@haz3lberryy
|
3 Yıl sonra, Nihillia Krallığı.
Rüzgar, esintilerini tenimden bir bir geçirirken hafif üşüme hissi ile karşımda duran, diyarda eşi benzeri bulunmayan büyük yapılı beyaz malikaneye bakıyordum. Bahçesi, dünyanın her yerinden getirilmiş renk renk çiçekler; malikanenin önünden, büyük kapısına kadar uzanan toprak yolun etrafını şenlendiriyordu. Gece ile gündüzün yer değiştirme zamanı gelmiş gündüz yerini neredeyse geceye bırakıyordu, düz araziye konumlanmış bu malikane doğanın yarattığı renk ahenklerinin arasında sergileniyordu. Batmak üzere olan güneş bir örtü gibi bahçeye serilirken, üzerinde bulunduğum attan indim ve beyaz kürk kabanımın yakalarını düzeltim. Kardan bile beyaz olan Amy'in yelelerini okşarken başımı alnına yasladım, biraz huzursuz ve yorgundu. "Sakin ol Amy, Annen yarım bıraktığı işini tamamlamaya geldi." Sözlerim onda sakinleştirici etki yaratırken hırıltılı sesleri de bana huzur veriyordu. Zira benim tek arkadaşım ve tek dostumdu, beni anlıyor, her hareketime karşılık veriyor ve en önemlisi sırtımdan bıçaklamıyordu. Yelelerini okşamaya devam ederken yaklaşan kahyayı fark etmem bir oldu. Kahya yanıma yaklaştığında Amy'in dizginlerini ona teslim ettim. Özel eşyalarımın bulunduğu çantalarımı ise hizmetliler ele alırken bende son kalan, gülümün içinde bulunduğu kafesi sağ elime aldım. Kırmızı elbisemin eteklerinden tutarak başka bir kahyanın gösterdiği yolda ilerlemeye başladım. Çiçeklerin süslediği toprak yoldan ilerleyerek malikanenin önünde durduğumuzda, kahya önüme geçerek benim için kapıları açtı ve eliyle içeriyi işaret ederek "Buyurun Leydim, Sonderson Malikanesine hoş geldiniz." Nezaketi karşısında kafamı sallayarak karşılık verdim ve elbisemim eteklerini tutarak içeriye giriş yaptım. Kapılar arkamdan kapandığında, sessizlik bıçak gibi kesilmiş, ayakkabılarımın çıkardığı ses boş büyük salonda yankılanıyordu. Kenarda büyük bir yemek masası ve küçük bir oturma alanı vardı hemen arkasından ise açılan bir mutfak kapısı ile hizmetliler harıl harıl yemek sofrasını kuruyorlardı. Tabaklar, çatallar, bıçaklar ve mendiller dizilmesi gerektiği yerlere dizilmiş ve şamdanlar ile süslenmişti. Malikanenin dışının aksine içeride karanlık bir hava hakimdi, tavandan aşağıya süzülen avize bile sarı ışığı ile yeterince aydınlatmaya yetmiyor loş ortam oluşturuyordu. Ayrıca siyah duvarlar eşliğinde yere doğru kolonlar iniyordu. İki adet merdiven yukarı doğru çıkıyor ve üs katı birbirine bağlıyordu. Basamakların başında gördüğüm bir çift yüz ile bakışlarım oraya yöneldi. Kumral saçları, yeşil kadife elbisesinin bıraktığı dekoltenin üzerine dökülürken buğday teni, hafif kemerli burnu, ela gözleri ve dolgun dudakları görünüşünü tamamlıyordu. Gözlerim yanındaki gelene kaydığında açık gözleri ile zıt olan koyu kahve saçları ve yeni çıkmaya başlamış sakalları ile birlikte, üzerine resmi bir kıyafet giyinmiş görüntüsünü tamamlamıştı. Bakışlarım yavaş yavaş yüzüne kayıp yeşil irisler ile kesiştiğinde içimde ufak bir burkulma hissettim, boğazıma bir yumru yerleştiğinde bakışlarımı yere indirdim. Gelenleri izlerken yanıma geldiğini fark etmediğim hizmetlilerden biri kabanımı alırken bende elimde tuttuğum kafesi bir başkasına verdim, hizmetliler önümde eğilip gidecekleri zaman "Odamın güneş alan yerine