Yeni Üyelik
5.
Bölüm

BÖLÜM 5: Seviyorum. Seviyor Musun?

@hazelliekkn

Medya: Efnan'ın gelinliği

 

Bana bundan bir kaç yıl önce Barlas ile evleneceğimi söyleseler inanmazdım. Hatta bunu ona olan aşkımı ilan etmeden yapacağımı ve onun da benimle evlenmek isteyeceğini söyleseler götümle gülerdim. Ama şimdi üzerimde bembeyaz gelinliğimle düğün salonumuzun gelin odasında bir boy aynasının karşısında kendime bakıyordum. Bu gelinliği kendime öylesine yakıştırmıştım ki. Düşük kolluydu, omuzlarımı tamamen açıkta bırakıyordu ve kol kısımları tüldendi. Derin bir yırtmacı vardı. Onu mağazada ilk denediğim gün kararımı vermiştim. Beni kendine aşık etmişti.

Barlas benimle evlenmek istediğini söyledikten sonra ilk işimiz ikimizin de kararını ailelerimize aktarmaktı. Annemi bu evliliğe ikna etmek beni biraz uğraştırmıştı. Babam ve o başından beri bu evliliği desteklemiyorlardı. Çünkü bir Kıyımcı'yla evlenmek demek tekrardan yer altı dünyasına girmek demekti. Bu gerçek beni biraz korkutsa da şu anki durum iki yıl öncesinden farklıydı. Tahminimce bana tekrar zarar vermeye çalışacak olan o kişi babamla beraber Kıyımcıları ve dahilinde neredeyse tüm mafya camiasını karşısına almak zorundaydı. Bu masadaki tüm adamlar hala babamı onlardan biri olarak görüp saygıda kusur etmezdi. Aynı şekilde Kanun amcayı da karşılarına almaya cüret edemezlerdi. Aslında çok açık bir gerçek vardı ki babam aralarından ayrılmadan önce Kanun amcayla beraber tüm yer altı dünyasına hükmediyorlardı. Bir çok düşmanları oldu fakat hiç biri şu an hayatta değildi. Bir tek kişi dışında tabi. Benim Ölüm olarak tabir ettiğim o adam hala hayatta olan tek düşmanlarıydı. Eğer kim olduğu bilinseydi belki de ölmüş olurdu. Onu düşünerek mutluluğumu bozamazdım. Zamanı geldiğinde tekrar karşıma çıkacağını söylemişti. O zamana kadar dünyanın en mutlu kızı olmaya çalışacağım. Tıpkı şu anda olduğum gibi. Kararımızı açıklamamızın üstünden iki hafta geçmişti ve şu an düğün günümüzdeydik. Olabildiğinde hızlı organize edilmiş olmasına rağmen her şeyiyle iki aileye de yaraşır bir düğün olmuştu. Boğazın dibinde bir yalıda yapılan düğünümüze tüm yer altı dünyası katılmıştı. Şimdi herkes aşağıda müzik eşliğinde gelini ve damadı bekliyordu.

 

Arkamda açılan kapının sesini duydum ve omzumun üstünden baktığımda annemin odaya girdiğini gördüm.

 

"Efnan!" Aniden bağırdığında irkildim.

 

"Efendim?"

 

"Çok güzel olmuşsun!"

 

"Anne! Ödümü patlattın."

 

Keyifli bir kahkaha attı. Giydiği mavi abiye onun omuzlarından salınan sapsarı saçlarıyla çok uyumluydu. En az benim kadar gösterişli görünüyordu. Gelinin annesi olmanın hakkını veriyordu.

 

"Hazır mısın? Herkes aşağıda sizi bekliyor."

 

"Hazırım. Barlas'ı gördün mü?"

 

"Anıl'ı ona bakmaya yolladım. Siz ikiniz bir an önce odalarınızdan çıkıp beraber aşağıya gelseniz iyi olur. Ben babanın yanına iniyorum."

