Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32.BÖLÜM

@hayat_belirtisi34

Karargahın dinginliğinde otururken, bir gün Hüseyin ile sivil kıyafetle dolaşırken, yaşadığımız olayı hatırladım. O gün güneş hafif ısıtırken ikili birlikte yürüyüş yapmaktan keyif alıyorduk. Ancak o an huzurumuzu bozan bir gurup erkek yanımıza yaklaştı.

"Afedersiniz, bir yol tarifi alabilir miyiz? diyen birinin sesi ilk başta sıradan bir soru gibi yankılandı. Gülümseyerek durumu dikkate aldım, ellerindeki kağıda baktım.

"Tabi, buradan sağa döneceksiniz, sonra ikinci sokağı geçince sol tarakta bulacaksınız."

"Turist misiniz? Simalarınız pek bize benzemiyor"diye sordu Hüseyin. Soruyu soran kişi;

"Evet, gezmek için geldik. Ama böyle bir nazik bir güzelliğin karşımıza çıkabileceğini nereden bilebilirdik."

Hüseyin bu nahoş cümleyi sinirlenme de görmezden geldi. Elimi daha sıkı tuttu. Kısa bir kaç sorularının ardından daha fazla konuşmak istemedik. Ancak kısa bir süre zarfında gurubun davranışları tuhaf bir hale büründü. İlk başta kibar görünen erkekler, bana gereksiz gülüşler ve atmaya başladılar.

"Teşekkürler, çok güzel bir tarifti. Senin gibi bir güzellikten de bu beklenirdi" dedi birisi.

"Ne diyorsun lan sen!" sesi artık belirgin bir şekilde belirginleşmeye başlamıştı. Görmezden geldim, öfkelenmiştim ama yine de kavga etmek istemiyordum. Yani edersem ortalık ayağa kalkacaktı.

"Beyler, daha fazla uzatmayın. Ve ülkemde daha kimseye asılmadan gezin tozun ve defolup gidin. İyi günler size."

"Sadece tanışmak istemiştik" dedi birisi ve telefonunu uzattı. "Numaranızı almam mümkün müdür?" Hüseyin'e hoşnutsuz bir bakış attıktan sonra; "Daha detaylı konuşabilirdik."

Daha ne olduğunu anlamadan tam cevap verecektim ki, Hüseyin kendini tutmakta zorlandı ve aralarına daldı. En son gördüğüm şey dördüne birden yumruk geçirdiğiydi. Kısa bir çatışmanın ardından profesyonelce birini yere serdi, tam diğerlerine geçecekti ki o da nasibini aldı. Hepsi karşısında durmaya çalıştı ama Hüseyin üzerlerine atlayınca durdurulamaz bir güçle saldırmaya başladı. O an bir bıkkınlık geldi bana. Kafam bin beş yüzdü zaten. Çatlıyordu. Gecelere kadar çalışmıştım iki dk nefes alalım dedik burdada hanzomuz sağolsun hengamemizi eksik bırakmıştı. Ama ne yalan söyliyim hakketmişlerdi. O dövüşürken öylece izledim. İyi geçiriyordu ha. Karışmak istemedim. Ellerimi paltoma sürtüp ve üfleyerek izledim. Eğlenceliydi. Taki... ponçiğim kısılana kadar, aldığı darbe artmaya başlamıştı. Bir an öfkeyle doldum. Eğer bende onun gibi dalarsam onları dövmek yerine yanlışlıkla öldürürdüm. Zor tuttum kendimi. Gür bir şekilde bağırdım.

"YETER! Gidip işinize yolunuza bakın yoksa pişman olursunuzolursunuz" diye sert bir uyarıda bulundum. Tehditkar bir şekilde bakışlarımı kaldırdım. "Bırakın kocamı."

Tabiki de bırakmadılar. Dudak altı sırttılar. Eh benden günah gitti. Silahımı göz açıp kapancaya kadar doğrulttum.

"Tekrar etmiyicem."

"Bizi korkutamazsın güzellik" dediler ve beklenmedik bir şekilde onlarda silah çıkardılar. Bir kere onların sizde ne işi var? Doğru düzgün tutsalar gam yemiyicem.

Aman ya. Gelde şimdi uğraş. Hüseyin'i yanıma çektim. Tabi şuan askerliği bittiği için kullanamazdı. Aralarında olmamasına rağmen kıstıracak anı bekliyor, yine de durmuyordu. G*** boncuk mu buldun bir yerinde dursana. Anladık sinirlendin. Bileğini sıktım uyarı verircesine. Artık gına geldi yemin ederim. Sinirden dudaklarım gergin bir gülüş aldı.

"Hahaha. Bir turist ne zamandan beri yanında silah taşırmış. Nasıl girdiniz siz. Burda ülkemde böyle davranmaya nasıl cüret edersiniz. Kimsiniz siz?"

Halen daha durmuyorlardı arkadaş. Pişmiş kelle gibi sırıtıyorlardı. Şeytan diyor ki sık kafalarına.

"Merak ediyorsan bizimle gelebilirsin?" dedi adresi soran kişi.

Yaklaştım, yaklaştım yaklaştım... Belime silahı yerine koydum.

"Şeyma ne yapıyorsun?!"

"Çok merak ediyorum, hadi! Gösterin bana."

Gülümseyerek girdim aralarına. Tabi bu yaptığım ile dikkatleri dağılmış, silah tutuşları gevşemişti. Sırıtış ve kahkahaları çoğaldı.

"Şeyma!!!" dedi Hüseyin. Bu işin sonunda çok pis bir azar olacağını adım gibi biliyorum ki olacak. Beni haşlayacak arkadaşlar... Yine son bir umut parçasıyla gizemli bir gülüş attım. İnşallah ne yapacağımı anlamıştır.

Liderleri koluma girdi ve gülerek; "Hadi gidelim" dedi. Hıı. Nah gideriz.

"Elbette" dedim sinsi bir tebessümle ve o tuttuğu elininin bileğinden kavrayıp kolundan büktüm ve o acı içinde kıvranırken karın boşluğuna sert bir tekme attım. O yere düşerken gelen kişiye ise hızla dirseğimle çenesine bir darbe indirdim. Kısa süreli sersemleyen adam bana biraz da olsa hareket alanı açacaktı tam diğerine gelen kişiyi savuşturacakkken bir bıçak parıltısı gördüm. Refleksle kenara çekilip eğildim fakat önümde Hüseyin'i ölüm gibi bakışlarıyla ve kolunun hafif bıçak yarası ile açıldığını görmem bir oldu. Ufak bir inilti ve yüz ekşitirken adamın bıçak tutan elinin bileğine ters bir kavrama uyguladı. Acıyla kıvranan adam sol elindeki silahı ona doğrultmaya çalışırken de o bileğini de bükerek ikisinin de düşmesini sağladı. Az önce yere devirdiğim liderin silahı doğrultmaya çalıştığını görünce hemen tekme atıp elinin altından çıkmasını sağladım. Çenesine tekmeyi savurduğum adam ise koşarak bana gelirken boynundan kavrayıp yüzünü bana doğrulttum. Sıkarken havada kalan adam çaresizce elleriyle savuşturmaya çalıştı fakat izin vermeyip yere bıraktım. Arkama döndüğümde ise Hüseyin ikisini bağlamıştı bile. Bu ne hız be yiğidim. Bir dk kolun...

Sonunda gurubun lideri yaralanan arkadaşını geri çekerek "Şikayette bulunacağız!" dedi bağırarak. Bu sefer gerçekten komikti işte. Öyle bir güldüm ki kahkaha histeri şeklinde çıktı. Kartımı cebimden çıkardım.

"Hadi, ne duruyorsunuz?"

Yüzleri düştü hepsinin. Silahları havada iken polis sireninin sesi duyuldu. Muhtemelen şikayet edilmiştik.

"Noluyor burada!"

Her birimize kelepçeleri ile gelen memurlar, bu silahlı olayı pek dinleme taraftarı değildi galiba. İlk önce gurubu sonra Hüseyin'i aldılar. Gerçekten yüzüne bıkkın bir surat vardı ve herzaman ki gördüğüm o ponçik suratlığı yoktu. Bana bakmadı bile. Off çok kötü kırdım. Memurlardan biri yöneldi bana doğru. Kelepçelemeden onu durdurdum.

"Dinlemeyecek misiniz?"

"Burda kaç kere oluyor bu olaylar biliyor musun sen?"

"Anlıyorum." Hafif sinir huzmesi altında gülümseyerek kartımı çıkardım. "Yüzbaşı Şeyma Çelikkol. Bu şahıslar turist kisvesi altında bana ve nişanlıma münasebetsiz kelimeler sarf etmiş, tehdit etmişlerdir. Şikayetçiyiz memur bey."

****

Memur, kartı incelerken bir an durakladı; şaşkınlığı çabuk bir şekilde ciddiyete dönüştü. Başını hafifçe sallayıp kartımı bana geri uzattı. "Tabii, Yüzbaşı Hanım," dedi, bu sefer daha saygılı bir tonla. "Buyurun, ifade için içeri geçelim."

 

Beni ayrı bir odaya aldılar. Hüseyin’in bulunduğu odayı görebiliyordum ama o hâlâ yüzünü çevirmiş, bana bakmıyordu. Gözlerindeki soğuk ifade ve gergin duruşu içimi ezip geçiyordu. Yüzündeki derin yaraya odaklandım; o an, onun yaşadığı acıyı hissedebiliyordum. Sinirli bir tavır sergilemesine rağmen, içinde barındırdığı endişe beni tedirgin etti. Onu bu halde görmek, düşündüğümden daha fazla canımı sıkıyordu.

 

İfademi verip dışarı çıktığımda, iki babamda karakola gelmişlerdi. Babam beni görünce iç geçirerek gözlerini hafifçe kıstı, bakışlarında sert bir ifade vardı ama içindeki endişe yüreğime dokundu.

 

"Şeyma, anlat bakalım, bu nasıl oldu?" dedi, kontrolü elden bırakmamaya çalışarak ama gözlerindeki kaygıyı gizleyemiyordu.

 

Derin bir nefes alarak durumu anlatmaya başladım. "Baba, aslında her şey kontrolden çıktı. Bir grup turist bize laf attı, Hüseyin kendini savunmak zorunda kaldı."

 

Babam başını salladı, ama gözlerindeki sertlik yerini endişeye bıraktı. "Oğlum, sen böyle durumlarda biraz daha sakin olmalısın. Yaraların olduğu belli, sinirini kontrol etmelisin."

 

Tam o sırada, Hüseyin ifadesini verip çıktı. Yüzü sertti, ama üzerindeki yaralar hâlâ bariz bir şekilde görünüyordu. Beni görüp tekrar yüzünü çevirdi; bu, içimde derin bir sızı bıraktı. Cahit Bey ona doğru ilerleyerek omzuna hafifçe dokundu.

 

"Oğlum," dedi Cahit Bey, sesi alçak ama etkiliydi. "Bu tür olaylarda her zaman bir çözüm vardır. Kendini bu kadar tehlikeye atma."

 

Hüseyin gözlerini devirerek, hâlâ bana bakmamaya çalışarak, "Baba, ben sessiz kalamazdım! Şeyma’ya laf attılar, ben de dayanamayıp tepki verdim!" dedi, sesi hafif titriyordu.

 

Babam bu sefer Hüseyin’e dönerek sakin ama korumacı bir tonla konuştu. "Anlıyorum, ama dikkatli olmalısın. Yaralarınla ilgili endişeliyim. Böyle şeylere girmeden önce iki kere düşünmek gerek."

 

Hüseyin ve ben kısa bir an için göz göze geldiğimizde, ikimizde içsel bir huzursuzluk vardı. Yüzündeki yara, sinirli görünümünün ardında sakladığı çaresizliği yansıtıyordu. Gözlerini benden kaçırdığında, içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim.

 

“Tamam, bundan sonra kavgayı bırakıyoruz. Sadece düğün hazırlıklarına odaklanacağız, söz veriyorum,” dedim, gülümsemeye çalışarak.

 

Haluk Bey hafifçe gülümseyip başını iki yana salladı. "Sizden daha fazla macera istemiyorum gençler. Umarım dersinizi almışsınızdır."

