@hazanyelii
|
《Rızam olmadan koparılan narin duygularım var benim. Keşkelere sığdıramadığım pişmanlıklarım kadar geç kalmış.》
Bir hafta sonra...
Bozkırın çıplak tepelerini mesken belleyen ılık esinti, genç kızın ayvacık tüylerini inceden yokluyordu. Rüzgarın afilli çırpınışı kekik otlarının ihtişamlı kokusunu parsel parsel uçururken genç kız kuşların uzun uzadıya ıslığı eşliğinde kır kokusunu ciğerlerine doldurdu. Hedefe kilitlenen bakışları gelecek olan talimat ile birlikte tetiğe yapılacak baskıyı beklerken omuz hizasından gelen sese odaklandı. “Nefesini tut!” 3.. 2.. 1.. “Şimdi!” Omuza yeterince yerleşmemiş çift kırma, havada büyük bir gürültüyle patlarken çevreyi dumanı üzerinde keskin bir barut kokusu kapladı. Genç kızın güçsüz bedeni hiddetle sarsılmıştı. Acı ile dizleri üzerine düşen genç kız zonklayan omzunu ovarken dudaklarını büzdü. İlklere nazaran son denemede hedefi on ikiden vuracağını zannetmişti. Yanına yaklaşan Celil, iyi olup olmadığını kontrol ettikten sonra kendilerini gözleyen babasına herşeyin yolunda olduğunu işaret etti. “Belki de cesaretini senin için daha doğru olan yerlerde kullanmalısın ya da... Daha az tehlikeli.” Genç kız, Celil’in kalkması için uzattığı eline bir kez vurduktan sonra toprak zeminden destek alarak ayaklandı. Babası ve amcasının avcılık konusundaki hevesi yüreğindeki özgür duyguları cezbediyor, her seferinde peşlerine takılacak bir fırsat buluyordu. Lakin yüreğindeki cesaret kadar dirayeti olmayan bedeni dört beş kiloluk demir yığınını zapt etmek konusunda yetersiz kalıyordu. Toprak zemine kapaklanan tüfeği kavrayan Celil, sızıdan yüzünü buruşturan Hanne'nin yamacına kadar geldi. Hevesinin kırıldığını süzülen bakışlarından görebiliyordu. “Tüfeğin bu kısmını bedenine yerleşmesi gereken bir yapboz parçası gibi düşün,” dedikten sonra doğrulttuğu tüfeğin dipçiğini genç kızın omzuna dayadı. Yanakları ve omzuna yapışan tüfeği sol eliyle kavrayan Hanne'yi onaylayarak sol bacağını öne almasını istedi. Karşısındaki kızın gözlerinde düşeceğini bile bile yürümekten vazgeçmeyen bir bebeğin kararlığını görmek zaman zaman endişelendiriyordu. “İşte böyle!” demesiyle de genç kızın elindeki emniyeti kapanmış tüfeği alıverdi. “Bugünlük bu kadar yeter, omzun bu gece yeterince ağrıyacak.” Mızmızlanan genç kız son bir kez daha denemek istese de Celil’in tahammülsüz tavrı karşısında pes etmek zorunda kaldı. Omzunu hafiften sıvazlayıp Celil’in arkasından koşar adım ilerledi. Zira organize edilen düzeni sağlamak için babalarının açtığı arayı kapatmaları gerekiyordu. Kayalıkların sert yamaçlarındaki patika yoldan temkinli bir şekilde ilerlerken yakınlardan duyulan birkaç el mermi sesiyle adımlarını hızlandırdılar. Tan yeri ağarmasıyla yola koyulan Mehmet ve kardeşi Kadir köylerini çepeçevre saran dağlarda avcılık yapıyordu. Civar tepelerin kapak kaldırılmamış köşelerinde izlerini bırakan avcılar aynı zamanda köylülerin bağ ve bahçelerini talan eden vahşi hayvanların da bir nebze ayaklarını kesiyordu. “Mekecik Mevkii” denilen bu tepe köyün girişindeki tarlaların bitişiğinde bulunuyordu. Hanne'den daha büyük adımlarla ilerleyen Celil, babası ve amcasının bir domuz leşinin başında dikildiklerini görünce Hanne'ye işaret etti. “Neye niyet, neye kısmet.” diyen Kadir, oğlu Celil’e hayvanın iri cüssesinden bahsederken Hanne babasının yanına gelip dizlerinden birini kırdıktan sonra hareketsizce yatan hayvana doğru eğildi. Sevimsiz kafasının ucundaki biçimsiz burnunu incelerken dudaklarını büzüverdi. Hayvanlara olan düşkünlüğünü sorgulatacak bir deneyimdi bu. O esnada hayvanın burnundan yükselen hırıltılı nefesi çepeçevre sarmış kalın kılları