@hazankna
|
Ayne" dedi küçük ada annesinin yanında, elindeki küçük resim defterini ona uzatırken "bak şana reşim yapyim" diye tekrarladı melül bakışlarını annesine sunarken.
Melül bakışlarını sadece annesine ve sevdiklerine sunardı, annesinin bu listede olmaması gerekiyordu. Fakat Ada bunu bilicek kadar büyümemişti. "git başımdan" dedi annesi Selda başını ellerinin arasına almış bir şekilde.
Akıl sağlığı yerinde değildi, bunu kızına söyleyemiyordu. Kızınıda sevdiği söylenemezdi zaten, ama sevmemesinin nedeni akıl sağlığının yerinde olmaması değildi. Doğduğundan beri sevmemişti minik adayı. İğrenerek bakmış, küçük olmasına rağmen yaptığı bütün davranışları kınamıştı. Bir kez daha anladı o an.
Selda Ergül kendi çocuğundan nefret ediyordu.
~~~~~~
"Ee sonra noldu" diye soran ayline baktım. Baya heyecanlıydı, bir buçuk saattir aynı soruyu soruyordu neredeyse.
Düğünde timurla yarasına bakmak için gitmiştik. Görmüştü Aylin, eve ayak bastığımız an ne yaptığımızı sormuştu, fakat cevap vermediğim için günlerdir 'noldu' diyip duruyordu. En sonunda bu kısır döngüyü bitirmek için iki kahve yapıp karşılıklı oturmuştuk, o ana kadar sadece omuzuna pansuman yaptığım kısmı anlatmıştım.
Başka şeyler de olduğunu bildiği için anlatmamda ısrarcıydı. Tam ağzımı açıp diğer yerleride söylüyordum ki telefonumun çalma sesiyle kelimelerim ağzımda tıkılı kaldı.
Tam arayan kişinin zehra olduğunu düşünücektim ki ekranda yazan sinan yazısını görünce duraksadım. Neden arıyordu ki şimdi? Onunla askeriyede ki karşılaşmadan sonra bir daha görüşmemiştik. Daha doğrusu o ısrar etmişti fakat ben gitmek istememiştim. Neden bilmiyorum ama içimden bir dürtü gitmemem için ısrar ediyordu. Belkide o orada olduğu içindi; Timur orada olduğu için gitmek istemiyordum.
Düşüncelerim Aylinin sesiyle bölündü "Ada" diyerek yüzüme doğru elini sallayan aylinle daldığım telefondan bakışlarımı kaldırdım "Açsana kızım telefonu" dedi önüne dönerken, "doğru söylüyorsun, dalmışım" dedim telefonu elime alıp açma kısmına basarken "Efendim sinan" dedim sıkılmış bir sesle.
"Ada" dedi kısık bir sesle, askeriyede olmalıydı. "işim var sinan ne diceksin" dedim kahvemi alırken "seninle çok önemli bir konu hakkında konuşmak istiyorum, askeriyeye gelebilir misin" dedi, boğazımdaki kahveyi bir anlığına geri püskürtme isteğime zorla hakim oldum.
Kahveyi zorda olsa yutup tekrardan konuştum "çok mu önemli, askeriyeye gelicek kadar mı" dedim saçlarımı geriye atarken "tahmin ettiğinden daha önemli" dedi hala kısık olan sesiyle, daha fazla uzatmak istemiyordum. "peki, gelirim bir saate" dedim telefonu kapatırken. Üstümde nedense bir yorgunluk oluşmuştu. Nedenini bilemediğim bir yorgunluk.
~~~~~~
"Ada" diyen bir sesle arkamı döndüm, tahmin ettiğim gibi sinandı. En son bir saat önce konuşmuştuk, önemli bir konu için yanına çağırmıştı. Önemli olan işi bitirip sadece gitmek istiyordum. Gözlerimi zar zor açık tutup, düşmemek için yanımdaki duvara tutundum. "sinan" dedim kısık bir sesle, gerçekten kötüydüm. "önemli olan şey ne" dedim sinan önümdeyken zorla açtığım gözlerimle yüzüne bakıp "şimdi söyle hiç uzatmadan sadede geliyim" dedi boğazını temizlerken. Kötü olduğumu görmüyordu.
