Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Gönül Rüzgarı (2.Kısım)

@hazanyelii

Kendi kendine söylenen Hanne, yutkunuverdi. Kötü haberin tez yayıldığını biliyordu lakin bu kadar hızlı olabileceğini kestirememişti. Afallayan mimiklerini saklamak adına başını sağa sola salladı.

“İstediğin bölümü kazanma karşılığında Dullama Kezban’a koca sözü, Kelaynak Tufan amcaya saç sözü, Gırgır Hüseyin’e üç gün yaptığı esprileri dinleme sözü vermişsin. Hatta,” diyerek çenesini sıvazlayan Celil, kısa bir muhakemenin ardından meraklı çehresini kaldırdı.

“Bacaksız Kenan amcaya da kendi gibi birini bulacağını vaat etmişsin.”

“E-evet,”

Dudaklarını büzen genç kızın göğsünden koca bir öküz kalkmış gibiydi.

“Sözümün arkasındayım.”

Ettiği vaatler ekmek, su kadar değerliydi.

“Sözünün arkasındasın, öyle mi?”

Genç kızın sözlerini yineleyen Celil’in bakışlarında başka bir gürültü kopuyordu.

“Annene benim yanıma geleceğine dair verdiğin söz gibi mi Hanne? Aldatmak, ne zamandır huy haline geldi?”

Celil’in tek dileği ondaki hoşnutsuz değişikliğin sadece masum bir çaresizlikten ötürü olmasıydı. Ötesini kaldırabilecek metaneti yoktu. Karşısındaki kızın alıngan çehresi bir an kayaların üzerinde oyalandı.

“Üzerine ayıp mührünün vurulduğu mağara düzeninden çok sıkıldım. Erkek doğmak ne büyük maharet, kız doğmak doğuştan esaretmiş gibi… Siz bu düzene alışmış olabilirsiniz ama ben,” dedi boğazına kadar yükselen hıçkırıkla ve devam etti.

“Kimsenin benim iyiliğimi düşündüğü falan yok! Tek dertleri sorgusuz sualsiz onların yazdığı geleceği kabullenmek. Ve o gelecekte mevsimler hep karanlık.. Doğruya şükredebilmeyi yanlışa tövbe edebilmeyi öğrenmek istiyorum.”

Hanne'nin nemli bakışlarından gözlerini ayırmayan Celil, yanıldığını fark ederek bu anın unutulması için hareketlendi.

“Yine de hiçbir şey yalan söylemeni gerektirecek kadar önemli değil. Şimdi annene ‘yalan-cı’ çıkmamak adına birlikte mağaraya dönmemiz gerekiyor.”

Celil’in üzerinde durduğu kelime genç kızın canını sıkmıştı.

"Ah garip anam! Köyün tüm eşkıyaları da beni bekliyorlardı hemi? Unutmuşum valla!"

Celil, onun pranga vurulamayan hislerinin şahidiydi.

"Doğru diyorsun. Senin gibi huysuzu kim ne yapsın? İşin sonunda Deli Bekir'e kalacaksın diye korkmuyor değilim."

Hanne ise kızmanın aksine, önce elini ağzına götürüp kıkırdamış sonra da atını ilerletip Celil'in yanına yaklaşmıştı.

"Ne demezsin! Kına yakarsınız cümbür cemaat. Sen de kırk yalan Necmi'nin kırk beş yaşındaki kızını alma da!"

Genç kız dudaklarını birbirine bastırırken Hünkar'ı harekete geçirdi. Celil'i arkasında bırakarak yarış sinyalini veren el işaretiyle atını sürmeye başladı. Celil, onun yersiz hilelerine alışmıştı. Hünkar'ın bastığı otlar geri kalkmadan Yavuz'u hareketlendirdi ve çok geçmeden de Hanne'ye yaklaştı. Önde Hünkar arkada Yavuz, tozu dumana kata kata köyün dağlarını nal sesleriyle süslüyorlardı. Geçit vermeyen yollarda bazen Hünkar öne geçiyor bazen de Yavuz, kestirme yollarla Hünkar'ı geride bırakıyordu.

Kısa süreli bir mücadeleden sonra kavak ağaçlarının ötesinde kalan çiftlik görme mesafesine ulaşmıştı. Celil'in her seferinde tanıdığı imtiyaz ile yarışın kazananı yine belliydi. Çiftliğin büyük demir kapısına vardıklarında Celil attan inerek Hünkar'ın ipini eline aldı.

"Haydi, kimse görmeden arka bahçeden dolan!”

