Yeni Üyelik
7.
Bölüm

BÖLÜM 7: Özür mü Dilersin?

@hazelliekkn

Temiz hava içime işlediğinde dışarı çıktığımızı farketmiştim. İstemsizce Barlas'ın omzuna yasladığım kafamı zar zor da olsa kaldırdım. Çıktığımız yer barın bahçesi gibi bir yerdi. Duyduğum dalga seslerinden ve burnuma dolan kokudan anladığım kadarıyla denize sıfırdı. Sırtım yumuşacık bir zeminle birleştiğinde Barlas beni sonunda kucağından indirip bir koltuğa oturtmuştu.

Önümde diz çöküp kanayan elimi avcunun içine aldı.

 

"Bırak beni." dedim sert çıkarmaya çalıştığım ama götüme kaçtığını henüz yeni farkettigim sesimle.

 

"Bırakayım da kan kaybından öl." Beni korkutmaya çalışıyor ama yemezler. Fazlasıyla sarhoşum ama elimin kanamasından ölmeyeceğimi de biliyorum. Gözlerim onun üstünde oyalanırken beyaz tişörtünün yaka kısmını kan yaptığımı farkettim. Beni kucağına aldığında ellerimi boynuna dolamıştım bu yüzden olmuş olmalı. O ise Agah'ın ilk yardım çantasından verdiği malzemelerle elime pansuman yapmakla meşguldü.

 

"Ne olacak ki ölürüm şuracıkta sessiz sedasız kimseyi rahatsız etmeden." Resmen 5 yaşında çocuk gibi naz yapıyordum.

 

"Efnan. Ağzını hayra aç." diye kızdı bana.

 

"Ölsem üzüleceksin sanki."

 

"Üzülürüm ya da üzülmem demedim."

 

"Üzülmezsin işte!"

 

"Bu senin için önemli mi?"

 

"Hayır!" dedim hızla. Hemen ardından "Belki biraz!" diye de eklemiştim. "Hiç acımıyorsun sen bana. Bir sürü kötü söz söyledin özür bile dilemedin." dediğimde sonunda kafasını kaldırıp bana bakmıştı. Gözlerinde gördüğüm şey ise pişmanlıktı. Yanlış mı görmüştüm? Üzgün ve buruk bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Tam ağzını aralamış bir şeyler söyleyecekti ki lafını kestim.

"Bütün gece terasta uyudum ben! Üzerimde gelinlikle küçücük koltuğa kıvrılıp uyudum. Çok üşüdüm çok ağladım ama sen umursamadın!" dediğimde kaskatı kesilmişti. Gözlerim yaralı elime kaydığında batan koca bir cam parçasını gördüm. Buz kestim. Sayısız kez vücuduma batırılan bıçaklar ve onların bıraktığı izler geldi aklıma. Barlas bakışlarımı farkettiğinde kafasını indirip tekrar elime baktı.

"Çok canım yanıyor. Çok acıyor." Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım.

 

"Korkma, korkma sakin ol." dedi yumuşacık bir sesle.

"Çıkartacağım onu oradan korkma güzelim. Bana bak oraya bakma." Tek eliyle çenemden tutarak kafamı kaldırdı ve yüzüne bakmamı sağladı.

 

"Bakma aşağıya. Bir şey yok sakin ol." dediğinde eli avuç içime batan cam parçasına gitti. Ben ne olduğunu anlamadan onu oradan çıkartıp Agah'ın uzattığı bir poşete attı. Aslında alkolün etkisiyle canım yanmıyordu. Fakat o cam parçasının hissettirdikleri çok farklıydı. Bedenime defalarca kez batan bıçakları tekrar hissetmeye başladığım için ağlıyordum. Barlas elime batan diğer cam parçalarını da özenle teker teker çıkartırken elime bakmamaya çalışıyordum. Boş gözlerle karşımda diz çökmüş benimle ilgilenen adamın ciddi fakat bir o kadar hüzün dolu ifadesini inceledim. Şu an karşımda duran adam bir önceki gece tüm hayallerimi yıkan adamdan çok farklıydı. Aynı kişi olduklarına inanmak zordu. Ben bana ne olursa olsun umursamayacağını düşünürken o yaralı elimle ilgilenirken fazla özenliydi. Pansumanımı yapıp elimi sardığında işi bitmişti. Şimdi bakışları hala yaşlar akıtan gözlerimde oyalanıyordu. Tek elini uzatıp yanağımdan süzülen yaşları sildi.