"Ada, belki hala olmadığımı düşünüyorsundur ama ben sana aş-" devamını getirecekti ki arkadan "Asker" diye bağıran komutanıyla bakışlarını ona çevirdi. "Emredin albayım" Dedi sinan hazır ol komutunda dururken. "gel buraya" dedi albay olduğunu anladığım adam.
Sinan ise ben hiç orada yokmuşum gibi başını sallayıp arkasına bile bakmadan gitmişti. En azından küçük bir açıklama yapabilirdi. Ben bunları düşünürken kolumda olan bir el, benim bedenimle diğer bir bedenin çarpışması ve o; Timur.
Buradaydı, Yanımdaydı. "Timur" dedim onu görünce yükselen sesim ile, Fakat o an heyecandan fark edemediğim bir şey vardı; yakınlığımız.
Timurun hızlı nefesleri yüzüme çarpıyordu, benimse onu görünce hızlanan nefeslerim. Birbirine giren nefeslerimizle birbirimize olan yakınlığımız kalbime bir ok gibi saplandı. Kalbime önce bir sızı doldu, sonra ise o sızı mideme doğru ince çizgilerle boşaldı.
Sol kolu benim sağımda duvara yaslıyken diğer bir kolu hala benim sol kolumdaydı. Anladığım kadarıyla onun odasındaydık, yoksa duvarda asılı olan iki tablo onun odasından başka bir yere asılacak tablolar değildi.
Yukarıda duran tabloda kendisi vardı, askeri üniformalar içinde üniversitenin önünde çekilmiş bir fotoğraftı, burdada hoş çıkmıştı. Bir alttaki tabloda ise ailesi olduğunu tahmin ettiğim kişilerle resmi vardı, en solda yaşlı biri onun yanında karısı olduğunu tahmin ettiğim bir kadın, ortalarında Timur'un Anne ve babası olduğunu tahmin ettiğim karı ve koca vardı.
Hepsinin önünde ise yere diz çökmüş kucağında bir kız çocuğuyla oturan timur vardı. Güzel bir aile resmiydi, en azından mutlu bir ailelerdi, bizim aksimize.
"Ada.." diyen sesiyle tablolarda olan gözlerim ona döndü. "Timur.." dedim kısık sesimle. Sanki hiç yakın değilmişiz gibi daha çok yaklaştı, iki koluda benim omuzlarımın üstünde olan duvara koydu. Üzerime eğilirken kalbime yine o sizi dolmaya başlamıştı. "dayanamıyorum" dedi yüzüme daha fazla yaklaşarak.
Yakınlığından dolayı ellerimi göğüsüne dayadım. "Senden uzak durmaya çalışıyorum, yanına gelmemeye, gözükmemeye çalışıyorum" bu noktada derin bir nefes aldı "Ama olmuyor" dedi nefesini verirken "seni görmediğim tek bir saniye benim hayatımdan değilmiş gibi" dedi üstüme daha çok eğilirken, dudaklarımız arasında bir milimden az bir mesafe kalmıştı, konuşurken dudaklarıma değen dudakları kalbimi titretmeye yetiyordu.
"Timur.." dedim, timur olduğunu onaylayan mırıltılar çıkardı. "Olmaz" dedim bakışlarımı ellerime indirirken hala göğüslerindeydi, anında ellerimi ondan çekip arkama koydum.
"Ne olmaz" dedi nefesini verirken, bilmemezlikten geliyordu. "biz" bu noktada derin bir nefes alıp Ay ışığında parlayan odada tek biz olmamızı fırsat bilip gözlerine baktım. "biz.. Olmamalıyız" dedim nefesimi verirken, gözlerinde bir yıkılma gördüm, bir umut ışığının söndüğünü, sokaklarındaki lambalarının kapandığını, karanlık sokakta bi başına kaldığını gördüm. Belkide hepsi benim uydurmalarımdı ama görmüştüm. Hayal kırıklığına uğramıştı, görmüştüm.