Genç kız, Celil'in babacanlığına karşı başını yere eğip gülümsemekle yetindi. Hünkar'ı ona teslim ederek adımlarını arka tarafa yönlendirdi. Bahçe kapısına ulaşmıştı ki koluna çarpan sert cisimle bedenini kenara attı.

“Yavaş olsana! Ebenin arazisi mi burası?”

Kolunu sıvazlarken öylece geçip giden aracın arkasından homurdandı. Gözleri aracın plakasına değince duraksayıverdi. O araçtı. On sekizlik hislerini alabora eden adamın indiği araçtı. O renk, o koku, o tat… Maşuku hatırlatan bir saman çöpü dahi aşık için bir sebep değil miydi? Sözleri boğazına kaçmış bir vaziyette bahçe kapısını açtı ve içeriye girdi. Ocak başında yemek hazırlığı yapan annesine selam vererek lavaboya yöneldi. Taze bir abdestten sonra annesinin yamacına sürtündü.

"Tik tak, tik tak! Süvariniz balkabağına dönüştü. Ben de pabuçlarımı kimsenin eşiğinde bırakmadan huzurunuzda hazır ve nazırım efendim. Gerçi,”

Saman topunun içinden çıkardığı elmayı üzerine sürterek parlattı. Bir ısırıkla suyunu midesine gönderip devam etti.

“Külkedisinin büyüsü bile gece yarısı bozuluyor.”

Asiye, kızının yeni yetme hallerinden yaka silkti. Kızmıştı besbelli.

“Ninen de tam böyle diyor işte!”

Sıcak tatlıyı fırından alan Asiye, parmak ısıracak sıcaklıktaki şerbeti üzerine boca ediverdi.

“Ne diyormuş?”

“Külkedisi ne halt ettiyse onu edecek diyor.”

Dudaklarına aldırmayan genç kız, “Garibe vurmak daha kolay tabi!” demekten kendini alamadı. Ağzının içinden bir şeyler gevelerken annesinin sözüyle başını salladı.

"Başkalarının yanlışı seni hakikatten alıkoymasın."

Genç kız, kulağına küpe olan sözü tamamlamaktan da geri durmadı.

"En büyük hakikat, vicdanımızdır."

Asiye, kızının hakikatle olan mücadelesine hayrandı. Kömür de elmastandı. Çöplüğe kül olmak ile gerdana gül olmak arasında derin bir çizgi vardı. Bunu ancak iffetiyle imtihan olan Meryem’ler bilirdi.

Sonunda gün batmaya yeltenmiş ve yemek için toplanan ev halkı sofradan sonra çay faslına geçmişlerdi. Gelinler mutfağı toplayıp kendi aralarında sohbete dalarken Zühre Hanım, kocası ve oğullarıyla toprak işlerinden ve çiftliğin işlerinden hasbihal etmeye koyuldu.

Hanne, büyük pencerenin mermerinde eline aldığı kitabı okumakla meşguldü. Bir ara annesi Hanne'ye seslendi.

"Hanne'm şu kap kacakları bize götürüver, haydi kızım!"

Paldır küldür ayaklanan genç kız arkasına bastığı ayakkabıların başka çiftlerden oluşunu umursamıyordu bile. Aynı avlunun içinde bulunan evleri bir koşumluk uzağındaydı.

İşlerini çabucak halledip geri dönecekken ahırdan gelen sesler dikkatini çekti. Son günlerde hayvanlara zarar veren bir sansarın olduğunu anımsar gibi olmuştu. Eline aldığı küreği sıkıca kavrayarak ahıra girdi. Sol tarafında bulunan lambanın düğmesine açar açmaz küreği kaldırdı. Saman dolu çuvalların arasına kaçışan fareler dışında pek bir şey görememişti. Huysuzlanan atının yanına gelerek yelesini okşadı.

“Asayiş berkemal, Hünkar’ım!”

Hayvan dışkılarının küründüğü delikten bir takım seslerin geldiğini işitince kaşını kaldırıverdi. Kör sokaktan gelen seslerin arasına tanıdık seslerde karışıyordu.

“Derman?” diyerek sorguladığında deliğe biraz daha yaklaştı.

Derman, Hanne'nin amcasının kızıydı ve tanıdık seslerden bir diğeri de halasının kızı olan Melike’ye aitti. Ne konuştuklarını anlayamasa da kulağına gelen yabancı erkek sesleri canını sıkmıştı. Olanları yakından görüp görmemek konusunda bocalıyordu. Ahırdan çıkar çıkmaz elindeki kürek ile birlikte damın arkasına dolandı. Gecenin bu vaktinde böyle bir işe kalkışacak kadar meraklanmıştı.

