Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@hayat_belirtisi34

Yine birbirini kovalayan günler... Yine merakla, endişeyle, korkuyla, hüzünle, özlemle esen fırtınaya yüz tutan duygular... Gün yok ki geçmesin, geçerken ömründen götürmesin. Her geçen zaman sinsice alıyor gençliğini Hacer hanımdan. Gözünün önünden geçiyor yaşadıkları. İyisiyle kötüsüyle buraya kadar gelmişti. Ve tek öğrenebildiği şey;

 

Ne kadar çabalarsan çabala istediğin her neyse kaderinde yoksa gelmez... Ya da hiç ummadığın anda karşına çıkar... Tam da bu dersi yaşayacağı bir an gerçekleşiyordu. Yıllar önce gittiği görevde ölü haberi gelen, cesedini bile göremedikleri eşi karşısında dikiliyordu. Karmakarışık duygular içerisindeydi. Mert, Eda ve kendisinin karşısında bildiğin canlı bir şekilde duruyordu. Korumaların evden çıkmalarına izin vermedikleri, Şeyma'nın evinde muhafaza ediliyorlardı. Ve Haluk bey albay kimliğiyle içeriye gelmiş, ailesiyle buluşmuştu. Göğüs kafesinin kemiklerinin kırılacağını hissediyordu. Nefesi göğsüne yüktü sanki hepsinin. Çocukları da donakalmış, her birinin gözyaşları kendiliğinden akıyordu.

 

"Çocuklar ne kadar da büyümüşsünüz" diyerek başladı Haluk Bey.

Hacer hanım kendine gelmeye başladığında çocuklara ne diyeceği hakkında sıkıntıya girmişti. Evlatlarının hiç birine söylememişti eşinin göreve gittiğini. Ama bu sorunu zamanında Haluk bey üzerine alacağını söylemişti. En azından bu söz içine su serpmişti. Eda devam etti.

 

"Gerçek mi bu? Nasıl olur?" Mert:

 

"Ablam haklıymış. Burdasın."

 

Abla dediği anda Haluk beyin bakışları daha farklı bir hal alır. Hepsine duyduğu özlem o kadar fazlaydı ki gözyaşlarına karşı gelmekte zorlanıyordu. Hacer hanıma döner.

 

"Sağol canım. Sözünü tuttuğun için."

 

"Nasıl yani annemin herşeyden haberdar mıydı?" dedi Eda.

 

"Evet kızım. Ben istedim. Görev gereği sizden gizli kalması gerekiyordu. Gerçi o da istemediğim bir şekilde öğrendi.İkna etmek için çok uğraştım."

 

"Madem öyle şimdi neden burdasın baba."

"Görevim bitmek üzere oğlum. Ondan sonra bir daha ayrılmıyıcaz."

Hacer hanım sadece izliyordu. Kişiliği özlemi olmasına rağmen sessiz kalıp duygularını gizlemesine neden oluyordu. Bunca yıldır bilipte hiçbir şey olmamış gibi davranmak hiç te kolay değildi ve bu huyu sayesinde katlanabilmişti. Neyse ki umduğu olmamış baba-çocukları arasında kırgınlık yaşanmamıştı. Birbirlerine sarılıp hasret gidermeleri bunca yılı unutturmuştu. Kendi içerisinde mukayese etmekten konuşulanlara sonradan adapte oldu.

 

"Baba ablamın durumu çok kötü.Hiç iyi değil" dedi Eda.

 

Bakışları titredi Haluk beyin. Böyle olacağını biliyordu. Şuan onu görmesi işleri daha da karıştırırdı. Bilerek onu kendinden mahrum bırakması kahrediyordu. Biraz daha sık dişini kızım. Az kaldı.

 

"Biliyorum.Onu daha sonra görücem. Eğer şimdi yanına gidersem işler daha kötüye gider. Bırakamaz beni."