Yorgunluğuma daha fazla dayanamayarak ona sarıldım, evet timura sarılmıştım. Kollarımı beline sararken oda kollarını benim omuzlarıma sarmıştı, huzur bulduğum bir yerdi burası, ne kadar istemesemde ayrılacağım, belkide bir daha gelemeyeceğim bir yerdi.
Ne yapmalıydım bilmiyordum, bunu bize zaman göstericekti. Belki iyi belki kötü bir sonuçla karşılaşıcaktık. Ama ben bu sonuca dayanabilirmiydim bilmiyordum. Ona belli etmesemde aynı duyguları bende içimde besliyordum. Kısa bir zaman içinde söylemeliydim, bunuda biliyordum.
~~~~~~~ Bazı zamanlar yaşamak istemezsiniz, etrafınızda kimse olmaz, bi tek onu istersiniz fakat artık o kişi sizin yakınınızda bile değildir; boşluğa düşmüşsünüzdür.
O anlardan birindeydim, acil nöbetimin üçüncü saatinde hastanede bir başıma dolaşıyordum, günler önce gözlerinin önünde onu bıraktığımı düşünüyordum, kafayı yememek için elindeki soğuk suyu kafama diktim.
O sırada önümden gelen "hemşire, su içeceğine baksana buraya" diyen bir sesle boğazımda ki suyu yutup onlara döndüm. Evet onlara diyorum çünkü bir karı ve koca önümde durmuş, bana bakıyordu.
Kadının mahcup olduğu belliydi, adam ise sert bakışlarından vazgeçmiyordu. Kadının yanağında ve alnında olan morluklarla beynimden vurulmuşa döndüm. Dayak yiyordu, fakat kocasından korktuğu için söylemediği çok belliydi.
Yinede kibarlığımı bozmayıp adama döndüm "birincisi hemşire değil, doktor. İkincisi üslupunuzu bir an önce değiştirin." bu noktada kadının bakışlarının bana değdiğini hissettim fakat ona bakmamakta kararlıydım. "Ne için gelmiştiniz" dedim yalandan olan gülüşümü ona sunarken "sen ne biçim doktorsun be kadın doktor mu olur" dedi elini bana kaldırırken.
Fakat elini kaldırdığı gibi indiren biri oldu, benim tam önümde durup adamın elini büküp arkasına alan biri; Timur.
"Timur napıyosun dur" dedim telaşla koluna yapışırken, ama timurun bırakmaya niyeti olmadığı bakışlarından belliydi, bir kere bile bana değdirmediği bakışları kızgın olduğu ifade ediyordu. Fakat şuan bundan daha önemli konularımız vardı, mesela timurun adamı öldürücek olması.
"Timur yalvarırım dur öldürüceksin adamı" dedim koluna yapıştığım ellerimle birlikte, fakat timurun bağırmasıyla bir kaç adım geri gitmek zorunda kaldım "Özür dile lan" diyen sesiyle sanki hastane sallanmış gibiydi. Bütün doktor ve hemşirelerin bakışları bize dönerken ben timura doğru hızlı adımlarla ilerledim. Ondan korkmam salaklıktı, bana bir şey yapmazdı. Biliyordum. "timur dur lütfen bişey yapma" dedim hala ellerimle kolunu tutarken, ben onu vazgeçirtmeye çalışırken o tek eliyle adamı kaldıracak güçteydi, ki bunu yapıyordu.
"Ö-özür dilerim yalvarırım bırak beni" diyen sesi timuru vazgeçirecek değildi, biliyor olmalıydı. "Ada affettin mi" dedi bakışları ilk defa bana dönerken "tamam, tamam affettim nolur bırak adamı" dedim saçlarımı gerginlikle arkaya atarken.
