@hayat_belirtisi34
|
Uzun dar hastane koridorunda ameliyathanenin önünde başlamıştı mesai. Zaman düğüm olmuştu sanki. İlerlemiyordu. Meslek arkadaşları onun kaçık rengini endişesini gördüklerinde müdahele etmesine izin vermemişlerdi. Bütün dünya başına yıkılmışta altında kalmış gibi nefes alamıyordu. Birden öyle solgun, baygın halde düşünce, kolu kanadı kırılmış, çökmüştü. Furkan da ne yapacağını şaşırmıştı. Şeyma ile uzun zamandır arkadaşlardı ve her ne kadar belli etmese de ikisinin birbirini sevdiğini biliyordu. Yıllar yılı dostunu bu halde ikinci defa görüyordu. Elleriyle hızlı hızlı saçlarını bir o tarafa bir bu tarafa savuruyordu. Düşünüyordu Hüseyin. "İyi de Şeyma'nın Samsun'da olması gerekmiyor muydu? İstanbul'da ne işi var. Yaraları iyileşti mi acaba? Yardım ettiği zaman çıkışmıştı.Mezun olurken tamamen bağını koparmak istememişti. Telefon numarası yoktu o zaman. Sonradan Dilara'dan almaya çalışmıştı ama istemediğini söylemişti. Son bir kez konuşamadığı için o kadar pişmandı ki. Haluk amcaya verdiği söz yüzünden eli kolu bağlı kaldı. Şeyma öğrenince ne kadar hayal kırıklığına uğrayacaktı kim bilir. Hüseyin kendi içinde boğuşurken Dilara'yı görür. Aceleyle kendilerine doğru koşuyordu. İşte bundan iyi bir fırsat olamazdı. Lisedeki dörtlü öyle böyle bir araya gelmişti. Furkan: "Ben çağırdım", dedi. Kafasındaki bütün sualleri öğrenme vakti gelmişti. Nefes nefese;
"Ş-şeyma iyi mi?" Furkan: "Bilmiyoruz henüz bir haber yok." Ellerini başının üzerine koyup iç çekerek oturuyor Dilara. Hüseyin'e bakıyor.
"Onunla ne konuştunda bu hale geldi. Yerini söylediğime pişman ettin." "Ha şimdi ben suçlu oldum." "Halen daha anlamıyorsun değil mi?" "Neyi?" "Seni her gördüğünde Haluk amcayı hatırlıyor. Ne zaman pes edeceksin. İstemiyor işte." "Bana diyene bak. Güya ben yokken sen yanındaydın. Ne güzel destek olmuşsun dostuna."
Furkan daha da gerildiklerini görünce araya girdi. "Yeter! Sırası değil şimdi."
Dilara Hüseyin'in bu cümlesinden sonra hiddetlendi. Sinirli, gözleri kızarık şekilde bağırdı.
"Sen o kızın neler atlattığını biliyor musun?!!! En ihtiyacı olduğu zaman terkettin. Ben onun yanındaydım sen değil. Tam iki yıl kendine gelemedi. Halen daha da gelmiş değil. Her geçen gün babasının hayaliyle geçti. Krizlerinde etrafta onun hayalini gördü. Öldüğüne inanmadı. Şimdi ise yaşadığını öğrendi. Bulmak için didinip duruyor. Hastalığa düştü senin haberin var mı?!!!" "Ne? D-dilara ne diyosun sen!!!" "Ne oldu şaşırdın di mi?" "Konuşsana!!!"diye bağırdı.
Yılların ardından ondan haber alamadığı için şaşırıp kalmıştı. Eli ayağı çekilmişti. Bacakları bir çuval gibiydi Aşağı çekiyordu onu. Furkan: "Dilara sakince bize ne olduğunu anlatır mısın?" "Siz gittikten sonra eve tıkıldı kaldı. Sadece cuma günleri mezarlığa gidiyordu. Sürekli babam ölmedi diyordu. Acısından çok da aldırış etmedim. Ama doğruymuş."
Nasıl öğrenebilirdi ki. Yoksa Hacer teyze mi söyledi hepsine. Hayır hayır. Gitmeden önce hepimizi sıkı sıkı tembihlemişti. " Son anda kararını değiştirip msü sınavına geçti hatırlıyor musunuz?" Furkan:"Hı evet. Kazandı mı yoksa?" "Hı hı. Fakülteyi bitirir bitirmez öğretmenlik okumak için kaydını yaptı. Okurken rütbesi de yükseldi. Bir sürü yara aldı. Şimdi ise istifa etti. Yani bana öyle söyledi. Şimdi ise ortaokulda öğretmenmiş. Yani hem görevini yaptı, hemde fakültesi'ni bitirdi. Kendini o kadar zorladı ki şimdi de...