 

"Nasıl yani ablamın kanser olduğunu biliyor musun? Üstelik bu hasta haliyle göreve gidecek" dedi Mert.

 

"Ne! Hasta mı? Görev..."

 

Hiçbir şeyden haberi yoktu. Duydukları beynini ikiye yaracaktı sanki. Albay Metin'e sorduğunda bir sorun olmadığını söylemişti. Hem damat bozuntusuyla buluştuğu gün iyi olduğunun teminatını da vermişti. Ah kızım. Ah kızım. Şimdi bana daha çok ihtiyacın var. Elimi kolumu bağlıyorsun.

 

"Görevinden haberim var ama..."

"İki aydır hastanede tedavi görüyor baba. Hüseyin abi olmasaydı bizim bile haberimiz olmayacaktı. Aynı sana çekmiş" dedi Eda.

Doğru Haluk beye çektiği doğruydu. Neredeyse butün özelliklerini babasından almış gibiydi.

"Hüseyin fazla samimi baba ben hiç memnun değilim."

"Biliyorum.Ben söyledim yanında olmasını. Onla da konuştum."

 

"Neeee!!! " Şaşırmıştı çocuklar. Bu ihtimali düşünmemişlerdi bile. Mert'in bu durumdan pek hoşnut olduğu söylenemezdi. Mecbur işin içinde babası olduğu için sessiz kalmayı tercih etti. Ortaya atıldı Hacer hanım:

 

"Haluk bir şey yap nolur. Şeyma gözümüzün önünde eriyor. Bir de yetmemiş gibi bu operasyon neyse ona katılmak istiyor."

 

"Annem haklı baba. Bir de Burcu vardı ya ablamın etrafında fazla dolanmaya başladı" diyerek annesinin sözünü destekledi Mert.

 

"Ya ablama bir şey olursa" dedi Eda.

 

"Katılacağı görevden haberim var. Ona bir şey yapamamam malesef. Her şey ayarlandı. Ama merak etmeyin. Yanında olucam. Bu sefer hiç ayrılmıyıcaz. Ya peki Hüseyin yanında mı?"

 

"Hiç ayrılmıyor ki uyuz" dedi Mert.

 

Sevindi Haluk bey. En azından sözünü tutmuştu. Buluşup konuştukları gün onu her daim koruyucağına yanında olacağına söz vermişti. Ama hala kararsızdı. İşler sona erdiği zaman kızıyla evlenmek istediğini söylemişti. Mert gibi o da pek memnun kalmamıştı. Onu o an yerin dibine gömmeyi istemişti. Ama yine de iyi çocuktu yıllardır tanıyordu. Haketmediğini düşündü."Geçmiş kızımı rahat bırakmıyor. Bu şebeklerin halen daha kızımla alıp veremedikleri ne? Ben bunların defterini büzmüştüm en son. Dertleri ne?" diye geçirdi içinden. "Biraz daha sık dişini kızım."

 

"Benim şimdi gitmem lazım. Tekrar gelicem."

"Baba biraz daha kalamaz mısın?" dedi Eda. Üniformasından tutup yaşlı gözlerle gitme dercesine bakıyordu. Bu gidişle ayrılamayacaktı. Aynı şekilde kızına döndü yüzünü ellerinin arasına aldı, gülümsedi.

 

"Tekrar gelicem kızım merak etme." deyip alnına buse kondurdu. Veda ettikten sonra Şeyma'nın evinden çıktı. Derin bir nefes verdi. Ekip arkadaşlarına döndü. Hepsi gözünün içine bakıyordu. Bunca yıl sonra ailesini sağ salim görebilmişti.Yanında duran arkadaşı Yiğit Kurt'a bakışlarını çevirdi.

 

"Nedir son durum Yiğit. Bir şey var mı?"

 

"Son durum için karargaha çağrılıyoruz komutanım. Şey..."

"...?"

 

"Görev alacağımız yerde,kızınız da görev alacakmış."