koyulsun lütfen, ha birde dikkatli olun başına bir şey gelmesini istemem." dedim ve gülümsedim. Kont Stefan ve yanındaki kadın basamakları inip yanıma geldiklerinde, eğilerek elbisemin eteklerini tuttum ve gülümseyerek selam verdim. Onlarda aynı şekilde karşılık verdiğinde bakışlarımı Stefan'a çevirdim, büyük bir asalet ile bana gülümsüyordu. Gözlerim tekrar gözlerine değdiğinde kalbimdeki; yıllardır yerini dolduramadığım boşluk kendini belli etmeye başlamıştı, bir zamanlar yanımda her şeyim olan şu an bir yabancıydı. Bana bakarken parlayan gözler şu an baktığımda boşluktan başka bir şey değildi. İnsan, kaybettiğini anlayınca oluyordu insan. Değerlisini de kaybedince değeri de giderdi insanın. Hayata bakış açışı da değişmez, bu saatten sonra hayata bakmayı keserdi. Gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdiğimde, beyaz eldiven ile sarılı ellerimi avucunun içine aldı ve büyük bir incelikle dudaklarını bastırdı. "Davetimize icabet ederek büyük bir şeref verdiniz Leydi Levana. Sizi bir süre ağırlamak isteriz." dedi ve ardından yanındaki kadının elini tutarak. "Nişanlım, Diana." Bakışlarımı kadına çevirdiğimde kalbimde çok küçük bir sızı hissettim, iğne ucu kadar küçüktü lakin ihanetin eseri kadar acılıydı. Hüzünlü lakin bir o kadar da içtendi, derindendi. Tanıdık kumrallar bana döndüğünde yüzünde samimiyetsiz bir gülümseme belirmişti, beni beklemiyordu, istemiyordu çünkü benim varlığım ona huzursuzluk veriyordu, ki verecekti de. "Diana" dedim a harfini uzatarak "Demek tekrar görüşmek de varmış ha." bütün içten ama sahte gülümsemelerimi sundum ve ellerini tuttum. Afallamış ifadesi ile bakışları tuttuğum ellerimiz ve yüzümde gidip gelirken "An- anlamadım tanışıyor muyduk. Bağışlayın sizi hatırlayamadım." Mahcup yüz ifadesine bürünmüş ve sesini inceltmişti. Yalan! Hiç unutmamıştı beni, her gece rüyalarında gördüğü birisini unutmak zor olmalıydı. İhanetin eseri kolay unutulmamalıydı. Bir insan yaptığı şeyden bu kadar kolay kıvırmamalıydı. Gülümsedim," Sorun değil. Neyse insanlık hali yorgunluktan olsa gerek." Dedim ve bir iki adım geriledim. Kont Stefan aradaki gerginliği fark etmiş gibi söze girerek "Yemek masası bir yarım saate hazır olacaktır Leydim dilerseniz odanıza kadar eşlik edilsin. Biraz dinlenin ve yerleşin." İstifimi bozmadan "Teşekkür ederim Kont Stefan, Yemek hazırlanana kadar odamda kalmak benim için keyifli olacaktır." Elbisemin eteklerinden tutarak eğildim, aynı hareketi Diana da yapınca gülümseyerek, beni odama kadar götürecek olan hizmetlinin yanına ilerledim. İsmini bilmediğim kadının gösterdiği yolda ilerlemeye başladım. Ellerim ahşap merdivenin korkuluklarını tutarken basamakları teker teker çıktık ve bir koridora saptık; Koridor biraz karanlık biraz da ışıktı. Uzun koridorda hızlı adımlarda ilerlerken topuklularımın çıkardığı ve elbisemin yere sürtünmesinden başka sesler yoktu. Bana hazırlanan odanın önüne geldiğimizde hizmetli biraz ürkek ve korkan bakışlarını bana çevirdi sarı saçları ve kahve gözleri hemen hemen yaşıtım olan genç bir bayandı. "Leydim, burada kaldığınız sürece sizin hizmetinizde ben olacağım ismim Helia bir ihtiyacınız olursa bana söylemeniz yeterli olacaktır." Hem gözlerime bakmamaya çalışıyor hem de benimle konuşmaya çalışıyordu. Gözlerine bakarak "Helia, ben canavar değilim bu kadar çekinmene gerek yok." Dedim gülümseyerek lakin hiç bir tepki vermeden önümde saygıyla eğildi ve ben onun öylece gidişini izledim, afallasam da istifimi bozmadan odamın kapısının kulpunu çevirdim ve içeri doğru adımladım. Bordo ve kahve tonlarını almış duvarlar eşliğinde gözlerim yatağı buldu zira yorgunluktan şişmiş ayaklarım ve ağrıyan sırtım ancak yatarak son bulurdu. Altın işlemeli saten, bordo rengi nevresim takımı ile sade ve şık bir bir yataktı. Yatağın yanında onunla aynı renk olan ahşap komodine doğru adımladım, üzerinde ise sırası ile dizilmiş beş adet mumun koyulduğu antika ama güzel bir şamdan vardı. Ellerim komodinin üzerinde gezinmeye başlarken gözüme gardırobun makyaj masasının aynası çarptı. Adımlarım bu sefer oraya yöneldi, ahşap masanın üzerinde desteklere dayanmış yine ahşap işlemeli bir aynaydı. Masanın önündeki sandalyeye oturduğumda aynadaki ben ile göz göze gelmemiz bir oldu. Beyaz dalgalarım ensemde dağınık bir topuz oluşturmuş ve siyah taşlı zincirler alnıma doğru dökülüyordu. Arkamda bir silüetin belirmesi ile dönerek sandalyeden kalktığımda karşımdaki Gold dan başkası değildi, hiç değişmemiş alaylı tavrı hala yerli yerindeydi. Bir insanın ölümsüz olup bu kadar aynı kalması akıl karı değildi, Resmen deliydi bu adam. Gözlerim ciddiyetsizlikle renkledirilmiş harelerinde gezinmeye başladığında aklıma onun hakkında söylenenler yer edinmişti. Burası ne kadar büyük bir krallık olsa da yerli halk birbirini tanırdı, tanımadıkları tek şey kraliyet ailesiydi; varislerini ve gelinlerini gizlerler, insan içine çıkarmazlardı. Halk ancak varisleri tahta geçtiğinde onu görür bilir ve tanırdı ve şu anda aileden tek bilinen Kral Andre idi. Çoğu kişi onun hoşgörülü bir kral olduğunu düşünür, halkının huzuru ve menfaati için çalıştığına inanır bu yüzden çoğunlukla Krallarına saygılı ve ılımlı bir şekilde yaklaşırlardı. Ancak bu süslü, zengin ve şatafatlı hayatının arkasında derin, karanlık gerçekler vardır çünkü bu kadar lüks bir hayatın olabilmesi için ya büyük bir bedel ödemen gerekir ya da sen zaten bedel ödemişsindir. Ancak bütün Kraliyet ailesi dışında hakkında hiç bir şey bilinmeyen biri daha vardı, "Karanlık olan" kimse onun nereden geldiğini bilmez, nasıl göründüğünü, neler yaptığını bilmezdi. Onun hakkında konuşulan rivayetler diğer krallıklara kadar ulaşmış hakkında her kafadan farklı bir söylenti çıkıyordu. Bu diyarın en karanllık sayılı büyücülerindendi ancak kimse için çalışmaz kimseye yüzünü göstermez kimse ile anlaşmalar yapmazdı benimle tanışana kadar tabi. Bakışmamız sona erdiğinde, "Hayret bende ne zaman damlarsın diye bekliyordum." Dedim, ellerimi iki yana açarken. Etrafa bakarak devam ettirdim. "Ama malikanenin mimarisi çok güzel olmuş değil mi? Tıpkı istediğim gibi." Gülümsedim, "Tıpkı eskisi gibi." Alaylı tavırları ile bana bakmaya devam ederken. "Her şey istediğin gibi fakat neden geri döndüğüne hala anlam veremiyorum." Dedi ifadesinden bir şey eksiltmeyerek. Hayır her şey istediğim gibi değildi. Dikleştim, sorusu beklediğim bir soruydu ve cevabı hazırdı. "İntikam." Bakışlarımı ona yöneltim. "Aşk." Adımlarımı bir bir daha fazla yaklaştırdım. "Her ne dersen de istediğimi alacağım." Durdum. Aramızda bir adımdan daha az boşluk kalınca bakışlarımı