"karındanda özür dilesene lan orospu çocuğu" dedi hala adamın yakasında olan elini dahada sıkarken, adamı öldürmemek için zor duruyor gibiydi. "Özür dilerim çok özür dilerim" dedi. Ama karısında olan bakışları, zerre pişmanlık içermiyordu. "affetin mi abla" dedi bakışları korkuyla kocasına bakan kadındayken "affettim oğlum affettim kurbanın olayım bırak, adamı öldüreceksin" dedi elini dudaklarına götürürken. Timur elini sirkelercesine adamın yakasını bıraktı, adama doğru baş parmağını kaldırıp gözlerinin içine baktı.
gözlerinde zerre pişmanlık yoktu. "bir daha bu hastaneye ayak bastığını görmicem, ha olurda görürsem" bu noktada durdu, derin bir nefes alıp kaldırdığı elini yumruk yaptı "o zaman kendini ölmüş bil" diyip arkamızda kalan, haftalar önce omzuna pansuman yaptığım odaya girdi, hatırlıyor muydu?
Önümde şok olmuş bir şekilde kalan çiftten tam özür dileyecektim ki Timur özür dileyeceğimi biliyormuş gibi "Ada" diye bağırdı arkamdaki odadan, fakat bağırması öfke veya kızgınlık. Aksine naif bir şekilde demişti. Onun bu hallerini seviyordum.
~~~~~~
Tam 15 dakikadır odanın içerisinde oturuyorduk, ben bilgisayardan evrakları düzenlerken o ise dikkatli bir biçimde sedyeye oturmuş bana bakıyordu en son bana el kaldıran adamı neredeyse öldürmenin kıyısından geçmiştik fakat o sanki böyle bir şey olmamış gibi rahattı. Ben işe hala gergindim.
O sırada aklıma düşen bir soruyla ona döndüm, üstündeki beyaz tişörtü siyah deri ceketi ve siyah pantolonuyla afet bir görüntüsü vardı. Fakat söyleyip klasımızdan ödün vericek değildik.
"Neden adama öyle yaptın" diye sordum elimdeki kalemle oynarken. Dikkatle yüzümün her zerresini izliyordu ve bunu gizlemeden yapıyordu.
"sana elini kaldırdı" dedi net bir şekilde. "peki, diyelim ki bana elini kaldırdı sende sinirlendin öyle bir şey yaptın" bu noktada durup öne doğru biraz eğildim "Neden buradaydın" dedim elimdeki kalemin kapağını açıp geri kapatırken.
"Senin yanına geldim" dedi, bu kadar açık sözlü olması beni bir gün kalpten götürecekti. "Neden" dedim tekrardan sandalyeye yaslanırken "Özledim çünkü Ada" dedi. Benim kulaklarım yanlış duyuyor olabilirmiydi yoksa karşımdaki adam bana özledim mi demişti?
"sana iki hafta önce dediğim şeyi hatırlıyor musun" dedi az önce yaptığım hareketi yaparken, beni taklit etmesi hoşuma gitmedi desem yalan olurdu.
"seni görmediğim tek bir saniye benim hayatımdan değilmiş gibi demiştim, hatırladın mı" dedi, iki haftadır aklımdan hiç çıkmamıştı ki hatırlamamam mümkünmüydü? Ama hatırladığımı göstermek istediğim için başımı aşağı yukarı salladım. Unuttuğumu sanmamalıydı.
"ben iki haftadır nefessiz yaşıyorum Ada" dedi kaşlarını hafif çatarken. Benim nefes aldığımımı düşünüyordu? Alamıyordum. Ben onun odasından çıktığımdan beri aldığım her nefes ciğerime ağır geliyor, bana acı çektiriyordu.
Bunları dile getirmem zor olmadı. "ben alabiliyormuyum sence" dedim onun gibi öne eğilirken "ben o gün senin odandan çıktıktan sonra bi daha nefes alabildim mi sence Timur" dedim, belki kızgındım kendime belki öfkeliydim ama şuan bunların hiç biri işte yaramazdı. Şuan sadece sevgi vardı aramızda, gerçekleri gün yüzüne vuramayan bir sevgi.
Anlık bir afallama yaşar diye düşünmüştüm fakat hayır, afallama adına dair en ufak bir kırıntı bile yoktu. Bunu benden bekler gibiydi.
