@hayat_belirtisi34
|
Sensin gökten gelen oklara hedef Oyası ateşle işlenen gergef Çekme üç beş günlük dünyaya eser Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık...~ ~Necip Fazıl Kısakürek~ On yıl sonra...
"Asker" Ayağı kalktı bir şey demeden.Selamını taktım etti " Metin komutanım odasında mı? " "Evet komutanım."
Genç komutan sessizce odaya yürümeye başlar. Adımları emin ve kararlıdır. Günlerce bu karar hakkında düşünmüş ve bir sonuca varmak hiç bu kadar zor olmamıştı onun için. Başka bir çıkar yol bulamamıştı. Olmazsa mecbur sevdiği işini bırakıp geri çekilecekti. Pes etmek mi? Yoksa devam mı? Bunu komutanı belirleyecekti. Odanın kapısında durur, bir anlık duraklar, zihnindeki kararları teyit etmek için bir kez daha nefes alır. Kısık bir şekilde kapıyı açar, içeriye adım atar. Ayağını sertçe yere vurarak selamını takdim eder. Konuşacakken;
"Gel kızım. Bende seni çağıracaktım." der ve masasından kalkıp elindeki dosyayı uzatır.
"Uyuşturucu ticareti.Emir geldi. Polisle iş birliği yapacak birini görevlendirmemi istediler. Bende seni seçtim."
"Komutanım ben... İstifa ediyorum.
"Ne bu suratının hali, nerden çıktı şimdi? "
"Bana başka yol bırakmadınız."
"Ne?"
"Babamla ilgili bir şeyler biliyorsunuz ama anlatmamakta ısrarcısınız. Bende pes ediyorum."
"Sen, sen pes edeceksin. Güldürme beni. Hıh.. Kızım!! Kendine gel!! Ne yapacağını biliyorum.Ettin diyelim. Eee sonra olacakları sen de biliyorsun... "
"Ne yapıyim. Elim kolum bağlı mı durayım komutanım!!! Düşündükçe deliriyorum."
"YETER!!! HADDİNİ BİL!" Hemen kendini toparlar.Komutan elindeki dosyayı tekrar uzatır.
"Al sana fırsat."
"Anlamadım."
"Elindeki dosyada büyük bir yemek şirketi var. Aynı zamanda yurt dışından gelen uyuşturucuları ülkeye sokuyorlar. Ama sinsice yaptıkları için bir türlü yakalanamıyorlar. Bir ortaokulda çocuklara dağıttıklarına dair bir jurnal aldık. Polis kontrole gitti fakat bir şey çıkmadı."
"Nasıl? İlla fark edilmesi lazım... "
"Evet, beni de kurcalayan bu ya işte.Kesin bu şirketle ilgisi var. Bu yüzden sen istifa etmiyorsun. Kovuldun. O yüzden istediğin gibi kendini çekmene izin vermiyorum. Kusura bakma ama seni serbest bırakamam. " "Orada çalışmamı istiyorsunuz." "Hı evet. Öğretmenlik mesleğini yapmaya başlamanı istiyorum. Hem, belki işin sonunda babanla ilgili bir şey bulursun.İkisini birlikte yürütebilecek misin?" "Şüpheniz olmasın." "Güzel.Çıkabilirsin."
Babası vefat ettikten sonra nice günler boynuna iliklenmiş halatla gücüne karşı koyamadığı bir el, ruh uçurum kenarına itti. Hâlâ daha da devam ediyor. Hayattaki tek sığınağını kaybedince yaşaması için mazaret aramaktan caymış, o koşuşları, korkuları, düşüşleri, üşüme leri, daha da tüketmişti onu. Bıktırmıştı. Ama devam eden kalbinde toplu iğnenin ucu kadar bir umudu vardı. Fakat kafasındaki düşünceler, boğucu karanlık onu da almaya çalışıyordu. Birdenbire ne yaptığını düşündü babasından sonra. Ne yapmıştı! Koca bir hiç... Şuan bulunduğu bu durum görevi, arkadaşları, annesi, kardeşleri hiç bir şey ifade etmiyordu. Ot gibi bir hayat... Ekip arkadaşları onu karargahın avlusunda karşıladılar. Hepsi ne diyecek diye yüzüne bakıyordu; "Arkadaşlar hepinize teşekkür ederim. Artık gitme vakti geldi." "Komutanım görevden sonra geri dönecek misiniz?" "Valla Metin komutanın beni bırakmaya hiç niyeti yok. "
"Sizi çok özlüyeceğiz komutanım." Şeyma bunu söyleyen yaverine gülümser omzuna elini koyar. Şakalı bir eda ile. "Oo daha tam kovulmadım. Daha benden kurtulamadınız."