 

"Ne!!!"

"Emir böyle komutanım.Zaten bu son görevi.İstifasını vermiş ya da gizli görevde diye duydum."

Bir şey diyemiyor Haluk bey. Vatan görevi karşısında boynu kıldan incedir ne de olsa. Derin bir endişe kaplıyor içini. Ya bir şey olursa... Piranalar kemiriyor içini. Üfleyerek yakınıyor.

 

"Hadi binin gidelim. Ha buradakiler ne beni gördü ne duydu anlaşıldı mı?" "Anlaşıldı komutanım" dedi Yiğit ve askerleri süzgeçten geçirdikten sonra karargaha doğru yol aldılar. *****

 

Babamı rüyamda görüp yanına gitmeye çalıştığım zamandan sonrasını hatırlamıyorum. Beynim hatırlatmıyor. Gözümü açtığımda annemlerin yanımda olduğunu gördüm. Bu kadar çabuk geleceklerini tahmin etmiyordum. Muhtemel ki Hüseyin'in işiydi bu. Rüyam gerçek olabilir mi? Peşinden gitmem gerekiyor mu? Offf. Şansımı denesem. Dikkatli olmam gerek. Bir ufak hatam bir yıldır verdiğim emeği çöp edebilir. Yüzdüm yüzdüm kuyruğuna geldim. Operasyon gününe kadar kendimi hazırlamam gerek. Ahğ bir iyileşmek bu kadar vakit alır mı ya! Başkomiser geldiği gün yerin dibine girdim utançtan. İlk defa bu kadar zayıf düşüyorum. Ne oluyor anlamıyorum ki. Hiç böyle olmamıştı. Tedbiren takip edilecektim,odaya da toplu iğnenin ucu kadar kamera yerleştirildi. Yok böyle olmayacak. İçimdeki kurdu yok etmem lazım. Telefonumdan en güvendiğim kişiyi aradım.

"İlyas İlyas babamın yerini buldum, yani umarım tahmin ettiğim yerdir."

İlyas kim tanıtmadım değil mi? Uzun süre birlikte çalıştığım hem yaverim hem de can dostum diyelim. Aslında başlarda giriş yaptı.:-) Kimliklerini belirlediğimiz şahısların terörist olduğunu öğrendik. Ve daha da derinlemesine göreve adadık kendimizi. Okula girmek için hazırlanırken o da MİT ajanı gibi içeriye sızılmıştı.

 

"Ö-öyle mi? Neresiymiş komutanım. Nasıl öğrendiniz? "Biliyorum çok absürt olacak ama neyse... Küçüklüğümün geçtiği ev. Orada. Bir bakabilme şansın var mı?"

İlyas şaşırmıştı. Aklının yanı sıra hissinin kuvvetli olmasına bir türlü anlam verememişti.Ne diyeceğini bilmiyordu. Söylese ayrı söylemese ayrı çıkmaza girecekti.

 

"Yuh nasıl bildin arkadaş"

 

"Ne geveliyon lan ağzında!"

 

"Hiç yok bir şey komutanım. Eee şey ben sizi haberdar edeyim mi komutanım."

 

"Tamam.Kapatıyorum."

 

Telefon kapandıktan sonra arkasından yüksek ses duyar.

" Teğmen İlyas! Ne yapıyorsun burada"

 

Arkasında Haluk komutanı farkedince bağırıp hemen selam verir.

 

"Allaah!!! Komutanım."

 

"Ne bu hal? Suratın sirke atmış."

 

"Komutanım maruz görün ama baba kız aynısınız. Tıpatıp size çekmiş."

Gülümser Haluk bey. Omzuna elini koyar.

 

"Niye ne azar yedin gene."

"Şey aslında azar değil komutanım. Küçükken kaldığı evi araştırmamı söyledi. Bende ne diyeceğimi bilemedim."

 

"Demek ki kaçış yok. Biraz erken kavuşacaz ha ne dersin."

