferhan!!! Birazdan beyaz ışığı görürsen şaşırma."
Ferhan, bir an için namlusunu havaya kaldırdı ve soğukkanlı bir şekilde, "Madem böyle gebereceğiz, sizi de yanımda götüreyim," dedi.
Ancak Hüseyin, kıvrak bir manevra ile Ferhan’ın çenesine vurup dengesini bozduktan sonra silahı elinden aldı. Ardından Ferhan’ın kolunu dirseğinden öne doğru büküp kırdı. Ferhan acıyla yere yığıldı.
O sırada Şeyma, çevrelerine toplanan birkaç kişiyi etkisiz hale getirmeye çalışıyordu.
Onlar kendisine silah uzatamadan hemen eğildi, uzunca bir bacak manevrası ile oval çizerek döndü. Hepsinin dengesi bozularak yere düştüler. Kendilerini toparlayamadan üçüne bir kaç el sıktı. Az kişi kaldı ama yine de yetişemedi.
Ancak düşman sayısı fazla olduğundan, Hüseyin bacağından, Şeyma ise omzundan yaralandı. İkisi de yere çöktüler, ancak mücadeleyi bırakmadılar. Bir tek Ferhan, Hüseyin ve kendisi kalmıştı.
Ferhan, acı içinde yerde kıvranırken, gözleri bir anlığına Hüseyin’e kilitlendi. Silahını yerden alıp Hüseyin’e doğrulttu ve tetiği çekti. Hüseyin vuruldu ve yere yığıldı.
Hüseyin'in vurulmasıyla, Şeyma’nın iç dünyasında sanki bir yanardağ patlamıştı. Kalbine saplanan o kurşun, yalnızca Hüseyin'in bedenini değil, Şeyma’nın ruhunu da paramparça etmişti. Her şey bir anda donmuş, zaman adeta bu acıyla birlikte çöl sıcağında kavrulmuş bir yaprak gibi kırılgan hale gelmişti. Şeyma’nın gözyaşları, kurak bir çorak arazide birikmiş son damlalar gibi yanağından süzülürken, hüznü ruhunu esir alan bir kasırgaya dönüşmüştü.
Onun gözleri, Hüseyin'in yere düşen bedenine kenetlendiğinde, sanki göğünde asılı duran yıldızlar birer birer söndü; hayatın anlamı, bir mum alevi gibi titreyip sönen ışığın arkasından karanlığa karıştı. Şeyma’nın kalbi, koca bir uçurumun kenarından boşluğa bırakılan bir taş gibi hızla düşerken, yalnızca içindeki derin acının yankısı duyuluyordu. Dünyası, bir anda altından kaymış, ayaklarının altında sonsuz bir boşluk açılmıştı; bu boşluk, Hüseyin'siz kalan hayatının içinde kaybolmasına neden oluyordu.
"HÜÜSEEEYİİNNN!!!"
O an, Ferhan’ın zihninde bir flaş belirdi. Şeyma’yı çocukken kaçırıldığı yerden kurtardığı anı hatırladı. İçini bir pişmanlık kapladı.
O an Şeyma, Hüseyin’in vurulduğunu görüp ona doğru sürünerek yaklaştı.
Tam bu sırada TSK subayları olay yerine baskın yaparak herkesi tutukladı. Onların yanına geldiklerinde ise olan olmuştu. Şeyma'nın babası, Albay Haluk, koşarak olay yerine geldi. Ancak olan olmuştu; Hüseyin ağır yaralıydı.
Oğlu yerine koyduğu damadı yerdeydi.
"Oğlum" diye fısıldayabildi ancak.
Şeyma, Hüseyin’in başını kucağına aldı. Kendi kendine söylenmeye başlamıştı. Bu durumda artık kontrol onun elinde değildi.
"Ahaa! Yine yine aynı şey... Hayır, hayır, hayırr! Hüseyin aç gözünü, kendine gell! Lütfen! Nolurr!"
Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Hüseyin, gözleri yarı açık, zorlukla nefes alıyordu.
"Şeyma... seni koruyamadım," dedi Hüseyin, sesi zayıf ve titrekti.
Şeyma, gözlerini Hüseyin’in gözlerine dikti. "Saçmalama, sen her zaman beni korudun. Şimdi seni kurtaracağız, tamam mı?" dedi, sesi titreyen bir umutla doluydu.
Hüseyin acıyla gülümsedi. "Biliyorum... seni sevdiğimi söylemedim hiç... belki de hep korktum. Ama bilmeni istiyorum... seni seviyorum, Şeyma. Bu sefer daha anlamlı oldu."
Şeyma’nın kalbi paramparça oldu. "Ben de seni seviyorum, Hüseyin. Yalnızca sen... ama lütfen bırakma beni, tamam mı? Lütfen!"
Hüseyin, Şeyma’nın gözlerine son bir kez baktı ve zorlukla bir şeyler söylemeye çalıştı. Ancak sesi duyulmadı. Gözleri yavaşça kapandı. Şeyma, onu kollarının arasına alarak, hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
Tam bu sırada, doktorlar ve sağlık ekipleri olay yerine ulaştı ve Hüseyin’i hemen tedavi altına aldılar. Şeyma, titreyen elleriyle Hüseyin’in ellerini tutmaya devam etti.
Albay Haluk, kızına sarıldı. "Onu kurtaracağız," dedi kararlılıkla.
Ancak o anlarda, Şeyma için zaman durmuş gibiydi. Hüseyin’in hayatta kalıp kalmayacağı belirsizdi, ama Şeyma için onunla paylaştığı o son anlar sonsuz bir acı bırakmıştı.
|
0% |