raks ettirince bir anda irkilerek geriye düşüverdi. Kendisiyle alay eden Celil’e yüzünü buruştururken dudaklarının kenarı kıvrıldı. Babasının merhametine sığınıp evden çıkabilme fırsatı onun için hatırı sayılır bir nimetti. Günlerdir hislerini kontrol eden şer fısıltılarını duymaz olmuştu. “Sürünün en ihtiyarı olsa gerek. Bu vurgun onları en fazla birkaç gün oyalar. Sayıları oldukça fazla, köylüyü uyarsak iyi olur.” Abisini onaylayan Kadir, tarla yolundan bulundukları yere doğru yaklaşan motor sesiyle bakışlarını geriye çevirdi. Olası bir şikayet sebebiyle kendilerini kontrole gelen bir güvenlik ekibi olduğunu düşünmeden edememişti. Zira bulundukları belde tarihi mekanlarından ötürü sıkı takip altındaydı. Abisi Mehmet’in ahvalindeki sakinliğin altına sığınarak gelenlere dikkat kesildi. “Hikmet değil mi o?” Mehmet, kardeşinin gözlerindeki hoşnutsuzluğa karşı sessiz kaldı. Hikmet Demirhan, Türkay ailesinin yolda görse yolunu değiştirecek kadar yaka silktiği bir kapının evladıydı. Mehmet ile aralarındaki vefa borcu bu nefret ağının dışında filizlenmiş ve bu güne kadar da koca bir çınar olma yolunda ilerliyordu. Kadir ise abisinin gösterdiği müsamaha karşısında yüreğinden solumayı tercih etti. En azından şimdilik fevri davranarak tepkileri üzerine çekmeyecekti. Abisine rağmen aile sınırlarının ihlalinin nelere bedel olabilececiğini tahmin edebiliyordu. Her türlü alışverişten kaçınmak şöyle dursun günahını dahi vermeyen katı geleneğin değirmen taşı, bu toprakların havasını soluyup suyunu içen insanların kinleriyle kalaylanıyordu. Günün en bunaltıcı sıcağı kaya parçalarını kızdırırken gözlerini kamaştıran güneş ışığını eliyle perdeleyen Hanne, arazi aracından inenlere dikkat kesildi. Gördükleri zihninin köşelerinde defaatle yankılanmış, titreyen kalbi katran kaynayan bir kazanın içine düşüvermişti. Kalbine rağmen soğuyuveren bedenini dibinde bulunan Celil’in arkasına saklarken bu durumun sebebini sorgulamayan iki kişi vardı. Hanne'nin ruhuna kaçacak delik arattıran bu karşılaşma Yusuf için şaşkınlık, Emir için ise öfke ve nefret soluyordu. Genç kız, Emir’in çenesindeki bandajı göz ucuyla inceleyip bu vahim durumun eziyeti içinde kafasını yeniden toprak zemine gömdü. Ansızın ruhundan firar eden bu canavarca hislerin sahibini aynada görse tanımazdı. Genç kız birkaç adım ötesinde duran adamların birbirleriyle tokalaşmaları arasında dünyaya ait olmayan soğuk bir kefen gibi dikilmeye devam etti. “Rast gele! Seninle aynı hedefte yarışmayalı ne kadar oldu tertibim?” Arkadaşı Hikmet’e bıyık altından gülümseyen Mehmet, ellerini bel hizasına getirerek yanıtladı. “Olmuştur epey, senin ufaklık şu kadardı. Büyüttüklerimizi görmesek ihtiyarladığımız aklımıza gelmeyecek.” diyen Mehmet, dostunun sol yanındaki delikanlıyı süzdü. Hikmet ise yamacındaki oğlunu göz ucuyla süzerek bakışlarını kaldırdı. “İki yokuş tırmansalar yamacı ağlayarak iner bunlar.” Babası ve isminin Hikmet olduğunu öğrendiği adamın samimi tavırlarına rağmen biraz daha geride kalan Hanne, amcasının kamuflaj yeleğinin eteklerine tutunuyordu. Celil dahi Hikmet’in yanındaki gençler ile sıkı bir muhabbete girivermişti. Bakışlarını bir an bile o yöne çeviremezken onların kendisini sinsi bir baykuş gibi izlediklerine emindi. Yaşadıklarını unutabilmesi mümkün değilken aynı simaları karşısında görmek korkularını tazeliyordu. Bir ara Mehmet, geldiklerinden beri gözüne takılan detayı sormadan edemedi. Yusuf’un yanı başında duran genç adamın babası Kemal’den haz etmese de çocuğun çenesindeki bandaj oldukça merak uyandırıcıydı. Mehmet’in malum genci sorguladığı esnada Yusuf ve Emir’e yol veren Hikmet, durgunlaşan çehresini