 

Karakolun önünde duruyordum, Hüseyin’le aramızdaki gerginlik havayı adeta kesiyordu. Onun öfkesini hissedebiliyordum, ama benim içimdeki acı çok daha derindi. Gözlerimle onu taradım, öfkesi alev alev yanarken ben sadece acı hissettim. “Ne bakıyorsun öyle, Şeyma? Görmedin mi tavırlarını?” dedi. Sesindeki sertlik beni yaraladı.

 

“Hüseyin, gördüm! Ama ben ona değil, senin başına buyruk hareketlerine kızıyorum. Kendini her seferinde tehlikeye attığının farkında değil misin?” Cevabım boğazımda düğümlenirken, sesimin ne kadar titrediğini hissettim.

 

“O zaman ben suçlu oldum, değil mi? Kabak yine zavallı benim üzerime patladı. Hayret bir şey ya!” Bu kez o daha da yükseldi, sesindeki öfke beni korkutuyordu.

 

“Ne diyorsun sen! Seni darladığımı mı söylüyorsun?” Diye sordum, ama içimdeki üzüntü bu cümleyle birlikte daha da derinleşti.

 

“Öyle değil mi ha! Ben senin elinde oyuncağın değilim. Her hareketimi sorgulama, Şeyma. Şu paranoyalarını bırak artık,” dedi. Kalbimdeki boşluk daha da derinleşti; onu kaybetme korkusu içinde bir yerlerde kıvılcımlar yanıyordu.

 

“Paranoya? Değil beyefendi, değil! Tecrübe bu!”

 

“Hıh. Ne tecrübeymiş arkadaş! Tecrübe yüzünden çekmediğimiz kalmadı!”

 

Bu sözler, kalbimi delip geçti. Onun yaşadığı acıyı bildiğim için, bir şeyler söylesem de yaralarına tuz basmaktan korkuyordum. Ama kendimi durduramadım: “Eğer… şüpheye başladıysan, geçmiş olsun. O zaman çabaladığın şeyden vazgeçmeye başlamışsındır. Bitmiştir sevgin. Ama ben bizden hiç şüphe etmemiştim.”

 

Gözlerimdeki yaşlar artık akmak için can atıyordu. “Zorlanmaya başladıysan, geç olmadan bırak. Endişemin sayesinde, gerçekten içini görmüş oldum,” diye fısıldadım, ama içimdeki acı kelimelerimden daha yüksek sesle yankılandı.

 

Hüseyin’in öfkesi iyice alevlendi. “Kendimle ilgili bir şey bilmeden, beni yargılıyorsun. Yıllardır mücadele ediyorum ve senin gözünde hâlâ bir çocuk gibiyim!” diye bağırdı. “Sana ne kadar değer verdiğimi bilecek kadar tanıdığını sanmıştım. Ama sen hep kendi korkularının gölgesinde kaldın. Oysa ben seni seviyorum, Şeyma. Bunu her seferinde gösterdim, ama görünüşe göre senin gözünde bir hiçim!”

 

Tam o anda, babam Haluk yanımıza geldi ve gözyaşlarımla dolmuş gözlerime baktı. Hüseyin’in yakasından tuttu ve sert bir sesle, “Ben sana kızımı ağlatırsan dünyayı dar ederim demedim mi!” dedi.

 

Hüseyin, bu sert tepkiden irkildi, öfkesinin gölgesi bir an kayboldu. O an, gözlerimin önünde sadece benim için savaşan o genç adamı gördüm. Gözlerimdeki yaşlar akmaya devam ediyordu; kalbimdeki yara daha da derinleşmişti.

 

“Şeyma, pişmanım. Gerçekten pişmanım. Beni anla, sadece senin için savaşıyorum. Ama bu şekilde seni kaybetmek istemiyorum. Kalbimi kırmak istemedim, bunu biliyorsun,” dedi, sesi bir parça yumuşadı.

 

O an, “Belki de beni çoktan kaybettin, Hüseyin,” dedim. Sesim titreyerek döküldü. “Artık güvenememek, bana her şeyden daha acı geliyor.”

 

Yüzümdeki yaşların ıslaklığı, içimdeki acıyı daha körüklüyordu. Babam, ikimizin arasındaki çatışmanın neden olduğu bu karanlık havayı dağıtmaya çalışıyordu. Ama kalbimdeki derin yaraların acısı, onun çabalarının çok ötesindeydi. İçim o kadar öfke doluydu ki konuşmak dahi istemedim. Arkamı dönüp uzaklaştım. Topuklarımın yere vurduğu yankı dışa vurmuş halimdi sanki.

(Hüseyin'in gözünden ;) )

 

Şeyma’nın arkasından koşarken kalbim, kaybetme korkusuyla çarpıyordu. Onun gözyaşları, yanaklarından süzülen birer nehir gibi akarken, içimde bir şeylerin sona erdiğini hissediyordum. O an, ona ulaşmak zorundaydım; içimdeki acıyı bastırmak için adımlarımı hızlandırdım. Gözlerim, onun ardındaki karanlıkta kaybolan umutları arıyordu.

 

“Şeyma, lütfen dur!” diye haykırdım, ama sesim kayboldu; soğuk havada bir yankı gibi uçup gitti. Haluk’un sinirli bakışları arkamda ağır bir yük gibi hissedilirken, onun engelleyici eli bile beni durduramazdı. İçimdeki çatışma, haykırışlarımda yankılanıyordu. “Seni kaybetmek istemiyorum! Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum ama… beni dinle!”

 

Ama onun arkasını dönmesi, gözyaşlarını silmek için yaptığı o çaresiz hareket, yüreğimin derinliklerine saplanan bir hançer gibiydi. “Ne yaptım ben?” diye düşündüm, pişmanlığın ağırlığı içimi kemirirken. Şeyma, hâlâ yürümeye devam ediyordu; bu kayboluş, bana sadece çaresizlik hissettiriyordu.

 

Haluk’un sesi, o an yanımda duyduğum en sert seslerden biriydi. “Bırakın!” diye bağırdı, ama içimdeki acı, onun sözlerini boğuyordu. Cahit, sakin bir ses tonuyla yanıtladı: “Bırak kendileri halletsin, Haluk. Bu onların meselesi. Birbirleriyle yüzleşmeliler.” O an, Haluk’un endişesini anlamak zorundaydım; ama içimdeki gerilim, bir volkan gibi kabarıyordu.

 

Şeyma, gidişini sürdürürken, benim için yarattığı boşluk hissi giderek büyüyordu. İçimdeki kaygılar, karanlığın üzerine çökmüş bir gölge gibi beni sarhoş ediyordu. “Ne yapıyorsun, Hüseyin?” diye düşündüm. Onun gözyaşları, benim içsel çalkantılarımı daha da derinleştiriyordu.

 

Haluk’un öfkesinin hala üzerimde olduğunu hissediyordum, ama Cahit’in sesi, bir nebze olsun rahatlatıyordu. “Zarar vermez. Gözyaşları onun için de acı verici. Bunu anlamalılar,” diyordu. Cahit’in bu sözleri, içimde bir umut ışığı gibi parıldıyordu; ama yine de endişe, kalbimin derinliklerine kadar sızıyordu.

 

“Şeyma!” diye tekrar seslendim. Ama kelimelerim, rüzgârda kaybolan yapraklar gibi uzaklara savruluyordu. Onun yanına ulaşmak zorundaydım; içimdeki acıyı, haykırışlarımda bulmalıyım.

 

Gözlerim onun gözyaşlarında kaybolmuşken, içinde bulunduğu karanlığı görebiliyordum. Onun yanında olmayı o kadar çok istiyordum ki, içimdeki bu boşluğu hissetmek yüreğimi yaralıyordu. “Lütfen dur! Gözlerini benden ayırma,” diye iç geçirdim. Ama kelimelerim içimde kaybolup gitti.

 

Şeyma, derin bir acıyla dolup taşarken, “Seni anlıyorum ama lütfen dur! Beni bırakma! Yaşamak için savaşıyorum. Seni kaybetmek istemiyorum!” diye bağırıyordu. O an, onun acısını hissetmek, beni daha da çaresiz bırakıyordu. “Birbirinize ne yapıyorsunuz?” diye düşündüm, ama içimdeki karmaşa, bir an için bile dinmiyordu.

 

Haluk’un bakışları üzerimdeydi, ama Cahit’in soğukkanlılığı, yüreğimdeki ateşi bir nebze olsun dindirmişti. “Bu yüzleşme, belki de ikisinin de kendi duygularıyla yüzleşmesine olanak tanıyacaktır,” diye düşündüm. Ama Şeyma’nın arkasını döndüğü her an, içimdeki kaygılar daha da büyüyordu.

 

Onun gidişi, benim için de bir boşluk yarattı; içimdeki umutsuzluk, karanlığın üzerine çökerken, ikimizin de yaşadığı kayıpların boyutunu daha iyi anlıyordum. Şeyma’nın kaybolması, benim içimde açılan yarayı daha da derinleştiriyordu. Yalnızca bir adım uzağımdayken, onu kaybetmek korkusu içimi kemiriyordu.

 

Adımlarım hızlandı, ama kalbim, ona ulaşmanın mümkün olmadığını biliyordu. Haluk’un gerilim dolu bakışlarıyla birlikte, gözlerim sadece Şeyma’nın gidişini izliyordu. “Gözyaşları onun için de acı verici,” diye mırıldandım. “Ama ben de onu kaybetmek istemiyorum.”

 

O an, Şeyma’nın kayboluşu, benim içsel savaşıma dönüşüyordu; ona ulaşmak, hayatta kalmak için savaşmaktı. Ama kaybetme korkusu, onu geride bırakmanın ağırlığını omuzlarıma yüklüyordu.

 

Şeyma’nın adımlarını takip ederken, içimdeki boşluğun büyüklüğü, yaşadığım her duyguyu daha derin hissettiriyordu. Yalnızca onu kaybetmemek için savaşmaya kararlıydım, ama içimdeki fırtına, bu savaşın ne kadar zorlu olacağını gösteriyordu.

 

Şeyma’nın sözleri içimde bir volkan gibi patlamaya hazırken, ondan gelen soğuk rüzgâr, duygularımı daha da derinleştiriyordu. “Bırak beni! Senin hiçbir lafını dinlemek istemiyorum!” dedi, sesi öfke doluydu ama içindeki kırgınlığı gizlemeye çalışıyordu. O an, bir şeylerin kıyameti geliyordu; o yüzden kaybetmeye niyetim yoktu.

 

“Öfke insanın aynasıdır derler. Ne ekersen o çıkar. Bende görmüş oldum,” diyerek elindeki yüzüğü çıkarmaya çalıştığında, içimdeki telaş birden büyüdü. “Hop hop hop! Sakın aklından bile geçirme,” diye bağırdım, elini sıkı ama acıtmadan yakaladım. “Ben bunu takmak için ne kadar uğraştım, haberin var mı?” dedim, sesim tehditkâr bir tonda yankılandı.

 

Şeyma’nın gözleri parlıyordu; öfke ve acı iç içe geçmişti. “Gördük, gerçekten. Çok belli ettin,” dedi, hiddetle elini ve kolunu kurtarmaya çalışarak. “Bırak beni dedim sana! Yüzünü dahi görmek istemiyorum.”

 

O an, içimdeki öfke kabarıyor, kendimi kontrol edemiyordum. “Bırakmıyorum, ula! Yok öyle bir kavgayla çekip gitmek.” Derin bir nefes alıp, kendimi toparladım ama sesim hâlâ sertti. “Tamam... abarttım. Ama kızım, sen de beni anla be! Senin beni koruma içgüdün, benimkisini geçemez.”

 

Şeyma, gözlerindeki ateşi söndürmeden benimle tartışmaya devam etti. “Bunu yaparak beni kaybetmekten başka bir şey yapmıyorsun, Hüseyin!” dedi, sesindeki kararlılığı hissettim.

 

“Hayır, tam tersine, seni kaybetmemek için buradayım!” dedim, sesim öfke ve tutkuyla doluydu. “Senin bu inatçılığın beni deli ediyor! Ne zaman yüzleşeceğiz, bunu beklemeyecek kadar aciz miyiz?”

 

Şeyma duraksadı ama direncini kırmadı. “Seninle bu şekilde bir yere varamayız,” dedi, ama sesindeki hüzün bana daha da güç verdi.

