Yeni Üyelik
9.
Bölüm

BÖLÜM 9: Davet

@hazelliekkn

Yol bizim için bir hayli sessiz geçiyordu. Ben ve merakım bu sessizliği bozmaya karar vermiştik.

"Barlas?"

"Efendim?"

"Bu elbise-"

"Beğendin mi? Ben çok beğendim."

"Evet. Ama üzerinde her hangi bir etiket göremedim. Bu elbisenin markası ne? Nereden buldun?"

"Özel tasarım." Benim için özel tasarım bir elbise mi almıştı?

"Peki ya tasarımcısı kim? Onunla tanışmak istiyorum."

"Öyle mi? Tam yanında oturuyor." dedi gülerek. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Benim için özel tasarım bir elbise almamıştı bu elbiseyi kendisi tasarlamıştı.

"S-sen, bu elbiseyi sen mi tasarladın?" Hayır kekelemeden düzgün konuşmam gerekiyor ama şu an bunu pek beceremiyorum.

"En sevdiğim türküyü bile bilirken hobi olarak tasarımcılık yaptığımı bilmiyor muydun?" Bu tam anlamıyla çalışmadığım yerden gelen bir soruydu. Gerçekten de bilmiyordum ve onun hakkında bilmediğim bir şeyin olması benim için fazla şaşırtıcıydı.

"Şey hayır. Seni hakkında her şeyi bilecek kadar iyi tanımıyorum. Türkü bir istisnaydı." Yalan yalan yalan!

"Peki bu elbiseyi neden bana verdin?"

"Şu an davete gidiyor olduğumuza göre? Davette giymen için verdim."
Onu bende biliyorum her halde!

"Anladım." Daha fazla üstelemek anlamsız olurdu. Kendi tasarladığı elbiseyi bana verdi diye saçma sapan düşüncelere kapılmamam gerekirdi.

Arabamız davetin verildiği mekanın önüne yanaştığında Barlas bakışlarını bana çevirdi.

"Hazır mısın?"

Derin bir nefes aldım. Tam olarak neye hazır olup olmadığımı soruyordu? Daha bu gün bana arkadaş olmayı teklif etmiş sahte kocamla sahte evliliğimizi kutlamak adına verilen bir davette mutlu çift pozları vermeye mi? Komik olan şu ki, sanırım hazırdım. Uzun zaman hayal dünyamda Barlas'la mutlu bir evlilik yaşamıştım. Şimdi bu gerçekmiş gibi rol yapmak benim için zor olmayacaktı. Fakat acı verici olacağı kesindi. İlerleyen zamanlarda da kalbimde o acı hep var olacaktı. Barlas Derin denen o kadına aşıktı bana değil. Benimle evlendiği anda bile gözleri onu aramıştı. Onun dünyasında ben hiç var olmamıştım. Bana olan bakışları sadece bir yanılsamaydı. Acı çekiyor olsam da öyle değilmiş gibi rol yapmak en iyi yaptığım şeydi. Görünen o ki uzun süre bunu yapmayı sürdürecektim.
Sesimin kısık çıkmasından korkarak sustum. Öyle ki içimdeki hayal kırıklığının sesimden belli olmasından korkmuştum. Sadece kafamı sallayarak onu onaylamakla yetindim. Benim onayımla arabadan indi. O arabanın etrafından dolaşıp benim kapımı açana kadar zorlukla yutkundum ve hayali maskemi taktım. Kalbimin acısının yansıdığı yüzümü gizleyen gülümsememi takınarak elini tutup arabadan indim. Bu gülümseme benim her şeyimi gizleyen hayali maskemdi.

