Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@heliiosrex

VANCE

10 yıl önce

 

Üzerimi değiştirmek için çantama yöneldim ve Viper, benim ne yapacağımı anlayınca hızlıca banyoya doğru gitti. Ama kapıyı tam olarak kapatmadı. Gömleğimi çıkarırken gözüm banyo tarafına kaydı; tek eliyle sırtındaki fermuarı açmaya çalışıyordu. Bir türlü başaramıyordu, aynaya sırtını dönmüş, uzanıyordu. Yardım etmek istedim ama onu izlediğimi fark etmesini istemedim. Gömleğimi çıkarıp yatağın üzerine attım ve çantamdaki eşyaları dolaba yerleştirmeye başladım. Tam o sırada Viper banyodan çıktı. Üstümün çıplak olduğunu görünce birden arkasını döndü, "Çok pardon, özür dilerim, hiçbir şey görmedim," diyerek bir eliyle gözlerini kapattı. Onun bu hali bana çok komik geldi ve gülmeye başladım.

 

"Hiç mi üstü çıplak bir erkek görmedin? Aç gözünü, sorun yok," dedim. Viper yavaşça arkasını dönüp bana bakmadan, kafasını hafifçe yana eğerek konuşmaya başladı.

 

"Fermuarımı açmama yardım eder misin?"

 

"Tabii ki," dedim hızla ona doğru yöneldim, ama çok hevesli göründüğüm için adımlarımı yavaşlattım. Saçlarını sağ omzundan öne doğru nazikçe attıktan sonra, fermuarını yavaşça açtım. İşim bitince hala çıplak sırtına bakarken birden dönüp, "Teşekkür ederim," dedi.

 

Yüzüme çok imalı bakmış olmalıyım ki, bakışları biraz uzun sürdü. Kaşlarını hafifçe kaldırmış, benden bir şeyler bekliyordu.

 

"Ha, rica ederim... İstersen çıkabilirim," dedim biraz mahcup bir şekilde.

 

"Yok, banyoda giyinirim," deyip eline kıyafetlerini alarak banyoya yöneldi. Bu sefer kapıyı tamamen kapatmıştı. O banyodayken ben de üzerimi değiştirip koltuğa oturdum. Saat henüz çok geç değildi; uyumaya niyetim yoktu. Odaya birkaç içki sipariş ettim. Yarım saat sonra Viper banyodan çıktı. Üzerinde çiçekli bir gecelik vardı. Küçük bir atlet ve tül detaylı bir şort. Zaten Viper zayıf ve kısa boyluydu, bu kıyafetlerle çok şirin görünüyordu. Üzerindekilere bakınca gülümsemeden edemedim.

 

Yatağa geçip oturdu, tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken kapı çaldı.

 

"Uykun yoktur umarım. Bir şeyler istedim," diyerek kapıya yöneldim. Bir şişe tekila ve meyve sipariş etmiştim. İçeceklerimiz servise hazır halde odaya yerleştirildi. Viper bir içkiye, bir de bana baktı.

 

"Ben içmesem olur mu?" diye sordu tereddütle.

 

"İçmeyi sevmeyen barmen mi olurmuş?" dedim hafif bir alayla.

 

"Ben alkolik olduğum için orada çalışmıyordum," dedi ciddi bir ifadeyle.

 

"Şaka yapıyorum. Bu gece serbestsin, içebilirsin."

 

"Tamam, ama çok içmem," dedi. Ben de ilk içkileri doldurdum. Viper yataktan kalkıp yanıma gelip tekli koltuğa oturdu. İlk içkileri içtikten sonra Viper'ın yüzünde hafif bir kızarıklık belirdi. Zaten açık tenli biriydi, şimdi daha da kızarıyordu. İkinci ve üçüncü shot'ları bitirdikten sonra Viper konuşmaya başladı.

 

"Her gün geliyordun bara, neden?" dedi merakla.

 

"Her gün geldiğimi görüyor muydun?" diye sordum.

 

"Görüyordum tabii, barda oturuyordun dibimde her gece," diyip kahkaha attı.

 

"Neden kendi adını kullanmıyorsun?" diye sordu aniden.

 

"Sevmiyorum," dedim kısaca.

 

"Ama neden?"

 

"Bu konuyu kapatabilir miyiz?" dedim, biraz rahatsız olarak.

 

"Sen karar veremezsin," dedi biraz sinirli bir tonla. "Ama neyse, sıkıldım bu sorulardan."

 

Onu boşverip, "Sen neden bu işe girdin? Onu söyle bana," dedim.