Buna bir son vermemiz lazımdı, böyle yaparak içimizde oluşan şeyleri bir kenara atıyor, ne kadar büyük olduklarının farkına varamıyorduk. Bunları düşünerek sandalyeden ayağı kalktım.
Belki çıkıp gideceğimi belki öfkelenip her yeri yıkıp dökeceğimi hatta ona vuracağımı zannediyordu fakat ben hiç birini yapmayıp ona küçük adımlarla yaklaştım, ve o gün yaptığım şeyin aynısı tekrar yaptım. Sarıldım, ama bu sefer içimdeki duyguları bir kenara atamıyacaktım. "Özür dilerim" dedim kısılmış bir sesle. Ellerim onun boynunda onun elleri ise benim belimdeyken oldukça güvenli, huzurlu hissediyordum, hiç bir zaman bulamadığım o ev gibiydi burası.
Beni kendinden uzaklaştırıp iki bacağının arasındaki bedenime baktı, en son bakışlarını yüzüme kaldırdığında ıslak gözlerimi ve hala yanaklarıma süzülen yaşları gördü. Bundada afallamadı.
Elini kaldırıp büyük ve sert olmasına rağmen naifçe dokundu yanaklarıma, yaşlarımı nazikçe sildi. Sanki kırılacak bir şeymişim gibi nazik ve yavaştı davranışları. "Özür dilemene gerek yok" dedi ilk defa gördüğüm bir şekilde kısık bir sesle."Timur, gerçekten özür dilerim" dedim hala ağlarken.
"şşş" dedi küçük bir bebeği susturmak istercesine, ama o bebek uzun bir süre daha susucak gibi durmuyordu.
Timur uzanıp yanağıma kuş gibi hafif bir öpücük kondurdu. "yarın" dedi nefesini verirken "göreve gidiyorum" dedi saçlarımı geriye atarken "çok uzun sürecek mi" dedim yanağımdaki yaşları hızlı bir şekilde silerken, Daha sonraya saklamalıydım.
"bilmiyorum, belki bir hafta belki bir ay belkide bir yıl," derin bir nefes daha aldı. "bilmiyorum." dedi gözlerimin içine bakarken, bu gözleri uzun süre göremiyecektim. İyice bakmam, içime işlemem lazımdı.
"döneceksin, dimi" dedim kızarmış gözlerimle en melül bakışlarımı timura sunarken, daha önce sevgilisini bekleyen biri olmuştum ki büyük bir pişmanlıktı. Fakat daha önce hiç asker olan sevgilisini bekleyen biri olmamıştım, geri dönmezse ne yapacaktım? Bir daha görmezsem ne yapıcaktım? Bilmiyordum.
Aklımda bu sorular varken ondan gelen cevapla bakışlarımı ona kaldırdım "böyle şeyler düşünme. Geri geldiğim zaman dinç ve beni özlemiş bir Ada görmek istiyorum, tamam mı" dedi eli yanağımı okşarken.
Ufak bir kıkırdamayla ona döndüm "emin ol geri geldiğinde seni özlemiş bir Ada bulacaksın" dedim hala sırıtırken. Onunda dudağının bir köşesinin kıvrıldığı gördüm.
Tekrardan kollarımı boynuna dolayıp kokusunu içine çektim. Güzel kokuyordu, her zamanki gibi. Deniz ve barut kokusu birbirine karışmış, ortaya güzel bir koku çıkarmışlardı.
"dikkat et olur mu" dedim geri çekilirken, onun elleri hala benim belimdeyken uzanıp yanağıma küçük bir öpücük kondurup geri çekildi. "olur" dedi, fakat dudağında bu zamana kadar hiç görmediğim otuz iki diş bir gülümseme vardı.
"noldu, neden gülüyorsun" dedim ellerimi göğüsüne yaslarken, fakat ondan beklemediğim bir cevap geldi. "bu zamana kadar ailemde dair göreve giderken dikkat et dediklerinde cevap bile vermişliğim yoktur" dedi, az önceki gibi olmasada dudağında hoş bir gülümseme kalmıştı.