 

“Devam etmek zorundayız! Bu, seninle benim aramda. Seni dinle! Birbirimize ihtiyacımız var. Ama eğer bu şekilde gitmeye devam edersen, ben de seni kaybedeceğim,” diye yanıtladım, öfkem her kelimemde patlak veriyordu.

 

“Beni bu kadar zorlamak zorunda mısın?” Şeyma’nın sesi titriyordu; ona kıyamıyordum ama öfkemi de bastıramıyordum.

 

“Evet! Çünkü bu savaşı kazanmak zorundayım. Seninle yüzleşmeden bu yükü taşıyamam! Gel, bunu halledelim!” dedim, içimdeki kötü çocuğun sesi ağır basarak. Gözlerimdeki kararlılık, onu ikna etme çabasıyla birleşiyordu. “Hayatımda sana olan yerimden vazgeçemem. Bunu bilmelisin. Eğer seni kaybedersem, kendi içimde bir boşluğa düşeceğim.”

 

Şeyma’nın gözleri, içimdeki karmaşanın büyüklüğünü hissetmiş gibiydi. “Beni kaybetmek istemiyorsan, lütfen bu şekilde devam etme,” dedi, ama artık içimdeki bad boy ruhu, onunla bu mücadeleyi vermekten vazgeçmeye niyetli değildi.

 

“Bir kez bile denemeden pes edemezsin. Bunu anla! Birlikte savaşalım!” dedim, sesim kararlılıkla dolup taşarken. “Hayat bu değil. Senin yanımda olmanı istiyorum. Kendi savaşımda, birlikte yer alalım. Beni bırakma, Şeyma.”

 

O an, kelimelerimin ağırlığı arasında derin bir sessizlik oluştu. Gözlerimdeki kararlılık, onu anlaması için bir şans yaratıyordu. Ama aynı zamanda, bu yüzleşmenin getirdiği belirsizlik, içimdeki karanlığı besliyordu. “Yüzleşmek zorundayız, yoksa her ikimiz de kaybedeceğiz,” dedim, daha önce hiç hissetmediğim bir güçle.

 

Ve böylece, onunla bu savaşı sürdürmek için daha da kararlıydım. İki kalp, bir savaşın ortasında, kaybetmemek için çırpınırken, her ikimizin de duyguları birbirine dolanmıştı. O an, birbirimize ihtiyacımız olduğunu daha iyi anlıyordum.

 

 

Gözlerimdeki kararlılık ona bir şeyler hissettirmiş olmalı ki, Şeyma’nın öfkesi giderek erimeye başladı. Sonunda, dudaklarını büzerek, “Öhöm… Bir daha b-böyle konuşma. Yani konuşmayalım. Tamam. Affettim,” dedi.

 

O an, yüzümde beliren gülümseme, içimdeki zafer duygusunun dışa vurumuydu. “Gerçekten mi?” dedim, ona yaklaşarak. Gözlerimiz buluştuğunda, kalbim hızla çarptı.

 

Şeyma, o yakın mesafede, kıpkırmızı kesilerek hıçkırdı. “A-affettim.”

 

Hafif bir kahkaha attım; gülümsememin ardında bir tutku gizliydi. “Gördün mü, affettim! Bütün bu savaşın altında gerçekten bir sevgi var,” dedim, elini sıkıca kavrayarak, onun bakışlarında zafer dolu bir anlam arıyordum.

 

Tam o anda Haluk Bey’in sesi araya girdi. “Anlaşılan halllettiniz… Bana bak damat bozuntusu, bir daha görürsem vallahi seni benim elimden kimse alamaz.”

 

Ulan anladık, kız babasısın! Bir rahat bırak, dercesine bakışımı ona yönelttim. Haluk Bey’in bilerek yaptığını biliyordum, ama onun gülümsemeleri ve Şeyma’nın kıkırdamaları beni güldürdü. “Elbette baba. Bir daha olmaması için elimden geleni yapacağım,” dedim, dayanamayarak.

 

Haluk, omzuma vurduktan sonra, “İyi o zaman, hadi herkes evlere!” dedi.

 

“B-baba,” dedi, Şeyma cesaretle. “Biraz daha izin verir misin? Biz bir hastaneye gitsek. Hem kontrol de ettirmiş oluruz.”

 

O an gözlerim Şeyma’nın gözlerine kaydı. İçimdeki heyecan bir anda arttı. Haluk Bey, gözlerini benden ayırmadan, damadının koluna baktı. Cahit, hafif göz kapatma hareketiyle başını salladı; hoşnutsuz bir şekilde, “İyi, geç kalmadan eve geliyorsun! İki saat! Bir dakika bile geç kalmayacaksın,” dedi.

 

“Merak etme baba! Kendi ellerimle eve bırakacağım. Yemin ederim,” dedim, kalbimdeki duyguları açıklamaktan çekinmeden.

 

Şeyma’nın elleri, kolumda hissettiğim sıcaklık, beni her şeyin ötesinde bir bağla bağlıyordu.

 

Arabaya doğru yürürken içimde beliren o tanıdık huzur, yerini tatlı bir gerginliğe bırakmıştı. Şeyma’nın kıkırdamaları eşliğinde arabaya ulaşmak üzereyken, camın hafif tıkırtısını duydum. Motoru çalıştırmaya hazırlanıyordum ki, Haluk amca yakama yapışıp beni kendine doğru çekti. İçimden ‘Tamam, kızacak,’ dedim. Bir şey demeye hazırlanıyordum, ama beklediğim gibi bağırmadı; kulağıma doğru eğilip alçak bir sesle, dikkatlice konuşmaya başladı.

 

"Dikkatli olun," dedi, sesi ciddiyetle doluydu. "Peşinde. Sadece kızımı değil, kendini de koru."

 

Anlamadan edemedim; bu uyarı, yüzeyin altındaki görünmeyen tehditlerin farkında olduğunu gösteriyordu. Şeyma’ya belli etmeden onun için hissettiği endişeyi bana aktarmıştı. Sessizliğin içine gömülmüş gizli bir korku gibi.

 

Haluk amcanın bir anlık bakışları, düşüncelerime biraz daha yük ekledi. Demir Şahin’in ne kadar ileri gidebileceğini düşünmek bile istemiyordum ama artık hislerimle değil, içimde büyüyen bu uyarıların ciddiyetiyle hareket etmeliydim.

 

Haluk, sessizce elini cebine attı ve fark etmeden cebime küçük bir şey sıkıştırdı. Şeyma merakla sordu: "Ne dedi?"

Gözlerimi yolun karşısına sabitleyerek gülümsedim. “Hiç... yine aynı şeyler. Ulan, tam yola girdik, güzelliğin tam ortasında her seferinde baban giriyor, farkında mısın?” dedim, dışarıya bakarak komik bir nefes vererek. “Bu durum ne zaman son bulacak tahminen?”

 

Şeyma, gülümseyerek başını eğdi. “Bilmiyorum, belki bir gün ‘kızım mutlu olmalı’ dediğinde bu kadar müdahale etmez,” dedi, gülümsemesiyle aramızdaki gerginliği biraz olsun hafifletiyordu.

 

“Bir şeyler oluyor işte, babam da göz açıp kapayana kadar karşımıza çıkıyor,” diye ekledim, gülümsememi göstermeye çalışarak. “Bir gün bir araya gelmeyi başarsak, bu kadar sık müdahale etmemesini umuyorum. Yok böyle olmayacak. Seni kesin almam lazım.”

 

Şeyma, hafifçe gülümseyip yanımdan geçerek bana yaslandı. “Bilmiyorum ama komik, her defasında sinirlenip kahkaha atmamı sağlıyor. Babam böyle işte. Oldum olası değişmedi hiç.”

 

“Her defasında kendimi bir tutuklu gibi hissediyorum. Tam yola gireceğim, babam hemen yanıma dikiliyor. Bu adam bir ara bizi bırakacak mı? Ah ah. Yapacak bir şey yok. Gülüşün dikenine katlanmak artık” dedim, biraz can sıkıntısıyla.

 

Kısa bir sessizlikten sonra, aklımda Ömer konusu belirdi herhalde. “Neyse, Ömer hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordu. “Onun yanımızda olması gerekiyor. Gerçekten yalnız kalmamalı.”

 

Düşündüm ve ardından kafamı onaylarcasına salladım. Bu hengamede aklımdan tamamen çıkmıştı. “Evet, Ömer’in yanımızda olmasını isterim ama onun için gerçekten hazır mıyız? Sadece eğlenceli bir kardeş değil, bir örnek de olmalıyız. İkimiz de ona en iyi şekilde nasıl örnek olabileceğimizi biliyoruz. Ama, onun için nasıl bir ağabey olacağım konusunda korkularım var. Bazen yeterli olamayacağımı düşünüyorum,” dedim, içimdeki belirsizlikle yüzleşerek.

 

“Biliyorum ama bence Ömer için en önemli şey, sevildiğini hissetmesi. Eğer bunu sağlarsak, ona çok yardımcı olabiliriz,” dedi, gözlerinin içi parlayarak.

 

“Evet ama bir yerden başlamak gerekiyor. İlk adım belki de onunla konuşmak, içini dökmek,” dedim. “Ömer’in yanında olduğunda yalnız hissetmemeli. İlk önce sen konuş istersen. Benden daha yakınsın.”

 

“Tamam konuşucam...Belki onunla birlikte bir şeyler yapabiliriz. Eğlenceli bir gün planlayabiliriz, böylece aramızdaki bağı güçlendirebiliriz,” dedi.”

“Mmm güzel fikir. Sen önce bir konuş sonra ayarlarız.”

Onayladıktan sonra koluna baktı. Gülen yüzüm soldu hemen.

"Hadi gidelim. Çabuk."

 

(Şeyma Ömer'i yanına çağırırken):

Odada derin bir nefes aldı, dosyaları önüne koyarken kararlı bir yüz ifadesi takındı. Komutanı olduğu birimi yönetmek zor olsa da, bazen kişisel bağlantılar kurmak işlerin daha hızlı ilerlemesine yardım ediyordu. Yanındaki subaya döndü.

 

Şeyma: "Ömer'i buraya çağırın. Babasının ölümünden sonra... ahh durumu ne, bir konuşalım."

 

Subay hızlıca selam verip çıktı. Şeyma, birkaç saat sonra kapıda beliren Ömer'i görünce ona sıcak bir gülümsemeyle yaklaştı.

 

Ömer (biraz gergin, ama meraklı bir şekilde): "Komutanım, beni çağırmışsınız."

 

Şeyma: " Hoşgeldin. Gel, otur Ömer. Hem biraz konuşalım, hem de senden küçük bir yardım isteyeceğim."

 

Ömer, tereddüt ederek oturdu. Babasının ölümü hâlâ üzerinde ağır bir yük bırakmıştı. Fakat karşısında duran Şeyma ona hep güven verirdi.

(ona anlayışla bakarak): "Babanın ölümünden sonra zor günler geçirdin. Bunu biliyorum. Senin yaşadıklarını göz önüne alarak, nasıl olduğunuzu merak ettim. Yerin nasıl? Oradan memnun musun?"

 

Ömer (hafifçe başını eğerek): "Beni bir süre orada takip ettiler. Halen daha da ediyorlar sağolsunlar. Ama işin aslı, hep kendi başıma gibi hissettim. Kimse gerçekten ne yaşadığımı bilmiyordu sanki. Sadece... prosedürleri uyguluyorlardı."

 

Şeyma başını salladı, onun duygularını anladığını belli etmek için. Sonra Ömer’e bir süre sessizce baktı, gözleri derin düşüncelerle doluydu. Nihayet Ömer’e ciddi bir ses tonuyla konuşmaya devam etti.

 

Şeyma: "Ömer, biz bir görevden dönerken iki genç çocuk kurtardık, hatırlıyorsun değil mi? Hani sende bize yardım etmiştin. Onlar şimdi burada, ve biraz konuşmamız gerekiyor. Ama fark ettim ki, onları en iyi sen anlayabilirsin. Onlar da senin yaşadığın gibi, zorlu şeyler gördüler. Bize güvenmeleri lazım ama bu kolay olmayacak."

 

Ömer (şaşırmış, biraz endişeli): "Ben mi? Ne yapmam gerekiyor?"