kırlaşan saçlarını rağmen hala diri görünümlü olan dostuna dikti. Celil, Yusuf ve Emir ile birlikte araziye doğru yönlenirken Hanne, babasının yamacından ayrılmıyordu. Mehmet’in dibine kadar sokulan Hikmet, sesini kısarak sitemli kesenin bağını çözüverdi. “Birisi çenesini güzel dağıtmış. Klavuzu karga olanın burnu b**tan kurtulmuyor işte. Bizim gavat biraz insan içine karışsın, itten kopuktan uzak dursun diye yanımda getirdim ama görüyorsun, it iti dakikada buluyor.” Düşünceli bakışlarını uzaktaki gençlere çeviren Mehmet, “Bir ara karanlık işlerinden sebep içeri girdiği söylentileri dolanıyordu.” diyerek olayın doğruluğunu sorguladı. Başını kaldırıveren Hikmet, bu rahatsız edici sohbetin yörüngesini değiştirmek peşindeydi. Zira akıbetinin ziyan olmasından endişe ettiği tek bir evladı vardı. “Epey’dir Katar’daydı. Babasının günahını çekiyor işte.” Bir hafta önce... Genç kızın çenesini kavrayan iri parmaklar kusursuz bir kalemden çıkmış çehresini paramparça etmek adına yeltenmişti. Gözü dönen Emir’in körüklenen öfkesi, yerinden doğrultamadığı vicdanını yerin en dibine göndermişti bile. Sızıdan kaskatı kesilen çenesine rağmen köpüren dudakları kötülük fısıldıyordu. Beyaza çalan benzi öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Hanne'nin tahammülü olmayan parmaklar arasına sıkışan narin boynu hareket etmekte güçlük çekiyordu. Parmaklarını çenesine uzanan ellere geçirse de takatinin yetmediği ortadaydı. Üzerine çullanan adamın pis nefesini solumak miğdesini alt üst etmişti bile. İşine yarayabilecek bir şeyler aramak adına ellerini toprak zemine götürdü. Tırnaklarıyla kazıdığı sertleşmiş toprak dahi kendini bir nebze de koruyabilecek bir savunma aracı olabilirdi. Tehlike çanlarını göğsünde hisseden Derman ise yalvarmaktan başka bir şeye cesaret edemeyen Melike’ye rağmen bu kargaşaya son vermek adına Emir’in omuzlarından asıldı. Bunu fırsat bilen Hanne, yerden kazıdığı toprakları olanca gücüyle Emir’in yüzüne fırlatırken onun bir hışımla bakışlarını kaçırdığını fark eder etmez bedenini doğrultarak ayaklanabildi. Geri geri tökezleyerek gittiği esnada bel hizasında keskin bir frenle duruveren aracın kaportasına dayanma ihtiyacı hissetti. Zira soluduğu hava kısa bir süreliğine de olsa başkalarının parmakları arasına tutsak edilmişti.
Araçtan inen kişi önce aracına yaslanıp hırıltılı bir şekilde soluyan kızın yanına yaklaşırken ona doğru atılan Emir’in belinden kavrayarak uzaklaştırdı. Göz ucuyla baktığı kızın tanıdık çehresi olanları daha da merak etmesine sebep olmuştu. O esnada kendisine hiddetle seslenen Cengiz’e yöneldi. “Hastaneye gitmemiz gerek Yusuf, hemen!” Emir’in şişen sol yanağını işaret eden Cengiz, bir yandan da geride kalan Hanne'ye kötü bakışlarıyla veda etmeyi unutmadı. Bu gece tüm taşlar yeniden dağılmak üzere alabora olmuştu. Yusuf, aracın farlarını yakıp geri vitese takacağı esnada Hanne'nin hala çaresizce titrediğini görebiliyordu. Nasıl bir sebep safkan bir kızı böyle bir vahşetle yeniden karşısına çıkarabilmişti? Belki de aklı kendisini o kızın saf olabileceğine inandırmıştı. Rotasının şaşmasına en büyük sebep zihnini allak bullak eden cazibesiydi. Sağ tarafında inleyen genç adama silik bakışlarını değdirdiğinde genç kız için endişelenecek daha kötü bir sebebin doğduğuna inanıyordu. Olayın şokundan henüz kurtulamayan Hanne, hızlıca bu kör sokaktan ayrılırken omzundan tutulup çekilmesiyle donuk çehresini geriye çevirdi. Hayatında böylesi çaresiz bir duruma düşürülüp yüzüstü bırakıldığını anımsamıyordu. Korkusu tüm zerrelerinde hakimiyetini korusa da göz göze geldiği kuzenine karşı nasıl bir tavır sergileyeceğini biliyordu. Böylesi