 

İki haftadır her şeye koşuşturup duran ve bu düğünün mükemmel olması için uğraşan annem haliyle biraz gergindi. Yine de neşesinden ve güleryüzlülüğünden ödün vermiyordu. Onu onaylayarak aşağı yolladım fakat çok geçmeden kapım tekrar çaldı. Hala tam olarak hazır olduğumdan emin değildim bu yüzden dışarı çıkamamıştım. Annem tekrar gelmiş olmalıydı.

 

"Gel." diye seslendikten sonra kapı açılırken "Birazdan ineceğim anne!" dedim bıkkın bir sesle. Arkamı döndüğümde gördüğüm kişi ise annem değil Seval'di.

 

"Efnan hanım?"

 

"Sen miydin Seval. Annem geldi sandım." Gözüm onun kucağındaki kocaman çicek buketine takıldı. Kızı neredeyse zar zor görüyordum. Gülümseyerek bana çiçek buketini gösterdi.

 

"Size gelmiş nereye koyayım? Üzerinde de bir not var."

 

Düğün günümde babamın çevresi nedeniyle bana buket yollayacak bir çok kişi vardı. Fakat notu okuyana kadar gönderen kişinin o olduğu aklımın ucundan dahi geçmemişti. Seval buketi elime bırakıp odadan çıktıktan sonra not kağıdını sakince açtım.

 

20 yaş evlenmek için sence de biraz erken değil mi Araf? Kıyımcı'nın seni benden koruyabileceğini düşünerek onunla evlendiysen üzgünüm, hayal kırıklığına uğrayacaksın. Düğününü en içten dileklerimle kutluyorum. Tekrar görüşeceğimiz zamana kadar hayatının tadını çıkar. Zira onu sana zindan edeceğim.

 

Buz kesmiştim. Notun bende bıraktığı etkiyle kulaklarımda onun sesi yankılanırken çiçek buketi elimden kayıp yere düştü. Sahi bu çiçekler kan kırmızısı güllerdi. Tıpkı onun sevdiği gibi. En sevdiği çiçeklerdi bunlar. Öyle mutluydum ki bu gülleri farketmemiştim bile. Oysa ki gül gördüğümde aklıma o gelirdi. Elimdeki not ve ayaklarımın dibindeki çiçek buketiyle kalakalmıştım. Biri tekrar kapıyı tıklatana kadar öylece bekledim. Bu sefer kapı açılmadı fakat ardından beni tüm karanlık düşüncelerimden çekip kurtaran o ses geldi.

 

"Efnan? Hazır mısın? Artık inmeliyiz."

 

Bu Barlas'ın sesiydi. Beni kendime getirmesiyle elimdeki notu kenarda duran çantamın içine sakladım. Ve yerdeki bukete dokunmaya iğrenerek yanından geçip kapıyı açtım.

 

Barlas'ın gözleri uzun uzun beni süzerken gördüklerini beğenmiş gibi ışıldıyordu.

 

"Sen." dedi yutkunarak. Daha sonra hızlıca yalandan boğazını temizledi "Gelinliğin yakışmış."

 

"Güzel miyim?" diye sordum gözlerinin içine bakarken. "Karına güzel olduğunu söylemenin nesi bu kadar zor?"

 

"Henüz karım olmadın." derken gözleri hala beni süzmekle meşguldü ki yüzüme bakmıyordu. Bir süre sonra arkamda yere düşmüş olan çiçeği de farketmişti.

 

"O ne?" diye sordu.

 

"Çiçek buketi."dedim rahatsız ve gergin bir sesle. Korkmuştum ve bu yüzden duygularımı saklayamıyordum. Omuzlarımdan tutarak beni yavaşça kapının önünden çekti ve içeri girip buketi eline aldı.

 

"Öyle olduğunu görüyorum ama neden yerde?" dedi ciddi bir sesle.