kapıya yönelttim. "Hem yemek masası hazırlanmıştır bile." Ellerimi birbirine vurdum. "Ev sahiplerini bekletmek istemeyiz değil mi?" Dedim ve adımlarımı kapıya doğru yönelttiğimde ekledim. "Şimdilik." Kapıya iyice yaklaştığımda arkamdan söylediği şey ile durmak zorunda kaldım. "Gerçekten, onca yıl sonra hala onu kazanabileceğine inanıyor musun? Bu imkansız farkındasın değil mi? Bunu artık kabullenmen gerek." Yere sabit şekilde kitlendiğimde bir yumrunun boğazımı yaktığını hissettim. Yutkunsam da geçmiyor, uyusam da geçmiyor, bağırsam da etki etmiyor. Yerine mıhlanmış bana acı vermekten başka bir şey yapmıyordu. Bazen ağlamak çare iken bazen de mahkumiyetti. Ağlayarak çözülmediğini bilirsin lakin bir bakmışsın ağlıyorsun ve sesin çıkmıyor. Sorunlar çözülmüyor ağlıyorsun, sorun artıyor ağlıyorsun sonra bir bakmışsın elinde kurumuş bir bedenden başka bir şey kalmamış ve sen bunu kabullenmişsin. Bu yumrunun bir ismi vardı, sadece boğazımda değil kalbimde de yaşam veriyor bana ise acı, adı ihanet. Ellerimi boğazıma götürürken cevap vermek zorunda kaldım. "İnanmak varsa imkan da vardır Gold. Bir şey imkansız değil zordur, bazen çok kısa sürede çözülür bazen de bir ömür harcanır. Ve ben başarabileceğime inanıyorum Gold, senin aksine." kapının kulpuna doğru uzandım ve dışarıya adımladım. .:.:.
Meşalelerin eşlik ettiği duvar yoldan ilerlerken elbisemin etekleri yere sürünüyordu. Merdivenlerin önüne geldiğimde durdum. Stefan masanın baş köşesine oturmuş Diana ise sağ çaprazına hemen yanına oturmuştu. Merdiven basamaklarını inmeye başladığımda gözlerin bana dönmesi bir oldu. Kont Stefan ile bakışlarımız kesiştiğinde içimde buruk bir his yer edinmeye başladı. İçimde yıllardır sönmeyen ateş buruk hisle beraber iyice harlandı ve boğazım düğümlenmeye başlandı. Bakışlarım Diana'ya döndüğünde ise önündeki yemeği ile uğraşıyordu. Yutkunup yüzümde zoraki bir gülümseme yer edinirken aşağı inmeye başladım. Basamakları yine teker teker inip son basamağı da aşıp düz zemine ulaştığımda büyük, görkemli ve çeşit çeşit yemeklerin olduğu masaya doğru ilerledim. Stefan'ın sol çaprazı olan yanındaki sandalyeyi çektim ve Diana'nın karşısına oturdum. Elbisemin eteklerini düzelterek iyice yerleştim. Ortamda kaşık çatal sesleri yükselmeye başlayınca bende bıçağımı elime alıp, masanın ortasında duran tavuktan kendime pay çıkardım. Salatadan bir kaç kaşık tabağıma eklerken, Kadehime doldurulan şaraptan bir yudum aldım, ekşi tadı boğazımdan geçerken serinletici bir etki bıraktı. Tavuğumdan bir çatal alırken, çatal bıçak seslerini bölen Stefan'ın sesi oldu. "Güzelce yerleşebildin mi? Leydi Levana." "Evet her şey eksiksiz düşünülmüş çok teşekkür ederim." Salatadan bir çatal aldım. "Duydum ki halk tarafından idari cezaya tutturulmuşsun. Şimdi neler yapıyorsun." Diyen Diana'nın sesi ile dikkatimi ona yöneltim. Konuya havadan düşmüş martı yumurtası gibi girmesi biraz sinirlenmişti zira bu benim özel meselemdi lakin bozuntuya vermedim vermemeliydim. "Evet özel hayatımda bir takım sıkıntılar oldu. Bu yüzden son üç yılım biraz sarkıntılı geçti." Sonlara doğru kasvetli ortamı dağıtmak için gülümseyerek söylemiştim. "Şimdi ise çiçek bahçelerim var ve kendimce mimari sanat ile uğraşıyorum." diye ekledim. Ancak kimse son söylediğime takılmamıştı. "Peki