Omuzuna iki kere vurup eve girerken İlyas:"Ne yapayım komutanım? Söyliyim mi?"

 

"Söyle."

 

"Anlaşıldı.Şey... Komutanım."

 

"Hıh"

 

"Öğrenince sizi de beni de haşlıyacağını biliyorsunuz değil mi? Çok büyük hayal kırıklığına uğrayacak."

 

"Evet haklısın. Şuan öyle bir yerdeyim ki... Uçurumun kenarındayım sanki. Ay parçam ya bunca yılın acısını affetmeyip silicek ya da beni uçurumdan çekip kalan zamanı telafi edicez. Beklemekten başka çare yok.

 

"Neyse hazırlıklar tamam mı?"

 

"Hazır komutanım. Ekip tam teşekküllü. Gelecek günü bekliyoruz

 

"Güzel diğerlerini de söyle hazır olsunlar. Görev sabahı vaktinde helikopter sahasında olsunlar."

 

"Emredersiniz." ****

 

Artık hastanede akşamları kalıyordum ve sabahları okula gidiyorum. Notları sisteme girmekle meşguldüm. Annem elindeki örneği gözlüğünü takmış yapmakla meşguldü. Yanımda kalıyordu. Israrıma rağmen evde durmasını bir türlü ikna edemedim. Hastalığımı öğrendiğinde köpürmesini bekliyordum lakin metanetli karşıladı. Şaşırdım. Bu tavrı içimi rahatlattı diyebilirim. Alışkın olmasamda. Okuduğum notları girerken içeriye yakın zamanda önce başvurduğum psikiyatrist doktorum geldi. Belki yine sakin karşılar umuduyla bunu anneme söylemeye karar vermiştim O kadar endişelenmeme gerek yokmuş.

 

"Şeyma hanım. Geçmiş olsun."

 

"Hoşgeldiniz buyurun lütfen."

 

"Rahatsız olmayın."

 

Annem belirsizdi. Başını hafif eğip gözlüklerinden doktora baktı. Evladı olmama rağmen içini okuyamıyordum. Ne kızgın ne de çok üzgün. Gayet sakindi. Ne oluyor. Hiç anlamıyorum.

 

"Ee tanıştırayım, annem. Anne bu da psikiyatrist doktorum Elif hanım."

 

"Memnun oldum." dedi ve elini uzattı.

 

"Bende."

 

Doktor her şeyi anlattığımı sanarak rahatlamış gibi görünüyordu. Ya da ben öyle anladım. Gözlerini bana çevirdi, kaşları kalkık şekilde. Annemin uzattığı eli memnuniyetle tuttu. Bana hitaben konuşmaya başladı: " Sizden aslında özür dilemeye geldim. Ne zamandır hastanedesiniz. İşlerimi halledip te yanınıza gelemedim. Kusura bakmayın özür dilerim."

"Olur mu öyle. Olabilir. Herkes müsait olamıyor. Düşünceniz için teşekkürler."

"Annesi olarak bende teşekkür ederim. Yanında yokken arkadaşlarıyla destek olduğunuz için."

Bu halleri gerçekten beni geriyordu. Hiç bilmediğim tavırlar hareket ediyor, gardımı alamıyordum. Sonradan acısı çıkar mı belli değil. Yoksa gerçekten vicdanıyla mı hareket ediyordu.

"Ne demek. Şeyma çok güçlü bir kadın. Bu zamana kadar bir sürü yol kat ettik. Eminim bundan sonra da iyi gidecektir.

"Haklısınız. Pek destek olamasamda kızımı tanıyorum. Sonuna kadar güveniyor ve gurur duyuyorum."

