Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ

@hazankna

~~

"Alo" dedi Ada omuzuyla kulağı arasındaki telefonu hem düşürmemeye çalışıp hemde çantasındaki saati bulmaya çalışırken.

 

"Alo, Ada nerdesin kızım ya kaç saat oldu" diyen sinanın sesi ilişti kulağına Ada'nın. Tam ağzını açıp bir şey söyliyecektiki arkadan gelen gür ve kızgınlık dolu bir 'Asker' nidasıyla telefonu kapatması gerektiğini anlamıştı.

 

Sinan ortaokuldan arkadaşıydı Adanın, çok yakın oldukları söylenemezdi aslında. Adayla Sinan okulun ilk başlarında çok yakın olmuşlardı fakat yedinci sınıfın başında tek bir kişiden çıkan bir dedikodu onların arkadaşlığını bitirmişti.

 

Sinanın Adaya aşık olduğu dedikodusu çıktığında Ada ilk başlarda inanmamıştı fakat günler birer birer akıp giderken sinanın gerçekten bir garip davrandığını, artık eski arkadaşlık ilişkilerinin aralarında olmadığını anladığı için uzaklaşma fikri cazip gelmişti Ada'ya.

 

Fakat artık doktordu Ada, atanmasıyla sinanın olduğu il'e düşen bir doktordu hemde. Burda ondan başka birini tanımadığı için el mahkum sinanın yardımına ihtiyacı olacaktı, biliyordu.

 

Az önce konuşurken arkadan gelen asker sesiyle irkildiğini açıklaması gerekirdi. Normalde hep başı dimdik yürüyüp ayaklarını yere sağlam basan biriydi Ada, hatta çoğu kişi onun bu özelliğini kıskandığı dahi oluyordu, bununda farkındaydı Ada. Ama küçüklükten beri ani seslerden, reflekslerden ve hareketlerden korkan biriydi.

 

Telefonu tekrar çaldığında sinan sanıyordu, askeriyeye kısa bir mesafe kalmıştı çünkü, her saat başı arayan kişi sinan olduğu için yine ne var sinan diye telefonu açacaktı ki ekranda yazan Babam ve yanındaki beyaz kalp işaretini görünce bir iki saniye duraksadı sonra ise dudağına büyük bir tebessüm kondurup telefonu açtı.

 

"Efendim baba" dedi neşeli sesiyle. "Kızım evden çıkınca ara demiştim neden aramadın" dedi babasının hafif telaşlı çıkan sesi.

 

Babası, hasanı seviyordu Ada. Onu hiç bir zaman tek bırakmamış hep arkasında durmuştu. Fakat bir yazılım mühendisi olduğu için işinin başında durması gerekiyordu hasanın, yoksa hakkari'ye, kızının yanınada seve seve geleceğini Biliyordu Ada.

 

"Kusura bakma baba işim başımdan aşkın, sinanla konuşuyorduk. Aramayı unuttum" dedim askeriye köşe başında görünürken, az bir mesafe kalmıştı.

 

"Tamam kızım, gittin mi sinanın yanına" dedi gür sesiyle hasan, Ama gür sesine alışıktı babasının Ada, "Şimdi gördüm askeriyeyi baba giricem" dedim telefonu kapatmaya hazırlanırken "Tamam kızım çıkınca bana haber ver olur mu" dedi Hasan, "Tamam babacım kocaman öpüyorum seni görüşürüz" diyip telefonu kapattı Ada.

 

Hızlı adımlarla askeriyeye doğru yürürken kolundaki siyah Bez çantasını koluna geçirip, üzerindeki kahverengi kazağını düzeltti. Güzel bir giyimi vardı Ada'nın. Altındaki kazağıyla birebir tonlarda olan pantolonu yakışmıştı, onların altına giydiği beyaz ayakkabı ise kıyafetlerine güzel bir hava katmıştı.

 

Askeriyenin önüne geldiğinde önce askeriyeyi gözden geçirdi. Çok sayıda banklar, banklarda oturan üniformalı askerler ve askeriye. Bu kadardı, çok büyük bir yer değildi ama şaşırmamıştı Ada, gelmeden önce araştırmasaydı belki şaşırabilirdi.