Görünen o ki Kıyımcı ailesi sadece Türkiye sınırları içerisinde tanınan ailelerden değildi. Yurtdışında da durum aynıydı. Bu akşam bizi görüntülemeye gelen onlarca gazeteci ve ardı ardına yüzüme patlayan kamera ışıkları bunu kanıtlar nitelikteydi. Babam da mafya camiasında tanınan kişilerden olmasına rağmen çoğunlukla magazinden uzak durmuştu. Ünlü bir ailemiz yoktu. Babamdan önceki Araf ailesinin normal bir hayat sürdüren insanlar olduğunu biliyordum. Ne yazık ki ailenin büyüklerini daha önce görme fırsatım olmamıştı. Hem anne tarafı büyükleri hem de baba tarafı ben doğmadan ölmüştü. Görüştüğümüz ve tanıdığım hiç akrabamız yoktu. Biz bizeydik. Babam annemi koruyabilmek için genç yaşında yer altı dünyasına girmişti. Kısa sürede büyük çabası ve deliliğiyle o dünyada bir şöhret ve saygınlık kazanarak istediğini almıştı da. Onun bu pis işlere karışmasıyla ilgili hikayeyi tam ayrıntılarıyla bilmiyordum. Annemi tam olarak neyden korumak istediğini bilmiyordum.

Bizim aksimize Kıyımcılar yıllardır bu camiadaydı. Hem yer altı dünyasında hem de normal hayatta büyük bir şöhretleri vardı. Köklü bir aileleri vardı ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir şöhretti bu. Dolayısıyla sahip oldukları para ve güç günden güne artmaya devam ediyordu. Evlendiğimiz günden beri aklımda tonla düşünce varken bakmayı hiç akıl etmemiştim ama magazin sayfalarında ve haberlerde deli gibi konuşulduğuma ve merak konusu olduğuma emindim. Evlilik hazırlıklarımız gizli tutulmuştu. Buna ek olarak yıldırım hızıyla gerçekleşen şatafatlı bir düğünle tüm dikkatleri üzerimize çekmiştik. Kıyımcıların bir anda ortaya çıkan gizemli geliniydim. Bu nedenle herkes beni deli gibi merak ediyordu.

Neyse ki tüm bu gazetecilerin bize yaklaşmasını önleyen ve bir anda nerden çıktıklarını da bilmediğim korumalar vardı. Upuzun kırmızı halıda yürürken Barlas'ın uzattığı elini tutarak kendimi rahatlatmaya çalıştım. Bir anda üzerime bu denli çullanan ilgiyle başa çıkmak zordu. Salona girene kadar tonla fotoğrafımız çekilmişti. Üstelik fotoğraflarımızı çeken gazeteciler de türktü. Cevap vermemizi umutla bekledikleri sorularından bunu anlamış ve şok olmuştum. Sadece Barlas Kıyımcı'nın yeni evlendiği karısıyla geçirdiği balayının haberini yapmak için peşimize düşmüş olamazlardı değil mi? O kadar manyak olamazlardı?

"Barlas bey gizemli eşinizden bize de bahsedecek misiniz?"

"Çok ani yapılmış bir evlilikle magazine bomba gibi düştünüz. Ne zamandır görüşüyorsunuz?"

"Akıllarda bir çok soru var evliliğiniz hakkında açıklama yapmayı düşünüyor musunuz?"

"Derin Paygaz ile sevgili olduğunuz biliniyordu. Ne zaman ayrıldınız?"

"Kendisi de geçenlerde başka bir iş adamıyla görüntülendi. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?"

Ardı ardına sorulan sorular fazlasıyla yorucuydu. Barlas yüz ifadesini oldukça ciddi ve sabit tutuyordu. Hiç bir soruya cevap vermeye yeltenmemiş, sadece salona doğru benimle birlikte yürümeye devam etmişti. Bu ortamda cevap vermeye yeltense sözünün yarısında hangi soruya cevap verdiğini de unuturdu zaten. Sorulan sorular da fazla rahatsız ediciydi. Özellikle Derin'den sıklıkla bahsedilmişti. Tabi Barlas'ın yanında görmeye alışkın oldukları kadın oydu, ben değildim.

Salona girmemizle tüm gözler üzerimize çevrilmişti. Hoş bir klasik müzik kulaklarımı doldurdu. Barlas normal görünmeye çalışsa da kaşlarının çatıldığının farkında değildi. Aceleci adımlarla salonun ortasına doğru ilerliyordu. Topuklularla zor olsa da adımlarımı ona uydurdum. Aksi takdirde beni peşinden sürüklüyormuş gibi görünebilirdi. Bu bizi izleyen onlarca insan açısından pek hoş bir görüntü olmazdı. Gerçi sinirden adeta etrafına alev saçan Barlas da pek hoş bir görüntü sunmuyordu.

