Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27. BÖLÜM

@hayat_belirtisi34

Kartal Timi, uzun süren operasyondan yorgun ve gergin dönmüştü. Hüseyin’in vurulduğu an, herkesin gözünde bir hayalet gibi dolanıyordu. Göğsünden aldığı kurşun, onu ölümün kıyısına getirmişti ama henüz hayattaydı. Şeyma ise gözlerini Hüseyin’den ayıramıyordu. Kalbinde, onu bir daha göremeyecek olmanın yarattığı boşluk büyüyordu.

 

Şeyma, yüzü sapsarı kesilmiş bir şekilde Hüseyin’in başucunda beklerken, diğer tarafta Kartal Timi, Hüseyin’i vuran adamı sorguya çekiyordu. Masada, kelepçelenmiş halde oturan zanlı, burnu kanlı ve solgun görünüyordu. Onunla ilk konuşan Fırat'tı. Soğuk bir ses tonuyla, gözleri adamın üstünde dikili:

 

“Demir Şahin’in o çocuklarla gerçekten ne iş yapacağını söyle. Sizi oraya neden yolladı. Ya da biz seni konuştururuz.”

 

Ferhan bir an için kafasını kaldırıp Fırat’ın gözlerinin içine baktı ama hiçbir şey söylemedi. O an, bir şimşek çakmış gibi odaya gerilim dolu bir sessizlik çöktü. Hüseyin'in kanının döküldüğü bir masada, bu sessizlik öfkeden doğan bir fırtınaya dönüşmek üzereydi.

 

Fırat derin bir nefes aldı, kontrolünü kaybetmemek için ellerini yumruk yaptı ve duvardan uzaklaşıp zanlının sandalyesine doğru ilerledi. Kulağına fısıldayarak konuştu:

 

“Sen konuşmazsan, Demir Şahin’i buluruz. Ama seni onun önüne attığımızda, o seni benden daha beter yapacak. Bunu biliyorsun, değil mi?”

 

Zanlının gözlerinde kısa bir tereddüt belirdi. O an, Kartal Timi'nin tüm üyeleri adamın bu küçük anlık zayıflığından faydalanmaya hazırdı. Ancak o, ağzını yine de sıkı tuttu.

 

Tam o sırada, sorgu odasının kapısı ağır ağır aralandı. Albay Haluk, heybetli adımlarla kapıdan içeri süzüldü. Arkasında Kartal Timi'nin tüm üyeleriyle odaya yaklaştı. Fırat, derin bir nefes alıp bir adım geri çekildi. Albay'ın yaklaşması odaya farklı bir ağırlık katmıştı.

 

“Komutanım,” diye saygıyla selamladı.

 

“Konuştu mu?” Albay Haluk sordu. Sesi, emir dolu ama sakin bir tondaydı.

 

Başını iki yana salladı. “Hayır, komutanım.”

 

Albay kaşlarını çatarak kısa bir süre durdu, odanın soğuk atmosferini iyice hissetti. Ardından bir kez daha derin bir nefes alıp kararlı adımlarla kapıya yöneldi.

 

Tanrı, içerdeki adama acısındı. Çünkü Albay Haluk, kesinlikle acımayacaktı. Ne fiziksel ne de ruhen...

 

Kapı ardından yavaşça kapanırken, sorgu odasında sadece Ferhan ve Albay Haluk kalmıştı. Timin geri kalanı ise kapının önünde, nefeslerini tutarak bekliyordu. Üsteğmen Fırat, omzunun üzerinde Albay’a son bir bakış attı. İçeri giren adamın sorguladığı kimseyi nasıl konuşturacağını hâlâ tam olarak anlayamamıştı. Ama bildiği tek şey, içeridekini hiçbir şeyin kurtaramayacağıydı.

 

Odadaki sessizliğin ardında, Albay Haluk’un yankılanan sesi duyuldu:

 

“Demir Şahin’i bana anlat, oğlum. Yoksa sen de onun kaderini paylaşacaksın.”

 

Hiçbir sorguya yanıt vermeyen adamın elleri titredi, gözleri Albay’ın sert ama bir o kadar da sakin bakışlarına kilitlendi. Albay’ın gözlerinden, içinde saklı olan bir şeyin kırıldığını hisseden zanlı, nefesini tutarak konuşmaya başladı.

 

Timin geri kalanı ise dışarıda, bu adamın nasıl olup da Albay Haluk’a boyun eğdiğini hâlâ anlamaya çalışıyordu. Kapı açıldığında, Albay ağır adımlarla dışarı çıktı. Kaşları aynı sertlikteydi, ama dudaklarında hafif bir kıvrım vardı. Sanki bir zafer kazanmış gibiydi.

 