bir tarafçılığın sebebinin basit bir bağımlılık olmaması en büyük temennisiydi. “Kimseye bahsetmeyeceksin, değil mi?” Melike’nin iddialı ses tonu elinde tuttuğu kozun asasına tutunan bir parça umuttu. Hanne'nin sessiz kalışı yetmez gibi yeniden eve doğru yönelmesiyle bu sefer adımlarını hızlandırıp önüne geçti. “Şikayet ederlerse neler olabileceğini tahmin edebiliyor musun? Herşeyin sorumlusu sensin! Ne demeye bizi takip ediyordun, söylesene!” Melike’nin ardı ardına sıraladığı suçlamalar şüphesiz Hanne'yi yok yerinden vurmaktı. Genç kızın gözlerindeki korkak ve endişeli çocuğu görebilmek zor olmasa da onun bu duygularını lehine kullanması gerekiyordu. Derman, Hanne'nin yamacına kadar gelip titreyen koluna girmek için atıldığında kolunu silkeleyen Hanne, bir an duraksayıverdi. “Biliyor musun, sorun değil,” Boğazında hissettiği kekremsi tatla yutkundu. “Kıymetiniz olsaydı belki de çok üzülürdüm ama kendime değil.” İkisinin yanından hızlıca uzaklaşan genç kız için bir sokak ötesi hiç ulaşamayacağı karmaşık bir labirente dönüşmüştü. Annesinin sıcacık kanatlarını, sırtını dayadığı babasının merhametine sarılmak istiyordu. Avluya girdiğinde kendisini karşılayan Celil’in seslenişi bile kulağında çınlayan vahşetin sesini örtememişti. “Hanne!” ... “Hanne!" Gerdanına uzanan ellerini yere indiriveren genç kız, yanına kadar yaklaşan Celil’in anlamsız bakışlarına tepkisiz kaldı. Babası ve amcası yanından epey uzaklaşmış, kendisi ise ne kadar süredir öylece dikildiğini bilmiyordu. Her şeyin yolunda olup olmadığını soran Celil’i geçiştiren kızın asıl endişesi ileride bulunan kamyonetin kapılarına dayanmış bir vaziyette konuşan kişilerdi. “Hevesinin kursağında kalmasını istemem. Birkaç el atış yapmaya ne dersin?” Kalp atışı hızlanan genç kız, bu yersiz eğlencenin tehlikesini boğazında hissediyordu. Aklına üşüşen binbir türlü senaryo intikam şerbetini yudumlamak isteyen bir çift göz için yeterliydi. Zira o geceden beri ne bir tehdit ne de bir şikayet raporuna rast gelmişti. Böylesi bir sükunet o gecenin namını yere düşürecek kadar düşündürücüydü. “Ne gerek var,” deyiveren genç kız sadece kendisi için değil abisi bildiği genç adam için de endişeleniyordu. “Eve gitsek iyi olurdu. Bugünkü hakkımı yeterince kullandım sanırım.” Hanne'nin boğazına kaçmış sesiyle ürkek bakışlarını gençlerden ayırmaması Celil’in dikkatinden kaçmadı. Teklifinin şen şakrak kabul edileceği beklentisi kendisini yanıltmıştı. “Yabancı değiller, sadece biraz eğleneceğiz. Bu sefer refakatçin ben olacağım, merak etme!” “Öyleyse sen eğlen, ben beklerim seni.” Israrla başını sallamaktan geri durmayan Hanne, yakınlarda bulunan kayanın üzerine oturup sırtını tepeye verdi. Celil, genç kızın omzunun soğudukça sızı verdiğini düşünüyordu. Yusuf ve Emir’in yanına yaklaşarak ilk tur için hazırlanan boş şişeleri yüksekçe bir kayanın üzerine dizdi. “Sahalarda boy göstermek varken bizi bu cam parçalarıyla uğraştırıyorsunuz beyler!” diyen Celil’in ilk vuruşu hedefi ıskalamıştı. “Isınma turu diyelim.” Elindeki fişeği tüfeğin yatağına yerleştiren Yusuf, düşünceli bakışlarını hedefe yöneltti. Tok bir sesle patlayan tüfeğin hedeflik atışı cam şişeleri tuzbuz edivermişti. Celil’in kolunu dürten Emir, Yusuf’u işaret ederek alay edercesine söylendi. “Aklınca kendisine çocuk muamelesi yapan pederine bozuk atıyor.” Çocuklukları aynı köyün çakıllı sahalarında geçmiş gençler, yeniden bir arada olmanın keyfi içindeydi. Kısa gülüşmelerin ardından atış çizgisinin ardına geçen Emir, az ileride bulunan genç kıza sinsi bakışlarını göndererek elindeki tüfeği hedefe doğrulttu. Bu anın keyfini kaçıran tek şey çenesindeki bandaja sebep olan