 

"Ağlama artık geçti."

 

"Geçmiyor."

 

"İyileşecek."

 

"Yaralar her zaman iyileşir fakat izleri kalır."

 

"İzleri kaldı mı?" O da anlamıştı elimdeki yaradan bahsetmediğimi.

 

"Kaldı." dedim buruk bir sesle. "Hissi de kaldı, acısı da kaldı izi de."

Kolumdan yukarıya doğru devam eden yara izlerini gördüğünde buz kesti. Ela hareleri hüzünlü bir ifadeyle tekrar yüzüme döndüğünde

"Kim yaptı sana bunu?" derken benim kendi kendime yaptığımı düşündüğüne yemin edebilirdim.

 

"Ölüm yaptı."

 

"Ölüm kim?"

 

"Bilmiyorum." dedim çocukça bir ifadeyle. Ölüm sadece benim ona verdiğim takma bir isimdi. Gerçek adını, yüzünü bilmiyordum. Bir korkudan elimi ayağımı kesen sesini hatırlıyordum bir de kabuslarıma karabasan gibi çöken silüetini.

 

"O piç mi yaptı sana bunu?" Beni kaçıran kişiden bahsettiğimi anlamıştı.

 

"Evet. Geçmiyorlar. Çok çirkinler değil mi? Yoksa o yüzden mi sevmedin sen beni? Yara izlerim yüzünden mi sevmedin?"

Fazlasıyla pişman bakıyordu gözleri. O kadar çok içmiştim ki saçmaladığımın farkında bile değildim. Ayık kafayla olsam ona üzüntümü asla göstermezdim. Almak istediğim bir intikam varken yaralı ceylan rolüne bürünemezdim.

 

"Yara izlerin, onlar seni çirkin göstermiyor. Keşke onlar olmasaydı ama seni hiç bir şey çirkin gösteremiyor Efnan." Bu gece bana karşı fazlasıyla nazik ve ilgiliydi. Bunun sebebini merak etmiştim. Gerçekten dün gece yaşananlar için pişman mıydı yoksa bu da mı bir oyundu. Bir kere güvenimi kırmıştı. Şimdi ona deli gibi istesem de güvenemiyordum.

 

"Ama yine de sevmedin beni." dediğimde soluğu kesilmişti. Cevap veremedi. Kelimeler kifayesizdi. O beni sevmemişti.

 

Barlas:

 

Efnanı odamıza çıkardığımda çoktan omzumda uyuyakalmıştı. Son söylediği cümle vicdanıma fazlasıyla ağır gelmişti. Onu sevmediğimi söyledi. Evet onu sevmemiş olmam bir suç değildi. Ama sevmiş gibi davranıp onu kandırarak evlenmem bir suçtu. En başında tüm bunları yaparken hiç sağlam kafayla düşünmemiştim. Efnan evlilik mevzusuyla ilgili konuşmaya gelmeden bir gün önceye kadar evlenmek istemediğim konusunda net bir kararım vardı. Fakat Derin ile karşılaştığımda onun yanında gördüğüm bir adamla tüm kararlarım değişti. Benden ayrılıp hemen başka bir adamın kollarına kendini atmasını kaldıramamıştım. Bana yaşattığını o da yaşasın istedim. Bir de üstüne onunla yüzleşip hesap sormaya çalıştığımda "Senin gibi birini kimse sevmez. Sende benden başkasını sevemezsin." diyerek kafa tutmuştu bana. Onu yanıltmak istedim. Başka bir kadınla evlendiğimi gördüğünde yaptıklarına pişman olsun istedim. Ve evet yalan söyleyemem ama en çok da kapıma gelip yalvarmasını istedim. Kabul edemediğim bir gerçek vardı ki bunu ben evlenmesem de parası bittiğinde yapacaktı. Efnan'a kızsam da dedikleri doğruydu.