 

Şeyma (ona güven verici bir şekilde): "Yanımızda ol. Sadece onlara yardım etmek için buradasın. Hem sen, hem ben onları rahatlatacağız. Onların güvenini kazanacağız. Birkaç soru soracağız ama sen yanlarındayken belki kendilerini daha güvende hissederler.

 

Şeyma, odasındaki pencerenin yanına geçip dışarıya kısa bir bakış attı. Çocukları daha rahat hissettirecek bir ortam oluşturmak için odasında görüşmeye karar vermişti. Masanın üzerinde hafif atıştırmalıklar hazırlamıştı. Çocuklar geldiğinde, Şeyma nazik bir ses tonuyla karşıladı.

 

Şeyma (gülümseyerek): "Hoş geldiniz. Umarım daha iyisinizdir şimdi. Biraz ikram hazırladım. İsterseniz alabilirsiniz, kendinizi daha rahat hissedersiniz. Oturun bakalım."

 

Doruk ve Kaan, bir an birbirlerine bakıp oturdular. Yüzlerinde hala tedirginlik vardı, ama bu odadaki ortam, sorgu odasından çok daha rahat hissettiriyordu. Ömer de yanlarına oturmuş, sessizce onları izliyordu.

 

Doruk (biraz çekingen ama meraklı bir şekilde): "Biz daha önce ifade vermiştik. Neden tekrar çağrıldık?"

 

Şeyma, Doruk'un gözlerindeki merakı fark etti. Dürüst olmak en iyisi olacaktı.

 

Şeyma (nazik bir şekilde): "Biliyorum, daha önce Fırat’la konuşmuştunuz. Ancak o sırada çok korkmuş olabilirsiniz. Fırat bana, tam olarak ne hissettiğinizi anlayıp size pek de soru sormadığını söyledi. Kendinizi toparladığınızda tekrar sizinle konuşmak istedik, çünkü sizler çok önemlisiniz ve anlattıklarınız gerçekten değerli."

 

Kaan başını hafifçe salladı, biraz rahatlamış görünüyordu ama yine de temkinliydi.

 

Kaan: "Pek bir şey hatırlamamıştık o zaman."

 

Şeyma (daha yumuşak bir tonla): "Evet, bu yüzden şimdi hazır olduğunuzu düşündük. Eğer şimdi biraz daha rahat hissediyorsanız, konuşabiliriz. Ama unutmayın, size hiçbir şekilde baskı yapmayacağız. Kendinizi güvende hissettiğinizde ne isterseniz anlatabilirsiniz. Biz istediğimiz bilgilere eninde sonunda ulaşırız. Fakat yardımınız süreci daha da hızlandırıcak."

 

Ömer, onları cesaretlendirmek için konuştu.

 

Ömer: "Ben de buradayım. Birlikte her şeyi daha kolay anlatabiliriz. İsterseniz soruları sırayla yanıtlayabiliriz."

 

Çocuklar birbirlerine tekrar bir bakış attılar, ardından Doruk başını salladı.

 

Kaan: "Tamam. Sanırım şimdi biraz daha hazırım."

 

Şeyma (gülümseyerek): "Teşekkür ederim, Kaan. Şimdi, önce biraz sizinle sohbet edelim. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Son zamanlarda biraz daha iyi hissettiniz mi?"

 

Kerem (düşünerek): "Evet, biraz daha iyi hissediyorum. Artık korkmuyoruz ama hâlâ her şey çok karışık geliyor."

 

Doruk: "Aynen, kafamız çok karışık. Neden bizi seçtiklerini anlamıyoruz."

 

Şeyma (yavaşça sorguya geçiş yaparak): "Anlıyorum. Ama şimdi güvenli bir yerdesiniz. Biz size zarar gelmesine izin vermeyiz. Şimdi size bazı şeyleri daha net hatırlayıp hatırlamadığınızı soracağım, ama acele etmeyeceğiz. Okuldayken neler olduğunu hatırlıyor musunuz?"

 

Kaan derin bir nefes aldı ve hatırlamaya çalıştı.

 

Kaan: "Bir grup adam okula geldi. Önce kim olduklarını anlamadık. Bizi zorla minibüse bindirdiler. Ne olduğunu bile anlayamadan çoktan gitmiştik."

 

Ömer (onlara destek olmak için): "Ben de o gün oradaydım. Çok korkmuştum. Okula birlikte almışlardı hepimizi."

 

Şeyma (nazik ve sabırlı bir şekilde): "O sırada neden kaçırıldığınızı söylediler mi?"

 

Doruk (biraz tereddütle): "Bize liderimiz olduklarını söylediler, ama hiçbir şey açıklamadılar. Sadece 'Bize güvenin' dediler. Ama zamanla farklı birilerinin talimat verdiğini anlamaya başladık."

 

Ömer (katılarak): "Sizleri nasıl kullandıklarını biliyorum. Bana daha çok fiziksel işler yaptırdılar. Ama onları böyle basık ama büyük sınıfa her gün götürüp bir kaç saat te çıkmıyorladı. Onlar hariç kimse ne olduğunu bilmiyordu, değil mi?"

 

Kaan (başını sallayarak): "Evet. Başta bizi eğittiklerini söylediler. 'Siz zekisiniz, geleceğin liderleri olacaksınız' dediler. Ama sonra işler değişti. Silah eğitimi de almaya başladık."

 

Doruk (onaylayarak): "Bazı çocuklar bilgisayarlarla uğraşıyordu, ama çoğumuza öğretiyorlardı. Sadece bir kısma silah eğitimi veriyorlardı. Bir ordu kurduklarını söylediler."

 

Şeyma (daha derine inmeye çalışarak): "Bir ordu mu?"

 

Kaan (hafifçe başını sallayarak): "Evet. Beyefendi diye biri vardı. Herkes ona itaat ediyordu. Bize zekamızla düşmanlarımızı yenmemiz gerektiğini söyledi."

 

Ömer: "Onun gözleri... çok soğuktu. Hep bir şeyler düşünüyormuş gibi, ama ne olduğunu hiç anlayamadık."

 

Şeyma (dikkatini vererek): "Sizlere başka kimler eşlik ediyordu? Ne kadar süre birlikteydiniz?"

 

Doruk (biraz düşünerek): "Birçok çocuk vardı. Aramızda birkaç ay kaldık. Ama herkes zorlanıyordu. Bize yapılan şeylerin doğru olmadığını biliyorduk ama ne yapacağımızı bilemiyorduk."

 

Şeyma (cesaretlendirerek): "Sizi çok zorlamayacağım. Biliyorum, zor şeyler yaşadınız. Ama artık buradasınız ve güvendesiniz. Eğer daha fazla bir şey hatırlarsanız, her zaman bana anlatabilirsiniz. Şimdi dinlenmeye devam edin.

 

Şeyma (merakla): "Yani, bu ordu gerçek bir ordu gibi mi düşünülüyordu, yoksa başka bir şey mi? Neden bu kadar önemli olduklarını düşündüler?"

 

Şeyma, çocukların sözlerini dikkatle dinlerken, Demir Şahin ve Fikret’in onları nasıl etkilediğini anlamak istiyordu. Belki de bahsettikleri kişi o da olabilirdi.

"Demir Şahin’i tanıdığınızı düşünmüyorum. Ama onun kim olabileceğine dair tahminleriniz var mı? Bu kişi hakkında ne düşünüyorsunuz?"

 

Kaan (düşünerek): "Aslında onu hiç tanımadık. Ama okulda sık sık bahsedildiğini duydum. Güçlü ve acımasız bir lider olduğu söyleniyordu. Bizim için yalnızca bir gölge gibi kalmıştı."

 

Doruk: "Evet, herkes ondan korkuyordu. Ama Fikret, onun yöntemlerine karşı bir duruş sergilemeye çalışıyordu. Onun emirlerini yerine getirirken hep bir isteksizlik hissediyorduk. Bazen, Demir’in emirlerine itiraz ettiğini bile duyduğumuzu hatırlıyorum."

 

Şeyma (cesaret verici bir sesle): "Fikret’in bu duruma yaklaşımı neydi? Onunla olan ilişkiniz nasıldı?"

 

Kaan: "Fikret, sık sık bizlerle iletişim kurmaya çalışıyordu ama o da bir nevi Demir’in kuklası gibiydi. Onun emirlerine karşı geldikçe kendini daha da zor durumda buluyordu. Bazen, ona karşı çıkan bir tavır takınmaya çalışıyordu ama bu çok zorlayıcıydı."

 

Doruk: "Bazen, Fikret’in bize karşı bir koruma hissi duyduğunu hissettim. Ama o, aynı zamanda Demir’den korkuyordu. Bir keresinde, bizden gizli bir şekilde eğitim vererek bizim yanımızda olmadığını göstermeye çalıştı. Ama arka planda Demir’in etkisi hep ağır basıyordu."

 

Ömer: "Fikret, eğitimler sırasında bize sorgulayıcı bir tavır takınmıyordu. Onun gözlerinde bir korku vardı. Bize 'Demir böyle istiyor, ona karşı çıkmayın' diyordu. Ama bu tutum, zamanla bize karşı bir mesafe oluşturdu."

 

Şeyma, çocukların bu sözlerinden, Fikret’in aslında onlara karşı bir içsel çatışma yaşadığını anladı. Fikret, her ne kadar Demir’e karşı gelmeye çalışsa da, onun gücünden etkilenmekten kurtulamıyordu.

 

Şeyma: "Demir’in etkisi ve Fikret’in tutumu sizi nasıl etkiledi? Fikret’in korkusunun, sizin üzerinizde yarattığı baskıyı nasıl hissettiniz?"

 

Kaan: "Fikret’in gözündeki korkuyu görmek, bizim için de bir kaygı yarattı. Onun aslında ne kadar çaresiz olduğunu anlayınca, biz de kendimizi çok daha kötü hissetmeye başladık. O, ne kadar isyan etmeye çalışsa da, sonrasında geri adım atıyordu."

 

Doruk: "Evet, Fikret’in içindeki çatışma, bize de yansıdı. Onun korkusu, bizim cesaretimizi kırıyordu. Ama yine de, zamanla, onun bile Demir’in kontrolü altında olduğunu anladık."

 

Ömer: "Bazen Fikret’in gözlerinde bir umut gördüm ama o umut, çoğu zaman korkunun yanında kayboluyordu. Demir’in baskısı altında kendini kaybetmiş gibiydi."

 

Şeyma, çocukların duygularını anlıyor ve onların korkularını hafifletmek istiyordu. Fikret ve Demir’in etkisi altındaki bu çelişkili durumun üstesinden gelmeleri gerekiyordu.

 

Şeyma: "Artık bu geçmişten uzaklaşma zamanı. Fikret ve Demir’in etkisinden kurtulmak sizin elinizde. Kendi hayatınızı yönlendirebilir ve geçmişteki bu korkuları geride bırakabilirsiniz."

 

Çocuklar, Şeyma’nın sözlerinde bir umut buldu. Fikret ve Demir’in gölgesinde yaşamış olsalar da, artık kendi kaderlerini belirlemeye kararlıydılar. Geçmişteki korkularını bir kenara bırakma zamanı gelmişt

 

Şeyma, çocukların söylediklerini dinledikten sonra, onlara güven vermek istiyordu. Fırat’a dönerek, çocukların kendilerini ifade edebileceği bir ortam yaratmanın ne kadar önemli olduğunu düşündü.

 

Şeyma: "Sizlere içtenlikle teşekkür ediyorum. Bu bilgilerin, Fırat’ın sizi daha iyi anlayabilmesi için çok değerli. Şimdi, ona emanet ediyorum. Güvende olacaksınız."

 

Çocuklar, biraz rahatlamış bir ifadeyle başlarını salladı. Şeyma, Ömer’i yanına çekerek, ona destek olmanın zamanının geldiğini hissetti.

 

Çocukları Fırat’a teslim ettikten sonra Ömer’le yalnız kaldı. İkisinin arasında bir sessizlik oluştu. Ömer’in gözlerinde derin bir hüzün vardı; bu sessizlik, duygusal bir ağırlık taşıyordu.

 

Şeyma, bir adım daha yaklaşarak, Ömer’in yanına oturdu. Onun gözlerinin içine bakarak, nazik bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

 

Şeyma: " Teşekkür ederim yardımın için... Öhöm...Ömer, buradasın ve yalnız değilsin. Biliyor musun, her şeyin üstesinden gelemeyebilirsin. Bazen duygularımızı paylaşmak, içimizi boşaltmak için birine ihtiyacımız olur. Ben buradayım, sana yardım etmek için."