Güveniyor, gurur duyuyor. Ağzından çıkması üç saniyeyi alacak iki kelime sonrasında bile gözlerine fer geldi. Parıltısı rahatlıkla hissediliyordu. Elif doktorun dikkatinden kaçmadı tabi. Bir süre mutlu bakışları annesinde kaldı. Kim derdi ki bu kadar enerji verecekti. Kızına dönünce ne yapacağını şaşırdı. Bakışlarını temizleyip boğazını temizledi.

"Kızım Mert aramıştı. Onunla bir konuşup geleyim."

"T-tamam."

Çıktığında kıpır kıpır heyecanını, nefesini geri verdi. Kocaman bir tebessüm bütün havasını değiştirdi.

 

"Aranız düzeldi galiba."

 

"Öyle görünüyor."

 

"Çok sevindim... Aslında gitmesi iyi oldu. Uzun zamandır sizinle görüşmemiştik. Yarım kaldı. Diğer amacımda buydu."

 

"Anlıyorum." der Şeyma. Başını eğerek sallar. Bir dk durur. Kaldırır.

 

"Hocam peş peşe gidiyor desem."

 

"Nasıl yani?"

 

"Huzurlu, mutlu anlarım çoğalmaya başladı. Ama peşine de bir aksilik mutlak çıkıyor. Hani size son zamanlarda yansımamı gördüğümü, kabuslarımın arttığını söylemiştim. Hatırlıyor musunuz?"

 

"Evet. Hatta olumsuz durumlarda sık ve uzun zaman kaldığını da söylemiştiniz."

 

"... "

 

"Sorun nedir?"

 

"Arkadaşlarımın hastalığımı öğrendikten bir kaç gün sonra oldu. Zaten o zaman berbat haldeydim. Hem fiziki, hem ruhen. Vücüdumun ağrısından nefesimi alamadım o derece. Kabustan uyanıp, kendime geldiğimde çakıyı boynuma tuttuğumu fark ettim."

 

"Sizi durduran neydi peki?"

"Doktorum Hüseyin. Nedenini bilmiyorum ama onu gördüğümde başımdaki ağrı, kulağımda ki çınlamalar, sesler, yansıma gitmişti."

"Babanız yerine geçme ihtimali var mı acaba?"

"Hiç bilmiyorum. Bu konuda hiç olmadığım kadar kararsız ve bitap durumdayım ki..."

"Şeyma hanım insanın hayatı, hep sevdiklerinin arasında mekik dokur. Hayatınızı bir balon olarak düşünün. İçini doldurduğunuz havada aileniz, sevdikleriniz olsun. Ne kadar çok nefes verip çok severseniz çok severseniz balon şişer şişer en sonunda patlar. Tam tersi az hava, az sevgi bağı olursa o zaman da fısalıp boşalır, kırışır. Aynı şey kaygılarınız, endişeleriniz içinde geçerli. Her şeyin fazlasının zarar olduğu gibi sevginin de dengede olması gerek. İlk önce kendinizle barışık olmadığınız sürece davranışlarınız çevrenize de yansıyacaktır. Daha önce yansımaları,rüyalarınızı nasıl azaltacağımızı konuşmuştuk. Görünen o ki berrak rüya görme durumu içerisindesiniz. Kararınızı verdiniz mi?"

"Hatırlamak istediğim ama bir türlü didinip te uğraşamadığım bir anım var. Halen daha kararsızım aslında. Tam olarak ne yapacağız hocam?"

"Siz uyurken beyninizin frekanslarını ölçücez. Beyninizin ne tepkiler verdiğini görmek daha da yardımcı olacaktır."

 

"Hocam peki kötü bir durum olma ihtimali var mı?"

 

"Size bağlı. Ama tabi ki gereken müdaheleyi uygularız şüpheniz olmasın."

 

"Öğrenmenin başka yolları yok mu?"

 

"Var tabi ki. Bu terapi sürecinde yolumuza kararlılıkla devam edersek olumlu sonuç alacağımızı düşünüyorum. Fakat sizin hiç ummadığınız zaman da hatırlayabilirsiniz. Belli olmayabilir."