"Şimdi ne?"
"Mide kanseri..."
Beyninden vurulmuşa döndü. Kulakları çınlıyor, kalbi kaburgasına sığmıyordu. Söz götürmez bir karanlıkla gırtlağına değin batmış, boğulmuştu. Bu iki kelime bir şimşek hızında sıyırıp geçmişti. Takıldı kaldı gözleri. Başının döndüğünü, gözlerinin karardığını, gördüğü her şeyin titrediğini hissediyordu. Bu ağır azabı kaldırmaya çalışırken karşısında bir çocuk görür. Nefesi kesilmiş, terleri yüzünden süzülür vaziyetteydi. Onlara doğru adım adım yaklaştı.
"H-hocam... " diyebildi sadece. Üç arkadaş bu zor durumun içinde bu çocuğun burada ne işi olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Hepsi bir kendilerine gelip silkelendiler. Gözyaşları silinip, duruşlarını düzelttiler. Furkan:
"Delikanlı, senin burada ne işin var?"
"O-o i-içerdeki Şeyma hoca değil mi?" Hepsi birbirlerine baktı. Hüseyin:
"Sen onun öğrencisi misin?" Kafasını salladı sadece. Gözyaşları yüzüne akıyordu. "Merak etme sağsalim çıkıcak," dedi Dilara.
Çocuğu teselli ederken ameliyathane nin kapısı açılır. Şeyma ile birlikte sağlık çalışanları çıkar. Endişeyle yanına yönelir Hüseyin. Ömer,hocam diyerek elini tutar ve odasına doğru diğerleriyle birlikte gitmeye çalışır. En son çıkan doktor Suat Hüseyin'e yönelir.
"Merak etme kardeşim iyi geçti. Dediğin gibi iç kanaması olmuş. Bir sürü yarası var.Dinlenmesi gerek."
"Yara derken!"
Şaşırmıştı.Bir an lisedeki izleri düşündü fakat uzun zaman üstünden geçtiği için yeni olduklarını farketti.
"Evet. Çok sayıda bıçak ve kurşun yarası var. Bazısı yeni bazısı eski. Mayın tarlasına dönmüş. Neden bu halde biliyor musun?"
Dilara cevabı veren kişi oldu.
"Kendisi asker. Ondan dolayı olmalı."
İyice suçluluk duygusuyla kavurdu kendini. Ne kadar acı çekebileceğini hissetti. Tıpkı kendi yaşamış gibi. Bütün enerjisini sömürdüler sanki şu bir kaç saat içinde. Halini gören doktor, elini omzuna koyar arkadaşının. Konuşmaya kendini zorlar. Çenesi kitlenmiştir. Teni bembeyazdır. İçini okur Suat.
"Tedavisi için ne gerekiyorsa yapıcaz.Güçlü ol ki ona da destek olasın. Hocalarımıza söyledim bile," der ve elini omzundan çekerek son kontrolü için yanlarından ayrılır.
Yavaş yavaş kendine geliyor kızcağız. Saçlarının diplerinden ayak uçlarına kadar ağrı hücüm etmişti vücuduna. Her zerresi alev içinde yanıyor, derin kesik, yanık yaraları sızım sızım sızlıyor, içi donup yorgun ve bitkin hissediyordu. Nefes aldıkça sancı vuruyordu. Bu dünya bir nefesi de çok görmüştü sanki ona. Kaskatı kalmış, parmağını oynatacak gücü yoktu.
"Ahğğ gözüm. Hı, nerdeyim? Monitör sesi, klor kokusu... Ha! Hastanedeyim. En son, en son sahildeydim. Hiii! Ben ne yaptım. O getirmiş beni buraya. Tutamadım kendimi. Biraz daha dayanabilseydim keşke. Annem aramış mıdır acaba? Deliye dönmüştür kesin. Bir sürü laf söyleyecek yine üff."
Dikkat etti. Herhangi bir yeri açık değildi. Şükretti. Kendi kendine hayıflanırken kalkmaya çalıştı. Ama nafile. Bir santim bile oynayamıyordu. Zorlanarak tekrar doğrulmaya çalıştı. Zorlandıkça sancı vurup nefesini tutuyor, kalkmaya çalıştıkça monitörün sesi artıyordu.