 

"Ada" diyen bir ses ile sağ tarafa çevirdi bakışlarını, Sinandan başka birinin burada onu tanıyor olması olası bir durum değildi zaten o yüzden şaşırmamıştı.

 

"Sinan" diyip kocaman bir gülümsemeyle sarıldım Sinana, sarılmamı geri çevirmeyip oda kollarını belime sardı biz böyle sarılıp yılların hasretini gidermeye çalışıyorken, burasının bir askeriye olduğu aklımızdan çıkmış olmalı ki 'Asker' diyen gür bir sesle ikimizde bakışlarımız arka tarafa çevirdik.

 

Telefondaki sesin aynısıydı, telefondaki adamda bu olmalıydı. Sinan hemen rahat komutunda dururken ben adamı inceliyordum.

 

Ben çok kısa biri sayılmazdım, yani 1.70 boy bence kısa değildi fakat adamın karşısın da olmama rağmen kısa kalıyordum, doğa üstü bir boyu vardı. Tahminimce 2.00 veya üstü olmalıydı, siyah ve kahverengi rengini kapsayan saçları sinek kaydı tıraşlıydı, yüzüne uyan bir çehresi vardı. Ne yalan söyliyim yakışıklı adamdı, hatta baya baya yakışıklı bir adamdı.

 

Askeri üniformasının içinde olmasına rağmen cüssesini ve heybeti hala yerli yerindeydi. Sinan 'Emredin komutanım' derken ben adamın yüzünden ve vücudundan gözlerimi çekmiş yanımdaki Sinana bakıyordum, karşımdaki adam sinandan kat be kat daha yakışıklıydı. Arkadaşım diye torpil geçemiyecektim.

 

Karşımızdaki, sinanın komutanı olduğunu anladığım adam Sinana kızgın gözlerle bakıyordu ve bunla eş değer bir şekilde iki koca adımda sinanın tam karşısında durdu. Şuan gülmemek için ağzımı kapatsam yeriydi, gülmemin nedeni ise komutanın sinanın boyuna yetişmek için eğiliyor olmasıydı, evet kesinlikle eğiliyordu.

 

Bu adamı görene kadar sinan gözüme hep uzun gözükmüştü, hatta bi aralar boyum 1.95 diye geziyordu ortalıkta ama şuan bakılırsa hepsinin bir yalan olduğu ortadaydı.

 

"Daha az önce telefonla konuşurken ne dedim lan ben sana" diye bağırınca bir adım geriye gitme isteğime hakim olamadım. "Komutanım" diyen cılız bir sesin kimden geldiği belli oluyordu. Sinandan geliyordu.

 

Askeriye bahçesindeki herkes bakışlarını kaçamak bir şekilde bize değdirmeye çalışsada herkesin bu komutandan korktuğu besbelli ortadaydı. Gözlerim bahçedeki askerlerde gezinirken birinin boğazındaki tost olduğunu anladığım lokmayı zorla yutmuştu, diğer biri ise kulağındaki telefonunu anında kapatıp bize dönmüştü. Aralarında meraklı insanlar olduğu belliydi.

 

Ben bunları düşünürken sinanın cılız sesine karşılık olarak gür bir sesle bağırdı komutanı, "Ne komutanım lan ne komutanım. Bak bu üç oldu sinan eğer bir daha benden izinsiz böyle bir şey görürsem" bu noktada sustu. Bende dahil bütün bahçe ne diyeceğine bakarken o tek bir kelimeyle cümlesini tamamladı "o kısmını hayal gücüne bırakmam" diyip askeriye kapısına doğru yürüdü.