 

Kucağımda tüm masumiyetiyle uyuyan kadını yatağa yatırdım. Böylesine masum oluşu vicdanımı sızlatıyordu. Hiç bir suçu yokken bu evlilikten en çok zarar gören o olmuştu. Üstelik daha önce de defalarca kez zarar görmüşken. O daha fazla üzülmeyi haketmiyorken üzmüştüm onu. Beni sevip sevmediğinden emin değildim çünkü bunu hiç açık açık dile getirmemişti. Eğer böyle bir şey varsa da dile getirmesine fırsat vermemiştim. Fakat sevse de sevmese de bu yaptığım her kadının kalbini kıracak türden bir şerefsizlikti. Bizim evliliğimiz her yönden yanlış bir evlilikti. Fakat şimdi de anlamsız bir şekilde ondan boşanmak istemiyor gibiydim. Bunu ben dile getirmesem de ileride o illa ki dile getirecekti. Benden boşanacağı doğru zamanı seçecekti. Şu an evliliğimiz çok yeni olduğundan boşanarak ailesini üzmek istememişti. Yoksa bir dakika bile yanımda durmazdı. Efnan gurursuz bir kadın değildi.

 

Onu kucağımdan indirdikten sonra tam arkamı dönüp gidecektim ki mırıldanmalarını duydum. Acı çekiyormuş gibi bir yüz ifadesi takınmış, uykusunda konuşuyordu. İlk başta gerçekten acı çektiğini sanıp korktum. Fakat sonradan sadece kabus gördüğünün farkına vardım.

"Beni bulacak! Beni bulacak! Saklanmalıyım. Bulacak beni!"

 

Kimden kaçtığını biliyordum. Ölüm adını verdiği o piç kabusu olmuştu. İki yıldır babam ve Kenan amca o adamı araştırırken olaya hiç dahil olmamıştım. Duyduğum kadarıyla Efnan'ın kaçırıldığı süreç boyunca kimse ne yaşadığını bilmiyormuş. Efnan kimseye anlatamamış. Benim karıma zihninde acı çektirmeye devam eden piç hala hayattaydı. Farketmeden onu karım olarak benimsemiştim. Belki yaptıklarımdan sonra Efnan'a kendimi affettiremem lakin Allah şahidim olsun ki o piçi bulup hayatı ona zindan edeceğim. Tıpkı karıma yaptığı gibi onun zihnine işkence edeceğim.

 

"Ölüm,ölüm,ölüm" hala uykusunda sayıklamaya devam ediyordu.

 

"Kırmızı güller,kırmızı güller" Kırmızı güller? Düğün günü gönderilen çiçekler? Siktir! Yoksa? O çiçeklerin Ölüm denen o piç ile bir alakası olabilir miydi? Böyle bir şey olsa dahi Efnan bunu saklar mıydı? Kafam allak bullak olmuşken düşüncelerim kalbimi sıkıştırıyordu. Umarım o çiçeklerin Ölüm ile bir ilgisi yoktur. Umarım Efnan bana doğruyu söylemiştir.

 

Yatağın kenarına oturduğumda ellerim onun saçlarına gitti. Yüzüne düşen sapsarı saç tellerini arkaya doğru ittim. Saçlarını okşayarak onu sakinleştirmek ve gördüğü kabuslardan uzaklaştırmak istedim. İşe de yaramıştı. Sayıklamayı bıraktı ve yüz ifadesi yumuşadı.

 

"Özür dilerim." diye mırıldandım. Biliyorum beni duyamazdı. Ama özür dilemek için daha fazla geç kalmak istemedim.