 

"Kalsın hocam. Biraz endişeliyim."

 

"Peki.Siz bilirsiniz. Ben arık gideyim geç oldu."

 

"A peki iyi akşamlar" deyip yataktan kalkmak için doğruldu.

 

"Rahatsız olmayın lütfen. Tekrar geçmiş olsun."

 

Deyip kapıya yöneldi Elif hanım. O sırada kapıyı açan Hüseyin ve yanında annesi ile karşılaştılar. Hüseyin otuz iki dişi görünmüş bir şekilde sırıtıyordu.

"Gidiyor musunuz?" dedi Hacer hanım.

 

"Evet"

 

"İsterseniz ben sizi bırakayım." dedi Hüseyin.

 

"Sağolun kendim giderim. De siz niye öyle sırıtıyorsunuz?" dayanamayıp soruyu sordu Elif hanım. Şeyma ise öylece izliyordu. Hüseyin bakışlarını Şeyma'ya çevirip gülüyordu. İçinden deli mi bu diye geçirmedi değildi Şeyma:-) Sesini yükselterek elindeki dosyayı havaya kaldırdı.

"Müjdeler olsunnn. Hastalığı geriliyor hocam geriliyor. İyileşiyor. Yaralarından da eser kalmadı."

Ağzı açık kaldı Şeyma'nın. Ne tepki vereceğini bilemedi. Annesi de sevinçten bir ayaklanmıştı sanki. Hüseyin gülerek fırlattı dosyayı.

 

"Allaaahh" diyerek kahkahayla sarıldı kıza. Hemen geri çekti Şeyma.

 

"Ulaa bırak benii höst." dedi kulağını çekti. O sırada elinde poşetlerle Dilara içeri girdi.

"Ooo beni beklemeden söylemişsin bile. Bu anı kutlamayacak mıyız?"

  

"Aağğ ne çekiyosun Şeyma ya üff acıdı ha kızardı yanıyor kulağım."

Dayanamayıp kahkahayla gülüyor Şeyma. Odanın havası değişiyor. Elif hanım"Çok sevindim Şeyma. Bu güzel gecede kalmak isterim ama gitmem gerek" deyip sarılıp gitmek durumunda kaldı. Hacer hanım Hüseyin'e: "Deli çocuk"

 

"Anne e artık sözünüzü tutma vaktiniz geldi di mi?" Dilara:

 

"Aha da başladık ohho."

"Ney anne mi? Ne sözü ula!"

 

"İyileştiğinde yüzük takmak için söz aldı benden."

 

"Neeeee!!! Ula seni varya" hemen yanındaki kitabı alıp fırlattı. Ayağa kalktı. Tam bir curcuna. Odanın içinde kovalamaca başladı. Herkes gülmekten kırılıyordu. Dalga geçerek Hüseyin:

 

"Şeyma dur çocuk musun sen senin gibi askere bir öğretmene yakışıyor mu!"

 

"Ula bitiricem seni. Gel buraya kaçma. Bak şimdi bu asker senin nasıl burnundan getiriyor."

 

"Dur dur dur e sen kabul etmedin mi"

 

"Etmedim tabi ki ula ne zaman söyledin de evet dedim."

 

"Ha teklif etsem kabul edicen öyle mi?

 

Sırıtır yüzüne Hüseyin:-) Daha da sinirlenir. Kitabı sırtına sırtına vurur. Onu sinir etmek daha da hoşuna gidiyordur. Nefes nefese kalmışlardır artık. Dilara ise çekirdeğini almış bir kenarda keyifle izliyordur.

 

"Ooo böyle olmaz ki sen güce gelince ilk bende deneme yapıyorsun. Dur lütfen agg." Dayanamaz Hacer hanım.

 

"Yeteeerr" diyip ikisinde kulağını çeker. "Durun çocuk musunuz siz! Hastanenin ortasında."