"Sizinle sürekli irtibatta olucaz."
"Sağolun hadi Allah'a emanet. " Çıkışta hepsiyle teker teker vedalaştı. Şimdi tek yapması gereken atanması için deli gibi çalışmaktı, hemde bunun yanı sıra bilgi toplamalıydı. İlerde neler olacağını bilemeden karargahtan çıktı.
Bir yıl sonra...
Kararlı tavrıyla müdürün odasına doğru yol aldı. Kariyerinde ilk defa iki görevi üstleneceği bu okulda sorumluluklarının farkındaydı. Bir yanı ise bu son görevi aldığı için seviniyor, öğrencilerle geçirdiği vakitte bir nebze olsun kendini rahatlatmayı umuyordu. Kapıyı çalıp içeri girdi. "Müdür bey..."
"Hocam hoşgeldiniz, buyrun."
"Beni çağırmışsınız."
"Evet, ilk zümre toplantınız iyi geçmedi herhalde."
"A o konu... "
"Bakın Şeyma hanım. Öğrencilerin üzerine düşmeniz takdire şayan. Fakat boşa çaba sarf ediyorsunuz. Hocalarla bu konuda anlaşamadığınızın farkındayım. Onlarda sizin gibi umutla geldiler. Değişen pek bir şey olmadı." "Bir eğitimci olarak bunu nasıl söylersiniz."
"E ben bir yol kat ettiğinizi görmüyorum.
"Bırakın o da benim sorunum olsun, destek olmuyorsunuz bari köstek olmayın.
"Kelimelerinize dikkat edin. Kiminle konuştuğunuzun farkına varın!(Derin bir nefes verir) Siz bilirsiniz.Çıkarken kapıyı örtün lütfen!" Sinirinden kendini zor tuttu. İmalı bakışları ile gözlerini devirip kapıyı da açık bırakarak bir hışımla çıktı odadan. Okula geleli bir ay olmuştu. Çocuklarda bir tuhaflık sezmiş,acaba olayla alakası var mı diye düşünmedi değildi. Sorumlu olduğun sınıfların disiplinini sağlamak, öğrencileri doğru yönlendirme görevlerini yerine getirecekti. Bu kısa sürede çocuklarla kurduğu bu bağı koparmaya hiç niyeti yoktu. Her ne pahasına olursa olsun pes etmeyecekti. **** "Arkadaşlar bir bizi dinleyin!!!" Müdürün odasından koşarak gelen iki çocuk sınıfa girdiklerinde nefes nefese kalmışlardı. Herkesin bakışları onlar da iken, ne söyleyeceklerini bekliyorlardı.
"Ne oldu? Söylesenize." "Şu, şu yeni gelen hoca vardı ya az önce müdür ona posta çekiyordu." "Şeyma Hoca'ya mı?" "Hı evet"
Öğrencilerin suratı asılmıştı. Azgın bir sınıf idiler. Fakat Şeyma hoca diğerlerinden farklı bir tavır takınmıştı. İçlerinden bazılarının kanı daha deli doluydu. Fakat yine de Şeyma hırçın çocukların kabine bağ kurmayı başarmıştı. İçlerinden en öfkeli genç olan Ömer hiddetlendi.
"Onu da kaçırmaya çalışıyor. Buna izin mi vericez," dedi. Burnundan soluyordu. Sınıfın içinde dönerken arkadaşlarından birinin kek yediğini gördü. Huysuzlanarak yanına geldi. "Ben size okulda dağıtılan hiç bir şeyi yemeyeceksiniz demedim mi?" Elinden aldığı keki ufalıyarak çöpe attı.