“Bize gereken bilgiyi verdi,” dedi sadece. “İçeri girip dinleyin.”

~~~~~~~~~~~~

Şeyma, Hüseyin’in elini tutuyordu. Gözleri dalgın, kalbi ise ağır bir taş gibiydi. Hüseyin’in her nefes alışında, Şeyma kendi içindeki umudu biraz daha kaybettiğini hissediyordu. Nişanlısı, gözlerinin önünde, ondan uzaklaşıyordu.

 

Bir süre sonra Şeyma, odadan çıkıp hastane koridoruna adım attı. Koridorun köşesinde babası, onu sessizce izliyordu. Gözleriyle kızını süzerken, yılların deneyimiyle konuşmaya başladı:

 

“Bu acıyı içinde saklamak seni güçlü yapmaz, Şeyma. Bazen savaşmaktan vazgeçmek gerekir. Bazen de sevdiğini bırakmadan, onu yaşatacak şeyin sen olduğunu hatırlaman gerekir.”

 

Şeyma gözyaşlarını tutamayıp babasının kollarına sığındı. Bu güçlü adam, kızının omzunu okşarken fısıldadı:

 

“Hüseyin seni seviyor, bunu biliyorsun. Şimdi onun için yapman gereken tek şey var: Onun için güçlü kalacaksın. Bu savaşın bir kısmı onun değil, senin mücadelen.”

 

Şeyma gözyaşlarıyla boğulmuştu ama babasının sesi ona yeniden nefes almayı öğretir gibiydi. Düşünceleri birbirine karışmıştı, ama içindeki o karanlık, babasının sıcaklığıyla azalmaya başlamıştı. Kendi içinde kurduğu duvarlar yavaşça çatlamış, yerine bir ışık huzmesi belirmişti. Bu, Hüseyin için savaşması gerektiğinin işaretiydi.

 

Şeyma, hastanenin soğuk koridorunda sessizce bekliyordu. Gözleri dalgın, içindeki karmaşa büyüyordu. Hüseyin hâlâ komadaydı, hayatla ölüm arasındaki ince çizgide yürüyordu. Şeyma, içinde hissettiği derin suçluluk ve çaresizlikle, nefes almakta zorlanıyordu. Babası Haluk, yanında olmasına rağmen içinde yankılanan boşluğu dolduramıyordu.

 

Derken koridorun ucunda, Hüseyin’in ailesi göründü. Adımları hızlı ve öfkeli. Hüseyin’in annesi, gözlerinden alevler fışkıran bir halde yaklaştı. O ana kadar sessizce babasının yanında duran Şeyma, gözlerini kaçırarak kadının yaklaşmasını bekledi. Hüseyin'in annesi, gözleri dolu, fakat öfkeyle patlamak üzereydi.

 

“Bu senin suçun!” diye bağırdı Hüseyin’in annesi. Sesi koridoru doldurmuş, herkesi donuk bakışlarla izlemeye itmişti. “Oğlumu bu hale sen getirdin!”

 

Şeyma, başını kaldırmadan sessizce kadının sözlerini dinledi. Her kelime, onu bir bıçak gibi delip geçiyordu. İçinde bir itiraz vardı, ama sözler diline gelmiyordu. Suçlu değildi, ama sessizlikle bu suçlamayı kabul etmekten başka bir şey yapamıyordu.

 

Hüseyin'in annesi devam etti:

 

“Eğer onu yeterince sevseydin, yanında olurdun! Bu operasyonun içine bu kadar çekilmezdi. Ama senin yüzünden, senin yüzünden oğlum ölümle boğuşuyor!”

"Annem haklı. Abimin bu durumu sizin yüzünüzden. Hepsi sizin yüzünüzden. Komuta sizde değil miydi? Neden buna izin verdiniz? Senin yüzünden... Sırf senin yanına gelebilmek için bu cenderenin içine düştü!"

 

Kayınvalidesinin ve görümcesinin sözleri zehir gibi yayılıyordu. Cahid'in de gözleri dolu, öfkeli bir şekilde Şeyma’ya bakıyordu. Onun bu durumu kabullenemeyişi, yaşadığı hayal kırıklığı yüzünden kendini kaybetmişti. Birkaç adım daha yaklaşarak Şeyma’nın önünde dikildi.

 

Haluk Bey, yılların dostu olan Cahid'in öfkesine karşın sessizdi. İstediği en son şey, kızını savunurken bu dostluğu kaybetmekti. Derin bir nefes aldı, fakat elleri yumruk olmuştu. Hüseyin’in annesine dönerek, kısık sesle konuştu:

 

“Bu anın öfkeyle geçmesini istemem. Şeyma da oğlunuz kadar perişan. Lütfen...”

 

Ancak kadının gözü hiçbir şeyi görmüyordu. “Kızın perişan mı? Senin kızın yaşıyor, ya benim oğlum! Oğlum burada ölümle savaşıyor!” diye hiddetle bağırdı.

 

Şeyma, kendisine yönelen bu acımasız öfke karşısında hiçbir savunma yapmıyordu. Nefesi daralmış, göğsünde bir taş gibi duran suçluluk ve çaresizlik hissi onu daha da bitkin düşürüyordu. Kendi içindeki bu savaşın ortasında, bir ses duyuldu.

 

Şeyma’nın annesi, olan biteni daha fazla izleyemedi. Adımlarını hızlandırıp kızının yanına geldi ve kızıyla göz göze geldi. Gözlerinde acı, fakat aynı zamanda bir anne şefkati vardı. Şeyma’nın omzuna hafifçe dokundu ve sakin bir sesle konuştu:

 

“Şeyma, güçlü ol kızım. Bu senin suçun değil, herkesin bunu anlaması zaman alacak.”

 

Şeyma, annesinin bu yumuşak ama kararlı sesiyle biraz olsun toparlanmaya başladı. Annesinin varlığı, o an dünyadaki tek dayanağı gibiydi. İçindeki fırtına durulmamıştı, ama annesinin desteği, ona yeniden nefes almayı öğretiyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar, annenin uzattığı mendile karıştı.

 

Şeyma’nın annesi, bir adım daha öne çıkarak Hüseyin’in annesiyle yüzleşti:

 

“Biz de kızımızı kaybetmenin eşiğindeyiz. Hepimiz perişanız. Bu durum kimsenin suçu değil, ama öfkeyle konuşmak sadece daha çok yaralar açar.”

 

Koridorda bir süre sessizlik oldu. Hüseyin’in annesi, gözlerinde öfke ve çaresizlikle bakışlarını kaçırdı. Her iki aile de perişandı, acı ve kaygı hepsini sarmıştı. Ama bu sessizliğin ortasında, Şeyma’nın annesinin güçlü duruşu, her iki aileye de biraz olsun umut ışığı yakıyordu.

 

Şeyma, annesinin yanında duruyordu, ama ruhu çoktan derin bir karanlığın içine çekilmişti. Boğazına düğümlenen kelimeleri zorla çıkarabildi:

 

"Benim yüzümden..."

 

Sesi boğuk ve kısık çıkmıştı, annesi duymuş olsa da o sözlerin gerçek hedefi kendisiydi. Suçluluk, kalbini bir pençe gibi sıkıyordu. Hüseyin’in bu hale gelmesinden kendini sorumlu tutuyor, yaşadığı acı onu zehir gibi yavaş yavaş sarıyordu. Eskiden geçirdiği ataklar, geri dönüyordu. Yıllarca savaştığı bu karanlık, şimdi yeniden içini kaplamıştı. Gözleri doldu, yaşlar süzülürken göz kapaklarını yavaşça kapattı. Her nefesi daha da ağırlaşıyor, kalbinde biriken acı derinleşiyordu.

 

Kendini bu yükün altında daha fazla tutamadı. Kaçmalıydı, buradan uzaklaşmalıydı. Adımlarını hızlandırdı, ardından bir anda koridorun diğer ucuna doğru koşmaya başladı. Annesi arkasından kısık bir sesle, “Kızım!” diye bağırdı, ama Şeyma çoktan uzaklaşmıştı.

 

Tim üyeleri, bu sahneye sessizce şahit oldular. Kardeşleri Mert ve Eda, Şeyma'nın ardından üzüntüyle bakarken, annesinin “Kızım, dur!” diye bağırışı koridorda yankılandı. Ancak Şeyma, onları duymuyor gibiydi. İçindeki acı, kulaklarını tıkamıştı. Haluk Bey ise derin bir nefes alarak hiçbir şey yapmadı. Kızının bu anlarda yalnız kalması gerektiğini biliyordu. Onu zorlamanın, sadece acısını derinleştireceğini fark etmişti. Eski ataklarının geri döndüğünü anlamıştı.

 

 

Tam o sırada, bir kişi sessizliği bozdu. İlyas, Şeyma’nın peşinden hızla koşmaya başladı. İçindeki tüm çelişkiye rağmen, sevdiği kadının başka bir adam için gözyaşı döktüğünü bile bile arkasından gitmek zorundaydı. Şeyma, onun hem komutanıydı, hem de kalbini verdiği kişiydi. Şeyma'nın acısını böyle izlemek, onu parçalara ayırıyordu.

 

Şeyma, hastanenin arka tarafındaki boş alana doğru varınca durdu. Zangır zangır titriyor, başı dönüyor ve nefes almakta zorlanıyordu. Derin derin nefes almaya çalıştı, ama her şey bulanıklaşıyordu. Neredeyse yere düşecekti ki, arkasından bir ses duydu:

 

"Komutanım!"

 

İlyas'ın sesi, boş alanda yankılandı. Hemen Şeyma'nın yanına geldi ve onu omuzlarından sıkıca tutarak sarstı. “Komutanım, beni duyun!” diye seslendi. Şeyma, gözleri boş bakarak ona dönmeye çalıştı, ama aklı acının içinde boğuluyordu.

 

İlyas, Şeyma’nın yüzündeki derin çaresizliği görünce biraz daha yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladı:

 

“En çok Hüseyin ile mutlu olduğunuz anıyı düşünün. O anı getirin aklınıza. Sizce Hüseyin, sizin bu kadar güçsüz bir halde olmanızı ister miydi?”

 

Bu sözler, Şeyma’nın zihninde yankılandı. İlyas’ın kelimeleri, içindeki karanlığa bir ışık gibi düşmüştü. Derin bir nefes aldı ve bir an için gözlerini kapattı. Hüseyin ile yaşadığı mutlu anıları düşündü. Hüseyin'in güler yüzü, onun yanındaki huzurunu hatırladı. Kalbinde beliren bu anılar, içindeki karanlığı biraz olsun dağıttı.