"Dur dur dur ne yapıyorsun canlanma sakın!"
İçeriye dalmıştı Hüseyin. Elinde kızın siyah dize kadar uzun paltosu, cep telefonu, çantası ve muhtemelen içinde şalının ve diğer kıyafetlerinin olduğu poşet vardı.
"Yeni çıktın dur yardım edeyim." Elindekileri yatağın yanındaki koltuğa bırakıp ona yöneldi.
"İstemiyorum. Kalsın tamam."
Kendini geri çekti Hüseyin. Kırılmadı değildi aslında.
"Peki. E ş-şey refakatçin olarak Dilara ile ben numaramızı verdik. A-annen aradı. Açmadım. Neyse, ben seni yalnız bırakayım dinlen."
"Teşekkür ederim. Seni de rahatsız ettim."
"Yok yani sorun değil. Endişelendim sadece."
İçeriye koşarak Ömer dalar. Hocasının uyandığını görmek onu rahatlatıp, sevindirir. Hüseyin'e çarparak hocasına koşup sarılır. Sarılınca ağrıdan inler Şeyma. İçinden.
"Ömer yeni ameliyattan çıktı. Dikkat et istersen," dedi Hüseyin.
"A ö-özür dilerim hocam."
"Önemli değil. Senin ne işin burda bakalım. Hem siz tanıştınız mı?"
"Hı evet tanıştık. Ben sizin yanınıza gelecektim bugün. Numaranızı aldım. Arayınca hastaneden rahatsızlandığınızı söylediler. Koşarak geldim."
"Buraya kadar geldiğine göre kendimi sevdirmişim ha" deyip gülümsedi. Başını okşadı. Odadan çıkmaktan vazgeçti Hüseyin. Yatağın karşısındakı karyaloya oturup onları dinlemeye karar verdi.
"Hocam aslında ben size çok önemli bir konu anlatacaktım. Hastasınız sonra gelirim ben."
"Gel buraya hiç bir yere gitmek yok. Geç oldu tek başına gidemezsin. Ailene haber verdin mi?"
"Evet hocam. Haberleri var."
"Anlat bakalım."
"Ama hocam... "
Sözü yarıda kaldı. Hocası öyle bir bakış attı ki her halükarda anlatacaksın, dercesine.
"Okulla ilgili." Der demez ciddileşti. Kendisinin bilmediği bir şeyler olduğunu kavradı. Hüseyin'e baktı çık der gibi.
"Hiç boşuna bakma. Dilara bize herşeyi anlattı haberim var."
"Onun da ağzında bakla ıslanmıyor ha. Tek ona anlatmıştım oysaki."
"Kızın derdine düşme. Biz zorladık anlatması için."
"Üff.Neyse anlat sakın ağzınızdan çıkmasın. Yakmayın başımı.Ömer seni dinliyorum."
"Hocam ben müdüre hiç güvenmiyorum. Ne zaman kantinde bir şey yiyip içsek kendimizi çok tuhaf hissediyoruz. Bugün arkadaşlar sizi de darladığını söylediler. Gitmeyin lütfen! Biz karar aldık bu hafta yapılan deneme de elimizden geleni yapıcaz. Onlar da çok endişeli. Lütfen bizi yalnız bırakmayın. Ailelerimiz bize inanmıyor. Evet bir kere çok ciddi endişelendiler. Ama sonuç korktukları gibi çıkmayınca bıraktılar. Sizi de bastırmaya çalışıyor."
Uzun ve yorgun şekilde öğrencisine baktı. Başını tekrar okşadı.
"Sakin ol bir yere gitmiyorum. Farkettiğiniz bir şey mi var yoksa."
"Hı evet. Siz yokken kantinciye azar çekti müdür.Birdenbire." Şaşırdı. Uzağa daldı ilk. Kaşları çatıldı.
"Hocam..."
"Hı, efendim."
"Ben gidiyim artık."
"Bir dk" dedi ve yataktan kalkmaya çalıştı. Atıldı Hüseyin.
"Nereye?"
"Ne, çocuğu tek başına yollayacağımı düşünmüyorsun herhalde."
"Tamam ben götürürüm."
"Olmaz bende gelicem durduramazsın boşuna uğraşma."
"Ahğh tamam ona da tamam ama geldikten sonra canlamayacaksın."
Yavaştan kalktı, yatağının yanındaki koltuktan paltosu alıp giydi. Elini karnına tuttu. Sendeleyerek yürümeye başladı.