 

Ömer, Şeyma’nın sıcak sesinde bir rahatlık buldu. Annesini hatırlatıyordu; onun gibi sıcak ve koruyucu bir tavırla yaklaşıyordu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, içindeki ağırlığı hafifletmek için gülümsedi.

 

Ömer: "Hocam Hüseyin abi nasıl? Onun iyi olduğunu duyabilir miyim? Onu çok özledim."

 

Şeyma, onun bu cümlesini duyunca hafifçe gülümseyerek, ortamı biraz daha yumuşatmak istedi.

 

Şeyma: "Hüseyin iyi. Yarası iyiye gidiyor. Ama biliyor musun? Çocuk gibi. Yemin ediyorum peşinde dolanıyorum. Pansumanını yapmıyor biliyor musun!

Bu sözleri onun güldürmedi ne yardımcı olmuştu.

"Hah. Burada olsa surat asacağına yemin edebilirim.

"Gerçekten senin için çok endişeleniyor. Onunla bir araya geldiğimizde, senin hakkında konuştuk. Evlendiğimizde seni yanımıza almak istiyoruz."

 

Ömer, bu sözleri duyunca önce şaşırmış, bir an kelime bile söyleyememişti. Gözleri parladı, ama şok içinde kaldı. Derin bir nefes alarak kısık sesle sordu:

 

Ömer: "G-gerçekten mi?"

 

Bu cümle, içindeki duyguların patlak vermesine neden oldu. Aniden ayağa fırladı, mutluluğu yüzüne yansıdı.

 

Ömer: "YEMİN ET! ."

"Haha.Yemin ederim. Ama biliyorsun. Senin ne istediğin daha önemli.

 

Şeyma, onun mutluluğunu görünce içten bir gülümseme ile karşılık verdi.

 

Şeyma: "Yavaş yavaş her şey yoluna girecek. Korkma, biz senin yanında olucaz. Sadece kendine zaman yanında olur mu?."

 

Ömer, Şeyma’nın sıcak tutumuyla kendini daha güçlü hissetti. İçindeki yük hafiflemeye başlamıştı. Annesiyle olan bağı, bu anı daha da özel kılıyordu. Duygularını toparladıktan sonra, gözlerini Şeyma’ya çevirerek utangaç bir şekilde ekledi: "Ama ben bundan sonra size şey nasıl hitap edicem."

 

Şeyma gülümseyerek yanıtladı.

 

Şeyma: " Nasıl istersen. Biraz daha samimi olalım, olur mu? Tabi ki sana kalmış bir durum."

 

Ömer, Şeyma’nın bu sıcak yaklaşımını duyduğunda, bir nebze daha rahatladı. Annesini hatırlatan bu sıcak tavır, ona güven veriyordu. İçindeki korku ve kaygılar yavaş yavaş dağılırken, Şeyma’nın yanında daha da güçlendi.

 

Ömer: "Bazen her şey çok zor geliyor. Ama seninle burada olmak, beni rahatlattı. Babamla aramızın iyi olduğunu söylemem zaten. Dürüst olmak gerekirse kaybı sadece kocaman bir boşluk Sadece annemi çok özlüyorum; senin yanında biraz yanındaymışım gibi hissediyorum."

 

Şeyma, bu sözlere duygu dolu bir ifade ile karşılık verdi. Gözleri hafifçe doldu.

 

Şeyma: "Bunu duyduğuma sevindim, Ömer. Annen, senin güçlü ve cesur biri olmanı isterdi. O, senin içindeki potansiyeli her zaman görmüştü. Ben de sana destek olmak için buradayım. Eminim senle gurur duyuyordur."

 

Ömer, bu samimi sözlerle daha da rahatladı. İçindeki duygular, Şeyma’nın yanında daha da açığa çıkıyordu.

 

Ömer: "Seninle konuşmak, benim için çok önemli. Bazen içimdeki korku ve kaygılar beni boğuyor ama sen buradayken o hisleri unutuyorum."

 

Şeyma, ona sarılmak istedi ama önce onun iznini almak istedi. Gözlerinin içine bakarak, nazik bir sesle sordu:

 

Şeyma: "Ömer, sana bir şey sormak istiyorum. İzin verirsen, sana bir anne şefkatiyle yaklaşabilir miyim? Biliyorum, zor zamanlardan geçiyorsun ve yanında olmak istiyorum."

 

Ömer, başını sallayarak onay verdi. Şeyma, onu nazikçe kollarının arasına aldı. Bu sıcak kucaklama, Ömer’in içindeki tüm endişeleri ve korkuları dindirdi. Kendini güvende hissediyordu.

 

Şeyma: "Hayat zorlayıcı olabilir ama hatırla, asla yalnız değilsin. Biz birbirimizin yanında durarak bu zorlukları aşabiliriz. Şimdi biraz gülümsemeye ne dersin? Hayatın tadını çıkarmak lazım, değil mi?"

 

Ömer, gülümseyerek başını salladı. Şeyma’nın destekleyici tavrı ona büyük bir güç veriyordu. Bir an önce Hüseyin’i düşünmeye başladı.

 

Ömer: "Hüseyin abi , o da benim için çok değerli. Hatta birbirinize dalaşmanız çok komik oluyor."

"Ney. Komik öyle mii! Bir dahakine abinle sen baş edersin o zaman" deyip onu gıdıklar hafifçe.

"Haha tamam tamam bir şey demedim. Dur dur!"

 

Şeyma, onun bu sözlerini duyduğunda bir süre sessiz kaldı, gözlerinde sıcak bir parıltı belirdi. Bu sıcak sohbet, Ömer’e cesaret verdi; birlikte her şeyin üstesinden gelebileceklerini hissediyordu.

 

******

 

(Balo günü)

---

Amsterdam’ın görkemli balo salonu, tarih ve zarafetin mükemmel bir birleşimini sunuyordu. Yüksek tavanlar, zarif çiçek desenleriyle bezenmişti; salonun her köşesinde yer alan büyük pencereler, dışarıda parlayan Amsterdam kanallarının ışığını içeri taşıyor, sıcak bir parıltı yaratıyordu. Pencerelerin önünde asılı, ince işçilikle yapılmış perdeler, yavaşça rüzgârla dans ediyor, içeri hafif bir serinlik getiriyordu.

 

Zemin, cilalı ahşap döşemeden oluşmuştu ve her adımda hoş bir yankı ile yankılanıyordu. Salonun ortasında, büyük bir avize, elmas gibi parlayan kristal parçalarıyla süslenmişti ve hafif bir ışık halesi etrafa yayılıyordu. Duvarda, eski Hollanda ustalarına ait tablolar, zengin tarihlerini yansıtan sahnelerle salona derinlik katıyordu.

 

Her biri zarif ve şık kıyafetler giymiş davetliler, salonun geniş alanında vals müziği eşliğinde dans ediyordu. Kadınlar, uzun ve gösterişli elbiseler içinde parlıyordu; elbiseleri, dantel ve satenle bezeli, her adımda ışıkla parlıyor ve çeşitli renk tonlarıyla göz kamaştırıyordu. Erkekler ise şık smokinler giymiş, kravat ve papyonlarla tamamlanmış zarif bir görünüm sergiliyordu. Masalarda, beyaz dantel örtülerle kaplanmış, ince porselen tabaklar ve altın varaklı şamdanlar yer alıyordu. Zengin bir kokteyl menüsü, misafirlerin yanlarında yansıyordu.

 

Hüseyin ve Şeyma, girişte bizzat Demir'in verdiği davetiyeyi gişeye gösterdi ve görevli elindeki mühürü üzerine bastı. Şeyma dikkatli baktığında mühürde dörtgen şeklini almış dört kalemin içinde gemi olan bir sembol olduğunu gördü. Benziyordu... Bir yerden tanıdık geldi ama çıkaramadı. Çok fazla umursamamaya karar verdi.

Bu büyüleyici ortamda yan yana duruyorlardı ve görevli girişi açmasıyla içeri girdiler.

Şeyma, göz alıcı bir derin mavi saten elbise giymişti; elbisesinin bel kısmı, zarif bir dantel işlemeyle süslenmişti.Gözleri, hem heyecan hem de kaygı ile parlıyordu. Hüseyin ise, koyu renk bir smokin giymişti; ceketinin iç cebinde, onun için özel olan bir hatıra saklıydı.

 

Davetlilerin arasındaki gürültü, dans müziğinin ritmiyle birleşirken, Hüseyin’in gözleri kalabalıkta gezinerek Demir Şahin’i arıyordu. Şeyma’nın elini tutarak ona olan desteğini hissettirmek istiyordu, ancak bir yandan da gerilimin yoğunluğunu hissediyordu. Kalabalığın içinde, tıpkı bir yırtıcı kuş gibi bakışlarıyla onları izleyen Demir’in varlığı, her anı daha da tehditkâr hale getiriyordu.

Balo salonunun görkemi, Hüseyin ve Şeyma’yı etkisi altına alırken, salonun kapıları açıldığında Demir’in eşi Selin ve çocukları Eylül ile Arda yanlarına geldiler. Selin, gülümseyerek yaklaşırken, Arda’nın gözleri parlıyordu. Hüseyin, onları daha önce tanıdığı için hemen yanlarına yöneldi. Fırsat bu fırsattı.

 

“Eylül, Arda!” dedi Hüseyin, çocuklara doğru eğilerek. “Büyümüşsünüz! Nasıl gidiyor?”

 

Eylül, soğuk bir ifadeyle, “İyiyiz, teşekkürler, hoşgeldiniz” diye yanıtladı. Cevabı kısa ve mesafeli olsa da, Hüseyin bunu hoş karşıladı. Arda ise heyecanla, “Hüseyin abi, seninle buluşmayı çok bekliyordum!” dedi.

 

Hüseyin gülümseyerek, “Ben de sizi görmek için sabırsızlanıyordum,” dedi. Selin;

"Hoşgeldin Hüseyin. Uzun zaman oldu gerçekten." Sonra bakışları Şeyma'ya döndü. "Bu zarif bayan kim?"

Genç adam kızın omzunu sevecen bir tavırla kavradı.

"Müstakbel eşim Şeyma. Canım, zarafeti hiç solmayan bu bayan Demir beyin eşi Selin."

Biliyordu tabi ki. Bıkkın bir iç geçirdi Şeyma. Anlaşılan bu gece gülümsemekten çene kasları ağrıyacaktı. Hüseyin neredeyse kusacak, yalandan da yaptığı bu iltifat bile çekilmez, geliyordu. Ama zerre mimikleri oynamadı. Şeyma ise onun kurduğu bu oyuna zevkle gülümseyerek devam ettirdi. Hüseyin'in bu cümlesi karşısında ise kadın alçak bir gülümseme ile karşılık verdi.

"Haha siz ona bakmayın. Latife yapıyor, memnun oldum Şeyma."

"Haksız da sayılmaz. Güzelliğiniz yıllara meydan okuyarak aynı kalmış gibi görünüyor. Bende memnun oldum."

"Ah teşekkürler.

 

Eylül gözlerini hafifçe devirdi ama cevap vermedi. O an kız onun zor ulaşılacak bir kişi olduğunu fark etti.

"Demir iyi ki sizi çağırmış. O zaman müsadenizle onu çağırayım. Keyfinize bakın."

"Bende geliyorum anne" diyerek Eylül ise onun peşine takıldı. Arda arkasından;

"Cık cık cık. Bunun derdi ne! Soğuk tavırlarla sanki dünya onun olacak. Aynı babam... Neyse boşverin onu siz. Şeyma... eee ben öyle nezaketten pek hoşlanmam. Abla desem olur mu size?"

Gülümseyerek karşılık verdi.

"Tabi ki. Kafana göre takıl."

"Harika! Şeyma abla söyle bakalım nasıl kazandın Hüseyin abiyi."

O an görevine odaklanmayı seçen Şeyma şüphe çekmemek için sorusuna dönmek zorunda kalır. Ve kahkaha atar.

"Yanlış yönelim Arda koçum. O değil, ben onu kazandım" dedi Hüseyin.