 

~~~~~~

 

"Ada" diyerek elindeki iki kahve fincanıyla bana doğru gelen Zehra'yı gördüm. Altı saattir nöbette olmamın etkisiyle şuan halisinasyon mu gördüğümü düşünürken, gerçek olduğunu anladım. Zehra Bütün neşesiyle önümdeki sandalyeye oturup kahveyi önüme koyarken hiçte yorulmamış gibiydi, onun aksine benim pertim çıkmıştı. Ama son yarım saatim kaldığı için dayanmaya çalışıyordum.

 

"çok yoruldun sanırım" dedi Zehra, kahvesinden bir yudum alırken

"yorulmak kelimesi az kalır" dedim hafifçe gülmeye çalışırken. Zehraya asla kızamıyordum. Kızmak şöyle dursun kaşlarımı çatamıyordum bile, çok tatlı bir kızdı. Kahverengi düz saçları, ela gözleri ve nerden bakılırsa bakılsın görünen gamzesiyle minnoş, miniminnacık bir kızdı.

 

Zehra hafifçe kıkırdarken kapıdan giren erdem hocayla ikimizde bakışlarımızı o yöne çevirdik. Erdem hoca baş hekimimizdi, geldiğimizden beri başımızdan eksik olmamış hep yardım etmeye çalışmıştı, hakkı ödenmezdi.

 

"hocam, bir sıkıntı mı var" dedim yerinden kalkıp küçük adımlarla erdem hocaya ilerlerken. "yok yok endişelenmeyin, çok yoruldum sadece" dedi ellerini gerginlikle aklar düşmüş saçlarına geçirirken. "peki" deyip Zehraya döndüm "ben hemen geliyorum canım" deyip kapıdan çıktım.

 

Aslında işim yoktu sadece uykum açılsın diye hastanede dolaşıcaktım. Geldiğimden beri pek gezme fırsatım olmamıştı zaten, bu vesileyle gezmişte olurdum. Tam kapıdan iki adım ileri gitmiştimki gözlerim karşımdaki hastane kapısından içeri giren birini bulduğunda olduğum yere çakılı kaldım. Yaklaşık 2 hafta önce gittiğim ve ondan sonrada bir daha uğramadığım askeriyedeki herkesin içinde Sinana bağıran komutan bütün heybetiyle içeri girdi.

 

Askeriye de olduğu gibi bütün bakışlar ona dönerken bir kaç kadının sesi kulağıma ilişti, birisi "şu adama baksana, maşallah Allah nazarlardan saklasın" derken bir diğer yandaki "boya bak be maşallah" demekle meşguldü.

 

Ben ise adamın yüzüne takılı kalmış bir biçimde bana doğru gelişine bakıyordum. Lan, adam gerçekten benim olduğum tarafa geliyordu. Ben ne yapıcağımı düşünürken adamın bana üstten baktığının farkında değildim. Evet ben mal gibi dururken adam bütün heybetiyle yanımda bitivermişti. Kendime inanamıyordum.

 

Anında dikkatimi geri toplayıp adama döndüm. "buyrun ne için gelmiştiniz" dedim tebessüm ederek. Bana mı öyle gelmişti bilmiyorum ama ela bakışları dudaklarımdaki tebessümde bir kaç saniye oyalandı, belkide bana öyle gelmişti.

 

Bakışlarını yüzümden çekip elini omuzuna kaldırdı. Ben adamın yüzüne bakmaktan vücudun bakamamıştım. Omuzunun sağ kısmında kandan bir yuvarlak oluşmuştu, sanırım vurulmuştu.

 

Böyle rahatça gösterip hiç bir acı nidası dökmemesi kurşunun hala olmadığını gösteriyordu. "beni takip edin" diyip sağa doğru döndüm. Beni takip ettiğini gösteren sert adım sesleriyle dudağımın kenarında küçük bir tebessüm oluştu.

 

Normal hasta kabinlerinden içeri girdiğimde ona elimlz sedyeyi işaret edip "buyrun oturun" diyip bende bilgisayarın olduğu masaya kurulup bir kaç küçük işlemi hallettim.

 

Bir kaç dakika sonra olduğum masadan kalkıp ona doğru ilerledim. "Üstünüzü çıkarabilirmisiniz" dedim acil durum kutusunu açarken.

 

Döndüğümde üstünü çıkarmış bir şekilde benim yaptığım şeylere bakıyordu. Bu görüntüye maşallah demesek nazar deymesi muhtemeldi. Aşağıdaki görüntüye çok odaklanmamaya çalışarak omuzuna ilerledim.

 

Elimdeki batikonu pamuğa dökmekle meşgulken ondan gelen bir soruyla bakışlarım ona döndü. "ismini öğrenebilir miyim" dedi elini sedyeye koyup bana bakarken, seside hoştu. "Ada" dedim tek nefeste, sonra ise anında elimdeki pamuğa geri döndüm.

 

Batikonu pamuğa döküp omuzuna sürmeye başladım "Senin adın ne" dedim acıtmamaya çalışarak pamuğu sürerken. "Timur, Timur Demir. Ama Timur denmesini tercih ederim" Timur.. En azından ismini öğrenmiştim.

 

İşimi bitirmiştim, omzundaki pamuğu alıp yeni bir pamuk sabitledim. "tamamdır, üstünü giyebilirsin. Ordaki pamuğu hafta dolmadan çıkartmaya git yoksa enfeksiyon kapar." dedim tekrardan bilgisayar olan masaya otururken. "şimdi sana krem ve hap yazıcam yandaki eczaneden onları al, pamuk çıktıktan sonra bi 3 gün o kremi sür haplarıda 1 hafta kullan arada 1 gün boşluk bırak" diyip elimdeki kağıtla ona döndüm, o zaten pür dikkat bana bakıp dediklerimi dinliyordu.

 

Fakat bakışlarının aksine "Tamam" diyip ona uzattığım reçeteyi alıp arka cebine attı "Kolay gelsin" diyip arkadaki beyaz kapıdan bütün endamıyla çıkıp gitti.

 