Az ilerimizdeki masada bize gülümseyerek bakan kumral genç yaşlarda bir adam gözüme çarptı. Bize doğru gelen adam kollarını iki yana açtı ve fransızca konuşmaya başladı.

"Barlas! Hoşgeldin dostum."

Anlaşılan Barlas'ın bahsettiği daveti veren adam buydu. Gözlerinden ateş çıkartan Barlas'ı görmesiyle adamın gülümsemesi yerini korku dolu bir ifadeye bıraktı. Kocam yüz ifadesiyle bile insanları korkutabilen bi adamdı. Ya da arkadaşım mı demeliydim?

"Hugo! Bana gazeteciler olmayacak demiştin. Davetin gizliliğini koruyacağına dair söz vermiştin!"
İşte şimdi sevgili kocacığımın neye kızdığı anlaşılmıştı. Gazeteciler tarafından Derin'le ilgili sorulan sorular öfkesinin asıl sebebiydi. Tabi bunu onu tanımayan biri anlayamazdı.

Adını yeni öğrendiğim Hugo'nun yüzü gerildi ve telaşla konuşmaya başladı.

"A- ama seni uyarmak için mesaj atmıştım. Son ana kadar gazeteciler ortalıkta yoktu sizden bir kaç dakika önce geldiler. Benim de yeni haberim oldu adamlarıma onları uzaklaştırmaları için emir verdim fakat o sırada da siz geldiniz." Bu kulağa biraz şüpheli gelse de daha sonra düşünebilirdim. Şimdi yanımda elimi tutan kızgın bir boğa varken pek sırası değildi.

Adamın telaşlı konuşmasına neredeyse bir kahkaha patlatacaktım. Hal ve hareketleri oldukça komikti. Barlas'ın karşısında şekilden şekile giriyordu.

Etrafına bakınan Barlas davetteki herkesin bizi izlediğini görünce kısık sesle bir küfür savurdu. Ardından tekrar Hugo'ya dönüp ona tehlikeli bir gülümseme sundu.

"Hugo gazetecileri kim çağırdı? Nerden haberleri oldu?" dedi dişlerinin arasından konuşarak. Çenesi öyle bir kasılmıştı ki yüz hatları ve boynundaki damarları belirginleşmişti. Bu hali gözüme fazla yakışıklı geliyordu. Hatta öyle ki sırf bunu doya doya izleyebilmek için onu sürekli sinirlendirebilirdim. Tuttuğu sargıda olmayan sol elimi farkında olmadan sıkmaya başlamıştı. Anlaşılan bağırmamak ve sakin olmak için kendini tutmaya çalışıyordu. Onu rahatlatmak için ilk aklıma gelen şeyi yaparak baş parmağımla elini hafifçe okşadım.
Yüz ifadesi hızla gevşemiş gerilen kasları yumuşamıştı. Kendi manzaramı kendim mahvetmiştim. Havuzdan çıktıktan sonra pansumanını yenilediğim sargılı sağ elimi koluna doladım. Sargı bezimi bile sarı renginde seçmiştim.

Kafasını hızla bana döndürdü ve gözleri gözlerimi buldu. Şimdi bakışları ateş saçmıyordu. Aksine daha sakindi. Fakat yine de benim içimi yakıyorlardı. Hafifçe gülümseyerek fransızca konuşmaya başladım.

"Kocacığım biraz sakin olmalısın. Bu gece buraya eğlenmek için gelmedik mi? O halde böyle ufak sorunlarla modumuzu düşürmemeliyiz."

Gözleri fal taşı gibi açılmış olan Barlas neredeyse kahkaha atmama neden olacaktı. Bunun yerine gülümseyerek ona daha çok sokuldum. Dili tutulmuş gibiydi.

"Sa- sanırım karın haklı Barlas." Hugo benden cesaret alarak konuşmaya başlamıştı. Bakışlarını bana çevirerek elini uzattı.

"Kıyımcı ailesinin zarif geliniyle tanışma şerefini bana bahşeder misiniz leydim?"

Elimi Barlas'ın elinden çektim ve bende Hugo'ya tokalaşmak için elimi uzattım.

"Efnan Araf Kıyımcı. Ya siz?"

