Yeni Üyelik
10.
Bölüm

BÖLÜM 10: Mektup

@hazelliekkn

Başımda dayanılmaz bir ağrıyla gözlerimi açtığımda midem de hala bulanıyordu. Başımı hafifçe oynatmamla Barlas'ın iri gövdesi yanımda bitti.

 

"Şükürler olsun Efnan. İyi misin?"

 

Zar zor kısık sesle mırıltı karışımı bir cevap verdim.

 

"Nerdeyiz?"

 

"Hastanedeyiz." Eh orasını anladım da buna rağmen neden sorduğumu bende bilmiyorum. Gereksiz sorularım olmazsa olmazımdır.

 

"Ne oldu bana?"

 

"Zehirlenmişsin. Şarabın tadında hiç mi bir değişiklik hissetmedin Efnan? İğrenmene rağmen neden içmeye devam ettin?"

 

Cevap vermeme müsaade etmeden lafına devam etti. Gerçi cevap verseydim de sana inadımdan içtim diyecek değildim her halde.

 

"Gerçi salaklık bende. Ne diye seninle inatlaşıyorsam! Keçisin keçi. Kussan da sıçsan da içecektin o şarabı." Bu sefer daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Haklıydı da. Ona inadımdan ne olursa olsun içerdim.

 

"Barlas sakin ol."

 

"Olamıyorum Efnan! Ya bir şey olsaydı? Ya seni tutmasaydım da merdivenlerden yuvarlansaydın? Anlamıyor musun bir yerlerini kırabilirdin. Daha da kötüsü belki de ölebilirdin." Abartıyor şu an. Gören de kör kütük aşık sanırdı.

 

"Barlas ölmedim ama biraz dinlenmeye ihtiyacım var ve sen böyle hızlı hızlı konuşmaya devam edersen kafamı çıkartıp bir kenara bırakacağım."

 

"Başın mı ağrıyor?" Evet uzun uzun kurduğum cümlenin özeti buydu. Neyse ki kocam benim dilimden anlıyordu.

 

"Evet. Hem de çok."

 

"Ağrı kesici serum taktılar. Birazdan etkisini gösterir." Başımı eğip sol elime baktığımda takılı serumu gördüm fakat orada görmemem gereken şey ise elimin altındaki Barlas'ın eliydi. Barlas nereye baktığımı anlamış olacak ki elini nazikçe geri çekti. Utandı mı o? Yok canım koskoca adam utanmamıştır herhalde.

 

"Nasıl zehirlendim? Yani bunu biri mi yaptı?" Bu soruyu o kadar rahat sormuştum ki sanki her gün birileri tarafından zehirleniyormuş gibi bir halim vardı. Bu olmasa da bir mafyanın kızı olarak başıma kötü şeyler gelmesine alışıktım. Bu camiada işler böyleydi. Kendisi için endişe duymayan birini ona zarar vermekle korkutamazsınız. Ancak kendinden çok değer verdiği bir kişiye zarar verirseniz bu onun sonunu bile getirebilir fakat eğer akıllıca davranmazsanız bu hamleniz sizin de sonunuzu getirebilir. Babamın canından çok sevdiği kızı ve karısı için tüm hayatını geride bırakması fakat buna rağmen hala Ölüm'ü arıyor olması gibi. Adım kadar emin olduğum bir şey varsa o da babamın Ölüm'ü bulduğu an acımasız bir katile dönüşeceği. Onun ölümü kolay olmayacak. Tabi eğer bulunursa.

 

"Yapan piç kimse onu bulup doğduğuna pişman edeceğim. Kıyımcılar'ın gelinine sataşmanın bedelini ağır ödeyecek." Karıma dememişti. Belki de umrunda olan sadece Kıyımcılar'ın itibarıydı. Ben değildim. Bir yandan öyleymiş gibi geliyor fakat bir yandan da bana bakarken endişeyle kavrulan gözleri beni yanıltıyordu. O fazlasıyla karışık bir adamdı.