"Nasıl! Yok artık! E hani sen hayatında birini istemiyordun. Nasıl oldu bu iş?"

Şeyma'nın dudakları zevke yukarı kalktı bilmiş bir tavırla, önce ona ardından Arda'ya döndü. Ponçiği ise yakalandığının farkındaydı. Kendi sözünün esiri olmuştu.

"Arda sırası mı şimdi koçum!"

Yanındaki masadan atıştırmalık aldı. Onu çabucak yutmanın ardından cevap verdi.

"Ovv çok büyük hedef ıskaladım anlaşılan. Hafifçe gözlerini kıstıktan sonra "Şeyma abla yoksa sana üniversitede bir çok kızın peşinden koştuğunu mu söyledi?"

Şeyma dayanamadı, bu sefer kahkahası çoğaldı, o mutlu koraya Arda'nınkisi de katıldı. Onun sırrını ortaya çıkarmaktan gayet memnun görünüyordu. Hüseyin omzuna vurdu.

"Ardaa!"

"Aynen öyle Ardacım. Kelimesi kelimesine doğru. Ama şunu düzelteyim. Yani ikimizde birbirimizi kazanmak için çabaladık. Sadece zaman farklı. Ben geçmişte o şimdi. İyi ki de yapmışım. Eminim üniversite de koşan vardır elbette... Söz konusu gelmişken tavrı nasıldı bizimkinin."

Tam sözleri ardına ponçik bakışları yumuşayacaktı ki kızın pot kırması ile yine ufak bir bakışları düştü.

"Şeyma yok artık!"

Arda gayet sohbetten memnun görünüyordu.

"Merak etme, senin düşündüğün bir durum yoktu ortada. Tabi ben küçüktüm tabi o zamanlar. Babamla konuşmalarını hatırlıyorum ama."

"Hah güzel."

"Vay be. Yakışmışsınız ama. E düğüne bende gelirim di mi!"

"Tabi ki oğlum sensiz olur mu hiç!" diye destekledi Hüseyin.

"Tekrar memnun oldum Şeyma abla. Sevdim seni."

"Haha karşılıklı delikanlı."

Derken yakınlarında tanıdık bir ses duyulur. Beklenen kişi yanında eşi ve kızı ile tekrar yanlarındaydı.

"Hoşgeldiniz! Hüseyin oğlum seni sağlıklı görmek ne güzel!"

İkisi de bu sesin ardından tiksintiliğini belli etmemek için zorlandıı. Özellikle de Hüseyin için işkence gibiydi.

"Hoşbuldum Demir amca. Yakınlığımı bu ortamda mazur görürsün di mi?"

"Tabi ki. Aksine beni mutlu eder."

"Ben hastanedeyken bir kaç kez ziyaret etmişsin. Çok sağol."

"Ah evet. İyi olduğunu görmek benim için çok önemli biliyorsun." Bu sözü vurgulayarak söylemişti sanki. "Tabi ilk gelişimde Şeyma tarafından pek iyi karşılanmadım ama olsun halletmişiz o pürüzüde. Davetiyeyi kabul etmeyeceğini düşünmüştüm."

 

Bu cümlenin ardından Hüseyin belli olmayan biçimde yüzü asıldı. Hoş karşılamadığına değil, onunla muhatap olmasına kızmış olmalıydı. Öte yandan anlatmıştı fakat eksikti.

 

Şimdi cevap verme ve durumu düzeltme fırsatı onun lehine geçmişti. En azından görev süresince oluşturduğu şüpheleri kaldırma şansının ne kadar düşük bir ihtimal olduğunu düşünsede, yine de deneyecekti.

 

“Demir Bey,” dedi Şeyma, sesi nazik ama kararlı bir tonda. “Hüseyin’in sağlığı için gösterdiğiniz ilgi ve ziyaretleriniz için teşekkür ederim. O an zaten her birimizin vaziyeti iyi değildi ve kafam acının etkisiyle karmakarışıktı. Belki geçmişte yaşananlardan dolayı özür dilemek istemem çok şey ifade etmeyebilir, ama sizin bu baloda yanımızda olmanız benim için önemli. Ziyaretlerinizin, ona olan bağlılığınızı gösterdiğini biliyorum. Duygularım karışık, ama ben burada onun yanındayım ve onun iyiliği için savaşmaya devam edeceğim. Umuyorum ki, gelecekteki ilişkimiz daha sağlıklı bir temele oturur. Geçmişteki hatalarınızı telafi etme fırsatını bulursunuz.”

"Ah bunu duymak güzel. E o halde seni de bir kızım sayabiliriz değil mi? Aramızdaki buzları erittiğimize göre sorun yok."

Hüseyin'in bakışları ikimiz arasında ortama göre gülümseyerek gidip geldi. Adamın sahte ilgisinden neredeyse kusabilirdi. Şeyma şimdi söylediği bu sözleri desteklemesi de gerekiyordu. Hiç bozmadan devam etti. Elinde tuttuğu vişnenin ekşi ve nanenin ferahlığıyla birlikte oluşan alkolsüz kokteylinden zevkle bir yudum aldı.

"Hem bu güzel günde iyi bir habere hayır demezsiniz değil mi?"

"Öyle mi? Neymiş bu haber?"

"Operasyon boyunca topladığımız malumatların aslında bir yanıltmaca olduğunu öğrendik. O gün size öfke kusmamın nedeni bütün okların sizi göstermesiydi. Endişeleriniz son bulabilir."

Yüzü karmakarışık bir hal aldı. Ne kadar gülümsese de zihni bir ip gibi gergin her an kopacak ve şüpheler bedenini istila edecekmiş gibi görünüyordu. Şeyma içinden hadi bakalım şimdi ne yapacaksın dercesine keyifle yüzünü en ince ayrıntısına kadar inceliyordu. Ne de olsa şüphe çekmemek için ne olduğunu direk soramazdı. Ama... arkadan tabi ki de araştıracaktı. Bildiğinden her şey en ince ayrıntısına kadar ayarlanmıştı Bu da yeni planının bir parçasıydı. Müsteşar yardımcısı, albay ve yüzbaşı ile yaptıkları bu planı sadece onlar bilecekti.

Demir’in yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Ancak gözlerindeki kıpırtı, duyduğu haberi analiz etmeye çalıştığını ele veriyordu. Dışarıdan bakıldığında rahat ve sakin görünse de gözlerinin ardında bir sorgulama vardı. Kaşları fark edilmeyecek kadar kısa bir an için çatıldı, ama hızla toparlandı; yüzüne yeniden kontrollü bir ifade yerleştirdi.

 

“Gerçekten mi?” dedi, sesi sakin ama içinde gizli bir şüphe barındırıyordu. “Bu durumda… doğru bilgiye ulaştığımıza sevindim. Anlaşılan, siz de her şeyi ince eleyip sık dokumuşsunuz. Devletimizin bu denli arkamızda olması ve derin çalışması gurur verici.”

 

Şeyma’ya bakışlarını sabitlemiş, her kelimesini tartar gibi dinliyordu. Gözleri Şeyma’nın yüzünde dolaşırken, elinde tuttuğu kadehi masaya bırakıp parmaklarını kenarında hafifçe gezdirmeye başladı. Bu, soğukkanlı görünme çabasının altında zihninin yoğun bir analiz yaptığının küçük bir göstergesiydi. Şeyma’nın söylediklerini zihninde tekrar tekrar evirip çeviriyor, her cümleyi bir ipucu gibi yakalamaya çalışıyordu.

 

"Kesinlikle. Siz hiç merak etmeyin. Devletimiz ne iyiyi unutur ne kötüyü. Her şey onun belleğindedir. Koşullar onu geç hareket ettirmeye zorlama da her daim arkasında olacaktır. Dediğim gibi rahat bir nefes alabilirsiniz."

 

“Kesinlikle doğru. Devletimizin daha uzun ömürlü olmasını temenni etmekten başka en önemli ne dileyebilirz değil mi? Yine de...böylesine önemli bir gelişmenin bu kadar sessiz sedasız ilerlemesi ilginç,” diyerek devam etti.,” Yüzünde ince bir tebessüm belirdi. Sesi dingin ve rahat bir tondaydı, ama dikkatli bakan biri bu rahatlığın altında, ince bir hesap yapma çabasını görebilirdi.

 

"Her şeyin doğru olması kadar doğru hareket etmek de önemli. O yüzden bu tür incelemelerin sonuçlarını görmek biraz, zaman alabilir değil mi Demir bey?"

 

Yanında duran Eylül, tüm konuşmayı sessizce ve ifadesiz bir yüzle dinliyordu. Babası ve Şeyma arasındaki diyalog, ona sıradan bir konuşmadan çok daha derin bir meseleye işaret ediyormuş gibi geliyordu. Gözleri Şeyma’nın mimiklerinden Demir’in en ufak hareketine kadar tüm detayları yakalamaya çalışıyordu, ancak yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yoktu; adeta bir analistin soğukkanlı, sorgulayıcı bakışlarıyla olan biteni süzüyordu. Şeyma gülümsemesini ve dikkatini eksilmedi bile.

"Evet evet haklısınız. Neyse mühim olan sonuç değil mi?"

İkisinin arasındaki gerilimin bitmeyeceğini anlayan Selin araya girmek durumunda kalır.

"Aaa ama ben bu baloyu iş konuşun diye mi düzenledim. Bırakın bu konuyu."

"Annem haklı bence. Hepimiz stresimizi atmak için buradayız değil mi?" der Arda.

Demir ufak bir kahkaha atıp ortamı yumuşatmaya çalışır.

"Haklısın canım." Bu zamana kadar sessiz kalan Hüseyin bile güler ve en isyebileceği şekilde kolunu omzuna dolar sevdiğinin.

"Ee artık sorunu da hallettiğimize göre keyfini çıkarabiliriz. Beğendin mi peki bu salonu Şeyma?"

 

"Pek tabi. Bu mükemmel salon, huzur veren bir havaya sahip. Hollanda'ya ilk adım attım ve burada her şeyin özenle düzenlendiğini görmek, gerçekten beni hayran bıraktı. Göz kamaştırıcı bir ortam, huzuru her detayında bulmak mümkün."

Hüseyin daha fazla dayanamaz ve şahin ailesine döner.

"Kusura bakmayın ama iyileşmemin ardından gerçekten kafa dağıtöak için buradayız. İzninizle sevgili nişanlımla biraz Hollanda havası almak istiyoruz."

Hepsi birlikte gülümser.

"Ooo hadi bakalım Hüseyin abi. Keyfini çıkar."

"Kerata" der Şeyma hafifçe omzuna vurarak. Ve oradan uzaklaşırlar.

Demir konuşmasını bitirdiğinde Eylül, babasına soğuk ama profesyonel bir ifadeyle döndü. Gözlerinde ne endişe, ne de duygusal bir yakınlık belirtisi vardı; sadece işi gereği duyduğu bir ilgiyle baktı.

 

“Eylül,” dedi Demir, gözlerinde hafif bir tereddütle, “Bu konuyu araştırıp teyit etmeni istiyorum. Bu işin arkasında gerçekten bir yanıltmaca olup olmadığını öğrenmek lazım. Senin bağlantıların, bu konudaki hassasiyetin… her şeyin net olmasını sağlayacaktır.”

 

Eylül hafif bir baş selamıyla babasının isteğini kabul etti, sanki bu yalnızca işinin bir parçasıymış gibi.

 

“Tabii, babacığım,” dedi, soğukkanlı bir tonla. “Birkaç gün içinde elimdeki tüm kaynakları kullanarak rapor hazırlarım. O zamana kadar bu konuyla ilgili en ufak detayı dahi kimseyle paylaşmayacağınızdan eminim, değil mi?”

 

Demir, kızının bu cümleyi soğukkanlı bir profesyonel gibi söyleyişini bir an hayranlıkla izledi. Kızının işine olan bağlılığı, sanki üzerini kaplayan bir duygusuzluk perdesi gibiydi. Babası için gerçekten elinden geleni yapacağı belliydi, ama gözlerinde babasına karşı en ufak bir duygusal yumuşama belirtisi yoktu. Eylül, kısa bir süre daha onları analiz edercesine süzdü, ardından babasından işaret alır almaz, profesyonel bir edayla oradan ayrıldı.