 

Efnan:

 

Sabah saat 10 gibi uyandığımda başımda şiddetli bir ağrı hissediyordum. Normalde bu saatlerde değil çok daha geç uyanırdım. Fakat karnım fazlasıyla açtı. Bu açlık beni uykumdan uyandırmıştı. Günlerce Ölüm tarafından aç ve susuz bırakıldığım için buna dayanamaz hale gelmiştim. Belki de uzun süre aç ve susuz kaldığımda buna alışmam gerekirdi. Fakat benim vücudum daha farklı bir tepki vermişti. Dün sadece tek bir öğün yemek yiyebildiğim için midem tamamen boştu. Yatakta doğrulduğumda karşımdaki büyük köşe koltuğunda yatan Barlas'ı gördüm. Dün akşam yaşananlar aklıma geldiğinde yanaklarım kızardı. Aptal gibi karşısında ağlamıştım. Onu sevdiğimi belli edecek bir sürü şey söylemiştim. Bu kafayla o kadar içersem olacağı buydu! Aptalsın Efnan! Umarım anlamamıştır. Bir diğer yandan onun davranışları da evlendiğimiz geceye tezat oldukça nazikti. Neden bir anda böyle değiştiğini ölesiye merak ediyordum. Evlendiğimizden beri tam anlamıyla öküz gibi davranırken ansızın tam bir centilmene dönüşmüştü. Odanın kapısı tıklatıldığında düşüncelerimden arındım. Üzerimdeki yorgandan kurtulup kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm kişi Agah'tı. Anlık olarak yüzünde şoka uğramış bir ifade belirdi. Daha sonra bunu ustaca toparladı.

 

"Günaydın Efnan hanım."

 

"Günaydın Agah." dedim ağzımı kapatarak esnerken.

 

Elleriyle koridora doğru "Gel." dercesine işaret yaptığında otelin çalışanlarından genç bir erkek servis arabasıyla kadrajıma girdi. Ben çocuğun arabasındaki kahvaltı sofrasına bakakalmışken o da içeri girmek için çekilmemi bekliyordu.

 

"Abim sabah bu saatlerde kahvaltıyı getirin dedi." Bir süre gözleriyle beni süzdükten sonra "Sanırım uyanacağınız saati tam tutturmuş." dedi Agah.

 

"Yeni uyandığımı nereden anladın?" diye sorduğumda bende üzerime bir göz gezdirdim. Allah kahretsin ki baya baya anlaşılıyordu. Gece giydiğim kıyafetler hala üzerimdeydi. Kapının hemen yan tarafındaki aynaya baktığımda saçım başım dağılmış ve rimelim akmıştı. Akşamdan kalma olarak uyandığım sabahlardan nefret ediyorum! Ve şimdi kapıyı ilk açtığımda Agah'ın neden ufak çaplı bir şok geçirdiğini de anlıyorum. Rezil olmuştum! Yüzündeki ifadeye bakılırsa o da cevap vermesine gerek kalmadığını anlamıştı.

 

"Efnan hanım."

 

"Efendim Agah!"

 

"İzin verirseniz bizim eleman geçsin."

 

Elinde sürdüğü servis arabasıyla yoldan çekilmem için gözlerimin içine bakan genç çocuğa baktım ve kapının kenarına geçtim. Çocuk arabayı koridora soktuğunda aklıma koltukta yatan Barlas geldi. Onu görmemeliydi.

 

"Girmesin!" diye cırladım bir anda.

Çocuk ta Agah ta şaşırmıştı. Fransızca çocuğa servis arabasını bırakıp gitmesini söyledikten sonra bana döndü.

 

"Efnan hanım müsait değil miydiniz? Çok özür dilerim sormadım."

 

'So-sorun değil. Odamız biraz dağınıktı da." Kekelememe engel olamadım. Saçmalıyorsun Efnan. Sanki normalde dağınıklığını başkaları toplamıyormuş gibi!

 

"Evet dağınıktı biraz." diyen kişi Barlas'tı. Arkamda iri cüssesini hissettiğimde irkildim. Arkama dönmemle kaslarıyla kafa kafaya gelmem bir olmuştu. Altında antrasit rengi bir eşofmanı vardı. Üstünde ise hiç bir şey yoktu. Bir kolu kafamın çaprazında duvara dayalıydı.