 

Kapının tıklatılmasıyla Barlas'ın alev alev yanan gözleri biraz olsun dindi. Bakışları bana kaydı. Gelen kişiyi içeri alıp almamak konusunda onayımı istiyordu. Ziyaretçi kabul edebilecek durumda olup olmadığımı gözleriyle soruyor gibiydi. Hafifçe gülümseyip kafamı onaylar anlamda salladım. Tam da düşündüğüm gibi onayımı aldıktan sonra "Gel." diye seslendi. Böylesine ince düşünceli ve nazik bir adam nasıl sırf Derin'e inat olsun diye benimle evlenmiş olabilirdi? Bu hatayı, bu düşüncesizliği nasıl yapmıştı? Öyle ki bu düşünceli halleri bazen bana hiç hata yapmamış gibi hissettiriyordu. Bazen de sadece rol yaptığını ve düğün gecesinde olduğu kişinin gerçek kişiliği olduğunu düşünüyordum. Bu doğru, hala ona güvenmiyorum. Ne kadar istesem de bir daha düğün gecesi kirlettiği hayallerimi süsleyen o adamı eskisi gibi hayal edemiyorum.

 

İçeri giren Agah'ın elinde kocaman bir buket çiçek vardı. Ellerimle kendime destek olarak yatakta doğruldum ve sırtımı yatağın başlığına yasladım.

 

"Agah! Bunlar bana mı? Çok güzeller!" Bukette hiç gül yoktu. Rengarenk çiçeklerle süslenmiş harika bir buketti. Gül sevmediğimi bilen Barlas özellikle gül koydurtmamıştı. Sevinçle verdiğim tepkiye karşılık arkamda rahatladığını belli eden bir nefes verdiğini duydum. Agah buketi kucağıma bıraktı ve gülümsedi. Belki de ilk defa onu gülümserken görüyordum. Bu iri adam normalde oldukça ciddiydi. Hatta öyle ki onun bir robot olduğundan şüphe duyduğum bile olmuştu.

 

"Abi ben sana mutlu olur demiştim." dedi Barlas'a bakarak. Ardından "Geçmiş olsun Efnan Hanım." diye de ekledi.

 

"Teşekkür ederim." dedim büyük bir sevinçle kucağımdaki rengarenk çiçeklerin yapraklarını okşarken. Neşem yerine gelmişti. Bakışlarımı Barlas'a çevirdiğimde gözlerinde büyük bir hayranlıkla beni seyrettiğini gördüm. Benim kocaman gülümsememe bakarken onun da ağzı kulaklarındaydı. Ancak bunun farkında değildi. Gözleri gözlerimi bulduğunda sahte bir boğaz temizlemeyle ifadesini ciddileştirdi.

 

"Çiçek buketi almak Agah'ın fikriydi. Bende düşündüm ki, sen gülleri sevmiyorsun ama- yani diğer çiçekler hakkında bir şey söylemedin. Bende hoşuna gideceğini düşündüm." Cümlelerini bir araya getirmekte zorlanan bu hali hoşuma gitmişti. Bana çiçek almaları değil bunu düşünmüş olmaları çok hoşuma gitmişti. Tepkim konusunda emin olamayan Barlas bu yüzden Agah elindeki buketle içeri girdiğinde gerilmiş olmalıydı. Sevindiğimi gördüğünde rahatlamasının sebebi de buydu. O her kadının hayalindeki kişilikte bir adam gibi davranıyordu. Gerçekten öyle olup olmadığı konusunda emin olamasam da...

 

Saf saf sırıtırken bir kucağımdaki bukete bir de ona bakıyordum.

"Ben gerçekten çok mutlu oldum. Bunlar çok güzel. Onları koyacak bir vazo bulabilir miyiz? Hemen solmalarını istemiyorum."

 

Cebinden telefonunu çıkartıp bir şeyler yazdı ve tekrar cebine koydu. Sanırım birine mesaj atmıştı.

"Birazdan getirirler."

 

"Ne?"

 

"Vazoyu alıp birazdan getirirler. Sanırım bir salak onu arabada unutmuş." İmayla baktığı Agah başını eğdi. Dayanamayıp bir kahkaha patlattım. Çiçekler için bir vazo da alınmıştı fakat Agah onu arabada unutmuştu.

 

"Kusura bakmayın Efnan Hanım."

 

"Sorun değil." Ona rahatlatıcı bir gülümseme sundum. Kim bilir kaç saattir uykusuzdu. Gittiğimiz büyük davet Barlas'ın güvenlik şefi ve sağ kolu olan Agah'ı fazlasıyla yormuş olmalıydı. Bizim için bir sürü önlem aldığına ve biz davetteyken onun diken üstünde olduğuna emindim. Yine de zehirlenmemi engelleyememişti. Bu onun suçu değildi. Kim yaptıysa işini profesyonelce halletmiş olmalıydı.