Ne demek istediğini anlamıştım, "Ha benim dediklerimi ciddiye aldığını gösteriyor o zaman bu, dimi" dedim gülümserken, onun yanında mutluydum. "Bilmem onu mu gösteriyor" dedi, gıcıklık yapıp beni sinir etmeye çalışıyordu. Ama ben sabırlı bir insandım.
"kesinlikle onu gösteriyor" diyip bacaklarının arasından çıktım, "buyur" dedim omuzuna pansuman yaptığım gün onun dediği gibi, hatırlarmıydı? Bilemezdim. Ama bir sonraki cümlesi ağzımın kulaklarıma varmasını sağlamıştı.
"teşekkür ederim" diyerek önümden geçti fakat kapıdan çıkmadı. Normalde teşekkür dıcek biri değildi, hatırladığı belliydi. Önümden geçip tam kapıdan çıkacaktı ki aklına bir şey gelmiş gibi eli kapı kulpunda durdu.
Bana doğru dönüp omuzuma uzun sayılabilecek bir sürede öpücük bıraktı. Sonra ise kapıdan çıkıp ne zaman geleceğini bilmediğim bir döngüye girdi.
Bugün saymaya başlayabilirdim.
Gün; 1
~~~~~~
"Komutanım, bir şey sorabilir miyim" dedi Kartal hala silahını incelerken. Günlerdir görevdeydiler, silah başında mağaradaki teröristlerin çıkmalarını bekliyorlardı. "Salak saçma bir şey değilse sor Kartal" dedi Timur. O sırada arkalarındaki ağacın altından hayvani bir gülüş gelince bütün bakışlar o tarafa döndü. Zülfikardı. "Komutanım yapmayın Allah aşkına Kartal komutanımın ağzından yılda 2 kelime çıkıyor zaten, biri komutanım diğeri emredersiniz komutanım. Sizce bir şeyi merak ettiyse bunu saçma olmama olasılığı kaç" cevap beklemedi "bence yüzde bir falan" diyip gülmeye devam ediyordu ki yanındaki pınarın kafasına attığı şaplakla gülüşü dudaklarında soldu Zülfikarın.
"birşey soracaktın Kartal, sorabilirsin" dedi timur telsize doğru fakat kartalın sorduğu soruyla bakışları olduğu yerde dondu. "Ada hanımla nereden tanışıyorsunuz" dedi Kartal komutanına bakarken.
Arkadaki Zülfikar cidden doğru bir soru sorduğuyla ilgili komutanını överken Kartal timurun gözlerindeki donmayı uzakta olsa bile görmüştü.
Yakın arkadaşlardı Kartalla Timur. Ne zaman canı sıkkın olsa kartalın yanında alırdı soluğu. İkiside belli etmezdi belki ama içten içe arkadaşlıklarını seviyorlardı. Bu zamana kadar birbirlerinden başka birine böyle güvenip, arkasını kollatmamışlardı. İkiside bunu biliyordu.
"Geçen ay gittiğimiz görevde vurulduğum zaman hastaneye gitmiştim, ordan" dedi timur kartala bakmayarak, bakarsa sorgulayıcı bakışlarını üstünde bulacağını biliyordu.
Kartalın timuru bu kadar iyi tanıması sinirlerini bozmuyor değildi. Gözünden hiç bir şey kaçmıyordu.
"Peki" diyip konuyu uzatmadan kapattı kartal. Konuyu daha fazla uzatırsa komutanının sinirleneceğini ve bütün time eziyet çektireceğini biliyordu. Bunu kendiside dahil bütün tim ve diğer askerler istemezdi.
Bütün tim kendi aralarında şakalaşıp gülerken mağaranın önünde hareketlenme oldu, timdekiler fark etmesene kartalla timurun bakışlarının denk düşmesi birşeylerin Ters gittiğinin göstergesiydi.
~~~~~~~
2 Ay.. Koskoca iki ay olmuştu gideli. Her gün aynı şeyleri yapıyordum. Sabah kalkıp işe gidiyor gelincede onu düşünüyordum. Bütün günüm bu kadardı.