"Ömer ne yaptın sen? " "Aptal bunları her yediğinizde davranışlarınızın değiştiğinin farkına varamıyor musunuz?" "Sakin ol müdür duyacak." Sersemlenen, midesi bulanan çocuğu yakasından tutarak lavaboya götürdü. Yüzüne suyu sert bir şekilde çarpıyordu. Kendine geldiğinde ise ilk yaptığı şey kusmak oldu. Sırtını sıvazladı. Tekrar sınıfa gelmesine yardımcı oldu ve oturtup üzerini örttü. "Bırakın son ders bitene kadar uyusun hoca sorarsa başı ağrıyor falan deyin işte", dedi. İçlerinden bir tanesi; "Alt sınıflarda bunlar olmuyor neden bizim sınıfla alt katta bunlar gözüküyor. Ne oluyor ya? " "Ne olduğu belli. Dikkat çekmemek için küçük sınıflara vermiyorlar." "Ama müdür sınav için motive olsun diye dağıttığını söylemişti. Kötü bir şey olsa hocalarda karşı çıkmaz mı?" "Anlaşılan hocaları her neyse bastırmayı başarmış. Bu dağıttıkları yiyeceklerde her ne varsa yavaş yavaş etki ediyor. Bunu öğrenmemiz lazım. Tekrar ediyorum okuldan bir şey yemeyin. Çıkışlarda da satıcılardan da bir şey almayın. Evden getirin." dedi Ömer. Sınıf korku ve endişeyle ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Ömer haklıydı ve başlarıyla dediği sözü onayladılar. İçlerinden Zeynep; "Ailelerimize söylesek yine? " "Boşuna.Belli aralıklarla dağıtıyorlar.O yüzden de tahliller de çıkmıyor.Geçen sefer bir şey ispatlayamadık. Polis hemen soruşturmayı kapattı." "Ne yapıcaz peki?" "Tek umut Şeyma Hoca. Çıkışta onun yanına gidip her şeyi anlatıcam. Kimseye bir şey söylemeyin. Müdürün kulağına gitmesin. Zeynep sende numarası vardı di mi?" "Hı evet var. " Kağıda yazıp eline verdi. Hırçın, tembel davaranışlarıyla zaten müdürün gözüne batmıştı Ömer. Hocaların çoğu ise onu ebeveynlerine şikayet ediyor, azarlıyorlardı. Fakat tek sevdiği sadece Şeyma hocaydı ve onun da gitmesini istemiyordu. Her ne kadar ona göstermese de... ****
Son dersi boş olan Şeyma sahile inmişti. Düşünüyordu. Bakışları dalgalanan denize takılmıştı. Müdür çok fazla canımı sıkıyor. Öte yandan çocukların davranışları dengesiz. Hocaların çoğu sesini çıkarmıyor, çıkaranları da bastırıyorlar. Sadece akademik taraftan gidiyorlar.Başaramayanları dışlayıp gününü zehir eden cezalar veriliyor. İyi de neden veliler sessiz kalıyor ki. Çocukları da mı bastırıyor bu acaba. Çıkıştaki satıcılar bir okulun önünde olması gerektiğinden fazlaydı.Bu işi dikkatini çekmeden çözmem lazım ama nasıl?" İhtimaller başını kemirirken telefonu çalar. Arayan yaveridir. Hemen açar. "Buldun mu bir şeyler? "Evet komutanım. Çıkıştaki satıcılarla ilgili." "Oraya birini yerleştirmiştim.Askerin söylediğine göre satıcılar çocuklara ayrı sivillere ayrı yiyecek veriyormuş. Ve belirli aralıklarla farklı kişiler geliyormuş.Ayrıca kantine giden kamyonu da kontrol ettirdik. Ama bir şey çıkmadı." "Uyuşturucuları nasıl verdiklerinin bir yolunu bulduk.Ama bunu safece ikinci dönem yapabilirler.Pekii dediğim şeyi yaptın mı? " "Merak etmeyin. Albayım çoktan geçmişinizi sildirmiş. Şuan siz sadece bir öğretmensiniz.Bir gelişme olursa yine size haber veririm," deyip kapattı çağrıyı. Derin bir nefes verdi. Bir çengel gibi kıvrılıp takılmıştı sorular. Daha da sertleşiyordu.Acaba bu olayın arkasında gerçekten babasıyla bağlantısı var mıydı? Gittikçe beynini oyuyor, sıyrılıp sertleşiyordu her biri.