 

"Efnan sana bir şey sormam lazım." Barlas'ın biraz tereddütlü çıkan sesi beni meraklandırdı.

 

"Sor tabi."

 

"Seni zehirleyen o piç olabilir mi? İsim taktığın o piç?"

 

"Ölüm mü?"

 

"Ona böyle deme! O kim de sana ölümü çağrıştırıyor? Söyle bana o yapmış olabilir mi?" İki yıldır kendimi korumak için çalışmalar yaparken hiç bir erkeğin beni korumasını isteyeceğim aklıma gelmemişti. Barlas'ın bu korumacı tavrı değerli hissettiriyordu.

 

"Sanmıyorum. Onun bu tür ufak oyunlarla işi olmaz. Eğer bir hamle yapacaksa bu büyük bir şey olur. Basit bir zehirlenmeyle yetineceğini sanmam."

 

"Sen buna basit mi diyorsun? Hastanede olduğumuzun farkında mısın?"

 

"Barlas bu ona göre fazlasıyla basit bir şey. Eğer o ölmemi isterse işini şansa bırakmaz. Bu konuda bir kez hata yaptı ve kurtuldum. Bu sefer bana zarar verecek olursa amacı direkt öldürmek olacak ve onun planı her neyse hataya yeri yok."

 

"Yaptığı en büyük hata sana zarar vermek ve emin ol Efnan ben onu bulmadan tekrar aynı şeye kalkışırsa bu onun son hatası olacak."

 

"Eğer onu bulursan ne yapacaksın?"

 

"O herif sana her ne yaşattıysa aynı şeylerin katbekatını yaşayacak."

 

Bu cümlesinden sonra bir soru gelir miydi? Beklediğim soru. Cevap vermeye hazır olmadığım o soru.

"Sana ne yaptı?" diye sorar mıydı. İki yıl boyunca aileme bile anlatamadığım şeyi sorar mıydı bana? Umarım bunu yapmazdı çünkü hala kendimi hazır hissetmiyordum. Gözlerine bakarken ona sormaması için yalvarır gibiydim. Bunu anlamış olacak ki bakışlarını kaçırdı.

 

"Abi bir isteğiniz yoksa ben çıkayım." dedi Agah aramızdaki gerilime son vermek istermiş gibi.

 

"Var mı bir isteğin?" Barlas kaçırdığı bakışlarını yine bana yöneltti.

 

"Hayır yok. Teşekkür ederim."

 

Kapı çalındı ve Barlas'ın "Gel!" diye seslenmesiyle başka bir koruma içeri girdi. Elinde kucağımdaki çiçeklere ait olan o vazoyu taşıyordu. Vazo da tıpkı çiçek buketi gibi kocamandı.

 

"Hah. Koçum ona su doldur." Adam Barlas'ın dediğini yapıp odama ait tuvalete girdi ve su dolu vazoyla çıktı.

 

"Bırak şöyle köşeye. Yengenin elindeki çiçekleri de al koy içine." Yengenin mi demişti o ? Elimdeki çiçekleri korumaya uzattım. O da vazoya özenle koydu. Dağ gibi adamların işi gücü benim çiçeklerim olmuştu.

 

"Başka bir isteğin var mı abi?"

 

"Yok koçum sen çıkabilirsin. Agah sende araştırmaya devam et hangi it karımı zehirlediyse bul getir bana."

 

"Tamamdır abi."

 

Bir kaç saniye sonra Barlas'la odada sadece ikimiz kalmıştık.

 

"Burada mı kalacaksın sen?"? diye sordum. Onunla aynı odada dururken rahat davranamazdım ki.

Tesadüfe bakın ki bahsettiğim adam benim kocam.

 

"Ne o? Sen başka bir refakatçi mi isterdin?"

 

"Seçme şansım var mı?" diye sordum sahte bir hevesle. Canım bu hastane odasında çok sıkılmıştı ve onunla biraz uğraşarak eğlenebilirdim.