İyi miydi acaba, yara almışmıydı, çok yorulmuşmuydu. Bilmiyordum. Bu zamana kadar bilinmezliğin bu kadar kötü bir şey olduğunu bilmiyordum.
Ben bunları düşünürken kapı çaldı, Aylindir diye sormadan kapıyı tam açıyordum ki aylinin az önce eve geldiği, çok yorgun olduğu için hemen odaya geçtiği aklıma gelince bir iki saniye durdum.
Kapı bir iki defa daha çalınca önce kim olduğunu sormaya karar verip kapıya doğru seslendim "kim o" dedim. Elim istemsizce kapı kulpuna gitmişti ki "benim, Timur" diyen sesle kapı kulunu kıracak kadar hızlı bir şekilde aşağı çekmem bir oldu.
Fakat yüzümdeki gülümseme onu görünce yavaşca soldu. Yanaklarında kurumuş kanlar olan yaralar, açık kolunda olan bir kaç bıçak izi ve sol bacağında olan, hala kanadığını tahmin ettiğim bir yara. Anında solan gülüşümü görecekki onunda yüzü keyifsiz bir hal aldı. "gel içeri" diyerek açık olan kapıdan kolundan tutup çektim. Acil pansuman yapmazsam yaralar enfeksiyon kapabilir ve daha kötü bir hal alabilirdi, bunun olmasını istemiyordum.
Anında timuru krem rengi L koltuğa oturtup kapının yanındaki acil dolabından gerekli olan şeyleri alıp salonun ortasındaki cam masaya koydum. Normalde o koltuğa bir küçük leke bile bulaşsa kıyamet kopardı fakat timuru hiç düşünmeden oturttum. Böyle bir zamanda koltuğu mu düşünecektim.
Hemen yanına oturup bacağına baktım, neyse ki kan kurumuş gibiydi,muhtemelen bıçak yarasıydı. Pansumana önce kollarından başlamalıydım.
Nedendir bilmiyorum ama onu böyle görünce önce gözlerim doldu. Yaşlar gözümden bir bir akarken hem ona belli etmemeye hemde yarasını temizlemeye çalışıyordum. Çok acımış mıydı?,mıydı?, esir mi alınmıştı?, belkide bütün time aynısı olmuştu, bilemiyordum.
"Ada" diyen sesle ona döndüm. Islak gözlerimi görünce gözlerinde bir burukluk, bir hüzün oluştu, yada bana öyle gelmişti.
Ada olduğumu onaylayan mırıltılar çıkardım. "Neden ağlıyorsun" diyen sesi kulağıma iliştiğinde göz yaşlarımı birazda olsa bastırmaya çalıştım ama olmuyordu. "durduramıyorum" bu noktada derin bir nefes almaya çalıştım ama yaşlarım buna engel oluyordu. "durmuyorlar" dedim kısık bir sesle.
Uzanıp dudağımın kenarına küçük bir öpücük kondurdu. Göz yaşlarım birazda olsa azalmıştı. Timur geri çekilip bana bakarken ben yüzüne bakmamakta kararlıydım. "Ada" dedi elini uzatıp hala akan göz yaşlarımı baş parmağıyla nazikçe silerken.
Ada olduğumu onaylayan mırıltılar çıkarırken at kuyruğu yaptığım kahverengi ve siyahı içinde bulunduran uzun saçlarımı arkaya attım "ağlama artık" dedi sakin bir şekilde, fakat bunun benim ağlamamı Durduramıyacağını anlamış olacak ki. "hem acımadı da, lütfen ağlama daha fazla" dedi gür sesini kısarak.
Anında "yalan söylüyorsun" diye çıkıştım. Kolundaki izlere pansuman yapmak için geri masaya döndüğümde tekrardan sesi kulağıma ilişti "Ada, bak acımış olabilir, canım yanmışda olabilir" bu noktada durup derin bir nefes aldı.