 

"A-anlıyorum abi." Bu sefer kekeleyen kişi Agah'tı. Kahretsin ne düşündü şimdi bu?

 

"Karımla odama bir daha yabancı birini sokma Agah." derken sesi otoriterdi. Ayrıca yeni uyandığı için ayrı bir karizmatik çıkıyordu. En sonunda kalpten götürecek beni bu adam!

 

"Emredersin Abi. Başka bir isteğiniz var mı?"

 

"Başka bir isteğin var mı karıcığım?" dediğinde bana dönmüştü. Bayılacağım!

 

"Y-yok." Kekeleme Efnan. Kekeleme!

 

"Yokmuş koçum gidebilirsin." dedi ve kapıyı kapattı.

 

"Günaydın ve teşekkürler." dedi gülümseyerek bana bakarken.

 

"Sana da günaydın ve ne için teşekkürler?"

 

"Dediklerimi unutmamışsın. Koltukta yattığım için durdurdun o çocuğu değil mi?"

 

Aslında tam olarak öyleydi ama bunu bilmesine gerek yoktu. Evet aşığım ama hala gıcık oluyorum.

"Hayır hiç te bile. Ben sadece odamız biraz dağınık olduğu için-"

 

'Efnan biz daha dün geldik buraya farkındasın değil mi? Hani neresi dağınık odanın? Ne ara vakit bulduk ta dağıttık anlamadım." Benim aksime çok mantıklı konuşuyor kahretsin! Sabah sabah kafası zehir gibi çalışıyor maaşallah. Yakalandın Efnan başka kaçış yolu bul.

 

"Gider çocuğu geri çağırırım görürsün!"

 

"Artık koltukta yatmıyorum." Hala çok mantıklı konuşuyor.

 

"Sus artık." dedim yenilgiyi kabul ederek. Bu sabah her yönden aptal biriyim. Yanından geçip servis arabasını odanın içine doğru sürmeye başladığımda arkamdan kıs kıs gülüyordu.

 

"Sen git bir yüzünü yıka bence. Korkunç görünüyorsun. Ben kahvaltı masasını hazırlarım." dedi ben kahvaltıya aç gözlerle bakarken.

Şu an tek düşündüğüm şey yemek olsa da gerçekten de yüzüm bozulmuş makyajımın etkisiyle korkunç görünüyordu. Yine de "Sensin korkunç." diyip onu terslemeyi ihmal etmeyerek lavaboya gittim. Yüzümü yıkayıp makyajımı çıkardım ve dağınık saçlarımı zar zor tarayıp topladım. Tek elle yapılan her şey fazlasıyla zordu. Yaralı ve sargıda olan elim zonkluyordu. Kim dedi sana durduk yere tezgaha kadehini vur diye? Sahi ona pansuman yapıp saran kişi kocamdan başkası değildi. Gerçi içip kendimi yaralamamın sebebi de ondan başkası değildi. Onunla ilgili her şey fazla karmaşıktı.

 

Lavabodan çıkıp üzerimi değiştirmeye üşenerek masaya oturdum. Barlas ben gelmeden yemeğe başlamamıştı.

 

"Akşamki kıyafetlerinle mi yapacaksın kahvaltını?" diye sordu garipseyen bakışları üzerimde gezinirken. Fazla düzenli bir adamdı. Takıntıları vardı. Mükemmelliyetçiydi. Kurt gibi aç olmadığım durumlarda bende güne başlarken özene bezene hazırlanırdım.

 

"Açım." dedim masadaki yiyeceklere saldırırken. Bu halime yarım ağız bir gülüşle karşılık verdi. Daha sonra ifadesi ciddileşti.

 

"Sana sormak istediğim bir şey var."

 

"Sor." Ağzım tıka basa doluyken yemek yemekten başka hiç bir şeyi umursamaz haldeydim.