"Hocam gerek yoktu. Dinlenin" "Hadi geç kalma!" Hiçbirini dinlemedi. Birkaç saatliğine imza atıp çıktı. Yavaş yavaş arabaya bindi. Yanına Ömer'i aldı. Sürmeyi Hüseyin üstlendi. Yoldayken yaveri aradı.
"Komutanım!!!"
"Ne oldu?"
"Hastaneden çıkmayın. Tehlikedesiniz."
Hiç çaktırmadı Şeyma. Sakinlikle cevap verdi.
"Nerede olduğumu biliyorsundur."
"Evet."
"Ne yapacağını biliyorsun o halde."
"Emredersiniz komutanım."
"Burası,"dedi Ömer.
Gizlice çantasından silahını alıp beline yerleştirdi. Arabadan inerken Hüseyin destek oldu inmesine. İnleyerek te olsa kendini zorladı. Ömer'i kollarının arasına aldı. Evlerine doğru yürürken de bir yandan da etrafı kolaçan ediyordu.
"Her şey yolunda mı?"
"Koru kendini. Takip ediliyoruz. Suikasta uğrayabiliriz.Ömer'in yerini öğrenmeseler bari."
Çaresizce eliyle öğrencisini teslim etmek için evlerinin zilini çaldı. Hüseyin ise arkalarını kollayıp apartmanın önünde bekledi. Şeyma yüzündeki endişeyi silip yansıtmıyordu. Acısına rağmen kapı açıldığında gülümsedi.
"Merhabalar Rafet bey. Oğlunuzu getirdim," deyip güldü.
"A hocam, çok teşekkürler. İçeriye buyurun lütfen."
"Nezaketiniz için minnettarım. Ama başka zaman."
"Hocam hasta baba. Dinlenmesi gerek. Kapının önünde arkadaşı bekliyor. Kendim gelirim dedim ama ısrar etti."
"A ö-öyle mi! Daha da çok mahcup olduk. İhtiyacınız olduğunda her zaman yanınızdayız hocam."
"Estağfurullah. Öğrencilerimin hepsi benim sorumluluğumda. Ben sadece görevimi yaptım. Aklımda. İyi akşamlar." Deyip hemen yanlarından ayrıldı. Yaveri ona bağlıydı.
"Endişelenmeyin komutanım. Sinyal başka yöne çevrildi."
Bu sahneyi sanki bir yerden hatırlıyor gibiydi. Aynı korku, endişe kapladı içini. Beyni resetlenmişti sanki.Derinliklerinde aynı şeyi yaşadığına dair bir anımsama vardı.
"Gidelim."
O korku tekrar geldi. Eli arabanın kaputunda kaldı. Etrafa tekrar bakıp sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı.
"Ne oluyor? İyi misin?" dedi Hüseyin. Ve arkadan bir ses yükselir. "Aa Şeyma bu ne süpriz!"
Arkasını dönmeye dursun göreceği kişi istediği en son şeydi. Burcu karşısındaydı. Gözlerinin altı simsiyah, elleri sapsarıydı.
"Kadere bak sen. Tekrar karşılaştık hocam."
"Ben hiç sevinmedim ama."
"Oo ikinizi yan yana görmek ne güzel. Söylesene teklifini kabul mu ettin yoksa."
"Senle hiç uğraşamayacağım."
"Babandan haber alamıyorsun değil mi?" deyip sırıttı. Hemen Hüseyin atıldı.
"Sakın. Pişman ederim seni. Onla deva göreceğine haline bak. Bağımlılığını bırakamamışsın. Ölüm döşeğindesin haberin yok."
"Sen bir kes sesini. Buraya Şeyma ile aynı yerde çalıştığımızı söylemeye geldim."
"Ee ne olmuş. Biliyorum. Ne yapmamı bekliyorsun? Sevinmemi mi? Gözüm üzerinde olacak öğrencilerime zehrini akıtırsan ölümün benim elimden olur."
Bir hışımla arabaya bindi. Burnundan soluyordu. Bu kıza uyuz olduğum kadar kimseye olmuyorum dedi. Bir de aynı yerde olmaları çileden çıkartıyordu.
"Her adımımı takip edecek kesin."
"Sence çalıştığın vakayla alakası olabilir mi?" dedi Hüseyin.
"Nerden çıkardın bunu."
"Olur mu olur bence. Hiç güvenmiyorum."
Yoldayken leptabını açtı. Listelediği isimleri gözden geçirdi. Kantinci olarak görev yapan Hasan Gültekin'in dosyasını açtı. Herhangi bir sabıka kaydı yoktu. Adresine baktı. Öğrenmenin tek bir yolu vardı. "Yolu değiştir. Hastaneye gitmiyoruz."