Sorumla yüzü hemen ciddileşti. Üzüldüğünü belli etmemeye çalışıyordu. Neden üzülüyordü ki? Bu adamı anlamlandıramıyorum.

 

"Olsa kimi seçeceksin?"

 

"Bilmem." Elimi çeneme koydum. Parmaklarımda yanağıma ufak ufak dokunup düşünür gibi yaptım.

"Şöyle yakışıklı bir fransız erkeği fena olmazdı ha ? Ne dersin kanka?"

 

Anında omuzları gerildi, boynunu dikleştirdi. Kaşları çatılmıştı ve gözleri tekrar alev alev yanmaya başlamıştı.

 

"Türk erkeği neyine yetmiyor lan?" Lan mı? Öküz bu.

 

"Kimse sana bir hanımefendiye lan dememen gerektiğini öğretmedi mi?"

 

"Kimse sana kocanla yakışıklı erkekler hakkında konuşmaman gerektiğini öğretmedi mi?" Güzel bir noktaya değindin ama yemezler canım.

 

"Arkadaş olduğumuzu sen söylemedin mi?" Yok bu arkadaş lafını yedirteceğim ben ona. Yoksa içimde kalır.

 

"Ben vur dedim sen de öldürdün öyle mi? Hem arkadaş dediysem de erkekler hakkında konuşacağın kız arkadaşlarına benzemem ben." Güzel çeviriyor ama işe yaramaz.

 

"Burada erkekler hakkında konuşabileceğim bir kız arkadaşım olmadığına göre seninle de idare edebilirim. Hem ayrıca Anıl'la da hep konuşurum ben böyle konularda." Tabi ki hakkında konuştuğum tek erkek Barlas'tı. Ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.

Öfkeye bürünmüş ifadesini benden gizlemeye çalışırken öyle komik görünüyordu ki gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Eğer gülersen oyunu bozarsın Efnan. Azıcık daha dayan kızım.

 

"Anıl'la mı konuşursun? Erkekler hakkında mı?" Anlaşıldı. Anıl güzel bir dayak yiyecek. Yanlışlıkla onu da yakmış bulundum. Affet canım arkadaşım.

 

"Ne o? Kıskandın mı kocacığım?"

 

Yalandan boğazını temizleyip bakışlarını kaçırdı. Çok tatlı görünüyordu.

 

"Ne kıskanması? Yok öyle bir şey."

 

Daha fazla kendimi tutamayıp kıkırdadım. Gülüşümle hızlıca kafasını bana çevirdiğinde onunla uğraştığımı anlayarak az da olsa rahatlamıştı. Buna kızmakla sevinmek arasında karar vermeye çalışıyordu. Gerçekten de beni kıskanmıştı. Peki ya neden? İnsan neden sevmediği birini kıskanırdı?

 

"Sen benimle alay ediyorsun?" dedi onaylamak ister gibi.

 

"Yok canım ne alakası var." Suçlu bir çocuk gibi bakışlarımı kaçırıp ellerimle oynamaya başladım.

 

"Efnaaaann." Sesindeki uyarıyı sezmek zor değildi.

 

"Tamam tamam kızma. Çok sıkıldım burada napayım?"

 

"Uyumayı dene kanka." Kanka kelimesine baskı yaparak söylemişti. Aklı sıra bana laf sokuyor bebe. Koskoca adama da bebe demezsin!

 

"Ben üstümü değiştirip gelirim birazdan. Sen yat dinlen. Serumun da bitecek neredeyse hemşireyi çağırayım da değiştirsin."

 

Kafamı sallayarak onu onayladım ve odadan çıktı. Benim üstümde hastane kıyafetleri varken onun üstünde hala takım elbisesi vardı. Ben uyanmadan yanımdan ayrılmamıştı. Ayağa kalkıp serumun asılı olduğu direği de peşimden sürükleyerek lavaboya geçtim. Gördüğüm manzara beni şaşırtmıştı. Barlas kişisel bakım malzemelerini de düşünüp buraya dizmişti. Yepyeni açılmamış diş fırçaları, diş macunu, traş köpüğü, traş jileti, makyaj temizleme suyu, pamuk ve yüz yıkama jeli vardı. Duşa kabinin içinde ise şampuan ve duj jeli, hatta iki tane de lif duruyordu. Gören de uzun süre hastanede yatacağımı sanırdı. Alt tarafı bir gece kalırım diye tahmin ediyordum ve o bir gece için bu kadar hazırlık fazlaydı. Ama tam da ondan beklenen bir davranıştı. Fazla düzenli ve bakımlı bir adamdı.