~~~~~

 

"Ada" diye bağırarak bana doğru koşan Zehraya büyümüş gözlerle bakıyordum, " noldu zehra iyi misin" diyerek telaşla olduğum sandalyeden fırladım. Zehra masaya ellerini dayamış biçimde Bi kaç saniye soluklandı "iyiyim iyiyim telaşlanma" diyip karşımdaki sandalyeye oturdu. "Ee bu telaşın ne o zaman" dedim bende karşısına otururken "müjdemi isterim, düğünümüz var" dedi ellerini birbirine vururken.

 

"ne düğünü ya" bu noktada aydınlandım "yoksa sen mi evleniyorsun" dedim heyecanla. "Hayır ya erdem hoca" dedi, buna daha çok şaşırmıştım. "erdem hoca mı o mu evleniyormuş" dedim şaşkınlıkla "Evett o evleniyormuş bende az önce öğrendim diğer hemşirelerden" diyip önündeki Sudan bir yudum aldı "Aa hiçte söylemiyor gördün mü" dedim elimi saçlarımdan geçirirken

 

"darısı senin başına" dedi göz kırparak "o ne demek zehra" dedim anlamaz gözlerle "bilmemezlik yapma şimdi Ada geçen gelen adamdan bahsediyorum" dedi gülümseyerek "ben günde kaç tane adama bakıyorum senin haberin var mı, hangi adam ya merakta bırakma insanı" dedim ellerimi çenemde buluştururken "ya şu sadece yarasını sana baktırmak isteyen adam, hani kurşun yarası olan var ya o" dedi, bu noktada dank etti. Timurdan bahsediyordu. Ama burda bir yanlış vardı adam o gün benim adımı öğrenmişti sadece bana baktırmak istemesi imkansızdı.

 

"sadece sana baktırmak isteyen derken?" dedim merakla ne diyeceğini beklerken "ya şöyle oldu ben normal oturuyordum yemek hanede sonra yanıma geldi o adam Ada nerde dedi ben şaşırdım tabii hangi Ada dedim doktor olan Ada senin arkadaşın olan dedi üst katta olduğunu söyledim o gelmeden ben senin yanına geldim, soylicektimde işte erdem hoca falan geldi kaynadı arada" dedi uzun cümle kurduğu için tekrardan su içerken.