~~~~~~~

Şeyma ve Hüseyin, birlikte şehirdeki açık hava pazarına zorla gitmek zorunda kalırlar. Hacer hanım ve dünürü nişan hazırlığı için yemek yapılacağını söylemiş ikisinin ellerine de liste tutuşturmuşlardı. Güneşli bir sabah, pazarın hareketliliği içinde dolaşırken, arabadan inen Hüseyin söylenmeye başladı.

"Ulen annee. Ne işim var benim pazardaa. İşim gücüm var benim. Niye siz kadınlar yapmıyorsunuz ki. Geze geze giderdiniz işte."

"Allah Allah. Allah Allah. Senin şu günlerde nişanından daha ne önemli işin var acaba he ne işin var... Annen demese gelmeyecektin ha. Biz burda bostan korkuluğu muyuz? Öküz..."

"Ya güzelim, yavrum tabi ki senden kıymetli değil ya. Senin bir lafına kurban olurum. Ama biz niye aile arasında yapmıyoruz yav. Zaten salonda olmayacak mı? Orada yemek verilmedi mi? Daha niye kadınlara evde günde toplanmış gibi davet ediyorsunuz. Ben bunu anlamıyorum. Kına gecesinde böyle yaparsanız var ya..."

"Sus Hüseyin. Allahın adını verdim sus. Merak etmişler işte konuşacaklarmış. İki annem de davet etmiş. Senin tarafından da gelecekler. Bunlarda aradan çıksın diyorlar. Ben ne yapayım. Sanki benim de haberim vardı. Hem benim daha çok söylenmem lazım, ben yanlarında olucam bütün gün. İlerde senin çoluğuna çocuğuna gelirler işte."

"Aman gelmesinler. Vıy vıy vıy konuşacaklar. Bile bile nasıl yapıyorsunuz siz?"

"Neyi?"

"İstenmeyen kişiyi davet edip sonuna kadar sabretmeyi. Ula taş olsa çatlar da. Bana bak ha. Ben öyle çok misafir sevmem. Hele akşama kadar oturanı bir kaşık suda boğarım."

Dayanamaz Şeyma. Tiz ve neşeli kahkasını bırakmak zorunda kalır. Öyle ki dizlerini tutar gülmekten. Her gülüşü alır Hüseyin'in öfkesini. Bakışları kitlenir üzerine.

"Ayh Hüseyin. Hiç güleceğim yoktu. Acaba gelsen mi sende. He iyi sohbet edersin. Oyh hahaha. Karnım ağırdı."

Halen daha küçük küçük kırkırtılar halinde gelip elini sevdiğinin omzuna koyar. İlk bakışında gözlerini diker bir kaç dk.

"İşte şöyle bakma zalımın kızı ya."

"İddasına vararım ki alınacakları senden daha iyi seçerim ben. Gel birer kilo alınacakları yarım kilo bölüşelim. Birini sen seç diğerini ben. Sonra bakalım kim kazanacak."

"Hahay. Gülerim bak buna işte. Kaybeder üzülürsün bak. Boşuna tarlada vakit geçirmedik."

" E hadi.

 

İlk durak, meyve tezgahıydı. Hüseyin, bir elma seçerken, Şeyma hemen yanına yaklaşıp, “Emin misin? O elma biraz sulu görünüyor, bu da benim!” diyerek en büyük ve en parlak elmayı elinde kaparak alır.

"Hop hop onu ben seçtim. Bile yapıyorsun bak..."

Elinden almak için uzattığı kolu havada kaldı. Bütün gülümsemesiyle kız güldü.

“Bakalım senin elman tatlı mı?” diyerek bir ısırık aldı. Isırdığı kısımdan ağzının kenarlarına elmanın suyu akıyordu. Hüseyin oyunu bir kenara bırakıp tebessümle cebinden peçete çıkardı.

"Dur dur deli kız. Tamam senin olsun."

Akan elma suyunu bir güzel siler. Satıcı ise bu hallerine gülüyor, daha da satış yapmaya çalışıyordu.

"Abi buyur bütün mal sizin olsun. Hepsi taze. Seçmenize gerek yoktur.Yengenin canı çok çekmiş baksana."

"He kardeşim. Bedavaysa bütün mal bizim olabilir hiç sıkıntı yok. Hadi sen şunları tart bir bakalım."

​​​​​​....

Sonraki durak, sebze tezgahıydı. Hüseyin, büyük bir marul seçerken, “Bu marul, taze ve iri! Ben kazanıyorum!” dedi hiç bir şeyden haberi olmadan.

“Hıı taze. Yaprakları görmüyor musun? İri olduğuna ne bakıyorsun. Acı oluyor onlar. Uclarına baksana çürümeye başlamışlar. Bak benimki!” diyerek, mükemmel bir marul seçti. "Tam bir göbek marul. Bunu alalım."

"Kuralda yardım etmek var mıymış?"

 

Pazar boyunca, ikisi de komik bir şekilde yarışmaya devam ettiler. Meyvelerle dolu sepetleri aldılar, fakat her biri diğerinin seçtiği ürünleri eleştirmeyi bırakmadı.

Bir sonraki durak ise karpuz tezgahıydı. Şeyma, birini seçerken, “Bu karpuz mükemmel, seninkinden kesinlikle daha iyi!” dedi. Hüseyin, “O kavun biraz fazla olgun görünüyor, kesin içi boş çıkar!” diyerek karşılık verdi. Ellerini sanki bu işi yıllarca yapıyormuş gibi karpuzlara vurdu. En tok çıkanı bulmaya çalıştı. Şeyma bu konuda sustu çünkü karpuzlardan hiç anlamazdı. Sessizce küçük zaferinin tadını çıkardı. Hüseyin aldı eline orta büyüklükte bir karpuzu. Nişanlısının yanına yaklaştı.

"Bak şimdi alt kısmını görüyor musun? Yer izi büyük olanlar dişi karpuz oluyor. Ayrıca kabuğu daha kalın. İşte bunlarda tatlı oluyor. Tıpkı senin gibi:-)"

Bu ne biçim iltifattı. Tamam güzeldi bir anlığına yüzü düştü Şeyma'nın. Küsmüş gibi;

"Ben karpuz muyum?" diye sitem etti.