zor muydu? O dönemleri nasıl atlattın." Dedi Stefan. Aniden gelen soru kalbime bir ok gibi saplanırken gözlerimi kaçırdım yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım. O an atlattığımı zannettiğim hiç bir şeyi atlatamadığımı fark ettim. İçimde bir yerlerde buruk bir his yeniden yer edinirken zorla gülümsedim. "Evet, öyle dönemlerim oldu, atlatmam ise bir hayli zor oldu lakin atlattım. geçmiş geçmişte kaldı pek kurcalamamak gerek." Yutkunarak sarf ettiğim bu sözler son üç yılın benim içimde özetiydi, geçirdiğim o zor dönemler sadece bir cümle ile anlatılamazdı. Gülümseyerek bakışlarımı Diana'ya yönelttim. "Dilerim ki hiç kimsenin başına yaşadığım zorluklar gelmesin. " Dedim. Karşılık olarak Diana ise önüne döndü ve ağzının içinden "Geçmiş olsun." dedi, kafamı eğdim. Şarabımdan bir yudum daha aldım. "Son zamanlarda artan bir salgın hastalık varmış duyduğum kadarı ile," dedim konuyu değiştirmek adına. Stefan, çatalını bırakırken ellerini masada birleştirdi ve ciddi bir ifadeye büründü. "Evet ölen insanların sayısı artmaya başladı ve elimizden hiç bir şey gelmiyor, panzehir bile bulamadık." "Bulaşıcı mı peki?" Diye bir soru yönelttim. "Biz de bilmiyoruz. Öyle bir hastalık ki, vücudunun çeşitli yerlerinde kızarıklıklar çıkıyor ve çok kısa sürede etkili bir hastalık; gözünden, burnundan, kanlar akmaya başlıyor ve bir kaç dakika içerisinde hayatın son buluyor." Dedi Stefan. "Ancak etki süresi hala tespit edemedik," diye ekledi. "Umarım kısa süre içerisinde bir çözüm bulunur zira bu çok acı verici, kimse bu şekilde ölmek istemez," dedim tüylerim diken diken olurken. O da karşılık olarak kafasını salladı. Yemeğime tekrar yöneldiğimde saat epey geç olmuştu. Son lokmalarımı ağzıma atarken herkes yemeğini çoktan bitirmişti. Çatalımı ve bıçağımı tabağımı kenarına bırakıp sandalyeyi ittirerek ayaklandım. Bakışlar bana yöneldiğinde gülümsedim "Ben doydum, her şey çok güzeldi lakin izninizle istirahat etmem gerek size şimdiden iyi geceler," dedim gözlerim ikisi arasında mekik dokurken. Diana bana sıcak bakışlar gönderirken "Sana da iyi geceler, Levana." Eğildim ve elbisemin eteklerini tutarak odama doğru yöneldim.
.:.:.
Odamın kapılarını açıp içeri girdiğimde yatağımda yatan bir Gold görmeyi beklemiyordum. Umursamadan adımlarımı gardıroba yönelttim. Beyaz askılı, uzun saten geceliği elime alırken dolabın kapağını geri kapattım. "Senin burada ne işin var. Eğer bu böyle devam ederse beni özlediğini düşüneceğim." Dedim alayla. Elbisemin askılarını açtıktan sonra ellerim omuzlarıma doğru giderken "Eğer gözlerin buraya dönerse bir daha görecek bir gözün olacağını sanmam." Güldü. "Beklerim." Yatağımdan ayaklanırken aynı zamanda arkasına döndü ve ekledi. "Rol modelimsin Levana." Gözlerimi devirdim. Geceliğimi omuzlarımdan aşağıya sarkıttım ve yatağıma doğru adımladım. Yorgunluktan bitmiş bedenimi yatağa bıraktım ve "Git başımdan Gold. Şu dünyada huzurlu olduğum anlar, uyuduğum zamanlar. Onu da sana harcayamam," dedim. Gözlerime ağırlık yer edinirken saten çarşafım vücudumu mayıştırmıştı. Ayaklarımın ağrıması ile yorganımı üzerime doğru çekerken mırıldandım. "Zaten bütün gün gülümsemekten çene kaslarım harap oldu." Başım, yastığın muazzam yumuşaklığı ile sarhoş olurken Gold gitti ve ben kendimi uykuya teslim ettim.