o geceydi. Emir’in bu hareketiyle huzursuzlanan Yusuf, genç kıza kaçamak bakışlar atmaktan geri kalmıyordu. Kokuyu takip eden itler kadar hırçınlaşan Emir’in bu işin peşini bırakmayacağını bildiği için geldiğinden beri onun her hareketini dikkatle inceliyordu. Yine de Hanne'nin burada olması planlarının dışında bir beklentiydi. Merhabalaşmayı çok görmediği bir genç olan Celil’in yanıbaşından ayırmadığı bu kızın sıradan bir doğa düşkünlüğü sebebiyle burada olmadığını tahmin edebiliyordu. Üstelik onu gördüğü ilk gün genç kızın Celil’den kaçtığını görmesi de suyun bulanık kısmıydı. İkisi arasındaki ilişkinin boyutunu düşünürken cebindeki kemer tokasıyla oynadığını yeni fark edebilmişti. Birkaç tur sonrası bunaldığını hisseden genç kız, Celil’e kolundaki saati işaret etti. Nitekim Emir’in elindeki tüfeğin hareketlerini izlemekten gözleri başka bir açıya yönelemez olmuştu. Günlerce beyninde koca bir yarasa mezarlığına dönüşen evhamları kovmak için niyetlendiği gün ışığı kabusu oluvermişti. Bu kadarına bile tahammül etmesi cesaretinin boyutunu gözler önüne seriyordu. “Sanırım bu oyuncaklardan pek hoşlanmıyor,” Dudaklarını oldukça temkinli bir şekilde aralayan Emir, kavradığı silahı sıvazlayarak devam etti. “Bana kalırsa herkesin bu merete hakim olabilmeyi öğrenmesi şart.” Emir’in sözlerinin tahtında yatan sorgulama oltaya gelmeyi bekleyen balık için cezbedici bir yemdi. Oltaya gelmekte acele eden Celil, kaşlarını kaldırdı. “Tam tersi. Bugün yeterince deneme yaptı. Makine biraz hantal geliyor, zapt edemiyor.” Yusuf’un elindeki daha üst model tüfeği kavrayan Celil, kullanışlı makinanın cazibesine kapılarak gülümsedi. Yusuf’tan müsade alır almaz ise Hanne'yi samimi bir baş hareketiyle yanına çağırdı. Celil’in yersiz ısrarlarına sitem ederek ayaklarını sürüyen genç kız, tedirgin bakışlarını Celil’den ayırmıyordu. “Denemezsen pişman olursun.” Siyah namlulu tüfeği genç kızın eline hevesle tutuşturuveren Celil, göz kapaklarını güven verircesine aşağı indirdi. Genç adamın babacan tavrına karşı dudakları kıvrılan genç kız, uzunca bir nefes verirken Yusuf’un dudaklarında bir gülümseme peydah oldu. Manasızca verdiği bu tepkinin ne sebeple yüzüne yapıştığını da kestiremiyordu. Tüm bakışların tek bir hedefe nazar ettiği anlarda cesaretini toplayan Hanne,, “Son kez!” diyerek kararlığını belli ederek Celil’in talimatlarını uyguladı. Kamyonetin arkasında eğlenen Emir, kısa süre sonra şişirilmiş beyaz balonu hedefe koyarken Yusuf, dikkatle genç kızı süzüyordu. Tutuşu iyi olsa dahi onun böyle bir baskı altında başarabileceğini düşünmüyordu. Saniyeler içinde patlayan tüfek sonrası gözlerini aralayan genç kız bir kez daha hazince dudaklarını büzdü. Hedefinden sapan saçmalar dört bir yana dağılırken Celil’in cebinden yükselen telefon sesi hüsran olan atışın mağlubiyetini perdelemişti. Genç kızın keyfini kaçıran başarısız hamle Emir’in dudaklarının kenarının kıvrılmasına sebep oldu. Telefonu kapatır kapatmaz ceplerini yoklayan Celil, avuçladığı anahtarları Hanne'ye fırlattı. Belindeki fişeklerle dolu olan kemeri işaret ederek yamaca doğru ilerledi. “Bunları götürmem gerekiyor. Sen arabaya geç, hemen geleceğim!”