"Hahaa evet sen benim tatlı mı tatlı tek dişi karpuzumsun. :-)"

 

Pazarın sonunda, ikisi de alışveriş yaparken her tezgaha uğradı. Kolları kopan Hüseyin öflemekle meşguldü.

"Daha bitmedi."

"Ama para bitti Şeyma. Daha ne!"

"Markete gidilecek. Tatlının malzemeleri alınacak sadece."

"Oyhh. Ocağımız söndü. Düğün yapıcaz farkında mısın?"

Nazlı nazlı cilveli yanına süzülüverdi Şeyma. Kokunu yine omzuna dayadı. Baş barmağı çenesine dokundu.

"Mızıkçılık yapma işte. Ne güzel vakit geçiriyoruz. Marketten sonra söz dönerle kahve ısmarlıyıcam sana. Hadi benden olsun."

"E Allah razı olsun Şeyma hanım. Parasından değil kollarım koptu. İnsan bir iki tanesini alır. "

"Sen nasıl askersin. Araba olmasa ne yapacaktın!"

"Valla kusura bakmayın yüzbaşım. Güçlenmek için başka şeylere ihtiyacım vardır belki."

Önüne döner ve küs bir tavırla kemerini bağlar. Anahtarı çevirdiği anda yanağında bir yumuşaklık hisseder.

"Geldi mi gücün yerine?"

Sağa dönüp baktığında başı hafif yana eğik gülen papatyasını görür.

"Yavaşş. Bu da kalp da. Birden yapılır mı?"

Tabi bu söz laftan ibaretti. Sıra kendisine geldiğinde o da eğildi kıza.

"Asıl sana yavaş. Gelmiş yerine. Hemde çok iyi gelmiş. Hadi gidelim. Baş gaza."

"Ya varya kızım yarım bırakmada tam üstüne yok ! Yine de unutmadım bunu ha."

Hüsrana uğrayan Hüseyin yine de bu sözüne utanan sevdiği kızı görünce dudakları belli olmuşçasına kıvrılır.

~~~~~~

Eve geldiklerinde, her iki ailenin de gözleri faltaşı gibi açıldı. Şeyma ve Hüseyin, evin kapısını açtıklarında, ellerinde neredeyse dağ gibi yükselen poşetlerle ortaya çıktılar.

 

Şeyma’nın annesi, “Bu kadar poşetle ne yapacaksınız?” diye şaşkınlıkla sordu. Hüseyin’in annesi de gülerek, “Bu kadar meyve ve sebzeyi nasıl taşıdınız?” diye sordu.

Hacer hanım poşetleri çıkarmaya başlar. Haluk ve Cahit ise mutfak masasının doluluğuna keyiflenirler.

"Kesene bereket oğlum" der Cahit bey ve poşetten çıkardığı çikolatadan bir parça atar ağzına. Yutmadan konuşmaya devam eder.

"Bu bonkörlüğü evlendikten sonra da devam ettirirsin umarım."

"Afiyet olsun baba ne demek yaparım elbet" der içli içli. Bunu yapan kendi babası olması da ayrı içine oturur:-) Haluk bey ise fındıklı lokumu kendisine çekerken içinde market fişini görür ve çaktırmadan fiyata bakıp cebine koyar. Evet bu aylığın yarısı alışverişe gitmişti. Furkan haklı diye geçirdi içinden. 'Dalga geçtiğini sanıyordum ulan ama çocuk hakkaten doğru diyor' diye de serzenişlerini geçirir içinden.

Sayın kayınvalide gülerek oğluna ve gelinine yanaşır. Poşetleri kaldıran Şeyma'ya manalı bakar.

"Oğlum senin elin tutumludur. Hayırdır?"

"Aslında şöyle bi..." parmağını kaldırıp açıklama yapıyorken jeton beyefendiye yeni düşer. Parmağı havada gülerek Şeyma'ya bakar. Gözlerini 'yapcak bir şey yok' diye gülerek devirir Şeyma. Bu şaşkın şapşiğin haline bakan mutfaktaki herkes kahkahalara bürünür.

"Hahahaha Şeyma. Neyse. Helali hoş olsun. Ben bir lavaboya gideyim. Sonra da nöbete gidicem bugün haberin olsun."

"Tamam. Sonrasında gel yemek ye. Öyle çıkarsın."

Ceketini mutfak sandalyesinin üzerine bırakır. Şeyma onun yemeğini hazırlamakta, hanımlar ise yemek yapmakla meşgul olmaya başlarlar. Cahit ise çalan telefonu için mutfağın balkonuna yönelir. Haluk bey, gizlice ceketi alır. İçinden damadının cüzdanını çıkarır. Market fişinde olan tutarın üstüne kendi kafasında kabaca hesap yaptığı pazar alışverişinin parasını birlikte birleştirip koyar. Fark etmeden ceketi tekrar yerine bırakır. Kızına bu konuda fazla kızmıştır. Azarı sonraya saklar. Her ne kadar helali hoş olsun desede bu alişveriş onun himayesinde olan ailesine yapılmıştı. Kendi hükmünün geçtiği evde kendisinden başka birinin parasıyla alınacak hiç bir şeye izin vermemişti. Bu saatten sonra ise vermezdi. Her ne kadar kızını aldı diye Hüseyin'e kızsa da oğlu yerine koymuştu. Kimsenin hakkının geçmesini istemezdi. O sadece gelecekte kuracağı aileyi kızını ve çocuklarına harcamakla yükümlüydü. Koca çınarın gözünde hep bu öyle olmuştu. Ve hiçbir zaman da değişmeyecekti...

O günün sonunda, iki ailenin ortak bir kahkahası, pazar alışverişiyle başlayan tatlı çekişmenin keyfini yaşadılar. Şeyma ve Hüseyin’in bu tatlı rekabeti, aileler arasında da sıcak ve eğlenceli bir atmosfer yarattı.

~~~~~~~~

Yavaş yavaş nefesleri düzene girdi. İlyas, hala omuzlarından tutuyordu, ama şimdi gözlerinde bir rahatlama vardı.

 

“İşte böyle, komutanım,” diye mırıldandı İlyas. “Siz her zaman güçlü oldunuz, bu kez de olacaksınız.”

 

Şeyma, derin bir nefes daha aldı ve İlyas’a baktı. Gözlerinde hala yaşlar vardı, ama içindeki fırtına bir nebze durulmuştu. Hüseyin’in kendisini böyle görmek istemeyeceğini biliyordu. Güçlü olmalıydı, hem Hüseyin için, hem de kendisi için. İlyas’ın yardımıyla yavaşça doğruldu. İçinde hala bir ağırlık vardı, ama artık bu yükü taşıyacak gücü de bulmuştu.

Ayaktayken elinin tersi ile gözyaşlarını sildi. İlyada döndü.

"Sağol" dedi sadece. Adam bu soğuk tavra ne kadar alınsa da yine de sıcak bir gülümsemeyle karşılık verdi.

Yüzbaşı burnunu çekti, derin bir nefes aldı ve hastane koridoruna arkasında İlyas ile geri döndü. Zayıflığın şimdi sırası değildi. Hüseyin orada canı ile cebelleşirken burada mıymıntı gibi oturamazdı. Hesaplar görülmeli, cezalar kesilmeliydi.