 

"Eline almışken ondan kurtulur musun? Kim gönderdiyse güllerden nefret ettiğimi bilmiyor olmalı." Elindeki güllere tiksinerek bakıyordum. Ölüm sadece kan kırmızısı gülleri severdi ama beni tüm güllerden nefret ettirmişti.

 

"Güllerden nefret mi ediyorsun? Peki ya bu buketi kim gönderdi?"

 

"Bilmiyorum. Boşver." dedim yalan söyleyerek. Sesimdeki gerginliği hızlıca gizlemiştim. Umarım Barlas bu çiçek buketinin peşine düşmezdi.

"Birileri düğünü kutlamak için göndermiştir yolda notu düşmüştür." onu ikna etmeye çalışıyordum.

 

"Efnan." sesi tereddütlü çıkmıştı.

 

"Efendim?"

 

"Güllerden neden nefret ediyorsun?"

 

"Bana ölümü hatırlatıyorlar." dedim zihnimde loş ışıklı bir odada kanımın yapraklarından süzüldüğünü zar zor da olsa görebildiğim kırmızı güller canlanırken. Ölümün sesi kulaklarımdaydı.

"Bu güller senin kanınla boyandı artık. Onlar sana ölümü hatırlatacak. Sana beni hatırlatacak. Kan kırmızısı güller en sevdiğim çiçeklerdir." Diyordu kulaklarımda yankılanan alaycı ve iğrenç sesi. Görüşüm kararırken duyduğum son şey bu olmuştu. Gözlerime akın eden yaşları geri göndermek için büyük bir çaba sarfediyordum. Barlas gözlerimin dolduğunu çoktan farketmişti. Kahretsin ne diyeceğim şimdi?

 

"Ne oldu?" dedi meraklı gözleri yüzümde oyalanırken.

 

"Ben sadece." Sonunda gözyaşlarım akıp makyajımı bozmadan onları geri göndermeyi başarmıştım.

"Sanırım makyajım gözüme falan kaçtı. Yanıyor ama önemli bir şey değil idare ederim."

 

"Emin misin?" hala tereddütteydi. Umarım yalanım inandırıcı olmuştur.

 

"Evet eminim. Göz kaleminden olmuştur. Ne zaman sürsem gözümü yakıp yaşartıyor."

 

"Bir daha göz kalemi kullanma." ciddiydi sesi. Beni mi düşünüyor bu? Tebessümüme engel olamadım.

 

"Kullanmam."

 

Dakikalar sonra karı koca olacaktık ama aramızdaki bu mesafe sanki birbirimizi hiç tanımıyormuşuz gibi hissettiriyordu. Barlas'ın benimle evlenmek istediğini duyduğumda mutluluktan havalara uçmakla meşgulken bunun nedenini hiç sorgulamamıştım. Bu evlilik ile ilgili hala yanlış bir şeyler vardı. Bunun sebebi hala ikimizin de birbirimizle ilgili duygularımızı saklıyor olmamızdan kaynaklıydı. Bu gece ondan bir şey saklamamaya karar verdim. Yıllarca cesaret edip ona olan duygularımı itiraf edememiştim. Şimdi ise onun evlenmek istemesi beni cesaretlendirmişti. Artık beni reddetmesinden korkmuyorum. Evlenmek istediyse neden reddetsin ki? O da bir şeyler hissediyor olabilirdi. Bu gece hem kendi duygularımı ona söylememin, hem de onun duygularını öğrenmemin zamanıydı.

 

"Hazırsan aşağıya inelim artık." dedi sıcak bir sesle. Aynada makyajım bozulmuş mu diye son kez kendimi kontrol ettim ve bozulmadığından emin olduğumda gülümseyerek bana uzattığı koluna girdim.

"İnebiliriz."

 

Barlas'ın kolunda yalının ihtişamlı merdivenlerinden inerken tüm misafirlerin gözleri üzerimizdeydi. Alkışları kulaklarımı dolduruyordu. Ölüm burada olamazdı değil mi? Buraya girmiş olamazdı. Düğünüme gelecek kadar deli olamazdı. Kafamdaki kötü düşünceleri kovdum. Her zamankinden daha dik durmalı ve özgüvenli görünmeliydim. Ben artık bir Araf kızı olmanın yanında bir Kıyımcı geliniydim. Bu köklü ailelerin üyesi bir kızın omuzları düşük olmamalıydı.