. Mesafenin yakın olmasına güvenen Celil, koşar adım çalıların arasından ilerleyivermişti. Celil’in ani hareketliliği genç kızı korkularıyla bir başına bırakırken ağzını açıp tek kelime edecek vakitten bile mahrum kalmıştı. Dilinin ucuna kadar gelen kelimeler arapsaçına dönüşüp dudaklarına kilit vuruvermişti. Elindekini bir an evvel sahibine uzatıp kaçma derdine düşen Hanne, genç adamın seslenişiyle duraksadı. Tüfeği yeniden genç kızın ellerinin arasına bırakan Yusuf, doğrultması için işaret etti. Yaptığı şey aptallıktan ibaret olsa da kendisinden evvel davranacak olan Emir’in hamlesini çürütmek istiyordu. En azından bu seferlik... “Gerek yok!” Genç kız adımlarını geriye çevireceği esnada önüne geçen genç adam bir kez daha emredercesine seslendi. “Kal-dır dedim!” Hanne'nin irkilen bedeni bir adım geriye kaçarken avuçlarının arasına tutuşturulan tüfeği kavradı. İstemsiz olarak nemlenen gözleri umut içinde Celil’in gittiği patika yolu gözlüyordu. Bir anda nefes hizasında biten Yusuf’un bedeni kendisini çepeçevre sararken bu emrivaki yaklaşıma karşı bacaklarının kaskatı kesildiğini hissetti. Bu sefer hedefin neresinde olduğu muammaydı. Tek dertlerinin eğlenceden ibaret olduğunu onaylayan aklı uçurumun kenarına itilmişti. Genç kız mahzunlaşan çehresini soluna doğru kaldırır kaldırmaz omzuna yerleşen tüfeği sabitlemekle uğraşan keskin bakışlar ile karşılaştı. Emir ve Cengiz’e nazaran bakışlarındaki soğukluk ne nefret ne de kötülük saçıyordu. Onun iyi biri olabileceğine dair tek kanıtı aynanın ötesindeki ruhun sızıntılarıydı. Adlandıramadığı hisler kırk yıllık çeyizlerini sergiler gibi gün yüzüne çıkıyordu. Gönlünden firar eden sonbahar yaprakları ruhunun her bir yanını uyandırırken meraklı bakışlarını biraz daha aşağı düşürdü. Genç adamın birbirine bastırdığı dudaklarını saklayan bıyıklarının kirli sakalıyla olan uyumu şükredilecek kadar kusursuz çizilmişti. Hissettiği şeyler ne düne ne de bugüne aitti. Tanıştığı manzara yarınlarından kopup gelen ay ışığı kadar parlaktı. Nedenini ya da niyesini sorgulayamayacak kadar sisli bir perde çekilmişti gözlerine. Onu ilk gördüğünde asma kilidinden kurtulan gönülhanesi, şimdilerde evi kadar sıcak bir mabette demleniyordu. “Bana değil, hedefe odaklan!” Yusuf’un öfkeli çıkışıyla bakışlarını çeviriveren genç kız, kıskaç altına alınan duygularına sahip çıkamıyordu. Kızaran yanaklarına dayanan demir parçasının serinliğiyle bir parça kendine gelirken parmaklarını tetiğe getirdi. Yamacından ayrılan genç adam Hanne'nin görüş açısına geçerek elini kaldırdı. “Iskalamak istemiyorsan sadece gözlerinle değil aklını da hedefe yöneltmen gerekir. O şey her neyse düşünme, sadece oraya bak!” demesiyle beyaz balonu işaret etti. Nefesini kontrol eden genç kız hislerine yön veren bir yabancının söylediklerini yapmaya çalışsa da gözleri Emir’i bulur bulmaz elindeki silahı omzundan indirdi. Parçası edildiği bu oyun çocukluğundaki kadar güven vermiyordu. O esnada dibinde biten genç adam tüfeği yeniden omzuna yerleştirip tüfeği dengeleyen sol elini ateş parçası parmaklarıyla kavradı. Huzursuzlanan genç kız hiddetle kendini silkeleyiverdi. Yeltendiği bu hareket kendisi ve korumaya çalıştığı kulluğu için hudut ötesi bir hareketti. “Çek şu elini!” “Sadece karşıya bak! Yaşamak için öldürmelisin, öyle düşün!” Genç kızın sert duruşuna rağmen sakinliğinden ödün vermeyen genç adam ikna edercesine göz kırptı. Genç adamın söylediklerini defalarca kez beyninde tekrar eden genç kız, elinin üzerindeki baskıya rağmen hedefine yöneldi. Bu safsatadan tamamen kurtulacağını bilse tereddüt etmeden ateşlerdi. Hafif bir esintiyle sağa sola yalpalanan balon iki gencin birbirine kenetlenen kaderinin rengini tanışıyordu. Ateşlenen tüfek sonrası havaya yükselen ince duman aynı kadere koşan iki gencin kalplerini aynı hedefte birleştirecekti. Genç kızdan aralaşan Yusuf, gördükleri karşısında afalladı. Beyaz balondan fışkıran kan ile beraber etrafa saçılan et parçaları genç kızın irkilerek geriye çekilmesine sebep oldu. Patlayan balonun altındaki farenin parçalanmış cesediyle karşılaşan Yusuf, yumruğunu sıkarak bakışlarını Emir’e çevirdi. O