Bu ani değişime anlam veremeyen tim ve aile üyeleri şaşırıp kendisinin yüzüne ardından İlyas'a baktılar. Çocuk sanki onların bakışlarını görmüyor komutanından gelecek emri bekliyordu.

Şeyma ilk kendi aile üyelerine döndü. Kırık bir gülümseme ile. Babasına hitaben döndü. Sözleri ailesi içindi.

"Babacım, hadi siz eve dönün. Annemlerde yorgundur şimdi. Sende operasyondan beri hiç dinlenmedin. Gerisi bende emin ol. Zaten her şeyden hadi verin olacaktır."

Sonra ise kayınvalidesi Elmira Hanım ve maiyetine döner.

"Anne size de gidin diyemem elbet. Buna hakkım yok. Hem bu işi yoluna koyana kadar gözüm arkada kalmamış olur. Ama evimizin kapısı her daim açık" dedi ailesine dönerek. Onlarda yine gülümsemesini eksik etmedi. Tekrar ona döndü. "Yine de kızgınlığınız geçmez istemez derseniz" eline bir anahtar uzatır. "İlçede sizin için otelde güzel bir oda tuttum. İsmimi söylemeniz yeterli" dedi.

Zihninde çalkalanan düşünceler ve içindeki derin acıya rağmen dışarıda daha kararlı ve soğukkanlı bir şekilde hareket etmek zorundaydı. Hastane koridorlarında yankılanan adımları, onun kararlılığını ve toparlanmış duruşunu yansıtıyordu. Artık hem Hüseyin hem de timi için güçlü kalmalıydı.

Koridorun sonuna doğru timine yaklaştı. İlyas, ve diğerleri onun yaklaşmasını beklerken ciddi ve gergindiler. Şeyma derin bir nefes alıp onlara yaklaştı.

 

“Ne durumda? Yeni bir malumat var mı?” dedi Şeyma, sakin ama otoriter bir sesle.

 

İlyas ona doğru bir adım attı, başını hafifçe eğerek cevap verdi: “Bazı izler topladık komutanım. Haluk komutanımın katkısı büyük. Ancak değil etmek gerekiyor. Hüseyin’in vurulması tesadüf gibi görünmüyor. Sadece Ferhan'ın iradesiyle değil orası kesin."

Şeyma, gözlerini kısıp düşünceli bir şekilde başını salladı. “Karargaha dönelim, orada devam edelim. Ne kadar hızlı hareket edersek o kadar iyi.”

 

Herkes hazırdı. Tim toplandı ve Şeyma öncülüğünde karargaha doğru yola çıkmak için bir kaç adım atabildiler. Hastanedeki lanet koridordan bir türlü çıkamamışlardı. Beklenmedik bir manzara ile karşılaştılar. Bulundukları konuma kadar gelen ileride babasının yaşında aristokrat kişi ve gelen bir kaç maiyetini gördüler.

 

Adam, yaşlı ama son derece dik ve kendinden emin bir duruş sergiliyordu. Yüzünde hafif bir kibir vardı, ama yaşına rağmen hala güçlü görünüyordu. Yanında birkaç adamı vardı ve onların elinde "geçmiş olsun en kısa zamanda sağlığına kavuşmak dileğiyle"yazılı çiçekler ve paketli yiyecekler taşıyorlardı. Şeyma, onun kim olduğunu hemen anladı.

 

Bu adam, Demir Şahin'den başkası değildi.

Hüseyin'in vurulmasında parmağı olduğuna inandığı kişi, şimdi hiç suç işlemiş gibi görünmeyen bir edayla hastaneye gelmişti.

 

Demir Şahin, yaklaştı ve ailelere dönerek konuştu:

“Merhabalar. Sizler Hüseyin’in ailesi olmalısınız. Hemen duyunca gelmek istedim. Geçmiş olsun dileklerimi en derinden sunuyorum,” dedi yaşlı ama dik duruşlu adam. Ardından yanında bekleyen adamlarına dönüp emir verdi:

“Elinizdekileri odaya bırakın.”

 

Haluk bey ve tim hariç aile, bu olanlara anlam veremezken, Şeyma’nın içi öfkeyle doluyordu. Ancak dışarıya hiçbir şey yansıtmadı. O, her zaman soğukkanlılığını koruması gereken biriydi. Özellikle şimdi, karşısında böylesine kibirli bir adam varken. Kendine hakim oldu ve Demir Şahin'in kendisine dönüp söylediği sözlerle tepesi iyice attı.

 

“Nişanlısı sen olmalısın, kızım. Şeyma, tanıştığımıza memnun oldum.” Sesinde kibirli bir alay gizliydi, ama bunu ustalıkla saklamaya çalışıyordu.

 

Şeyma ise gururla dik durdu. Bu kibirli adama karşı vereceği cevap çoktan kafasında şekillenmişti.

“Ben de memnun oldum, Demir Bey,” dedi Şeyma sakin ve sert bir ses tonuyla. “Nişanlım için taa Antalya’daki Atabek köyünden buraya kadar gelmiş olmanız ne büyük bir lütuf. Buraya bu kadar kısa sürede gelmenize şaşmamalı.”

 

Şeyma'nın bu sözleri karşısında Demir Şahin'in gözlerinde bir anlık şaşkınlık belirdi. Şeyma, adamın gerçek niyetini anlamıştı. Demir’in şirketlerinin resmi kayıtta İstanbul’da göründüğünü biliyordu, ama ana karargahlarının Antalya’da olduğunu da fark etmişti. Bu, Demir Şahin’in uzun zamandır buraya yakın bir yerde olduğunun göstergesiydi.

 

Demir, Şeyma’nın zekasının farkına varmış, ama belli etmemeye çalışarak konuşmasına devam etti. Hafif bir sinir belirtisi dudaklarının kenarında belirmişti.

“Ah, evet, öyle. Biraz bağlantılarım var diyebilirim. Duyar duymaz hemen geleyim dedim.”

 

Şeyma, ince bir gülümsemeyle başını hafifçe eğdi. “Bu ince nezaketiniz için minnettarız. Yalnız, nişanlımı ve beni nereden tanıyorsunuz? Bildiğim kadarıyla ailesi de sizi tanımıyor.”

 

Bu sırada Şeyma, Hüseyin’in ailesine dönüp sorgulayıcı bir bakış attı. Kayınvalidesi öfkesinden adeta patlamak üzereydi ama ağzını açmadı. Hüseyin’in kız kardeşi ise şaşkın bir şekilde omuzlarını silkti, “Haberim yok” dercesine cevap verdi. Durumu açıklayan kişi ise Hüseyin’in babası Cahit Bey oldu.

 

“Hüseyin Amerika’da okuldayken, Demir Bey’in yardımları çok dokunmuştu. O zamandan tanıyoruz kendisini,” dedi Cahit Bey.

 

Şeyma, içinde bir ışık yandı. İşte bu, Hüseyin’in uzun süredir içini kemiren can sıkıntısının cevabına açılan bir kapıydı. Hüseyin’in ona neden bir şey anlatmadığını anlamaya başlamıştı. Şeyma soğukkanlılığını koruyarak konuştu.