 

Makyajımı bir güzel temizleyip dişlerimi fırçaladıktan sonra yatağa geçtim. Hemşire gelip serumumu değiştirmişti fakat Barlas hala gelmemişti. Onu beklerken gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu.

 

-♡- 

 

Bebekler gibi bir uyku geçirmiştim ve bu gece kabus görmemiştim. Şaşırtıcıydı. Her gece kabuslar görmeye o kadar alışıktım ki. Başımı doğrulttuğumda odada Barlas'ı göremedim. Öğlen saatlerindeydik. Çok fazla uyumuştum.

 

Ben ayılmaya çalışırken kapı çaldı.

Fazla uykudan çatallaşmış sesimle "Gel!" diye seslendim. İçeri tanımadığım bir hemşir girdi. Esmer bir adamdı ve maske takıyordu.

 

"Geçmiş olsun. Bu sizin." Elinde tuttuğu zarfı bana uzattı. Türkçe konuşuyordu ve bu hiç mantıklı değildi. Şaşkınlıkla zarfı aldığımda "Bu nedir?" diye sormamı umursamadan aceleci adımlarla odadan çıktığında şüphelenmeye başladım. Titremeye başlayan ellerimle zarfı açarken tahmin ettiğim şey olmaması için dua ettim.

 

"Geçmiş olsun Araf. Umarım seni zehirleyenin ben olduğumu düşünmüyorsundur. Şahsen bu denli basit bir hamleyi benim yapmayacağımı bilecek kadar beni tanıyorsun. Görünen o ki düşmanın bol. Seni uyarmıştım. Ben karşına çıkana kadar kendine dikkat et."

 

"Orospu çocuğu!" Kağıdı buruşturup yere fırlattığımda hala ellerim titriyordu. Gözyaşlarına boğuldum. Beni asla rahat bırakmayacaktı. Öldürene kadar kendini hatırlatmak için elinden geleni ardına koymayacaktı. Bir hışımla yataktan kalkıp kapıya yöneldim. Koridora çıkıp bağırmaya başladım.

 

"Nerdesin? Söyle orospu çocuğu nerdesin?" İnsanlar bir deliymişim gibi bana ürkek gözlerle bakıyordu.

 

"Bana hayatı zehir etmeye çalışıyorsun ama yemin olsun seni bir bulayım ben sana hayatı zehir edeceğim! Adam gibi çık karşıma! Maskeli adamların, sikten mektupların ardına saklanmak yerine adam gibi çık ve yüzleş benimle!" Gözyaşlarıma hakim olamıyordum. Her ne kadar engel olmaya çalışsam da sesim titriyordu. Koridorun başında Barlas belirdi. Beni deli gibi ağlarken gördüğünde koşarak hızlıca yanıma geldi.

 

"Efnan! Noldu neyin var?"

 

"Lütfen. Odaya geri dönmek istiyorum. Daha fazla onun karşısında ağlamak istemiyorum."

 

"Ne? Kimin? Neden ağlıyorsun?"

 

"Barlas. Lütfen?"

 

Daha fazla bir şey söylemeden kolunu bana sardı ve beni odaya geri götürdü. Kapıyı kapatmasıyla dizlerimin üstüne yığılmam bir oldu. Hıçkıra hıçkıra yarınım yokmuşçasına ağlıyordum. Çaresizdim. Eziktim. Kendime verdiğim sözü tutamamıştım. Ona yenilip bir kez daha karşısında gözyaşı dökmeyecektim. Güçlü duracaktım fakat yapamamıştım. O şu an bir yerlerde koltuğuna yayılmış viskisini yudumlarken kahkahalarla bana gülüyordu belki de. Ben ise bir hastane odasında yere yığılmış hıçkırarak ağlıyordum.

 

--------------

 

Merhabalar bölüm biraz gecikti öncelikle bunun için üzgünüm. Gittikçe okuyanların sayısı artıyor hikayeyi beğenmeniz beni çok mutlu etti. Her hafta duzenli olarak bir bölüm atmaya çalışacağım. İyi okumalar dilerim ♡

 

Loading...
0%