 

"Allah Allah ismimi nerden biliyor acaba o gün sordu çünkü" derken düğün meselesi geldi aklıma "Aman, neyse ne, duymuş demekki. Sen söyle bakalım erdem hocanın düğünü ne zaman" dedim heyecanla. Ama söylediği kelimeyle heyecan, yerini telaşa bıraktı.

 

~~~~~

 

"Ada" dedi zehra tekrardan "efendim zehram" dedim gömleğimin önünü düzeltirken. "çok abartı olmadık mı" diyince ışık hızında ona döndüm, yaklaşık on dakikadır yoldaydık ve ön dakikadır zehranın tek sorduğu soru buydu, Ve düğün yerini yanlış tarif ettiği için arabayı bırakıp dakikada yürüyorduk, en azından uzak bir yerde değildi.

 

"zehram kaç kere daha dicem ama olmadık abartı falan" dedim tekrardan önüme dönerken arkadan oflama sesi gelsede arkamı dönmeyip sadece kıkırdamakla yetindim. Gerçekten abartı olmamıştık, zehra siyah düz, salaş bir pantolon siyah gömlek ve beyaz bir ayakkabı giymişken ben onun tam tersiydi beyaz, yine salaş bir pantolon, beyaz gömlek, beyaz ayakkabı ve beyaz çantayla beyazlar içindeydim.

 

Düğün yerine geldiğimizde oldukça şık bir yerdi kır düğününü andırıyordu fakat bu şıklıkla kır düğünün yanından geçemezdi.

 

"güzel bir yermiş" diye mırıldandığım esnada "hoşgeldiniz efendim" diyen bir sesle önüme döndüm. İki kız gülümseyen gözlerle bana alkol uzatıyordu. "hoşbulduk, sağolun kullanmıyorum" dedikten sonra tam Bi adım atıcaktım ki arkamda çok tanıdık bir koku hissettim sonrada bir ses "sağolun bende kullanmıyorum" ve ondan sonrada yanımdan geçip bizim oturacağımız masaya ilerleyen bir adet Timur.

 

Odamı bu düğüne gelmişti? Ben bunları düşünürken sırasıyla zehra ve benim yanımdan geçen beş kişi daha gözüme çarptı hemen timurun arkasından giden uzun boylu heybetli Bi adam, onun hemen arkasında yine endamlı uzun boylu bir diğer adam ve onun arkalarından ilerleyen 2 kişi daha. Tahminimce bunlarda askerdi. Gidenlerden sadece bir tanesi kadındı.

 

Bize alkol uzatan iki kızın arasından geçip masaya doğru ilerledim. Şansımıza masada 2 tane boş sandalye kalmıştı. Zehrayla ben o masaya otururken kapıdan giren kişiyle bakışlarım büyüdü.

 

Aylin, ev arkadaşımdı. Çok tatlı bir kızdı, kumral dalgalı saçları omuzlarına dökülüyor, giydiği gri pantolon ceket takımı üstüne tam oturuyordu. Konuştuğumda düğüne gelmek istemediğini söylemişti. Fikrini değiştirmiş olmalıydı. Hemen ayağa kalktım "Aylin" diyip sarıldım, oda sarılmamı boş bırakmayıp kollarını sırtıma sardı "gelmiyeceğini söylemiştin canım" dedim geri çekilirken. Nazikçe gülümseyip "evde çok sıkıldım ya sende nerede olduğunu söylediğin için geliyim dedim" yandaki boş masadan bir sandalye alıp konuşmaya devam etti "seni aradım ama ulaşamadım kusura bakma haber veremedim" diyip sandalyeye oturdu, onunla birlikte bende oturdum. "merhabalar" dedi tanımadığımız bütün masadaki insanlara, bizim arkadaşlarımız sanıyordu sanırım.

 

Ben bunu düşünürken her birinden gelen "Merhaba" nidası geldi. Aynı zamanda aylinde ceketini çıkartıp sandalyeye asarken bana doğru uzandı "bunlar arkadaşın mı, ne kadar çoklar" dedi ceketini asıp geri masaya dönerken "yok, arkadaşım değiller sadece aralarından birini tanıyorum, ama hepsi asker" dedim hepsini gözlerimle gezerken.

 

"Asker mi" dedi şaşkınlıkla. Onaylayan mırıltılar çıkardım. Bu sırada sağ tarafta karşımda duran sarışın olduğunu anladığım adam konuştu "ada'ydı dimi adınız" dedi bana bakarken "evet, Ada" dedim tebessüm ederken,"Zülfikar bende" diyip elini uzattı sarışın, şuan ismini öğrendiğim Adam "tanıştığıma memnun oldum" diyip elini sıktım.

 