 

Merdivenlerin sonuna geldiğimizde Barlas kulağıma eğildi.

"Nikah başlamadan önce Kenan amca seninle konuşmak istiyordu. Burada seni bekliyor olacağım."

 

Onu onaylayıp babama doğru yöneldim. Bu ortamda yüz ifadesini sert tutmaya çalışsa da ben fazlasıyla duygulandığını anlayabiliyordum.

 

"Babacım." dedim sıcacık bir sesle.

"Konuşmak istemişsin." Kafasını sallayarak kolumdan tutup beni kenara çekti.

 

"Efnan'ım" neredeyse ağlayacak gibiydi. Beni de ağlatacaktı. "Ne olursa olsun yanında olduğumu bil istiyorum kızım. Evlenmen bir şeyi değiştirmez. Şunu unutma ki sen hala benim küçük kızımsın." Bunlar son iki haftadır her akşam bana söyledikleriyle benzer cümlelerdi. Evlenip evden taşınıyor olmamı kabullenemiyor gibiydi. O her zaman arkamda dağ gibi duracaktı. Beni her zaman koruyacaktı. Bana bir şey olmasından korkuyordu. Bu evlilikten pişman olmamdan korkuyordu. İçini rahatlatıp onu teselli etmeliydim.

 

Gözlerim dolu dolu "Baba." diyerek ellerini tuttum. "İçin rahat olsun ben çok mutlu olacağım. Arkamda dağ gibi babam varken beni hiç bir şey korkutamaz."

 

"Seni seviyorum kızım. Omuzların her zaman dik olsun. Düştüğünü görmeyeceğim." sesini otoriter çıkartmaya çalışmıştı ama bünyesine akın eden duygusallığı buna izin vermiyordu.

 

"Söz veriyorum. Ağlama ama. Gözlerin dolmuş. Deli Fişek Kenan ağlıyor mu desinler?" Şakalaşıp duygusallığını dağıtmaya çalışıyordum. İşe de yaramıştı.

 

"Demesinler." dedi aynı benim gibi gülerek. İçim rahatlayarak onun yanından ayrıldım ve biraz ileride beni bekleyen Barlas'ın tekrar koluna girdim.

 

Nikah masamıza geçtiğimizde nikah memuru çoktan masadaki yerini almış bizi bekliyordu. Barlas'ın nikah şahidi sağ kolu ve en yakın arkadaşı olan Agah, benim nikah şahidim ise Anıl'dı. Anıl'dan daha yakın arkadaşım yoktu. Hatta hepsiyle iki senedir mesafeli olduğum için düğünüme hiç bir arkadaşımı da çağırmamıştım. Barlas'ın tüm çevresi ise buradaydı. Eski okulumuzdan bir sürü arkadaşını görmüştüm. Agah bunlardan bir tanesiydi. Onu çok iyi tanımıyordum. Hakkında bildiğim tek şey Barlas'ın onun hayatını kurtarmış olmasıydı. Böyle tanışmışlardı. Agah Barlas'tan bir yaş küçüktü. Tanıştıklarından beri Barlas'ın dibinden ayrılmıyordu. Görüyorum ki mezun olduktan sonra bile bu değişmemişti.

 

Nikah memurumuz konuşmaya başladığında kalbim yerinden çıkacak gibi hissediyordum.

 

"Değerli misafirlerimiz. Böylesine güzel bir günde sizleri bir araya getiren Efnan ve Barlas çiftimizin nikah merasimine hepiniz hoş geldiniz."

 

Kalabalığa göz gezdirdiğimde bana gururlu gözlerle bakan babamı ve annemi gördüm. Onlara kocaman gülümsedim.