.:.:. Lanetten önce: Nihillia Pelerinimin kapüşonunu kafama geçirdim, kapıdan dışarı çıkmadan önce koltukta yatan Henry'ye döndü bakışlarım öksürük krizine girmiş yaşlı gözleri ile bana bakıyordu. Evin içi şöminenin yanmamasından dolayı buz keserken acil yakacak odun bulmam gerekiyordu. Dışarı çıktığımda soğuk havanın tüylerimi diken diken etmesini umursamadan kollarımı kendime bağladım. Nefesimin havaya karışıp buhar olmasını izlerken, bugün kasaba daha sakindi, bunda havanın kararması ve soğuk olması da etkili olabilirdi ama yılbaşı gecesiydi ve kar hafif hafif yağmaya başlamıştı. Taş yolun ilerlediği ve kenarında ahşaptan evler dizilen, karanlık sokakta ilerledim. Sokağı sadece evlerin pencerelerinden gelen, içerisinde sadece ışığın değil sıcak bir aile ortamı olması aydınlatıyordu. Aile bir ışıktır, o olmadan gittiğimiz yoldaki engelleri kaldırmak yerine birisinin kaldırmasını bekleriz oysa aile; o engeli kaldırmaz, bize aşmayı öğretir o yola ışık tutar. Ben ailemi kaybettim ve ışığım beni terk etti. Bütün dükkanlar kapalıydı herkes evine dönmüş kendilerini bekleyen ailesi ile vakit geçiriyordu. Sokağı evlerden gelen neşeli konuşmalar doldururken pelerinimin eteklerini sıktım. O kadar aydınlık ailenin olduğu bu sokakta ben karanlıktım ve bu karanlık yolda ilerlemeye devam ettim. Kasabanın biraz ilerisindeki ormana baktım, derin bir nefes verdikten sonra hızlı adımlarla ilerledim. Orman daha fazla karanlık ve sessizdi. Ortamda ayaklarımın altında ezilen dalların sesi duyulurken ellerim çantamdaki gaz lambasına gitti, bir kibritle onu yaktığımda şimdi önümü görebilir hale gelmiştim. Bir elim gaz lambasını tutarken bir elim ağaçlardaki işaretleri elleyerek odunları koyduğum yeri bulmaya çalışıyordum. Ormanın derinliklerinde iyice ilerlediğimde beklemediğim bir şey oldu. Bir çığlık sesinin yükselmesi ile nefesim hızlanmaya başladı, lambayı sesin geldiği yöne çevirirken çığlık sesleri artmaya başladı. Kalp atışlarım kulaklarımda atmaya başlarken, bir elimde lambam diğer elimle pelerinimin eteklerini tutup, korku bir zehir gibi tüm bedenimi ele geçirirken sesin geldiği yöne ilerlemeye başladım. "YARDIM EDİN!" Sesini duymamla adımlarım koşmaya başladı. Rüzgar soğuk ve kuru şekilde tüm bedenimi tokatlarken "İMDAT!" Ses bir kadına aitti ve bu saatte burada ne işi vardı ?Sesin nehir kenarından geldiğini kesinleştirince durdum, gözlerim büyük ağaçların gövdelerinden başlayıp zirvesine kadar izlemeye başladım gökyüzüne baktığımda ise bir umut yetişebileceğimi düşündüm. Adımlarım geri geri gidip suyun aktığı yere doğru koşmaya başladı. Seslerin yakınlaşması ile doğru yolda olduğumu anladım. Nehir kenarına indiğimde gözlerim sesin sahibini aramaya başladı. "Şhh! Kimse duyamaz seni. Şimdi uslu dur ve bir sorun çıkarma," evet kadın yalnız değildi, bu bir erkek sesiydi. Ve sadece bir kişi değil üç kişilerdi! "Ne oluyor burada," gözlerim bir çift ela ile kesiştiğinde, o gözlerde bir umut yeşerdiğini gördüm. Beni görünce bütün yüzü gülümsemişti adeta. Gözlerimi kapadım ve sakinleşmesi adına gülümsedim. "Vaay bu gece iki eğlencemiz olacak demek," dedi içlerinden biri. Aynen öyle olacaktı evet. Kız benden aldığı cesaretle debelenmeye ve ve karşısındakini ittirmeye başladı. Gülümsedim bu gece benim içinde eğlenceli geçecekti. "Bu gecenin eğlenceli geçeceği doğru ama senin için olduğunu söyleyemem," lambamı yere bırakırken elim belimdeki hançerime doğru uzanmaya başladı. Orda olduğundan