“Cin Geçidi” adı verilen bu dar ve köhne sokak ortalık ayıkken dahi yolunun düşmeyeceği bir geçitti. Dedesinin masallarına konu olmuş bu sokağa adımlarken kendisine sol yanında huzursuz eden bir kıpırtı yoldaşlık ediyordu. Çoğalan seslerden sonra duvar kenarına sindi. Sımsıkı tuttuğu küreğini göğsüne dayayıp karşıdaki görüntüye odaklandı.

Telefon ışığı altında gölgelenen simalar hiç de tanıdık değildi. Bir ara telefon ışığının yoğunlaştığı bir noktada gözlerini kocaman açıverdi. İsminin Cengiz olduğunu duyduğu gençten bir çocuk, Melike’yi ahtapot gibi sarıvermişti. Işığın kaybolmasıyla şaibeli görüntünün daha ziyadesinden korunmuştu. İnsan yanlış olanı sevdiklerine de layık görmez miydi? Cam şişelerin tokuşturma sesleri ve ortalığa yayılan ağır koku Hanne’yi bir ana-baba çaresizliğine sokuvermişti.

“İğrençsiniz!” deyiverdi genç kız ellerini göğsünden ayırmadan. Sanki kendi teni bu günahla kirlenmiş kadar tiksinmişti.

Tahammül sınırlarını zorlayan bu çukuru terk etmesi gerekiyordu. Lakin garip bir hareketlenmeyle yeniden bakışlarını yoğunlaştırdı. Derman’ı sindiği duvar dibine yakın bir köşeye çeken Emir adındaki genç, aylak bakışlarıyla kuzeninin yüzünü örtecek kadar yaklaşıyordu.

“Hayır Derman!”

Ellerini gözüne götüren genç kız zihninde Derman’ı defalarca kez uyarıyordu zihninde. Emir’in sesiyle ellerini yeniden indirdi.

“Bu yaptığımız şeyin sana umut vermemesi gerektiğini biliyorsun değil mi?”

Emir’i göğsünden iten Derman, tükürür gibi tısladı.

“Yine aynı safsata, benimle oynuyorsun pislik herif!”

Olanları pür dikkat izleyen Hanne, Derman’ın bu hareketiyle dudaklarını birbirine bastırdı. Beklediği hareket buydu.

“Ne yani,” deyiverdi Emir yarı sarhoş bir avanaklıkla ve devam etti.

“Bunu isteyen sen değil miydin? Sana vaat edebileceğim yarınlar olmadığını söylememe rağmen beni isteyen sendin.”

“Fikrin değişir sanmıştım.”

Derman’ın ses tonu yalvarır gibiydi. Belli ki bu adamı gerçekten seviyordu.

Ufak bir kahkahayla karşılık veren Emir, şişeyi kafasına dikip dibini görene dek içti ve boş şişeyi kenara fırlattı.

“Seninle daha sakin bir yere gitmeye ne dersin? İkimizin de bunu istediğini biliyorum.”

Emir’in yüzüne yansıyan iğrenç görüntü azıcık da olsa aydınlatan ışıktan bile seziliyordu. Giderek bulunduğu yere doğru yaklaştıklarını fark eden Hanne, adımlarını geriye götürdü. Dayandığı harabe duvardan dökülen birkaç parça taşın gürültüyle yere düşmesi sonucu ise küçük dilini yutacak gibi oldu. Elini ağzına götürüp olduğu yere mıhlanırken Emir ve diğerlerinin sese odaklandığını görebiliyordu.

“Kim var orada?”

Emir’in yanına adımlayan Cengiz kızları geride bırakarak Hanne'nin olduğu yere adımladı. Göğsüne dayadığı küreğe sımsıkı sarılan genç kız, yüzüne tutulan ışık sonrası birkaç adım atarak gençlerin karşısına dikildi. Birbirlerini sorgulayan kızlar Cengiz ve Emir’in hizasına yanaştılar.

“Hanne, se-senin burada ne işin var?”

Derman, olacakların korkusunu iliklerine kadar hissetmişti. Halbuki başına gelebilecek daha büyük felaketin eşiğinden döndüğünü kestiremiyordu. Belki de gönlünün bir yanı kabullenmişti. Genç kızın kim olduğunu öğrenen ikili az da olsa sakinlemişti. Emir’in parıldayan gözlerinde çakan şimşek ise kışkırtıcı bir gülümsemeye eşlik ediyordu.

“Hanne demek?”

Genç kızın adını birkaç kez ağzında geveledi. Elinin tersiyle salyalı ağzını sildikten sonra kollarını iki yana açtı. Bu gece fazlaca kaçırdığı sağa sola yalpalanan vücudundan belliydi.