 

İlerleyen saatlerde salonda dolaşan tanıdık yüzleri fark ettiler. Mustafa, Fırat, Yusuf ve Kerem, salondaki diğer davetliler arasında yerlerini almışlardı. Şeyma, onları görünce, "Bir sorun var mı? Gözünüze çarpan bir şey? ,” dedi. Olumsuzca teker teker başlarını sallayıp dikkat çekmeden ortama döndüler.

 

Bir süre sonra Hüseyin diğerlerine bakmak için yanından ayrıldığında Şeyma bulunduğu masada tekrar gözetleme yapmaya başladı. Diğerleri ile göz tamsı kurmayı eksik etmiyordu. Artık yatırımcıların yanına yaklaşma fırsatının geldiğini gördü.

Vals müziği, salonun zarafetini daha da artırırken, Şeyma zarif adımlarla dans eden kalabalığın arasından ilerliyordu. Elindeki kokteyl, hareketlerine eşlik ederken, bir anlık dalgınlıkla Emine’ye doğru yöneldi.

 

Şeyma, fark etmeden kadına hafifçe çarptı. Kokteyli dökmemek için hızla durdu ve gözleri hafifçe büyüdü.

 

Şeyma (nezaketle ve küçük bir gülümsemeyle):

"O-o-o! Aa, dökülmedi şükür. Ay pardon, dalmışım, görmedim sizi."

 

Emine (hafifçe gülümseyerek, alttan alan bir şekilde):

"Aah, önemli değil. Olabilir."

 

Şeyma, kadınla göz teması kurarak, adımlarını ona doğru yönlendirdi. Sadece bir anlık dalgınlık değildi aslında. Kadın, bir süreliğine gerçekten ilgisini çekmişti. Şeyma, bu fırsatı değerlendirebilmek için sohbeti başlatma kararı aldı.

 

Şeyma (gülümseyerek, rahat bir tonla):

"Gerçekten çok şık bir organizasyon. İncelemekten gözümün önünü bile göremedim doğrusu. Yani, bu kadar büyük bir etkinlikte işler ne kadar karmaşık oluyordur, tahmin edebiliyorum."

 

Emine (başını hafifçe sallayarak, nazikçe):

"Kesinlikle. Burası, tam anlamıyla bir düzen işidir. Gerçekten de her detayın titizlikle hesaplanması gerek. Ama bazen bu tür organizasyonlarda, beklenmedik zorluklar çıkabiliyor."

 

Şeyma (ilgili bir şekilde):

"Ah, ne tür zorluklar mesela? Sadece büyük bir organizasyon olduğu için mi? Yoksa içerideki disiplinin yetersizliği mi?"

 

Emine, bir an sessizleşip gözlerini hafifçe kısıp düşünürken, Şeyma fırsatı kaçırmadı. Konuyu yavaşça iç disiplinle ilgili daha derin bir sohbet konusuna kaydırdı.

 

Emine (bir yudum içki alarak, daha rahat bir şekilde):

"Tabii ki, içerideki disiplinin büyük önemi var. Herkesin kendi alanında ve sorumluluğunda olması gereken çok noktayı yönetiyoruz. Ancak bazen... bazı projelerde beklenmedik işler çıkabiliyor. Mesela şu yeni projede... ekip arasında bazı küçük çatlaklar oldu."

"Projeler mi? Hmm geldiğimden beri çoğu kişinin fısıltısı kulağıma geldi. Yani biz buraya sadece eğlence amaçlı için geldiğimizi sanıyorduk."

"A evet doğru. Sizi ben daha hiç görmedim. Şirkette de yoktunuz. Nasıl geldiniz davete?"

"Ben... yani biz nişanlımla ben bizzat Demir beyin özel davetiyle geldik. Ama böyle iş balosu gibi olacağını düşünmedik. Bize de böyle bir durumdan bahsetmedi."

"Mm anlaşılan Demir bey için önemlisiniz. Nişanlınız kim?"

"Bakın orada. Hüseyin."

Orta yaşlarının sonundaki kadına işaret etti Şeyma. Hüseyin hararetli bir şekilde Mustafa ile konuşup eğleniyorlardı.

"Haha yakışıklıymış. A bir dk oradaki Mustafa bey değil mi?"

"Siz de mi onu tanıyorsunuz? Hüseyin'in arkadaşı o."

"Öyle mi? Şaşırdım. Evet tanıyorum. Daha doğrusu Mustafa bey bizim ekipten. Ortak yatırımcı olarak şirkete güncel teknoloji girişim fikirleri sunuyoruz. Bizzat ben önermiştim Demir beye. O da yeni katıldı şirkete zaten."

"Vay. Bende diyorum bu bayan önemli birine benziyor. Az daha elbisenizi batırıyordum."

"Hahaha. Teveccühünüz. Gerçekten önemli değil.

 

Hafif gülme lerin ardından artık Şeyma doğrudan konuya girer. (yavaşça yaklaşarak, Emine’yi dinlerken dikkatlice, biraz daha samimi bir tonda):

"Yeni projelerden mi bahsediyorsunuz? Gerçekten merak ettim, hangi projeler bunlar? İçeriden duymak oldukça ilginç olabilir."

 

Emine (biraz rahatladı, artık sohbetin akışına girmeye başlamıştı):

"Ah, şimdi, bizim en yeni projelerimizden biri aslında çok kapsamlı bir denizcilik altyapı planlaması. Yeni nesil gemi inşaası için yatırımlar yapıldı. Benim bildiğim Mustafa gemilerin yazılımlarında sorumlu bir ekiple birlikte bu projede yer alacak. Her şeyin yeniden dizayn edilmesi gereken bir çalışma. Tabii, bu tür işler çok büyük bir takım çalışması gerektiriyor, ama... bazen içerideki uyum eksiklikleri projelerin zamanında sonuçlanmasını engelleyebiliyor."

 

Şeyma (gözlerinde hafif bir parıltı belirdi, Emine’nin sözlerini dikkatle not alırken, daha derinlemesine bir soruya yöneldi):

“Gerçekten etkileyici bir proje... Yani, bu tür büyük organizasyonlar, bir yandan çok başarılı olabilirken, öte yandan içerideki küçük problemler de büyük sıkıntılara yol açabilir. Peki, bu tür projeler için nasıl bir yönetim tarzı benimsiyorsunuz? Herkesin kendi görevine tamamen hakim olduğu bir ortam mı sağlıyorsunuz?”

 

Emine (içten bir gülümseme ile başını sallayarak, işine olan ilgisini gösterdi):

“Kesinlikle, her departman kendi işine ne kadar hakimse, o kadar başarılı olabiliyor. Ama tabii ki, insanlar arasındaki iletişim çok önemli. Bir anlık hatalar bile bazen çok büyük sonuçlar doğurabiliyor. O yüzden doğru koordinasyonu sağlamak çok büyük bir mesele.”

 

Şeyma (bu noktada, Emine'nin söylediklerinden daha fazla bilgi edinme niyetiyle, sessizce başını sallayarak yanıtladı):

"Gerçekten ilginç. O yüzden çok önemli bir iş yapıyorsunuz. Herhangi bir takım çalışması, başarıya ulaşmak için aslında hepimizin özverili olmasını gerektiriyor, değil mi?"

 

Emine, Şeyma’nın sakin ve doğru sorularına karşılık olarak, daha fazla içtenlikle konuşmaya başladı. Şeyma, kelimeleri doğru seçerek bir yandan da Emine’yi daha fazla konuşturmaya çalışıyordu. Sohbet ilerledikçe, Şeyma, Emine’nin güvenini kazanmayı ve onun söylediklerinden, şirketin iç disiplinine dair daha fazla bilgi edinmeyi başarıyordu.

"Memnun oldum... ee..." dedi Şeyma.

"Emine... Emine Yıldız."

"Memnun oldum Emine Hanım. Bende Şeyma. Sizinle sohbet etmek benim için büyük bir zevkti. Şimdi müsadenizle nişanlımın yanına gitmek istiyorum." Son cümlesini hafif başını yana eğerek sevimli bir şekilde söyledi.

"Ne demek. O zevk bana da ait Şeyma hanım. Keyfinize bakın."

Hafif bir nezaketle başını eğince ponçiğine doğru yürümeye başladı. Yürürken sırtındaki bakışları hissetti bile. Bir kaç adımım ardından ikisinin yanındaydı. Hüseyin kolunu beline doladı.

"Ne oldu yuttu mu?"

"Hmm evet. Mustafa gerisi sende."

Gülerek yanlarından ayrıldı. Hüseyin o anda bile onu sevmeyi ihmal etmedi ve yanağına bir öpücük kondurdu.

"Mm oh özlemişim. Bir bitse de gitsek şuradan."

"Napıyorsun görecekler!" dedi Nazlı bir şekilde.

"Görsünler banane."

 

 

Bir süre sonra, Demir Şahin sahneye çıkarak davetlilere seslendi.

“Hoş geldiniz, değerli misafirler!” dedi. “Son yıllarda yaptığımız projeler sayesinde bu baloyu düzenlemekten mutluluk duyuyoruz. Aynı zamanda yeni bir projenin başlangıcını duyurmak istiyorum.”

"Bu gece burada olmak, geçmişin yorgunluğundan sonra gerçek bir yenilik yapmak için bir fırsat. Şirketimiz, denizcilik sektöründe büyük bir devrim yaratmaya hazırlanıyor. Artık sadece taşıma değil, denizle olan ilişkimizi yeniden şekillendiriyoruz.

 

Yeni projemiz, yalnızca bizim için değil, dünya çapında bir değişim anlamına gelecek. 20 yıldan fazla bir süredir, dünya çapında deniz taşımacılığında sürdürülebilir çözümler üzerine çalışmalar yapıyoruz. Şimdi, bu çabalarımızın meyvesini toplama vakti geldi. Teknolojik altyapıyı bir üst seviyeye taşıyarak, sadece taşımacılığı değil, lojistik ağımızı da yeniden inşa edeceğiz. Bu proje, sadece bizim için değil, dünya deniz taşımacılığı sektöründe bir dönüm noktası olacak.

 

Özel bir şirket olarak devletle işbirliğimiz de bu projeyi farklı kılacak. Yeni nesil gemi inşa projeleriyle, sadece ulusal değil, uluslararası alanda da ses getireceğiz. Bu projeyle birlikte, deniz ulaşımının sürdürülebilirliğini tamamen yeniden yazacağız. Tüm dünyaya denizcilik endüstrisinin geleceğini gösteren bir model sunacağız. Ve bu sadece şirketimizin değil, tüm endüstrinin büyük bir atılım yapmasına önayak olacak.

 

Tabii, her şeyin mükemmel bir zamanlamayla ve kesin planlarla ilerlemesi gerektiğini biliyoruz. Ama işte, zaman her şeyin ötesinde, önemli olan adım atmaktır. Bu adım, şirketimizin en büyük hamlesi olacak."

Konuşmanın ardından salondan yükselen alkışlar, Demir'in yüzünde kısa bir gülümseme oluşturdu. Ancak o gülümseme hızla silindi, yerine dikkatle Şeyma'ya odaklanan bir bakış geldi. Gözleri, kadının her hareketini takip ederken, yüzündeki ifadenin titrek bir endişe taşıdığı belli oluyordu. Çevresindekiler alkışlara devam ederken, Demir'in bakışları bir an için sadece Şeyma'ya kilitlenmişti. Kendisini nasıl hissediyordu, ne düşündüğü hakkında hiç bir şey bilmiyordu, fakat bu an, hislerinin karıştığı bir anıydı.

 

Konuşmasına devam eden Demir, “İş yerimize yeni katılan arkadaşlarımızı da tanıtmak istiyorum,” dedi.

 

Demir, alkışların dinmesinin ardından, mikrofonu tekrar eline alarak salona hitap etti:

“Değerli misafirler, Titan Maritime Inc.'in geleceği adına çok önemli bir dönüm noktasına geliyoruz. Bugün, gemi inşaatı alanındaki en büyük projelerimize başlıyoruz. Bu projede bizimle olan ekip arkadaşlarım, bu yolculukta büyük bir rol oynayacak.