"Başladık yine. Bu gece hiç bir yere gitmiyorsun."
"Bana bak...!"
Hiddetleneceği zaman arabayı durdurdu. Sözü yarıda kaldı. İndi. Arkasından onu da çıkardı.
"Ne yapıyorsun? Bırak beni!"
"Kulaklarını aç beni iyi dinle inatçı keçi. Bu senin için çok önemli bir mesele farkındayım. Bana duyduğun kızgınlığı da biliyorum. Ama şu bir gerçek. Eğer babanı bulmak istiyorsan ona kavuşmak istiyorsan ilk önce senin hayatta kalman gerek değil mi? Kendini harcaman bir yarar getirmeyecek. "
Sakinleşti. Tuttuğu kol yavaşça indi. Yutkundu. Suratı donuklaşıp hissizleşti. Eli midesinde arabanın kaputuna yasladı kendini. Başı eğildi. Aslında eğilen başı değildi. Çektiği işkencelerin, acı ızdıraplarının birikip ağırlaştırmasıydı. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Gözlerinden peş peşe gelen yaşlar var, çığlık atmak istiyor fakat dışardan uzağa bakan bakışlarını dikmiş biri vardı. Hüseyin yanına geldi. O da kaputa yaslandı. Bir süre sessiz kalıp sonra şu cümleler döküldü ağzından:
"Sen çok güçlü bir kadınsın. Neden böyle diyorum biliyor musun? Çünkü onca acıya rağmen hala gülümseye biliyorsun. Ömer'e nasıl içten, sevgiyle baktığını gördüm. Ve hala kaybetmediğin bir umudun var gözlerinde. Bunu sana her baktığımda görebiliyorum. İçin enkaz ama sen hala çok güzel gülümsüyorsun." Bakışını ona çevirdi.
"Neden bana yardım ediyorsun?"
"Konu sensin çünkü," deyip gülümser.
"Yaptığım hata yüzünden bu söyleyeceğim sana inandırıcı gelmeyecek fakat bundan sonra bütün dünya sana dönse ben yine sana sarılmak için bekliyor olacağım. Gerekirse ömür boyu olsun. Farketmez."
Durgun, sönük ve git gide karanlığa giden yaşamına takılıp kaldı. Acılı bir gülümsedi ilk önce. Hayatına yeniden toparlama fırsatı sunduğunda anlam veremediği bir vaziyetin içine giriyor, kan ter içinde kalıyordu. Hüseyin bir cevap vermesini beklemişti. Fakat bakışları, ummadığı bir pişmanlığın altından kalkmakta zorluk çekiyormuş gibiydi. "Hadi gidelim." dedi sadece. "Sözlerin... Bakışın... her zamanki gibi içten ve şefkatli. Aynı babamkiler gibi. Nasıl oluyor anlamıyorum. Ahvalim ortada ve yanımda kalacağını söylüyorsun. Şaşırdım." Sözlerinin ardından içine su serpildi. Hala kırdığı güveni tekrar kurmak için umud doğdu. Gülürek: "Yanına geldiğimde benimle konuşmak istediğini, sonra da terslediğinde üzüldüğünü biliyorum. Kıyamıyormuş bana.
"Cıvıma, sırıtma, " dedi Şeyma.
Gülüyordu ama endişeleniyordu. Sevdiği kızı bu cendereden çıkarabilecek miydi? Rengi hissettirecek derecede solgun, yüzü gölgeli, bakışları fersiz,dudakları kupkuru. Sesinden, gözlerinden etkilendiği ve kendisiyle konuşabilmek için yıllar yılı uğraştığı halde pes etmemişti. Şuan hayal ettiği konuşma yapılmış, her zamanki asiliğiyle terslememişti. Delici bakışlı, ilginç, diğerlerinden büyük ölçüde farklı bu kıza,tutulmuş gidiyordu. Üstelik gayet de bu halinden memnun, hep onda tutuklu kalsın istiyordu. Geçen bunca yıl bağını iyice güçlendirmişti sanki. "Haklısın.Senin dediğin gibi olsun. Hadi gidelim." Gözleri kızarık, bitap düşüyordu iyice. Arabaya binmesine yardım etti. Şeyma başını yasladı, daha fazla yorgunluğuna karşı koyamayıp uyuyakaldı. Ve bu gece de hastanede sonlanıp sakince geçti...
|
0% |