emin olduğumda, bakışlarımı onlara diktim ve emin adımlarla ilerlemeye başladım. Adamların ikisi sarhoştu ve ne yaptığını farkında bile değillerdi. Sarhoşlardan biri bana yaklaştığında kolunu tuttum diğer elimle ona bir tokat yapıştırırken yere düşmesi bir oldu. "Bir saniye elinin bu kadar ağır olması normal mi ?" Eli burnunda alayla sarf ettiği bu sözler sinirlenmeme neden oldu. Salak, birazdan ölecekti hala soytarılık peşindeydi. "Kes sesini!" Ayağım ile onu iteleyip odağımı kıza yönelttim ve ona doğru ilerlemeye başladım. Üstündeki adamı ensesinden tuttuğum gibi çektim ve geriye doğru sendelemesini sağladım. kız sarsıntının etkisi ile üstünü örtmeye çalışırken ben adama doğru ilerledim yumruğum hazır bir hareketle yüzüne kavuşacağı sırada kolumdan çevik bir hareketle kavrayıp kendine doğru çekti. Demek ki savunma yapabilecek kadar ayıktı. Vücutlarımız birbirine yaklaştığında diz kapağımı kasıklarına doğru geçirdim ve hissettiği acının iniltileri ormanda duyulmaya başladı. Geriye doğru sendelerken beni serbest bırakmasını sağladım ve esaretinden kurtuldum. Ellerim ile omuzlarımı silkerken kıza doğru ilerlemeye başlamıştım ki omuzlarımdaki iki el buna engel oluyor beni geriye doğru çekiyordu, tüm gücümle buna engel olmaya çalışıyordum lakin nafile, en sonunda bacağımın yere sürtünmesi ile yüzüm buruşurken dengemi sağlayamadım ve geriye doğru devrilmemize sebep oldum. Demin yumrukladığım adam üstüme üstüme doğru gelince bir çığlık sesi duydum, bakışlarım o yöne döndüğünde, diğer adam kıza yaklaşmış yarım bırakılan işini tamamlamaya çalışıyordu. Hırsım iki katına çıkarken bakışlarımı önümdekine çevirdim ve nefes alışlarım artmaya başladı. Tamam o bu gece ölecekti. Hayır, bir tek o değil hepsi ölecekti. Sinirim kat ve kat artarken derin bir nefes aldım tüm gücümle iki ayağımla birden üstüme gelen adamın boynun bacaklarımı doladım ve sağ tarafıma doğru devrilmesini sağladım. Bu sırada çevik bir hareket ile belimdeki hançerime doğru uzandım. Elime aldığım anda altımdakinin bacağını deşmem bir oldu. Ve eş zamanlı olarak bir çığlık evet. Üstünden kalktığımda bıçakladığım adama doğru baktım elim bacağına doğru giderken yüzümde sadist bir gülümseme yer edinmişti. Parmaklarım hançerin kabzasını kavradığımda biraz daha derine indirmeye başladım. Gözlerim zevkle acı çeken bedeni seyrederken aklıma kurtarmam gereken bir kız olduğu geldi, gülümsememi hiç silmeden bıçağı kendime doğru çekmeye başladım bu sayede bacağı daha derin bir şekilde yarılmıştı. Hançeri kumaş parçası ile temizleyip yerine yerleştirdiğimde kıza doğru koşmaya başladım. Sarhoş adamı ensesinden tuttuğum gibi geriye çekerken kıza doğru eğildim "Nehre doğru koş ve dikkatli ol sakın düşme," Kız ne dediğimi anlamamış dolu gözleri ile bana bakıyordu. Ah cidden mi şu an mı yani? Ellerim omuzlarına doğru gidip onu sarsmaya başladı "HADİSENE NE DURUYORSUN KOŞ!" Gözlerini gözlerime kenetlendiğinde yutkundu sanki bir hipnozdan çıkmış gibi zorlukla kafasını sallamaya başladı. Cesaret vermek için gülümsedim "Hadi," elleri ile yerden destek alarak ayaklandı ve dediğim yere koşmaya başladı. Hala elimde tuttuğum adamı bana doğru çevirdim ve bir kafa attım ayaklarımın dibine doğru düşerken bir küfür söylediğini duydum. Sanırım bilinci onu terk etmişti. Ayağım ile onu itelerken kızın olduğu tarafa ilerlemeye başladım. O sırada ayık olan adam boş durmamış o da kızın yanına doğru ilerlemeye başlamıştı. Hah! Ne diyebilirim ki, aptal. Kızın