 

Mustafa, baş mühendisimiz, gemi inşaatındaki yazılım ve teknolojik altyapıyı yönetmekle sorumlu olacak. Fırat, operasyonlardan sorumlu müdürümüz, gemi inşaatının her aşamasını denetleyerek sürecin en verimli şekilde işlemesini sağlayacak. Kerem, gemi mühendisimiz, gemilerimizin güvenliği ve mühendislik hesaplamalarından sorumlu olacak. Yusuf ise tasarım müdürümüz, gemilerimizin estetik ve fonksiyonel tasarımlarını belirleyecek.

 

Her birinin bu projedeki katkıları, sadece Titan Maritime’ın değil, tüm denizcilik sektörünün geleceğini şekillendirecek. Bu ekip, güçlü bir birliktelik ve ortak bir vizyonla en büyük hedeflerimize ulaşmak için hazır.”

 

Demir, mikrofonu kapatıp salona bir kez daha göz attı ve gülümseyerek ekledi:

 

“Ekip arkadaşlarımıza bir kez daha hoş geldiniz diyorum. Çalışmalarınızda başarılarınızın devamını dilerim. Hep birlikte daha büyük başarılara imza atacağımıza olan inancım tam.”

 

Demir’in konuşmasının ardından, müzik salonun ruhunu sarmaya başladı. Hüseyin ve Şeyma dans pistine yönelerek vals müziğine kapıldılar. Valsin zarif notaları salonda yankılanırken, ritme kapılıp birbirlerinin gözlerinde kayboldular. Şeyma'nın parmak uçlarında hafifçe yükselmesi, Hüseyin’in onu çevresinde döndürüşüyle uyumlu bir ahenk yarattı. Her adımda, aralarındaki bağın derinliği, gözlerine yansıyan neşeli pırıltılarla daha da kuvvetlendi. Hüseyin’in kollarında dans ederken Şeyma, zamanın durduğunu hissetti, sanki yalnızca ikisi vardı o salonda. Gülüşleri, küçük fısıldamalarla süslenen anların içinde çiçek açarken, her adımla aşkları bu ritimle bir melodinin parçası oldu. Hüseyin alnını ona yasladı.

 

“Biliyor musun, bu iğrenç geceyi benim için bir tek sen güzelleştiriyorsun. Böyle dans eder miydin sen?,” dedi Hüseyin, Şeyma’ya gözlerinin içine bakarak.

 

Şeyma gülümseyerek, “Eee bayım daha ne marifet lerim var da bilmiyorsunuz,” dedi. İkisi de birbirlerinin gözlerinde kaybolurken, ortamın romantik havası ikisini de sarhoş etmişti.

*********

Gece sona yaklaşırken, Demir tekrar sahneye çıkarak konuklara teşekkür etti. “Burada olduğunuz için teşekkür ederim,” dedi.

Çiftimiz artık gitmek için can atıyorlardı. Ekip ise kısa bir süre önce çıkmıştı. Çıkarken Şahin çiftinin sesi duyuldu.

“Hüseyin, seninle bu kadar ayrı kaldıktan sonra arayı açmayalım olur mu?” diyerek Hüseyin’e dönerek biraz daha samimi bir şekilde yaklaşmıştı. Artık o da son kez mecbur devam ettirdi.

"Elbette Demir amca. Artık Türkiye'de olduğuna göre sık sık görüşebiliriz."

 

Hüseyin, Demir’in gözlerindeki samimiyeti hissediyordu ama aynı zamanda alttan bir manipülasyon yapıp yapmadığını sorguluyordu.

Selin ise Şeyma'ya yaklaştı. Kolunu hafif bir şekilde yukarı aşağı okşayarak konuşmaya başladı.

"Seninle tanıştığıma gerçekten çok sevindim Şeyma. Demir haklı. Arayı açmaylım çocuklar. Sadece Hüseyin değil senin de gelmeni istiyorum anlaştık mı?"

"Selin hanım gerçekten bugün beni mest ettiniz. Tabi ki. İşlerimizden fırsat bulur bulmaz sık görüşücez.

"Hem daha düğünümüz var. Kesin gelirsiniz değil mi?" dedi Hüseyin.

İkisi de birbirine bakarak gülümsedi.

"Kaçırır mıyız hiç?"

Aileye teşekkür ederek şu lanet günden kurtulmak için otoparka doğru yürümeye başladılar. Çift gidene kadar onları izlemeye devam etti. Gözden kaybolduklarında Demir halen daha izliyordu.

"Gelmiyor musun? Eve geçelim artık. Yorgunluktan bayılıcam."

Gülümseyerek; "Geliyorum tatlım. Bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor. Hazırlanın siz."

"Bu saatte ne görüşmesi?"

"Arabayı çağırtıcam Selin! Geç dedim!"

Bu ani tavrına şaşıran kadın üstelemeden içeri girdi.

********

Çift arabaya binmişti. Hüseyin arabayı çalıştıracakken kendi camına doğru cam tıklandı. Cam filminden siyah takımlı bir adam olduğu belli oluyordu. İkisi de birbirine baktıktan sonra camı indirdi.

“Hüseyin bey, sizinle özel bir konu hakkında konuşmak istiyorumuş. ,” dedi.

"E çıkarken neden söylemedi?"

"Muhteviyatını bilmiyorum efendim."

Onaylarcasına sinirli bir tavırla başını salladı.

"Tamam bir dk" deyip camı kapattı. Şeyma endişeyle ona bakıyordu.

"Dikkat et Hüseyin."

"Merak etme yarım saate kalmaz gelirim" deyip başına bir buse kondurdu ve arabadan çıktı.

**********

Dışarıda, arabanın ön kaputunda oturup Hüseyin'i bekliyordu. Etraf sessizdi... belki fazlasıyla. İçgüdüleri bir şeylerin yanlış olduğunu fısıldıyordu. Karanlıkta bir gölge belirdi. Kendi gelmese bile belli oluyordu. Göz ucuyla fark ettiğin saldırganın gelmesini bekledi. Bu tür; durumlarda ani hamle yapmak yerine soğukkanlılık, en etkili silahtı.

Adam yaklaştığında birdenbire döndü ve yüzü maskeli saldırgana dirseğiyle çenesine vurdu. Adam send eleyerek geriledi ama toparlanması uzun sürmedi. İkisi arasında hızla yakın dövüş başladı. Her yumrukta her darbede kız bir açığını kolluyordu. Fakat umduğu gibi çıkmadı adam en az onun kadar profesyoneldi.

Ancak tam o sırada arkada bir figür daha belirdi. İkinci adamın varlığını farkettiğinde iş işten geçmişti. Aniden üzerine çullanıp arkadan kollarını bağladı. Diğeri kalkmaya çalışırken yerden bunu fırsat bildi. Bugün topuklu giymesine hiç bu kadar sevinmemişti. İnce topuğuyla o kadar sert bir darbe vurdu ki adamın ayakkabısı delindi ve bir çatırtı sesi geldi. Böylelikle ikinci figür acıdan kıvranır oldu.

Her zaman yanında taşıdığı küçük ama etkili bir haydarı vardı. Ne olur olmaz diye onu yanında taşıyordu. İlk maskeli adam da üzerine çullanınca düğmesine bastı ve çubuğu büyüdü. Yumruğu havada gelen adama karşı eğilip sert şekilde karın boşluğuna haydarını geçirdi. Doğrulmasına izin vermeden sırtının omurlarına tekrar tekrar vurdu.

Pes etmiyorlardı. Ayağını kırdığı ve kanattığı adamın silahını doğrulttuğunu duydu. Arkasını yavaşça döndü. Adamdan kısık ama kalın bir ses yükseldi.

"Kıpırdama!"

"Kimsiniz siz?"

İşte bu an kötü olmuştu. İkisinin ortasında kalmıştı. Silahı ise araba da. Ne yapacağını düşünmek için zaman bile yoktu. Diğeri silahını doğrulturken biri de yaklaşmaya başladı.

 

Tam o anda, karanlıkta yankılanan bir silah sesi duyuldu. Şeyma irkildi, karşısındaki adam bir an sendeledi ve ardından yere yığıldı. İkinci adam duraksadı, neler olduğunu anlamaya çalışırken arkasından bir ses daha geldi. İkinci bir silah sesi, onu da hızla yere serdi.

 

Şeyma, nefes nefese başını çevirip baktığında, başı maskeli birinin gölgeler arasından çıktığını gördü. Onlardan sandı. Gelen kişinin silahını dikkatle indirip ona doğru yaklaşırken gözlerinde bir rahatlama ifadesi vardı.

 

"Komutanım! İyi misiniz?" diye sordu hafif bir tebessümle.

 

Şeyma hafifçe gülümsemeye çalışarak, kimin olduğunu anlamıştı, hâlâ nefesini toparlamaya çalışıyordu. " Şş sessiz ol. Sağol. Belli ki, kahraman kurtarıcı bekliyormuşum."

 

Kerem omuz silkerek yanına yaklaştı ve elini uzattı. Kalkmasına yardım etti.

"Neden teksiniz? Hüseyinle gitmeniz gerekmiyor muydu?"

"Demir çağırdı. Gitti. Beklerken bunlar geldi işte. Saat kaç?"

"23:50"

"Yarım saat geçti... Nerdesin Hüseyin?"

"Hemen burdan gitmeliyiz. Silah sesine gelebilirler. Belli olmamamız gerek."

"Hüseyin'i burada mı bırakıcaz! Hayatta olmaz."

"Komutanımm!" kısık sesiyle isyanını belli etti.

"Sen git. Senin belli olmaman lazım benim değil? Bekliyicem. Merak etme. Oyunculuğunu konuştururum."

"Peki bu kalsın yanınızda" deyip omzuna bir GPS yerleştirdi.

"Sağol. Diğerleri nerede?"

"Onlar çoktan gitti. Ama anlaşılan Hüseyin'i bulmamız gerekecek."

"Hayır! Kimlikleriniz açığa çıkmamalı. Görev daha mühim. Duydun mu beni! Herhangi bir şüphe uyandıracak bir şey yapmıyorsunuz. Sadece Mustafa'ya kamera görüntülerine bakmasını söyle. En son Hüseyin nereden geçmiş baksın. Anladın mı?"

Kısık ama kabul etmeyen sesle;

"Ama komutanım..."

Baş parmağını tehdit edercesine kaldırdı. Susmak zorunda kaldı.

"Peki."

Bir kaç sn sonra nasıl ruh gibi geldiyse öyle kayboldu. İşin tuhafı kimse ya da güvenlik sesi duymamış mıydı? Neden kimse gelmemişti? Bir kaç dk geçti aradan.

Otoparkta yalnız kaldığında etrafın daha da sessizleştiğini hissetmişti. Beklerken aniden çevresinde ki adımların yankılandığını duydu. Gözleri karanlıkta haraket eden siliutlere odaklandı. Gölgeler hızla ona doğru yaklaşıyordu. Ve her bir maskeli belli ki bu işte uzman bir grup tarafından kuşatılmıştı.

Sayıları dört belki beşti. Hareketleri sessiz ve koordineliydi. Şeyma soğukkanlılığını koruyarak etrafını koruyan adamlara göz gezdirdi ve pozisyon aldı. Çıkış yollarını hesapladı. Düşmanın çemberi daralırken içlerinden biri öne doğru bir adım attıattı, maskesinin ardında yüzü seçilmiyordu ama neden di'li oldukça tehditkârdı.

Duruşunu aldı, kasları gerilmiş, tetikteydi. "Anlaşılan bir yere misafir edilmek istiyorum. Ev sahibi ne kadar da cömertmiş. Beni almak için bu kadar adamın gelmesi onur verici" dedi alayla.

Maskeli adamlar cevap vermedi. Önce biri sonra diğerleri saldırıya geçti. Haydarı ve silahı ona çok yardımvı oluyordu. Hızla yana çekildi fakat diğerleri heöen arkasını kapatıp kuşatarak hareket ediyorlardı. Birkaçını geri püskürtmeyi başardı ama kalabalık yavaş yavaş onu köşeye sıkıştırmaya başlıyordu.

En son hatırladığı şey, onu sımsıkı tutan kollar ve maskeli adamların soğuk yüzleriydi. Direnmek için tüm gücünü toplamaya çalışırken, biri ensesine sert bir darbe indirdi. Gözleri kararmaya başlarken, bayılmanın kaçınılmaz olduğunu hissetti.

 

Son bir çabayla bilincini açık tutmaya çalıştıysa da, güçsüzce kendini karanlığa bırakmak zorunda kaldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%