 

"Düğün günü gönderilen çiçekler-" cümlesini sonlandıramadan ben boğazıma kaçan yudumunla öksürmeye başladım. Neredeyse boğulacaktım. Bir şeylerden mi şüphelenmişti? Masadaki sürahiden bir bardağa su doldurup bana uzattı. Sabırla öksürüklerimin dinmesini beklerken hiç bir şey söylemedi. Elinden bardağı alıp suyumu içtim. Sonunda öksürüklerim dinmişti. Kıpkırmızı olan suratımla ona baktım. Şimdi de bana bir peçete uzatıyordu. Uzattığı peçeteyi de alıp ağzımı sildikten sonra "Ee?" dedim beklentiyle.

 

"O çiçekleri kim gönderdi Efnan?" Kahretsin ki şüphelenmişti. Hatta belki de sorusunun cevabını biliyordu ve benden de duymak istemişti. Eğer yalan söylemeye devam edersem çok büyük risk almış olacaktım. Sorduğu sorunun gerçek cevabını zaten öğrendiyse yalan söylediğimi anladığında bana olan güveni sarsılacaktı. Ancak acı bir gerçek vardı ki onun güveni benim için bir şey ifade etmiyordu. Düğün gecesi yaptıklarını hala unutmamıştım.

 

"Söyledim ya bilmiyorum işte."

 

"Dün gece-" cümlesine devam etmeden önce sıkıntılı bir nefes verdi. "Kabus görüyordun. Kırmızı güller hakkında sayıklıyordun." Uykumda yakalanmıştım. Yine de sonuna kadar yalanımı devam ettirecektim. Ne de olsa kaybedecek bir şeyim yoktu.

 

"Sana onlardan nefret ettiğimi söylemiştim. Bu normal değil mi?"

 

"Evet ama nedenini söylemedin ve ben öğrendim. Kırmızı güller o piçle ilgiliydi. Çünkü onu da sayıklıyordun." Hayır nedenini tam olarak detaylarıyla öğrenmemişti ama doğru söylüyordu. Kabuslarım zayıf noktamdı. Ölüm'ü zihnimden silemiyordum. Bana yaşattığı korkuyu kalbimden söküp atamıyordum. Yalan söylediğimi anladığı için zafer kazanmış gibi bir yüz ifadesi yoktu. Daha çok buna üzülmüştü. Keskin ve ciddi bakan gözleri hüznünü saklasa da belli oluyordu.

 

"Bu o gülleri kimin gönderdiğini bilmediğim gerçeğini değiştirmez."

 

"Hayır biliyorsun."

 

"Üzerinde not yoktu getiren kişi de kimin gönderdiğini söylemedi nereden bileceğim?"

 

"Sen bana öyle söyledin!" Ses tonunu yükseltmişti. Tam olarak bağırmamıştı fakat sesindeki uyarıyı sezmek de zor değildi. Oynadığım oyundan bıkmıştı. Gerçekleri bilmesine rağmen gözlerine baka baka yalan söylüyordum ve bunu yaparken çok rahat bir tavırla kahvaltıma devam ediyordum. O çiçekleri Ölüm'ün gönderdiğini öğrenmiş olsa da benim ondan ne denli korktuğumu bilmemeliydi. Beni güçlü görmeliydi. Bana yanlış yapan insanlar zayıflıklarımı bilmemeliydi. Sustum. Hiç bir şey söylemeyerek onun lafına devam etmesini bekledim.

 

"Odana o çiçekleri Seval getirmiş. Sana onları verirken üzerinde bir not olduğunu söyledi."

 

"Odada düşmüştür. Ben not falan görmedim." Bu tavrım onu çıldırtmaya devam ettikçe zevk almaya başlamıştım. Bu daha hiç bir şeydi. Bana oynadığı oyunu ona fena ödetecektim. Bu küçük rahatsız edici oyunlarım çerezlikti.