 

"Öncelikle gelinimizi ve damadımızı tanıyalım. Gelin hanım adınız soy adınız?" Masanın üzerindeki mikrofonu elime alıp gururla "Efnan Araf." dedim. Daha sonra Barlas ona uzattığım mikrofonu alarak "Barlas Kıyımcı" dedi.

 

"Şahitlerimizi de tanıyalım." Nikah Memuru Anıl'a ve Agah'a baktı.

 

"Anıl Kıyımcı."

 

"Agah Çoker."

 

"Teşekkür ediyorum. Birbirinizle evlenmek istediğinizi bizlere beyan ettiniz. Bizler de gerekli araştırmaları yapıp evlenmenize engel bir halinizin olmadığını tespit ettik. Ancak evlenmek istediğinizi şahitlerimiz, sayın misafirlerimiz ve şahsım huzurunda bir kez daha sözlü söylemeniz gerekmekte."

 

Kalp atışlarımın sesi tüm salonda yankılanıyordu. Söz hakkı birazdan sende Efnan.

 

"Sayın Efnan Araf. Kimsenin baskısı altında olmadan, kendi özgür iradenizle, iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta sayın Barlas Kıyımcı'yı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

 

Derin bir nefes aldım. "Evet!"

 

"Sayın Barlas Kıyımcı. Kimsenin baskısı altında olmadan, kendi özgür iradenizle, iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta sayın Efnan Araf'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

 

Barlas'ın gözleri bana değdiğinde iliklerime kadar yanıyormuş gibi hissetmiştim. Bana bakarak "Evet." demişti. Benim kadar heyecanlı olmayan sakin bir tondaydı sesi.

 

"Sizler de şahitlik ediyor musunuz?" Nikah memuru bir kez daha Anıl ve Agah'a baktı. İkisi de sırayla "Evet." dedi.

 

"Öyleyse ben de bana verilen yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum ve aile cüzdanınızı gelin hanıma teslim ediyorum."

 

Aile cüzdanını bana uzattı ve elimle havaya kaldırdım. Artık Efnan Araf Kıyımcı'ydım. Artık aşık olduğum adamla evliydim ve tabi ki Barlas'ın ayağına basmayacaktım. Bunu yapmayı çok isterdim ama o kocam olmasına rağmen garip gelmişti ve yapamamıştım. Bizi izleyen bu kalabalıkta beni bunun için cesaretlendirip "Ayağına bas!" diye bağıracak kimse de yoktu. Anıl bile söylememişti. Buna neden bu kadar takıldığımı bilmiyorum. Bu evlilik en başından beri garip bir evlilikti zaten.

 

****

 

İlerleyen saatlerde düğünümüze gelen misafirlerle tek tek tanıştım. Aralarında namını duyduğum bir çok mafya vardı. Fakat hiç biriyle daha önce yüz yüze tanışmamıştım. Bu gece o kadar çok insanla konuşmuştum ki soluklanacak vakit bile bulamamıştım. Agah'la yüz yüze konuşup tanışma fırsatını da elde etmiştim. Çok ciddi ve resmi bir tavrı vardı. Bana karşı samimi davranmamıştı çünkü bunun için bir sebebi yoktu ama oldukça nazikti. Agah fazlasıyla soğuk biriydi. Buna rağmen onun bende yarattığı ilk izlenimi oldukça iyiydi. Onu sevmiştim.

 

Şimdi ise Barlas'ın Kıyımcı malikanesindeki odasında, havuza bakan terasta gelinliğimle oturmuş bekliyordum. Önüme bir kül tablası çekip sigaramı yakmıştım. Çoktan yarısını içmiştim. Düğün alkollüydü. Bu gün kusana kadar içmeyi çok istemiş olsam da birazdan Barlas ile yapacağım konuşmayı ayık kafayla yapmalıydım. Oysa ki en mutlu günümde içmek en çok benim hakkımdı. Barlas bana tezat olarak fazlasıyla içmişti fakat sarhoş görünmüyordu. Düğünde gözleri sürekli kalabalıkta gezinirken içki kadehi hep elindeydi. O kalabalıkta kimi görmeyi beklediğini ölesiye merak ediyordum.