"Baba gökteki en büyük yıldızım sensin,seni takip ediyorum. Sen gidince ışığım söndü, karanlıkta kaldım. Önümü dahi göremiyorum. Nerdesin?" dedi içinden.
Evine gitmek için sahilden ayrılıken hiç ummadığı manzara ile karşılaştı. Çürüyüşün keskin uçları, çöküntüsünün çınlayan sesleri... Üstünden ağır ağır geçiyor.
HÜSEYİN YILLAR SONRA KARŞISINDAYDI.
Ağzı kilitlendi, gözleri yuvalarından çıkacaktı sanki. Öylece kala kaldı.
"Şeyma... Uzun zaman oldu."
Dalsam bir geniş uykuya görmeseydim.Kalbimin gümbürtüsü azap gibi sarıyor. Nerden çıktın sen. "İ-iyi misin?"
"Hı evet iyiyim"
"Kahve?" İki elinde tuttuğu bir bardaktan birini kızarmış parmaklarıyla ona uzatır. Sonbaharın soğuk rüzgarı saçlarının arasından geçer,rüzgarla dalgalanan denizden başka şahitlik eden kimse yoktur yanlarında.Havada kalır eli. Bankın kenarına koyar. "Biraz senle konuşabilir miyiz?"
"Neden geldin? Nerden buldun beni." "Az önce seni gördüm tek başına. Kahve alıp sohbet etmek istedim. Tesadüf sadece. Kötü bir niyetim yok."
"Ne söyleyeceksin?"
"Ee ben nasıl olduğunu merak ettim. İstanbul'da olduğuna çok şaşırdım. O olaydan sonra seni göremedim."
"Hıh nasıl olabirim sence. Babamın yanmış sahte cesedini gördükten sonra."
"Haklısın.Sorduğumda saçmalık. Öhöm b-ben..."
"İşlerim var. Gitmem gerek." diyerek yanından kaçmaya çalıştı Şeyma. Gidecekken;
"Bana lisedeyken cevap vereceğini söylemiştin."
"Unut gitsin. Öyle bir şey olmayacak."
"Ne? Ama..."
"Ne bekliyordun? Kabul etmemi mi? Artık benim bundan sonra aşk düşünecek halim yok. Hemde babam yokken! Saçmalık! Daha önemli işlerim var."
"Acını anlıyorum.Fakat yıllar geçti. Yine de...
"Anlayamazsın tamam mı! Hiç kimse acımı anlayamaz. Sen bile!
"Neden böylesin Şeyma. Eskiden de böyleydin. Bu kadar kinle davranacak kadar ne yaptım sana!"
"SANA GÜVENMİYORUM!HİÇ KİMSEYE ZERRE GÜVENİM,MERHAMETİM YOK.HİÇ KİMSE BABAM KADAR BENİ SEVEMEZ. ANLADIN MI? BENDE ARTIK UMUT ARAMA ARTIK."
Bu sözünün ardından çöküşe girdi. Kırgın ve öfkeli çıktı bu sefer sesi. Derdini ve sevgisini duyurmak istercesine.
"Bu kadar mı umursamaz biriyim senin için. Se-ni se-vi-yo-rum diyorum. Hiç mi anlamı yok." O konuştukça içi parçalanıyordu. Kendini tutmak için zorluyordu. Çok mu kolaydı sanki yıllarca onu bekleyipte gelmeyince vazgeçmeye çalışmak. "Hayır diyorum. Artık unut beni. Uzatma, lütfen istemiyorum."
"Ben senin kadar bencil birini görmedim. Önünde çırpınışlarım hoşuna gidiyor di mi?"
"Ne? Ne diyorsun sen?"