yanına yaklaştığımda. Ayık olan adam kızın kafasını kollarının altına almış ve ellerini bana doğru uzatmıştı "Dur yaklaşma yoksa ikimiz de nehre kapılır gideriz." Küçümseyici bakışlarım adam ve nehir arasına gidip gelirken mırıldandım "Biliyor musun iyi ki aptal değilim, kimse şu an senin olduğun konumda olmak istemezdi." Dudaklarımı büzdüm, kınayıcı bakışlarımı göndermeye başladım "Üzücü, hem de çok üzücü, cık cık cık." Adam bu çıkışımdan ötürü yüzü buz kesmiş bir şekilde bana bakıyordu. Ellerim yavaş yavaş üzerimdeki pelerinin kapüşonuna gitti ve yavaşça aşağıya indirdi. Adamın bakışları bir ok gibi saçlarımda gezinirken "Sen," Yutkundu karşısındakinin ben olduğunu sindirememişti hala. kolunun altındaki kızı benim önüme doğru savurarak fırlattı ve iki elini de havaya kaldırdı "Ba- ba- bak, her şeyi unutup gidebiliriz hı, hem-" Daha fazla konuşmasına fırsat vermeden kollarımı birleştirdim ve lafını yarıda kestim "Umurum dışı," Sözlerim ile gözlerinde korku bir bir yer edinirken "Ne?" Dediğini işittim. Bu sırada adımlarım yavaş yavaş ona yaklaşmıştı bile. Tekrar konuşmaya yelteneceği sırada onu yakalarından tutarak kendime doğru çektim, onu sarsarken "Sana dedim ki umurum dışı!" Ellerim yakalarından omuzlarına doğru kaydı ve tek bir parmağımla onu nehrin engin akıntısına kapılmasına izin verdi. Yüzümde gülümseme yer edinirken bu adımda tek yaptığım onun akıntıda nasıl kaybolduğunu izlemek ve yardım çığlıklarını dinlemekti. Arkamı dönmem ile yüzümdeki gülümsememenin silinmesi bir oldu. Demin bacağından bıçakladığım adam acıdan dolayı bayılmış, az önce bıraktığım yerde uzanıyordu. Onu ters çevirerek yüz üstü uzanmasını sağladım ve hançerimi boğazına yasladım. Tam keseceğim sırada gözüm ensesindeki işarete takılı kaldı: çift bir kanat ve ortasında bir hilal, bu Kral Andre'nin özel askerlerindendi peki burada ne işi vardı? Bakışlarım herhangi bir tehlike var mı diye etrafta gezinmeye başladı. Başkaları da olabilirdi lakin etrafa baktığımda şüphelerimin yersiz olduğu tanısına vardım ve elimdeki hançerin o ince etini kesmesine izin verdim. Etin kesilmesinin verdiği titreşim ve fışkıran kan seslerinin verdiği haz son bulunca hançeri onun üstüne sildim ve belime tekrar yerleştirdim. Cesedin yanından uzaklaşıp nehir kenarındaki kıza baktım üstünde beyaz bir elbise vardı, hayır bu elbise değil bir astardı, elbisesini çıkarmışlardı. Derin bir nefes verdim hızlıca kıza doğru adımlamaya başladım. Zira bu soğukta donarak ölebilirdi. Yanına varıp diz çöktüm, üzerimdeki pelerini çıkarıp üstünü örterken kumral saçlarını alıp kulağının arkasına sıkıştırdım "Şişş bir şey yok," ellerim yüzünde yer edinirken hissettiğim soğuk ile endişelenmeye başladım, buz gibi olmuştu. Hızlıca kendime çekip sarıldım, elim sırtında ileri geri hareketler yaparken onu sakinleştirmeye çalışıyordum. "Tamam geçti, ben yanındayım. Geçti, hiç bir şey yok sakin ol." Kız hıçkırıklar eşliğinde ağlamaya başlayınca onu iyice sardım. "İsmin ne senin," dedim ona bakarken. "Diana," diye fısıldadı hıçkırıklarının arasından. Yutkunarak zorlukla ekledi "Teşekkür ederim. Beni karanlıkta bırakmadığın için," derin bir iç çekti "Aydınlığa çıkardığın için." Onu ayaklandırmaya çalıştım "Tamam, Diana şimdi eve gidelim bakalım. Bir hal çaresine bakarız." Gülümsedim.
Evet bölüm buraya kadardı. Lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin güzellerim. Yeni bölümlerde görüşmek dileği ile şimdilik hoşça kalın. :)
|
0% |