“Yusuf için büyük bir talihsizlik desene!”

Savruk gülüşler eşliğinde genç kıza yaklaşan Emir, bedenini meraklı bakışlara çevirdi. Oyun oynamaktan daha tehlikeli bir bahse imza atıyor gibiydi.

“Yoksa bilmiyor musunuz?”

Emir’in ne söyleyeceğini merak eden sadece Melike ve Derman değildi. Bu adamları daha önce görmediğine yemin edecek olan Hanne de sarhoş bir ağızdan dökülecek olanları gözlüyordu.

“Bence bize kendisi anlatmalı,” derken yönünü korkusu nefesine yansıyan çevirdi.

“Çeşme başında…Onu nasıl sırılsıklam ettiğini... Belki de tüm bunlar onu etkilemek içindi, öyle değil mi Hanne?”

Yutkunduğu nefesi boğazına takılan Hanne, kocaman gözlerini karşısındaki adama dikti ve dişlerini sıktı.

“Sus! O bir kazaydı. Sakın o muşmula suratınla bana çamur atmaya kalkışma!”

“Ooo!”

Hanne, namusu üzerinden yapılan şaklabanlığa boyun eğecek değildi. Lakin ne laf ne de söyleyen gecenin şerrini ırgalamaya değmezdi. Yönünü çevirip dizginlediği nefsiyle mücadele ederek adımlarını hızlandırdı. Eli ayağı buz kesmiş, göğsünde koca bir tencere taş kaynıyordu. Neden sonra ensesinde hissettiği sesle irkilerek arkasını dönüverdi. Çizginin bu tarafına geçen kötülük kendini savunmak zorunda hissettiriyordu. Göğsüne dayadığı kürek emrine amadeydi.

“Agresif, yabani ve dahası… Biliyor musun, tehlikeli olduğunu düşünmüyorum. Sadece göstermek istediğin duruş bu, öyle değil mi? Sakinleş güzelim, konuşarak halledebiliriz.”

Yüzünü buruşturan genç kız, beklenmedik bir anda Emir’in yüzüne tükürüverdi. Kişiliğini sorgulayan bu terbiyesizliğe verebileceği en güzel cevap kuşkusuz avuçlarının arasındaydı. Sapından kaldırdığı küreğin hedefinde lağım akan koca bir ağız vardı. Çığlık çığlığa yükselen seslerle hedefine inivermişti. Toprak zeminde iki büklüm inleyen Emir, elini sızlayan çenesine götüremiyordu bile. Elindeki suç aletiyle öylece kalan Hanne, şoku atlatamadan üzerine gelen Cengiz’in hırıltı sesini işitmişti. Cengiz’i durdurmaya yeltenen Melike, sevdiğinin öfkesiyle ilk kez karşılaşıyordu.

“Önümde durduğun sürece ödemek istemeyeceğin bedeller ödersin ki ilki biz oluruz.”

Bakışlarını toprağa gömen Melike yüklendiklerinin bedelini ödemeye başlamıştı bile. Hanne'ye sırt çevirmek ise makul bir sebep gibi geliyordu. Karanlığın maskesini düşüren gece, zalimliği zifiri karanlığa mahkum etmişti. Hatır değil, dostluk da bir hayli denenmişti.

Melike’yi geride bırakan Cengiz, doğruca genç kızın önüne dikildi. Hanne'nin elindeki küreği tek hamlede yere fırlatarak kasılan çenesini genç kızın simasına dikti. Damarlarındaki öfke arkadan gelen hırıltılı sesle duraksamıştı. Cengiz’i yan tarafa iten Emir, genç kızı kolundan kavradığı gibi yere fırlattı.

Sürünerek geri geri gitmeye çalışan Hanne'nin kalp atışları tüm vücudunda atıyordu. Aklına daha bugün annesiyle yaptığı tartışma gelirken gözlerinin nemlendiğini hissetti. Sesi, soluduğu nefesi ile birlikte boğazına kilitlenmişti. Ayak bileklerini kavrayan Emir’in bedenini kendine doğru çekmesiyle genç kızın boğazından karanlığı yaracak bir çığlık koptu.

Sakınan göze batan çöp Hanne için büyük bir bedelin gün dönümüydü. Akrep yelkovanın kapısında köle olmuşken seher yıldızından yükselen parıltı geceye yol gösteriyordu. Bu bir başlangıç mıydı?

 

Bölüm Sonu.

Bölüm size emanet. Bölüm hakkında yorumlarınızı bekliyor olacağım. ^^

 

 

 

 

Loading...
0%