Sert yüz hatları vardı fakat yüzünün aksine burdan bile görebildiğim bir mizahı vardı. Söylemesedd görebiliyordum. Sarışın saçları tel tel yüzüne dökülürken üstündeki mavi ceketi ve içindeki beyaz tişörtünü düzeltmekle meşguldü.

 

Diğer bir yanındaki adamda benimle tanışmak için konuştu "Pamir ben" diyip elini uzattı "tanıştığıma memnun oldum" dedim onada tebessüm ederek. Pamirinde sert yüz hatları vardı kahverengi saçları ve saçlarıyla birleşmiş gibi görünen kahve gözleri dikkatle bakıyordu.

 

Sağımdaki adam "Kartal ben" dedi fakat elini uzatmamıştı. "tanıştığıma memnun oldum" dedim onada. Kartal denen adamın diğerlerine kasten daha sert yüz hatları vardı, sert bir kişiliği olduğu dışından belli oluyordu. Siyah saçları ve koyu kahve gözleri yorgun gözüküyordu, gözünün altları mordu.

 

Düşüncelerimi Zülfikarın eğlenen sesi böldü" Komutanım niye tam isminizi demiyorsunuz timur komutanım demi-" diyordu ki yanındaki kadın elini Zülfikarın dudağının üstüne bastırıp gözlerini Zülfikara belertti "sus Zülfikar" dedi uyarı içeren bir sesle "Kartal, Kartal Kunt adım" dedi Kartal bu sohbeti daha fazla devam ettirmek istemeyerek. "anladım" dedim.

 

Zülfikarın ağzındaki el çekilip bana doğru uzatılınca bende elini sıktım "pınar ben" dedim tebessümle. Güzel bir kadındı, oda asker olmalıydı. Koyu kahve saçları dümdüzdü koyu kahve gözleri ve beyaz teni yakışmıştı. "tanıştığıma memnun oldum" dedim bende.

 

"Alican" diye bağırarak neredeyse masanın üzerine atlayacak bir şekilde elini uzatan adamla onunda elini sıktım. Yana taranmış kahverengi saçları ve koyu kahve gözleriyle tatlı bir çocuktu, diğerleri gibi sert yüz hatları yoktu. En küçükleri alicandı sanırım. "Aliş.." dedi Zülfikar uyarır gözlerle "otur" dedi kaşlarıyla alicana oturması için hareket yaparken. "Tabii komutanım, kusura bakmayın Ada hanım ben öyle işte" diyip ağzının içinde bir şeyler geveledi, o kısmı kaçırmıştım.

 

Ben bunları düşünürken bütün tim sohbete dalmışlar, benden sonra Aylin ve zehra ilede tanışmışlardı. O sırada timura takıldı bakışlarım, iyi görünmüyordu başını ellerinin arasına almış bakışları pür dikkat masadaydı alican timurun yanındaki sandalyedeydi, Aylinin arkasından alicana doğru uzanıp "alican" dedim, hemen kafasını bana çevirip "buyrun Ada hanım" dedi tebessüm ederek. "yer değiştirebilir miyiz mümkünse" dedim saçlarımı geri çekerken "Tabii Ada hanım buyurun" diyerek ayağa kalktı. Kimse bir şey fark etmeden yer değiştirmiştik.

 

Timurun yanına gittiğimde hala bakışları masadaydı. "Timur" dedim sessizce, cevap vermedi. Gerçekten iyi değildi sanırım. Tekrardan "Timur" dediğimde bu sefer bakışları bana döndü. Yanında alican yerine beni gördüğünden olsa gerek bozguna uğramıştı, ama kısa bir süreydi, ben hariç kimse görmemişti.

 

"İyi misin" dedim bütün yüzü ve vücuduna bakarken. "iyiyim" dedi fakat olmadığı apaçık ortadaydı. Tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki sağ omzundaki yuvarlak oluşturmuş kanı görünce susmak zorunda kaldım.

 

En son bir hafta önce gelmişti hastaneye, ondan sonra kurşun yarasına dediğim kremi sürmeyip pamuğu aldırmaya gitmemiş olmayıydıki kanaması durmuyordu.

 

"peşimden gel" dedim ayağa kalkarken "Nereye" dedi ayağa kalktığım için alttan bana bakarken. "ölmemen için uğraşıyorum timur, gel dediysem gel" diyip çıkış kapısına doğru yürüdüm, arkamdaki sert adım sesleri beni takip ettiğinin göstergesiydi.

 