“Öyle mi? Bilmiyordum,” dedi buz gibi bir sesle. Sonra tekrar Demir Şahin’e döndü.

 

“Öyle,” diye ekledi Demir Şahin. “Senden de bahsetmişti. E, buradan tahmin etmesi zor olmadı,” diye kibirli bir gülümseme ile cevap verdi.

 

Tim ve Haluk Bey, Şeyma'nın bu soğukkanlı duruşuna hayran kalmıştı. Aile üyeleri de Şeyma'nın zekasına ve cesaretine hayranlıkla bakıyordu. Hüseyin’in nişanlısı, bu kurnaz adam karşısında bile ne kadar dik ve güçlü durabileceğini göstermişti.

 

Demir Şahin’in kibirli tavrı, Şeyma’nın içinde fokurdayan öfkeyi daha da körüklüyordu. Ancak, ne olursa olsun kendini kontrol etmesi gerektiğini biliyordu. Derin bir nefes aldı, gözlerini Demir Şahin’den ayırmadan konuşmaya devam etti:

 

“Ne büyük tesadüf,” dedi, sesindeki hafif alay belirgindi. “Bu kadar geniş bağlantılarınız olduğuna göre, eminim ki birçok kişi size minnettar olmuştur. Nişanlım da onlardan biri, öyle mi?”

 

Demir Şahin, Şeyma’nın bu sakin ama keskin sorularına karşı gardını korumaya çalışsa da gözlerinde kısa bir an için bir kıvılcım çaktı. Durumun farkında olduğunu anlamıştı. “Elbette, birine yardım etmekten daha büyük bir onur olamaz,” dedi, ardından elini cebine sokup telefonunu kontrol ediyormuş gibi yaptı. Ardından tim üyelerine ve aileye bakarak konuşmasına devam etti: “Gerçekten, Hüseyin’in sağlığı için buradayım. Umarım kısa zamanda iyileşir.”

 

Şeyma, dişlerini sıkarak gülümsedi. “Dilerim ki öyle olur,” dedi. “Ama bu kadar bağlantınız olmasına rağmen, nişanlımı vurdurduktan sonra buraya gelmeniz biraz garip değil mi, Demir Bey?”

 

Demir Şahin’in yüzü anında bir gölgeye büründü. Şeyma’nın bu kadar doğrudan bir şekilde ona meydan okumasını beklemiyordu. Etrafındaki herkesin sessizliği daha da derinleşti. Şeyma’nın ailesi de bu gergin atmosfere karışmıştı; özellikle Cahit Bey’in yüzü hafif bir şaşkınlık ve rahatsızlıkla karışmıştı.

Elmira hanım öfkeli gözleri şaşkınlık ve keder olarak döndü gelinine.

"Bu ne demek şimdi?"

 

“Beni yanlış anladınız,” dedi Demir Şahin, bu kez kibirini biraz daha gizlemeye çalışarak. “Ben sadece... dostluk adına buradayım. Sizinle herhangi bir çatışmam yok. Aksine, Hüseyin’le eski dostuz.”

 

Şeyma’nın gözleri parladı, içindeki şüpheler iyice güçlenmişti. “Dostluk mu?” dedi alaycı bir şekilde. “Dostlar, birbirini vurmazlar, Demir Bey. Size sormam gereken şey şu: Burada ne işiniz var? Ve nasıl bu kadar hızlı buraya ulaştınız?”

 

Demir Şahin, Şeyma’nın bu beklenmedik sertliği karşısında bir an duraksadı. Ancak, kendine çabucak hakim oldu. Yüzündeki sert ifadeyi koruyarak konuşmaya devam etti. “Bağlantılarım var, demiştim. Nerede olmam gerektiğini bilirim. Nişanlınız Hüseyin de bunu çok iyi bilir.”

 

Şeyma, bu kibirli adamın karşısında en ufak bir geri adım atmadan dik durdu. Demir Şahin’in tam anlamıyla neyin peşinde olduğunu henüz bilmiyordu, ama içindeki hisler onun tehlikeli olduğunu söylüyordu. Üstelik Hüseyin’in yaşadığı sıkıntıların kökünde bu adamın olduğunu artık çok daha net görüyordu.

 

Tam bu sırada, aralarındaki sessizlik Cahit Bey’in boğuk sesiyle bozuldu. “Demir Bey,” dedi, biraz tedirgin bir şekilde. “Hüseyin’i ziyaret ettiğiniz için teşekkür ederiz, ama şu an dinlenmesi gerekiyor. Belki başka bir zaman konuşuruz.”

 

Bu, Demir Şahin’e hafif bir çıkış yolu sunmuştu. Şeyma’nın bakışları hala Demir’e kilitlenmişti. Ancak, Demir Şahin bu fırsatı değerlendirdi ve geri adım attı. “Tabii, tabii,” dedi, sesindeki kibir bir nebze daha geri çekilmişti. “Hüseyin dinlenmeli. Yine de, ne zaman yardıma ihtiyacınız olursa, buradayım. Lütfen çekinmeyin.”

 

Şeyma, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle ona bakıp, hiçbir şey söylemeden başını eğdi. Onun bu kibirli oyunlarına boyun eğmeyecekti. Demir Şahin ve adamları hastaneden ayrılırken, Şeyma içindeki tüm öfkeyi daha da güçlendirdi. Bu adamın neden burada olduğunu çözmek zorundaydı.

Her aile bireyi dökülüyordu. Her biri başını eğip pufluyarak koridorda ki sıralı oturanlara kendilerini bıraktılar.

 

Demir Şahin’in çıkışının ardından Şeyma ve Haluk bey, timin yanına döndü. Onların yüzlerinde de şaşkınlık vardı. Burak ona yaklaştı, sesinde açık bir tedirginlikle, “Bu adam, Demir Şahin... Onun burada olması hiç hoşuma gitmedi, komutanım. Daha önce hiç böyle bir bağlantıdan söz edilmemişti.”

 

Şeyma derin bir nefes alıp ellerini beline koydu. “Bana da öyle geliyor, Burak. Bu işte bir terslik var. Demir Şahin’in Hüseyin ile geçmişte nasıl bir ilişkisi vardı, araştırmamız lazım. O adamın buraya bu kadar hızlı gelmesi, bizi bir şeylerden haberdar etmek istiyor, ama bir yandan da bir şeyleri saklıyor.” Albay Haluk ufak bir hatırlatma yapmadan geri durmadı.

"Yüzbaşı Şeyma. Tavrın yakışır şekildeydi. Fakat sona doğru hakimiyetini kaybettin. Öfkenize hakim olun. Onun buraya gelme amacı, kendini size göstermek. Ve öyle de yaptı. Yarattığı bahaneyi fırsata dönüştürdü. Ne yazık ki elimiz kolumuz şuan onu kıstırmak için bağlı. Bu işi halledene kadar herkes dikkatli olmak zorunda. Anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı komutanım..."

Yalnız yanına gelen Kaya ailesinin sorularından kurtulamayacak gibi görünüyordu Şeyma. Ama sesleri eskisi kadar da öfkeli çıkmıyordu. İlk konuşan kayınpederi oldu.