"Yalan mı ha! Seni canımdan çok sevdiğimi sağır sultan bile duydu ama sende bir yaprak bile kıpırdamadı!!! Senin o buz tutmuş taştan kalbine girebilmek için yapmadığım maymunluk kalmadı. Ne zaman yanına yönelsem bazen kovmaktan beter ettin bazen sevipte kendini tutuyormuşsun gibi davrandın. Sen söyle ne yapayım ben!" Onu ilk defa sert bir tavırla görüyordu. Ellerini sıkıyor, gözlerini kapatıyor. Acısı sessiz bir ağıt olmak zorundadır. Zaten bahaneye bakar evet dese. Onu tehlikeye atamazdı. Ne ara bu kadar bağlandık be adam. Halbuki sevgini ciddiye bile almamıştım. Geçer demiştim. Tam seni unuttum dedim çıktın karşıma. Süzülüp geldin kalbime çıkmak bilmiyorsun. Ahh şu çaresizlik!... Konuşmak ama konuşamamak, delicesine sevmek ama araya giren illet... Boğazıma tıkanan demir bir yumruk, bedenimi ve ruhumu kaplayan yangın, kalbimi kafesinden çıkaracak şiddetli sarsıntı fırsat vermiyor bir türlü. Tam konuşacakken korku dolu sesiyle ellerini sımsıkı omuzlarımda hissettim.
"Neden susuyorsun Şeyma! Cevap ver!!! (Dişlerimi sıkarak)
"Bırak beni! Bundan sonra ne sesini duymak ne de yüzünü görmek istemiyorum. Nasıl dokuz yıl önce tek bir açıklama dahi yapmadan gittiysen öyle yap yine." "Şeyma'nın hiddetine o da şaşırmıştı. Bir anlık sendelemesine neden oldu. Arkasını öfkeli gözleriyle dönüp bir kaç adım attıktan sonra sımsıkı arkadan kolunu tuttu.
" Yine mi? Vazgeç be adam! " diye söylendi Şeyma. Elindeki sıcaklık gittikçe süzülüyordu yüreğine. İçimin en ücra köşesine inatla çekilen umut perisi onu derinden sarsmaya başlamıştı bile. Sebebini söylese böyle inat eder mi ki? Öylece kabul eder miydi onu? Arkasını dönmeye görsün rengi kaçmış, gözleri kızarık, yanakları ıslaktı. "Özür dilerim... Haklısın. Ama gitmemin geçerli bir sebebi var. Seni umursamadığımdan asla böyle yapmadım. Yanında olmam gerekirdi biliyorum. En ihtiyacın olduğu zaman yanından gittim. Kalbinle kafanın arasında mekik dokuduğunun farkındayım. Böyle zor bir duruma soktuğum için özür dilerim."
Serin serin esen üşüten rüzgarın etkisiyle hafif uçuşan kumral saçlarına takılıyor gözleri. Kolunu tutan eline bakıyor. Sırtını dönemiyor, kamaşan gözlerini kapayamıyor. Yakasına yapışan bu illet hastalık bütün enerjisini sömürüyor. Dizlerine inen ve hükmeden hissizlik muhakeme kabiliyetini elinden almıştır. Bu da yetmezmiş gibi ne zaman onu görse ya da herhangi bir iletişimde bulunsa göğsü alev alıyor. Elleri, yüzü ve diğer bütün azaları bumbuz kesiyordu. Dayanamıyor. Yanındaki banka bırakı veriyor kendini. Sol elini başına koyuyor. Sımsıkı kapıyor gözlerini, başının dönme hissini azaltmaya çalışıyor ama nafile.
"Ş-şeyma! Ne oldu neyin var?" Gayrı ihtiyari mesleğinin verdiği refleksle şah damarına gidiyor eli Hüseyin'in. Hemen kendini geri çeki veriyor. Ayağı kalkacak takati yoktur artık. Derin bir iç çeker Hüseyin: "Biliyordum benden sakladığın şeyler olduğunu biliyordum. Bu da onlardan biri. Şeyma... İzin ver yardım edeyim."
Gözleri yanıyordu, ayakları titriyor, içi eziliyordu, bayılacak gibiydi. Üşüyor ölecek gibi ama terliyordu. Yılların acı ızdırabı içini öfkeyle doldurdu. Bir anda bakışları değişti. Ayağı fırlayıverdi. Son gücüyle hesap sormak istedi. Ellerini omuzlarına, göğsüne sertçe vura vura kızgın ses tonuyla;
"Senden nefret ediyorum. Sanane ne sakladığımdan SA-NA-NE. Neymiş o sebep söylesene bir. Söyle hadi bende bileyim. Ya, ya bir kere ya bir kere ilk defa kalbimin sesini dinliyim dedim. Beni sen ölesiye pişman ettin. Yine aklım haklı çıktı. Ne olurdu ki gitmeseydin. Biliyordum-babamdan-başka-beni-onun-gibi-seven-hiçbir-erkek-olmayacağını-biliyordum. Kafayı yiyicem söylesene hangi cehennemdeydin."