~~~~~

Beş on dakika sonra arabanın önüne gelmiştik. Her zaman bagajımda olan acil durum çantasını aldım. Ben çantayı açarken Timur bagaja dayanmıştı.

 

Omzundaki yaraya neden bakmamıştı ki? Merakıma yenik düşüp "Neden yarana bakmadın" diye sordum. "Görevdeyim, dün döndüm." bu noktada durup derin bir nefes aldı. "Sana gelicektim" dedi. Beklemiyordum, bir kaç saniye nefes alamadığımı hissettim. "Neden gelmedin" dedim elimde küçük bir parça pamukla ona dönerken. "küçük bir yaraydı" dedi tişörtünü çıkarırken. Sessiz, kuş uçmaz kervan geçmez bir yer olduğu için dert etmemiştim.

 

"küçük bir yara değil, Timur. Kurşun yarası küçük bir yara değil. Ne zaman istersen hastaneye gelebilirsin" diyip omzundaki pamuğu çıkardım. Çok olmasada hala küçük küçük kanlar sızıyordu.

 

"kötü bir durumda" diye mırıldandım. Duyacağını tahmin etmemiştim. "uğraşma, ben yarın giderim hastaneye" dedi terlemiş bir biçimde, alnı terden parlıyordu.

Onu bu halde bırakamazdım. "nefesini boşuna kullanma" diyip avuç içimle alnını sildim. Gerçekten terlemişti. Batikon döktüğüm pamuğu yavaşça omzuna sürerken "acırsa söyle" dedim "acımaz" dedi hemen. "Neden sen insan değil misin" dedim ufak bir tebessümle "Emin ol daha acı verenlerin gördüm" dedi bakışları pür dikkat bendeyken. Doğru söylüyordu, askerdi onlar çok acı görmüşlerdi. Tahmin edemezdim.

 

Bu düşüncelerden sıyrılıp ona döndüm. Yüzünde tek bir oynama yoktu, hala ela hareleri bana dikkatle bakıyordu. Acıyor olmalıydı, belli etmemeye çalışıyordu. Biliyordum.

 

Yaklaşık on beş dakika sonra omzundaki yarasını kapatmıştım. Bu sefer kremini sürmeyi unutmamıştım. "tamamdır, bitti. Tişörtünü giyebilirsin" dedim ellerini birbirine vururken. Timur bagajında üstüne koyduğu tişörtü alırken bende acil durum çantasının içine aldığım şeyleri geri yerleştiriyordum. Bu görüntü bozulsun istemezdim ama geri döndüğümde siyah tişörtünü giymiş beni bekliyordu. "iyisin dimi, istersen eve git" dedim emin olmak isteyerek "gerek yo" dedi elini öne doğru uzatıp "buyur" dedi. Kibar insanları severdim. "teşekkür ederim" diyip önünden yürürken arkamdaki sert adımları arkamda olduğunun göstergesiydi.

 

 

 

 

 

İlk bölümü patlatıp diğer bölümü yazmaya kaçar beeennn. Öpüldünüzzzz 🤍🤍

Loading...
0%