esnada ikisine de alkış tutan Emir, sırıtarak Hanne'ye yaklaşıyordu. “Bir cana kıymanın bedeli çok ağır olmalı, öyle değil mi Hanne Hanım?” “Bilerek yaptınız!” diyerek hiddetlenen genç kız, üzerine yönelen Emir’e doğru avuçlarındaki tüfeği yeniden doğrultuverdi. Enkaz altında sıkışan cesareti bedenini korumaktan geri durmuyordu. Emir’i uzaklaştırmak adına yeltenen Yusuf, genç kızın namluyu kendisine çevirmesiyle eller yukarı pozisyon aldı. “Sakın, yanlış bir hareket yapma!” “Adımını atana acımam!” diyerek ikazda bulunan genç kızın aniden nemlenen gözleri gizlemekte aciz kaldığı korkusuydu. Üzerinde dolaşan kara bulutlar gün yüzü göstermemeye yeminliydi. Kötü bir yola uğramış da tüm kehanetleri üzerine çekmiş gibi hissediyordu. Peltelenen sesiyle genç kıza boyun büken Yusuf, onun gözlerindeki cesareti apaçık görebiliyordu. Korku nefesini ele geçirmiş de olsa kurtlar sofrasından sağ çıkabilecek kadar yeterli bir cesaretti bu. “Elindekini sakince bana verirsen buradan gideceğiz, anlaştık mı?” “Sana güvenebileceğimi düşündürecek kadar ne olmuş olabilir? Herkes görene dek indirmeyeceğim!” Kasılan çenesini Emir’in tepkisiz çehresine diken Yusuf, ağzının içinden gönderdiği küfür sonrası havada kalan parmaklarını sıktı. Belki de arkadaşına güvenip bu hudutsuz topraklara gelmekle en büyük hatayı etmişti. Genç kızın sözlerine karşı ses tonunu yükseltti. “Nelere sebep olacağını düşündün mü peki? Aptal olma, indir o elindekini!” Göz ucuyla çevresini yoklayan genç kız, “O gitsin!” deyiverdi Emir’i işaret ederek. Emir genç kızın üzerine yeniden bir atım atacakken Yusuf’un sert bakışlarıyla duraksadı. Bu hareketle bir adım daha geriye kaçan Hanne, Yusuf’un gizliden gizliye söylediği birkaç söz sonrası Emir’in uzaklaşarak kamyonete binmesini bekledi. Yüreği bir nebze olsun ferahlamıştı. Genç kızın karşısına geçen Yusuf, temkinli adımlarla tüfeğe uzanırken bakışlarını ela gözlerinde yoğunlaştırdı. Hissediyordu. Karanlığının karşısındaki toprak yeşiline hükmedecek kadar yeterli bir sebebi vardı. Bu durumdan bir an evvel kurtulmak isteyen genç kız parmaklarını gevşeterek geriye adımladı. Lakin Yusuf’un yana düşen tüfeği tek hamlade kendine çekmesiyle bedenini sınırsız bir yakınlığın dibinde buldu. Onun tenine hükmeden parfüm kokusunun nikotin kokusuna galip geldiğini hissedecek kadar yakınlaşmıştı. Güzel olup olmadığı değildi genç kızın sinesini taşıran. İkisi de ruhlarına yabancı gelen bu tütsünün serzenişindeydi. “Bir daha,” dedi genç adam, nefesindeki duraksamadan habersizce. Ona hitap ederken nefesinden vurulmuş gibi hissetmesinin hiçbir açıklaması olamazdı. “Görüşmemek dileğiyle!" Yan bir şekilde kavradığı tüfekle genç kızı itiveren genç adam, tepenin yamacından görünen gölgeyle geriye çekildi. Celil’in ayak sesleriyle arkasını dönen genç kız onun tedirgin bakışlarını rahatlatacak bir çözüm arıyordu. Yusuf, uzaktan Celil’e el işaretiyle veda edip araca binerken Hanne, titreyen bakışlarını üst üste konmuş taşlara dikti. Yüzü ölüm soğukluğuna bürünürken yanaklarının allığı kendini gösterecek kadar aşikardı. “Fa-re, öldü.” Gözlerini kan bulaşmış taşlara diken Celil, tahminlerinin doğru olmamasını arzular gibi Esma’nın bakışlarını kontrol etti. Geride bıraktıkları ile gördükleri kuzey ve güney gibi zıt köşelere sinmişti. “Dayanamayıp sataştın, değil mi?” Zira oldukça keyifli bir halde bıraktığı adamların böylesi bir soğuklukla araziyi terk etmesine sebep bulamıyordu. Celil’i yanıtsız bırakan genç kız araca yönelirken ruhunda kara bir is gibi dolaşan sancılı nefesini dışarı verdi. Kendisini bir başına bırakan kuzenine olan kırgınlığını örtbas edemiyordu. Bunun bir ilk