"Ama bunlar benim acılarım, senin değil. O yüzden ağlama." Dediği her söz aramıza soğuk bir bıçak gibi saplanırken yavaşca kaşlarımı çattım.
Ben onun yaralarını hissetmeme, yaşamama rağmen onun için ağlarken nasıl böyle bir şey derdi?
~~~~~~~
Bazı zamanlar birini kırdığınızın farkındasınızdır. Belki bilerek yapmasanız bile onu kırmışsınızdır, nasıl düzelteceğinizi bilmediğiniz bir döngünün içindeyken kendinizi en yakınınızın yanında bulursunuz. O zamanlardan birindeydi Timur.
Kartalın evine geldiğinden beri gri koltuğa uzanmış tavana bakmakla meşguldü. Geldiğinden beri ağızını bıçak açmamıştı.
Kartal Timurun bu hallerine alışıktı, o yüzden zorlamıyordu. Eninde sonunda ne olduğunu söyleyecekti. Biliyordu.
Kartal elindeki sigara paketinden bir dal alıp Timurada uzattı. Timur hiç düşünmeden sigarayı akıp yaktı. Normalde çok sigara içen biri değildi, arada sırada canı sıkkın olduğunda içerdi. Şuan tam sırasıydı.
"Anlatıcak mısın" dedi Kartal. Timur ilk önce derin bir nefes alıp "Adayla tartıştık" dedi. Kartal Timuru en iyi anlayıp, tanıyan kişiydi bu hayatta. Adayla aralarında bir şey olduğunu en başından beri biliyordu. Görevdeyken sorduğu o soruyuda bilerek sormuştu.
"Neden" dedi Kartal elindeki sigarasından uzun bir nefes daha çekerken. Timur uzandığı koltuktan doğrulup oturur pozisyona geldi. "En son gittiğimiz görevdeki olay var ya" dedi timur eliyle yüzünü sıvazlarken.
Adayla konuşurken acımadı demişti fakat yalandı. Ada bunu anlamıştı. Asker olurken bir yemin etmişti Timur kendi adına.
Ne kadar canı acırsa acısın kimseye belli etmemeye kararlıydı, bazen zor olabiliyordu tabii ama alışmıştı. Timur hiç bir zaman kimseye bir şeyini anlatmamış, yaralarını belli etmemişti. Bir kişi hariç.
Kartal dikkatle Timura bakarken oturduğu tekli koltukta doğruldu. Bu kendi çapında 'seni dinliyorum' demekti. Konuşmayı pek sevmezdi Kartal, görevdeyken Zülfikarın dediklerinede aldırış etmemeside bu nedendendi.
"Sonra" diyerek dinlediğini açıkça Timura gösterdi. "sonra" dedi timur derin bir nefes alırken "sonra ben kız bneim yaralarımı görünce ağlamaya başladı, bende ağlamasın diye acımadığını söyledim" dedi nefesini verirken, "sonra bana yalan söylüyorsun dedi bende.." bu kısımda pişmanlıkla yüzünü tekrardan sıvazladı. "bende kıza bunlar benim yaralarım senin değil o yüzden ağlama dedim" pişman olduğu her halinden belliydi timurun. Bilerek onu üzücek, kıracak bir şey asla yapmazdı. Bunuda bilerek yapmamıştı.
"oba" diyen kartalın sesi ilişti Timurun kulağına. Kartal normalde mimiklerini ve şaşkınlıklarını içinde yaşayan biriydi. İlk defa bir şaşkınlığını sesli dile getirmişti. "Kılıç, hiç kusura bakma ama sen çok büyük sıçtın" diyen sesi ilişti bu seferde kulağına Timurun, Yandan en sert bakışlarını Kartala sunarken iyice morali alt üst olmuştu. Çünkü Kartal yine haklıydı.
Umarim keyifli bir bölüm olmuştur sizin için canlarım Bölümü okuma fırsatım olmadı o yüzden bir yanlışım varsa affola. Bölümü okuduktan sonra yıldıza basıp yorum yap mayıda unutmayın çiçeklerimmm Ben kaçarrrr❤️🩹🎀 |
0% |