"Hugo Antonie. Antonie ailesinin en taze üyesiyim." dedi göğsünü kabartarak. Bir başka deyimle ailenin en küçük üyesiydi. Anlaşılan Barlas'ın arkadaşı soylu bir aileden geliyordu. Bu soyadını daha önceki Fransa ziyaretlerimde duymuşluğum olmuştu. Fransız halkının gündeminde sıklıkla adı geçen bir aileydi. Mafyatik işlerine paravan olarak kullandıkları bir tekstil ve moda tasarımı şirketleri, ayrıca kendi soyisimlerini taşıyan bir markaya sahiptiler. Antonie ailesi de fransız mafyasındandı. Fazla kalabalık değillerdi. Ailenin iki oğlu ve bir kız çocuğu vardı. Hugo hala en küçük üye konumundaysa belli ki hiç biri henüz bir bebek sahibi değildi. Ailenin diğer üyeleriyse Hugo'nun anne babası ve büyükanne ve dedeleriydi.

"Çok memnun oldum bayım."

"Ah bana lütfen ismimle hitap et Efnan. Senin için sakıncası yoksa ben de öyle yapacağım."

"Tabi." dedim gülümseyerek. Ardından bakışlarımı Barlas'a çevirdiğimde boğazını temizleyerek sudan çıkmış balık ifadesini düzeltti.

"Karımla tanışma faslın bittiyse Hugo bize yerimizi göster. Bu gazeteci meselesini de unuttuğumu sanma."

Tehlikeli bir gülümsemeyle tekrardan elimi tuttu.

"Gidelim karıcığım."

Hugo bizi salonun baş köşesine oturttu. Ardından diğer davetlilerle ilgilenmek için yanımızdan ayrıldı. Bu kısım daha yüksek bir alanda olduğundan oturduğumuz yerden salondaki tüm insanları görebiliyorduk.

"Fransızca bildiğini bilmiyordum?" dedi Barlas.

"Bir kaç dil öğrenmek için yeterli vaktim oldu. Buna Fransızca da dahil."

"Başka hangi dilleri biliyorsun?"

"İngilizce, Rusça, Almanca İspanyolca ve İtalyanca."

"Beni şaşırtmaya devam ediyorsun. Henüz 20 yaşında birinin bu kadar çok dil bilmesi muazzam bir şey."

"Dil öğrenmek benim sevdiğim bir aktivite."

"Üniversite seçimini dil üzerine mi yapacaksın?"

"Hayır veterinerlik istiyorum. Dil öğrenmek benim için sadece bir hobi. Mesleğimi bunun üzerine kurmak istemiyorum. Yabancı dil bilgisi sadece seyahatlerimde bana yardımcı olacak."

Etkilenmişti ve bunu saklamıyordu. Bana bakarken ışıldayan gözleri saçma sapan umutlara kapılmamı sağlayabilirdi.

Masamıza bir kaç içki şişesi geldiğinde yüzümü buruşturdum. Dün geceden sonra içmek istediğime pek emin değildim. Barlas'ın önüne doldurduğu viski kadehini koyan garson bana dönüp ne istediğimi sordu. Henüz ağzımı bile açamamışken Barlas lafa atladı.

"Meyve suyu. Taze sıkılmış olsun."

Hiç beklemeden aynı hızla lafa daldım.

"Hayır bana şarap getirir misin? Beyaz şarap istiyorum."

Garson bir bana bir Barlas'a bakıyordu. Aslında kendim konuşsaydım da alkol istemeyecektim ama benim yerime lafa atlaması hoşuma gitmemişti. Sadece karşı çıkma isteğiyle alkol söylemiştim. Barlas'ın sert sayılabilecek bakışları beni buldu. Benim ona olan bakışlarım da pek yumuşak sayılmazdı.

"Dün geceden sonra bir süre içmesen daha iyi olacak."

"Ne yapıp ne yapmayacağımı sana sormayacağım." Biz de böyleydik işte, iki dakika normal konuşup üçüncü dakikada atışmaya başlıyorduk. Arkadaş oluşumuz bile bu duruma engel olamamıştı.

"Efnan bırak inatlaşmayı! İçmek zorunda değilsin." Meyve suyu içme zorunluluğum da yoktu.

"Evet değilim ve istiyorum."