olmadığı gibi son da olmayacağı baş ağrısına neden olacak kadar ileri gitmişti. “Bunun bedelini ödeyeceksin, er ya da geç ödeteceğim.” diyerek söylenen Emir ise gazı kökleyen Yusuf’un hışmına uğradı. “Bu iş çok fazla uzamadı mı sence de,” diyerek köpüren Yusuf ani bir fren sonrası Emir’in yakasına yapıştı. “Her neyse yaşandı ve bitti. **tan bir sebeple düşman kazanmaya gerek yok!" Yakasını silkeleyen Emir, Yusuf’un geri çekilmesiyle yönünü cam tarafa çevirdi. Kasılan çenesi, zifiri karanlık gözlerinde yatan öfkenin kölesi olmuştu. Dudaklarında peydah olan bir gülümsemeyle cama yansıyan silüete sinsi bir bakış attı. “Rotamız çoktan değişti dostum. Rüzgar yolunu aldı bile.." ... Yolculuk boyunca Hanne'nin sükunetini izleyen Celil, çiftliğin sur kapılarını aratmayacak girişinde aracın frenine dokundu. Tek bir kelam etmeden araçtan inen genç kız, doğruca avludan içeri girdiğinde sırtındaki çuvalları ahıra götüren birkaç işçi dışında kimseyi görememişti. O sırada amcasının altı ambar olan evinin üst katındaki pencere aralanıverdi. O olayın ardından Derman ve Melike ile bağlarını tamamen koparması olası bir sataşmaya zemin hazırlayabilirdi. Buna fırsat vermemek için her zaman olduğu gibi kör ve sağır gibi aynı yolları adımlamak zorundaydı. Doğruca merdiven basamaklarından yukarı çıkıp demir kapıyı araladı. Gözleri annesini bulur bulmaz gülümseyerek yaklaştı. Tüm olanların sonunda sarılıp tüm dertlerinden uzak kalabileceği tek bir meskeni vardı. Arka bahçeye bakan pencerenin önünde arkası dönük bir halde oturan kadının omuzlarından sarılacağı esnada onun birden bire geri dönmesiyle duraksadı. Gözleri kan gölüne dönmüş, göz altları buruşuk bir torbayı andırıyordu. Hanne'nin gözlerine odaklanan kadın, bir kez daha oluk oluk yaş boşaltırken dudaklarını birbirine bastırdı. “Annem, ne ol...?” Sözlerini tamamlayamadan genç kızın yüzüne inen tokat başını yana düşürmüştü. Gözlerinin önünden geçen geçmişinin tek bir karesinde böylesi bir tepkiyle karşılaşmamıştı. Alevlenen yanağını tutarak başını kaldırırken sorgulayan bakışlarını annesine dikti. “Dedim ki kızım benim başımı asla öne eğdirmez!” “Ne yapmışım anne!” Annesinin yargısız infazına karşı hiddetlenen genç kız, yaşadıklarını unutturacak bir sarhoşluğa düşmüştü. Onun gözlerindeki yabancı kadının annesine ne yaptığını bilmek istiyordu. “Özgürlük dediğin şey başkalarıyla fingirdeşmek miydi?!” Kızını kollarından tutarak sarsan Asiye'nin yanaklarından aşağı boşalan yaşlar durmak bilmiyordu. Her adımında bebek gibi düşecek korkusuyla büyüttüğü kızının uçmayı öğrendiği ilk fırsatta tüylerini liğme liğme ettirecek bir belaya düşmesini hazmedemiyordu. “Kiminle ne yapmışım Allah aşkına?" Bir yandan dizlerine vurup bir yandan da kızına çıkışan Asiye'nin zihni olacakların endişesiyle kavruluyordu. “Dellendirme kız beni! Salak kafam, melek kızım okuyup kurtulacak diye sevinirken meğer kendi elimle ateşe gönderiyormuşum. Senin Çakırların torunu Emir’e yandığını en son ben mi öğrenecektim?” Göz kapakları aralanan , olduğu yere mıhlanıverdi. Kekeme olmuş sözleri dilinde düğüm olmuş, zihni karmakarışık bir döngüyle sarsılıyordu. Ansızın gelen bir kaza gibi, nereye koştuğunu bilmeden uçurumun dibine kadar gelip ölüme selam vermek gibi kalakalmıştı. Sol yanağındaki ateş bile canını bu kadar yakmamıştı. Son olmadığını biliyordu, peki son neredeydi? Hangi trenin boşta kalan son koltuğuna sığınabilirdi? Belki de onun nasibinde hayallerinin yüklendiği bir yolcuğun ardından su dökecek bir çırpınış yatıyordu. Gözünden düşen değil, gözünde titreyen can yakıyordu. “Hayır anne, emin ol bunu öğrenen en son kişi sen değilsin.”
Bölüm Sonu.
|
0% |