Şeyma'nın yaşamayı hiç istemediği ve asla istemeyeceği bir şeydir bu. Bir erkeğe bu şekilde kendini onsuz yapamayacağını gösteren tavırda bulunmak. Korktuğu şey başına gelmişti. 28 yıllık hayatında hiçbir erkeğe bu kadar yüz vermemişti. Çünkü sevgiyi biliyordu. Babasından öğrenmişti hepsini. Ama bu adama karşı ne aklına ne de yüreğine söz geçiremiyordu. Babasının yokluğu onu ölüm ile eşik eşiğe getirmişti. Bazen ona keşke bu kadar düşkün olmasaydım diyordu kendine. Hayatında bu kadar değer verdiği iki adamında yokluğunu bir arada düşünmemişti. İçine yayılan burkuntunun can damarını koparacağını sanıyordu.
"Ne desem boş. Nasıl anlatayım sana bilmiyorum. Anlatsam duymazsın, duysan anlamazsın, anlasan inanmazsın, canım desem canavar duyacaksın. Sana yemin ederim ki aklına hiçbir suizan gelmesin. Senden başkasına yüreğimin kapısını mühürledim. Sebebini söyliyicem ama şimdi değil. Öğrenince hak vereceksin bana. Tekrar özür dilerim. Affet beni nolur. (Ellerini avuçlarının arasına alır.) Seninle güldüm, seninle tattım sevgiyi, seninle çıktım karanlığımdan. Benim için çok mu kolaydı sanıyorsun. Yüreğim bozuk bir pusula gibiydi sensiz. Yanında olamadıktan sonra bir başkasını asla istemem! İzin ver sana destek olayım, her saatimi adımımı senle geçireyim,"dedi. Yanaklarında fıskiyeden fırlamış damlacıklar vardı. İlk defa düştüğü hataya düşmemesi gerektiği hissi vardı. Ama bir yandan da ya doğruyu söylüyorsa diye bağırıyordu yankı. Beyninin her zerresine çarpıyor kulak çınlaması olarak geri dönüyordu. Onca yıl verdiği mücadele. Dövüşler, operasyonlar, onca kişinin hayatı... Aldığı derin bıçak ve kurşun yaraları artık eskisi gibi hızla iyileşmiyordu. Üstüne üstlük askerlik görevi boyunca aldığı zehirler. Bu lanet hastalık... Her ne kadar güçlü olsa da o da insandı sonuçta. İyi beslenmeyen, hatta bazen iniltili ağrılardan beslenemeyen vücudu diken diken oluyordu. Takati kalmamıştı. İçindeki susmayan iliğini kemiren sesi bile buğulu duyuyor, dünya beyninde dönüyordu sanki. Acı bir gülümseme ile sevdiği adamın kestane gözlerine son defa baktı. Yine onun kollarına düştü burnu kanıyarak. "Şeyma, ŞEYMAA kendine gel. Aç gözünü." Bağırtısı öyle yüksekti ki çevresinde olanlar yardım etmek için başına toplanmaya başladılar. "Çekil, ÇEKİLİN! Furkan arabayı aç ÇABUK!!!" Allah'ım nolur alma onu benden. Bu vicdan azabıyla bırakma beni. Neyin var senin! Benden sakladığın ne Şeyma. Ahğğ eşek kafam. Keşke yanında değilken haberdar etseydim. O zaman böyle boşluğa düşmezdi. Mecbur kaldım, mecbur kaldım. Biraz daha sabret, sık dişini gül yüzlüm. Baban ölmedi, yakında kavuşacaksın. Benim yüzümden, benim yüzümden. Çelik gibi olan güvenini deldim. Kimsenin yapamayacağını ben yaptım. Ahğ... Ne olursa olsun tekrar seni asla bırakmayacağım. ASLA, ASLA!!
|
0% |