Sıkıntılı bir nefes verdi. Garsona döndü ve fransızca "Ne istiyorsa onu getir." dedi. Şaka gibiydi! O onay vermeden istediğim içeceği bile alamamıştım. Çocuk muydum ben?

"Ne bu şimdi? Senin onayın olmadan istediğim içkiyi alamayacak mıyım?"

"Bizim camiada böyledir. Alışsan iyi edersin."

Burnumu kırıştırdım. "Çok beklersin."

"Efnan, bu asi hareketlerin bazen hiç hoşuma gitmiyor."

"Öyle mi? Bunu bana söylemek yerine günlüğüne yazabilirsin çünkü umurumda değil." Nasıl davranmam gerektiğine o kadar veremezdi.

"Çocuk gibi davranma. Ne biçim konuşuyorsun? Ben senin kocanım!"

"Sahte koc-" Hugo'nun yanında bir kadınla beraber masamıza gelmesi lafımı yarıda kesti. Fakat yine de Barlas ne demek üzere olduğumu anlamış ve bana ters ters bakıyordu.

"Sizi ablamla tanıştırmak istedim."
dedi Hugo. Yanındaki kadın oldukça güzel bir kadındı. Üzerindeki uzun straplez davet elbisesi mükemmel fiziğine çok yakışmıştı.

"İyi yapmışsın Hugo." Gülümseyerek kadına elimi uzattım. Bir fransızca bir türkçe konuşmaktan kafam allak bullak olmuştu.

"Efnan Araf Kıyımcı."

"Memnun oldum. Ben Nicolette Antonio."

"Memnun oldum Nicolette."

Kadının kocaman gülümsemesinden anladığım kadarıyla ismiyle hitap etmem sorun teşkil etmemişti.
Nicolette Barlas'a elini uzattı.

"Siz Barlas Kıyımcı olmalısınız? Uzun zamandır ailenizle iş yapıyor olmamıza rağmen daha önce hiç tanışma fırsatımız olmamıştı."

"Memnun oldum Bayan Antonio."

Barlas'ın mesafeli tavrı hoşuma gitmişti. Yine de hala ona sinirliydim. Hep beraber oturduk ve içkilerimizi yudumlamaya başladık. Barlas'ın onayıyla aldığım beyaz şarabım çoktan önüme gelmişti. Ancak her yudumumda midem alt üst oluyordu. Ah şu inadım beni ölüme bile sürükleyebilirdi. Ne vardı uslu uslu meyve suyumu içseydim?


Sözde evliliğimizi kutlama amaçlı ve eğlenmek için geldiğimiz bir davetti. Fakat üzerimdeki muazzam elbise dışında her şey berbat ve sıkıcı gelmeye başlamıştı. Barlas'ın bakışları, Hugo ve ablasıyla daldığı koyu iş sohbetinde ara ara üzerime kayıyordu. Yüzümü her ne kadar sabit tutmaya çalışsamda elimdeki kadehten tiksindiğimi gizleyemiyordum. Kahvaltı dışında tüm gün doğru dürüst bir şey yememiş olmam durumu daha da kötüleştiriyordu. Beni izlerken içinden kahkaha attığını tahmin etmek zor değildi. Ara ara salondaki diğer davetliler bizimle selamlaşmak için masamıza geliyorlardı. Otur kalk otur kalk bir hal olmuştum. Tiksindiğim şarabımı sırf inadımdan zar zor bitirmişken sürekli hareket etmek midemi daha çok bulandırıyordu. Midemi düşünmekten masadaki sohbete odaklanamıyordum bile. Nicole bunu farketmiş olacak ki bakışları bana kaydı ve yüzü endişeli bir hal aldı.

"İyi misin? Bembeyaz görünüyorsun."

Benim zaten süt beyazı bir tenim vardı bir kere.

"İ-iyiyim. Sa-sanırım bir lavaboya gitsem daha iyi olacak." Tek kadehte kusmak hiç bana göre bir şey değildi. Bir hışımla yerimden kalkıp merdivenlere yöneldim. Fakat tam bu sırada yerin ayağımın altından kaydığını hissettiğimde tutunmak için halim kalmamıştı. Bilincim kapanmadan önce duyduğum son ses ise Barlas'ın adımı haykırışıydı.

Belimi saran ellerini hissettim. Sonrası ise, koskoca bir boşluk.


 

Loading...
0%