 

Sigaramdan bir nefes daha aldığım sırada kapının açıldığını duydum. Ciğerlerime doldurduğum dumanı üflerken ağzım kulaklarıma varmasın diye kendimi zor tutuyordum. Ciddi ol Efnan. Bu ciddi bir konuşma. Birazdan beni sevdiğini söyleyecek olma ihtimali beni deli ediyordu. Arkamı dönmedim ve ona bakmadım. Pozisyonumu değiştirmeden gözleriyle beni arayıp bulmasını ve yanıma gelmesini bekledim. Fazla uzun sürmeden terasın zaten açık olan kapısının önünde ilk önce gölgesini, daha sonra da kendisini gördüm. İri bedeni gözlerimin önünde dikiliyordu. Saçlarını dağıtmış, papyonunu çıkarmıştı. Beyaz gömleğinin düğmeleri yarıya kadar açıktı. Bu hali ne demek oluyordu? Kendini bu denli dağıtmış olmasının sebebi neydi? Hiç bir şey söylemeden karşımdaki koltuğa oturdu.

 

"Ne oldu sana? Bu halin ne?" diye sordum merakla.

 

"Ne o? Beğenmedin mi? Çirkin mi görünüyorum?" derken sesi iğneleyiciydi. Bir hata yapıp yapmadığımı sorgulamama neden oluyordu.

 

"Barlas neler oluyor?"

 

"Hiç bir şey." dedi kısık bir sesle. Bu tavrını fazla alkollü olmasına vererek direkt konuya giriş yapmaya karar verdim.

 

"Konuşmamız gerek." Sesimdeki heyecanı gizlemeye çalışıyordum ama pek başarılı olduğum sayılmazdı.

 

"Hayır Efnan. Konuşma."

 

"Ne?" Cevabı beni dumura uğratmıştı.

 

"Söyleyeceğin şeyi biliyorum. Bu yüzden konuşma. Ben konuşacağım ve sadece dinle." Umarım bu tavrına devam etmezdi çünkü bu tavır birine onu sevdiğini söylemek için uygun değildi. Yine de dediğini yaptım ve hiç bir şey söylemeden onu dinlemeye devam ettim.

 

"Sandığın gibi seni sevdiğim için seninle evlenmedim."

 

Sözleri kulaklarımda yankılanırken yanlış duymuş olmam için dua ediyordum. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ben sadece kendimi kandırmıştım. Beni sevdiğini söylemesi hayaliyle yanıp tutuşmuştum. İki hafta boyunca!

 

"Be- benimle neden evlendin?" Sesimin titremesine engel olamadım.

 

"Derin beni terkettiği için seninle evlendim. Bana ondan başka kimseyi sevemeyeceğime dair kafa tuttuğu için seninle evlendim. O görsün diye seninle evlendim. Seni sevdiğim için değil onu sevdiğim için seninle evlendim."

 

Buz kestim. Her şey başka bir kıza olan aşkından ve bu ayrılığın onda yarattığı hırstan kaynaklıydı değil mi? Hırsından evlendi benimle! Sevdiğinden değil hırsından evlendi! Hiç bir sözüm bu gece uğradığım hayal kırıklığını ve çaresizlik hissini anlatamazdı. Bu yüzden sadece sustum. Hüngür hüngür ağlamak istedim fakat ağlamadım. Hayır şimdi değil. Onun karşısında ağlamayacağım. Ölürüm ama bu sözlerinden sonra onun karşısında ağlamam. Sadece gözlerine bakabiliyordum. Orada en ufak bir duygu kırıntısı bile yoktu bana karşı. Kendimi avutabileceğim en ufak bir şey bulamadım ela gözlerinde. Aşkla baktığım gözler kabusum oldu.