"Şeyma kızım, ne demek oluyor bu? Bunca zamandır yanlış mı biliyorduk?" Elmira hanım;

"Bu adam gerçekten oğlumu mu düşünüyor? Yoksa zaferini görmek için mi geldi? Kim bu adam kızım!"

Kız kardeşi ardından söze girdi.

"Abla... Bizden bir şey saklıyorsun?"

Hepsinin endişeli yüreklerini gören baba kız birbirlerine bakarlar. Ardından Şeyma derin bir nefes almakta bulmaya çalışır çareyi.

"Bende tam bir şey bilmiyorum tatlım. Hüseyin'in uzun süredir görev başladığından beri söylemediği bir konu vardı. Ne kadar öğrenmek istesem de anlatmadı. Bu operasyon sadece göremediğimiz ortaya çıkardı. Öğrenince sizede anlatıcam."

 

Bitap bir halde olan Kaya ailesi gözleriyle onayladıktan sonra odaya geçtiler...

 

 

 

---

 

Şeyma, karargaha döndüğünde Mustafa, elinde bir dosyayla bekliyordu. Odaya girer girmez tim üyelerinin dikkatini çekti. Herkes merakla onun getirdiği bilgilere odaklanmıştı.

 

“Ne buldun Mustafa?” dedi Şeyma, direkt konuya girerek.

 

Mustafa, dosyayı açtı ve masanın üzerine yaydı. İçinde çeşitli evraklar, haritalar ve birkaç elektronik cihaz vardı. **VIP odalardan elde ettiği bu belgeler, Demir Şahin'in suç ağının karmaşık yapısını açığa çıkaracak nitelikteydi.**

 

"Demir Şahin'in, bir değil, birden fazla uluslararası bağlantısı var," dedi Mustafa. "Bu belgeler, özellikle **Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Güney Amerika** bölgeleriyle yaptığı yasadışı silah ve malzeme ticaretini gösteriyor. Burada anlaşmaların yapıldığı tarih ve zamanlar var. Öyle ki, ticari evrakların arasında kaçak silah taşımacılığına dair şifreli notlar buldum."

 

Şeyma gözlerini evraklardan ayırmadan dinliyordu. Mustafa devam etti, dosyanın derinliklerindeki diğer belgelere işaret ederek: “Bakın bu belge, Demir Şahin'in **Atabek köyündeki** malzeme transferini kapsıyor. Aslında, buradaki depo göründüğü kadar basit değil. Gizli bir tünel ve geçit sistemi var. Bu belgelerde o geçitlerin yerleri detaylı bir şekilde haritalanmış.”

 

Fırat hemen haritayı aldı ve yakından incelemeye başladı. “Bu geçit sistemi, Demir Şahin’in asıl karargahına bağlanıyor olabilir. Etrafındaki diğer binalar dikkat çekici ama asıl önemli olan bu noktalar.”

"Tabi ki bu noktaları operasyonda hallettik. Çok büyük bir zarar verdik. Toparlanması imkansıza yakın oldu" diyerek sevincini saklamaz Şeyma.

 

Mustafa, bir diğer belgeyi açtı. “Burası daha da ilginç. **Demir Şahin'in finansal akışıyla ilgili veriler** var burada. Göstermelik olarak yasal iş yapan şirketlerin arkasında, karanlık işlerin döndüğü bir yapı var. İşte bakın, bu belgelerde sahte şirket isimleri, off-shore hesap numaraları ve taşeron firmalarla yaptığı sahte sözleşmeler var. Paravan şirketler kurarak kara para aklama işine girmiş. Sadece İstanbul'da değil, Avrupa’da da bazı bağlantıları var.”

 

Şeyma dikkatle dinlerken, diğer tim üyeleri de belgeleri inceliyordu. “Bunlar, **Demir Şahin’in sistemini çökertmek için kilit bilgiler**,” dedi Şeyma, masaya doğru eğilerek. "Bu finansal bağlantılar ve kaçakçılık ağını kullanarak adamlarını nasıl yönlendirdiğini anlıyoruz. Ama daha derine inmemiz gerek. Onun kara para aklama yöntemlerini kanıtlayacak somut deliller bulursak, tüm ağı çökertebiliriz.”

 

Mustafa bir USB bellek çıkardı. “Burada ayrıca bazı e-postalar ve yazışmalar var. Demir Şahin'in, Avrupa'daki bir grup iş adamıyla düzenli iletişim halinde olduğunu gösteren e-postalar bunlar. Bu kişiler aracılığıyla silah sevkiyatlarını gizlice organize ediyor. Burada, **gizli anlaşmaların şifrelenmiş detayları** yer alıyor. Ancak şifreyi çözmek zaman alacak.”

 

Şeyma, belgelerin içeriğine daha fazla göz attı. **Bu belgeler, sadece Demir Şahin’in ticari operasyonlarını değil, aynı zamanda onun arkasındaki bütün organizasyonun bir haritasını sunuyordu.** Kaçakçılıktan kara para aklamaya, yasadışı silah ticaretine kadar birçok kirli işin nasıl yürüdüğünü gösteren belgeler vardı.

 

Şeyma, evraklardan birini eline alarak konuştu: “Şu anda elimizde Demir Şahin'in faaliyetlerini durdurmak için yeterli bilgi var. Ancak bu operasyonun planlamasını yapmadan önce elimizdeki kanıtları güvence altına almalıyız. Bu bağlantılar sayesinde, onun arkasındaki tüm isimleri de ortaya çıkarabiliriz.”

 

Yahya başını salladı. “Bu iş burada bitmeyecek. Her detayı öğrenmemiz lazım. Demir Şahin’in kimlerle iş yaptığını, bu adamların neler planladığını ve bu suç ağının daha derinlerine inmemiz gerekiyor."

Mustafa, sen ve Fırat, bu bilgileri inceleyin ve şifreli dosyaların çözümü üzerinde çalışın. Diğer tim üyeleri, geçitlerle ilgili daha fazla bilgi toplamaya devam etsin" dedi Şeyma.

 

**Mustafa ve Burak, Demir Şahin’in e-posta yazışmalarını çözerken, Şeyma ve diğer tim üyeleri, operasyonun sonraki aşamalarını planlamak için harekete geçtiler.** Şeyma kararlıydı: Demir Şahin’in karanlık dünyası çökene kadar durmayacaklardı.

 

 

---

 

**Demir Şahin, ofisine girdiği anda kapıyı sertçe kapattı.**

Odanın içinde yankılanan kapı sesi, içindeki öfkenin dışavurumuydu. Yılların inşa ettiği sakin ve kontrollü duruşu yerini aniden bir volkan patlamasına bırakmıştı. **Eli masadaki evrakları kavrayarak fırlattı**; belgeler her yana saçıldı.

 

"Bir çuval inciri berbat ettiniz! Aptallar!" diye bağırdı, odada onunla beraber duran iki adamına dönerek. Masanın önündeki sandalyeyi tekmeyle itti, sandalye yere devrildi ve sessizlik içinde yuvarlandı.

 

Adamları gözlerini kaçırarak bir adım gerilediler, hiçbir şey söylemeye cesaret edemiyorlardı. **Demir’in alnında damarlar şişmiş, gözleri öfkeden kıvılcımlar saçıyordu.** “Yılların emeği, çabanın hepsi! Bir hata, sadece bir küçük hata, tüm planı yerle bir etti!” dedi dişlerini sıkarak. Sanki her kelime ağzından zehir gibi dökülüyordu.