"Ahğ anne ne yapıyorsun ya?"

 

"Sus tek kelime duymuyucam."

Kapıda ki koruma için kalan iki asker gülerek kapıyı tıklar. İçeriye bir adım atarak girerler.

 

"Komutanım"

 

"Ne var lan! Sırıtmayın siz de nasibiniz alırsınız." deyip silahın namlusunu onlara doğrultur. Oda ooo sakın nidasıyla inler. Askerler kollarını havaya kaldırır.

"Tamam tamam komutanım. Annenizin gitme vakti geldi. Onu diyecektik sakin olun."

"Tamam dikkatli olun" deyip silahını konsolun üstüne koyar. Hacer hanım"Rahat dur oğlanı darlatma."

"Anneee. Sana ne oldu? Düne kadar erkek yok diye başımın etini yiyen sen değil miydin?"

 

"Evet diyordum ama evlenme yaşın geldi. Evde kalıcan."

O sırada Şeyma'nın hıncından askerlerin yanına sığınan Hüseyin Dilara'ya bakar. İkisi de sırıtır.

 

"Anne madara ettin ya. Bütün karizmamı çizdin."

 

"Estağfurullah komutanım. O nasıl söz."

 

Askerin bu sözüne sert bakış attı Şeyma. O bakışla asker hemen başını yere eğdi. Dilara:

 

"Tamam Şeyma sakin ol. Şakalaşıyoruz işte. Abartma. Hem annen söz verdi diye hemen evlenmiş olmuyorsun. Bak en sevdiğin çikolatalı pastadan aldım."

 

Hüseyin yine rahat durmaz Munzur luğu tutar. Kapının ağzında durur. Hepsi ona bakar. Sırıtarak bakar kıza.

 

"Ne var lan"

Telefonundan bana ellerini ver parçasının bir kısmını açar.

"SENİİ ALMAZSAM GÖZLERİM AÇIK GİDERR." şarkıyla birlikte kendide yüksek sesle söyler. Fırsat bu fırsat ya rahat durmayacak tabi. Tekrar kitabı alır.

 

"Ula ben senin!" der demez kitabı kapıya doğru fırlatır. Geç kalır yalnız. Hüseyin ondan önce davranır kapıyı kapatır. Kitap kapıya çarpar. Sinirinden delirir Şeyma. Sadece odada Dilara ile kendisi vardır. Kahkahalara boğulur Dilara.

 

"Komik mi?"

"Evet."

Sinirinden o da gülmeye başlar. Tıpkı eski günlerde ki gibi omuz omuza ayakta gülmekten zor dururlar.Kapıya doğru gider, kitabı alır. Gülerek :

 

"En sevdiğim kitap gitti ya öküz odun."

 

"Hadi hadi itiraf et. Hoşuna gitti di mi?"

 

"Dilara..."

 

Poşettekileri çıkarmakla uğraşır. Birlikte vakit geçirmek için cam kenarına yakın olan küçük masaya çıkarır içindekileri. Aslında gülmeyeli bu kadar uzun zaman olduğunu fark eder Şeyma. Sinirden değil de bilerek isteyerek güldüğünü görür. Özlemişim der. Sonunda kabul etmiştir. Hüseyin'i çok sevdiğini. Hoşuna gitmiştir. Arkasında olan Dilara üstüne atılır.

"Hadiii şunları süpürelim."

 

"Hani sen diyetteydin. Gelinliğe sığmıyıcam diye başımın etini yemedin mi?"

"Bugün senin için atlıyorum."

 

Lisedeki anıları aklına gelir. Dörtlü tayfanın öğle aralarında gittiği mekanlar, eğlenceli zamanlar gözünün önünden geçer. Çikolatalı pasta damağında kalır. Ne çok özlemiştir tadını. Uzun zaman ilk kez mutlu olur. Akşam iki dostun sohbeti ve eğlencesi ile devam eder.

 

 

Loading...
0%