 

"Eğer bu gece burada seninle sevişmemi bekliyorsan." dedi ve duraksadı. Evet, fazla ileri gitmek üzere olduğunun o da farkındaydı ve bunun geri dönüşü olmayacaktı. Yine de kaybedecek bir şeyi yokmuş gibi cümlesine devam etmekten çekinmedi.

 

"Bunu yapmayacağım. Sen karım değilsin. Bu yüzden boşuna bekleme ve hakkımda boş hayallere kapılma. Bu evlilik sadece bir oyun. Zamanı geldiğinde boşanacağız."

 

Onunla sevişmek için burada onu beklediğimi sanmıştı. Hayır bunu aklımdan bile geçirmemiştim. Ona bir az önce katlettiği duygularımı söylemek için beklemiştim. Bunun için sadece iki hafta değil yıllarca beklemiştim ve karşılığı buydu. Şimdi karşımdaki adam tanıdığım, tüm kalbimle sevdiğim ve zerre kusur bulamadığım Barlas değildi. Bambaşka biriydi. Benim hatıralarımdaki o mükemmel çocuk değildi.

 

Bakışlarımı duygudan yoksun hale getirdim. Ne aşk, ne nefret, ne de başka bir duygunun kırıntısını dahi göremediğinden emin oldum. Omuzlarımı dikleştirip alaycı bir gülümsemeyle ona baktım. Yüz ifadem bile onu şaşırtmaya yetmişti.

 

"Zamanı geldiğinde mi? Ne zaman? Dur tahmin edeyim. Derin gelip seni tekrar istediğini söylediğinde mi?" Şuh bir kahkaha attım. "O kadar acınası bir halin var ki seni istemesinin tek sebebi her zaman parandı." Kalbini kırdığımı biliyordum ve ne yazık ki bunu yaparken içim acıyordu. Hala onu seviyor olmam da beni onun kadar acınası yapardı.

 

"Kes sesini." dedi sert ve otoriter bir sesle.

 

"Ne o? Hoşuna gitmedi mi? Gerçekler bunlar! En azından ben seni haketmediğin sözlerle vurmuyorum. O kaltağın sende sevdiği tek şey paran! Sana geri dönmesi için benimle evlenmek zorunda değildin! Onu çok istiyorsan biraz bekleseydin. Parası bitince yine kapına dayanacaktı! Ve sen de salak gibi.."

 

"Kes sesini!" diye bağırmasıyla cümlem yarım kaldı.

 

"Ve sende salak gibi onu tekrar kabul edecektin!" Diye bağırdım hiddetle oturduğum yerden kalkarak. Hayır bu gece onun beni kırdığından daha fazla kalbini kıramazdım. Bu yüzden hiç bir güç beni durduramazdı.

 

"Defol odamdan!" diye bağırdı benim gibi ayaklanarak.

 

Hayır bu yaptığını sana ödetene kadar karın olarak kalacağım Barlas Kıyımcı. Sen istediğinde değil, bu evlilik ben intikamımı aldığımda bitecek.

 

"Sen defol! Bu evliliği sen seçtin Kıyımcı! İstesen de istemesen de ben artık senin karınım ve burası benim de odam! Şimdi çok gitmek istiyorsan defol git!" Sesim otoriterdi.

 

"Siktir etsene seninle daha fazla bu odada kalmayacağım Araf!"

 

Bana bu şekilde seslenmese de olurdu. Bu seslenme tarzı en çok ta onun ağzına yakışmazdı. Bir hışımla odayı terk ettiğinde arkamdaki koltuğa çöküp hüngür hüngür ağlamaya başladım. Tıpkı Ölüm gibi o da bana "Araf." diye seslenmişti. Daha da kötüsü tüm hayallerimi ve saf duygularımı da beraberinde öldürmüştü. Ve en çok ağrıma gidense onun "Araf." diyişinin Ölümün sesiyle aynı hissi taşıması olmuştu.

 

 

Loading...
0%