 

**Demir masanın kenarına yaslandı**, parmakları beyazlaşana kadar masayı kavradı. Düşünceleri karışmıştı, her şeyin kontrolü elindeyken şimdi kaosun ortasındaydı. “ Şeyma! O kızı küçümsediğim için başımıza bunlar geldi. Onu yok saydıkça gözümün önünde büyüyen bir tehlike oldu.”

 

Demir’in öfkesi gitgide artıyordu. **Duvara asılı olan dünya haritasına** bakarak bir adım attı, haritanın ortasında parmağını gezdirdi. “Bu kadın,” dedi kendine, “şirketlerin arkasındaki bağlantılarımı bile anlamaya başladı. Beni köşeye sıkıştıran biri olacağını hiç düşünmemiştim.”

 

Adamlarından biri cesaret bulup, “Efendim, belki durumu toparlayabiliriz. Henüz her şey bitmiş değil,” dedi, sesi titrek ama umut doluydu.

 

**Demir, bakışlarını adama çevirdi.** Gözlerindeki öfke bir nebze bile azalmamıştı. “Toparlayabilir miyiz? Nasıl toparlayacağız? Planın her bir detayı ellerinde. Artık bir sır kalmadı! Her şeyin kontrolü kayboldu!”

 

Bir an için durdu, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. Kendini toparlamaya çalıştı. **Öfkesiyle baş edebilmek için birkaç saniye sessizce durdu.** Ancak içindeki kızgınlık asla tam anlamıyla dinmiyordu. “Şimdi dinleyin beni,” dedi sakin ama soğuk bir sesle. “Hüseyin hâlâ yaşıyor, ama bu işin sona erdiği anlamına gelmez. Ne olursa olsun, o ve nişanlısı Şeyma bu işin içinden sağ çıkmayacak. Timiyle birlikte onları da yerle bir edeceğiz.”

 

Demir ,adamlarının bakışlarını yakalayarak,

"Eğer bir kez daha bu hatalardan biri tekrarlanırsa, sizler de o çuvalın içindeki çürük incirler gibi çöpe atılacaksınız," dedi, kelimelerini sert bir vurguyla bitirerek. **Ofisteki sessizlik daha da derinleşti.**

 

Adamlar, Demir’in tehditkâr sözlerinin ağırlığı altında ezilircesine başlarını eğdi. Demir, bir kez daha masasına döndü, ellerini arkasında birleştirip dışarıyı izlemeye başladı. Şehir manzarasının ardında, yeni bir plan şekillendiriyordu. Bu sefer hata yapma lüksleri yoktu.

 

“Çıkın,” dedi son olarak. "Her ne gerekiyorsa yapın. Ve bu işi düzeltin."

 

---

 

Şeyma, karargahta uzun bir çalışma gününün ardından akşam saatlerinde terk etti. Gökyüzündeki alacakaranlık, hastane koridorlarına yavaş yavaş çökmüş, ışıklar hastanenin her köşesini loş bir parıltıyla aydınlatıyordu. Yorgun ve endişeli adımlarla hastaneye geri döndü. Odanın önündeki askerler ona selam verdi İçeri girdiğinde, içini karartan düşünceler ve stresin ağırlığı her adımda biraz daha fazlalaşıyordu.

 

Hastane odasının kapısını açtığında, yanında sadece Elmira, kayınvalide ve kayınpederi görmekteydi. İkisi de yorgunluktan bitap düşmüş görünüyordu. Elmira’nın gözleri, sabaha kadar süren uykusuzluk ve endişeden dolayı koyu halkalarla çevrilmişti. Kayınpederinin ise kasvetli bir ifadesi vardı, yorgun bir şekilde oturuyordu.

 

Şeyma içeri girerken yavaş adımlarla yaklaşarak, “Lütfen,” dedi, “dinlenmeniz gerekiyor. Çok yoruldunuz. Otele dönün, sizinde dinlenmeye ihtiyacınız var. Yemin ederim ne gerekiyorsa yapıcam. O benim de yekparem. En az onun sevdiği kadar bende onu çok seviyorum.Lütfen bu haliniz beni de perişan ediyor. ”

 

Elmira ve kayınpederi önce itiraz etmek istediler, ancak Şeyma’nın yorgun ama kararlı bakışı, onları ikna etti. Birbirlerine bakarak başlarını salladılar, sessizce toparlanıp otele dönmek üzere hastane odasından ayrıldılar.

Şeyma hastane çıkışına kadar onlara eşlik etti. Taksiye bindirdi. Şöföre adresi ve yeri söylerken ücreti de habersiz ödedi. Onların arkasından biraz daha hüzünlü bakışlarla izledi.

 

Şeyma, hastane odasında yalnız kaldıktan sonra, yorgun ama kararlı bir şekilde Hüseyin’in yanına yaklaştı. Odanın sessizliği içinde, sadece Hüseyin’in soluk alıp verişi duyuluyordu. Şeyma, Hüseyin’in elini nazikçe tuttu, soğuk ve cansız parmakları arasında kaybolmuştu.

 

“Buradayım, Hüseyin,” dedi, boğuk ve kısık bir sesle, “sana söz veriyorum, senin yanındayım. Her şey yoluna girecek. Ben buradayım. Nolur pes etme. Bırakma beni.”

Karşılık ise sessizlikti. Cevap bile yoktu:-) Onun sesi yerine birden çok monitör den çıkan sesler duyuluyordu.

 

Gözlerini kapattı ve başını Hüseyin’in elinin üzerine koydu. İçindeki tüm sevgiyi ve özlemi bu sessiz anın içine koydu. Duyguları, gözyaşlarıyla birleşerek, Hüseyin’in eline damladı.Gece boyunca, Şeyma başını Hüseyin’in eline yaslayarak, onun yanında kalmak üzere bir bekleyişe geçti.

 

**Hastane odasının loş ışıkları altında, Şeyma'nın kalbi, her geçen dakika Hüseyin’in iyileşmesini umarak çırpınıyordu.** Her an, gözlerini aralamış gibi hissediyordu, onun yanındayken yaşadığı umut ve sevgiyi, geceyi birlikte geçirerek yaşatıyordu.

 

**Zaman geçerken, gece boyunca uykusuz kalan Şeyma, Hüseyin’e sessizce fısıldayarak, ona olan derin sevgisini hissettirmeye çalıştı.** Karanlık, onları sarhoş eden bir huzurla kaplanmıştı. Şeyma, Hüseyin’in yanındaki tek kişiydi ve bu gece, onu yalnız bırakmamak için elinden gelen her şeyi yapacaktı.

 

**Bu an, Şeyma’nın kalbinde unutulmaz bir iz bırakarak**, onun sevgi dolu, kararlı ve cesur yönlerini bir kez daha ortaya koydu. Hüseyin’in yanında olmak, ona hem destek olma hem de kendi içsel huzurunu bulma fırsatıydı. Şeyma, gecenin derinliklerinde, Hüseyin’in iyileşmesi için umut beslemeye devam etti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%