 

"Odanı temizleyen kişiler odada not falan bulamadıklarını söylemiş." İşini şansa bırakmayıp araştırmasını iyi yapmıştı. Etkilenmediğimi söyleyemem. Aklını kullanma şeklini sevmiştim. Onun doğduğu ailede ileride eline alacağı gücü düşünecek olursak zeki olmak zorundaydı. Tam da bu iş için doğmuş gibiydi. Tam bir Kıyımcı erkeğiydi. İçinde bulunduğu dünyaya uygundu. Beni şaşırtmıyordu çünkü babasının takdirini kazanabilmek ve ona layık bir evlat olabilmek için günden güne kendini geliştirdiğini çok iyi biliyordum.

 

"Oyunu bırak artık. O notu sen sakladın. Şimdi çiçekleri kimin gönderdiğini söyle bana."

 

Konuşma arasında kahvaltımı bitirmiştim. Ellerimi birbirine sürterek silktim ve masadan sakince kalktım. Komidinin üzerinde duran çantama uzandım. Ölüm'ün tehdit notunu yanımda taşımaya başlamıştım. Nerede olursam olayım bir gün beni bulacağını biliyordum. Düğün günümde gönderdiği notla buna daha da emin olmuştum. Ondan kurtulma ihtimali benim için toz pembe bir hayaldi. Ecelime ne kadar yakın olduğumu bir an bile unutmamak için o notu yanımda taşıyordum. Çantadan çıkardığım cüzdanımın içinde notu buldum ve Barlas'a verdim. İliklerime kadar hissettiğim korkuyu saklamakta fazla usta davranıyordum.

 

Notu açtı ve okumasıyla ifadesini sinir bürüdü. Kısılan gözleriyle birlikte küçülen göz bebekleri buna eşlik etti. Sinirden vücudu kasılmıştı. Titreyen elleriyle notu yırttı ve ardından delici bakışlarını bana çevirdi.

"O piçin notunu ne diye çantanda taşıyorsun?" dedi boğazından çıkan hırıltılar sesine eşlik ederken. Dün geceden beri yanımda olan nazik ve sakin o adam gitmişti. Yerine bambaşka biri gelmişti. İçinde birden fazla kişilik barındırdığı kesindi. Ona tokat attığımda sinirli haline şahit olduğumu sanmıştım. Fakat asıl sinirine şu anda şahit oluyordum. Bakışları gören herkesi korkudan titretecek cinstendi. İçinde şiddet barındırıyordu. Fakat korkması gereken ben değildim. Korkması gereken notu gönderen kişinin ta kendisiydi.

 

"Ben sadece her an ölüme ne kadar yakın olduğumu kendime hatırlatmak istedim." Her iki anlamda da...

 

"Ben nefes aldığım sürece yakın olmayacaksın! Canım sağ olduğu sürece o piçin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim." Şimdi ise sahiplenici bir erkek tutumuna bürünmüştü. Bu tutumu nereden çıkmıştı?

 

"Kendini kandırma. Beni ondan kimse koruyamadı sen de buna dahil olacaksın."

 

"Onu zihninde yaşatmaya devam ediyorsun çünkü. Sadece bu dünya üzerinden değil senin zihninden de o adamı sileceğim."

 

"Sen de kalbimi kırdın ona bakılırsa. Bundan dahi beni koruyamazken Ölüm'den koruyacağını mı söylüyorsun?" Dediğimde sinirli yüzü bir anda kaskatı kesildi. Bakışlarındaki öfke yerini pişmanlığa bıraktı. Tıpkı dün geceki gibi pişman gözlerle bakıyordu bana. Kırılmıştı da. Kırılmıştı fakat haklı olduğumu biliyordu.

 

"Özür dilerim."

 

"Özür mü dilersin?"

 

"Özür dilerim Efnan." Kalbim kasıldı. Vücudumun yandığını hissettim. Hakettiğim özrü almak bile bir lütufmuş gibi davranacak kadar aşıktım ona. Bu inkar edilemez bir gerçekti. Saklamalıydım bu aşkı, belki de ölene kadar içimde saklamaya mahkum kalacaktım.

 

 

Loading...
0%