 

Viper'in yüzünde bir gülümseme belirdi. "Sen neden bu kadar korkuyorsun benim bu işte olmamdan?"

 

"Kendine zarar vereceksin," dedim, ciddiyetle.

 

"Beni tanımıyorsun," dedi soğukkanlı bir sesle.

 

O an anladım, neden içmek istemediğini.

 

Viper, elindeki bardakla titreyen ellerini zar zor kontrol ederek ayağa kalktı ve sendeleyerek balkona yöneldi. Demirlere tutunarak ayakta durmaya çalıştığında, içimdeki bir ses beni yerimden fırlattı. Gözlerinde beliren bulanıklığı, hareketlerindeki o belirsizliği gördüğümde, onu tutmam gerektiğini anladım. Yanına gidip kolundan yakaladım, adeta sarsılıyordu. Yatağa yatırmaya çalışırken, "Başım dönüyor!" diye bağırıyordu. Sesindeki çaresizlik kalbime bir yük gibi bindi.

 

Birden fırlayıp banyoya koştu. Arkasından gitmekten başka çarem yoktu. Banyonun kapısını açtığımda, onun bembeyaz bir yüzle lavaboya yaslandığını, kusarken bedeninin titrediğini gördüm. Sessizce yanına yaklaşıp saçlarını tuttum, yüzüne düşen telleri geriye doğru ittim. Sonra onu kıyafetleriyle soğuk suyun altına soktum. Suyun soğukluğu onun titremesini artırırken, ellerimin ona dokunduğu her an daha fazla acı çektiğini hissediyordum. Ama bu onun kendine gelmesi için gerekliydi.

 

Biraz toparlanmaya başladığında, titreyen vücudu suyun altında biraz duruldu. Ona kuru kıyafetler getirip, usulca verdim. Kıyafetleri alırken bile elleri titriyordu. "Ben giyerim," dedi zayıf bir sesle. Banyodan çıkıp düşecek diye endişeliydim, bu yüzden orada kalmaya karar verdim. Arkamı dönüp, mahremiyetine saygı göstererek sessizce bekledim. "Bitti," dediğinde, arkamı dönüp ona baktım.

 

Ona baktığımda, o güçlü kadının yerinde, ıslak saçları yüzüne düşmüş, sürekli burnunu çeken, gözleri zorla açık duran bir Viper vardı. O güzel yeşil gözleri, şimdi acının ve yorgunluğun izlerini taşıyordu. Saçlarını toparlayıp, havluyla dikkatlice kuruttum, ellerim her seferinde saçlarının arasında kaybolurken. Daha sonra onu nazikçe yatağa götürüp yatırdım. Koltuğa yönelirken, birden elimden tutup beni kendine çekti. Gözlerinin içine baktım. "Burada yer var, orada uyuma," dedi zayıf ama kararlı bir sesle.

 

"Emin misin?" diye sordum. Başını onaylarcasına salladı, gözlerindeki yorgunlukla. Tişörtümü çıkarıp yatağa sırt üstü uzandım, içimdeki karmaşayı saklamaya çalışarak. Aniden, bana doğru yaklaştı ve başını göğsüme koydu. Kalbim hızla çarpmaya başladı, nefesim daraldı ama onun nefesi sakinleşmişti. Göğsümdeki ritmik atışlar, onun mışıl mışıl uyuyan bedenini sarmalıyordu. Tüm bu karışıklık içinde, o an, sadece huzur vardı.

 

Sabahın ilk ışıkları odanın içine süzüldüğünde, uyanır uyanmaz Viper'in başının hala göğsümde olduğunu fark ettim. Bir bacağı üzerimde, derin bir uykuya dalmıştı. Nefes alışverişi sakin ve ritmikti, sanki bütün gece huzur içinde uyumuş gibiydi. Onu rahatsız etmemek için kıpırdamadan, nefesimi bile tutarak, sadece onu izlemeye başladım. Yüzündeki huzurlu ifadeyi, saçlarının yüzüne dökülen buklelerini, her detayıyla belleğime kazıdım.

 

Birkaç dakika sonra, yavaşça uyanmaya başladı. Gözlerini araladı ve bakışlarını bana doğrulttu. O an, yorgunluğun ve gecenin ağırlığının yerini sıcak bir gülümseme aldı. Gözlerindeki o içten parıltı, içimi ısıttı. Her şey bir an için durdu sanki, o anın saflığı ve sakinliğiyle dolup taştım.

 

Viper, birkaç kez gözlerini kırpıştırarak etrafına bakındı. Üzerimdeki ağırlığını fark ettiği an, birden irkilerek hızla doğruldu. Üzerimden sıçrayıp sırtını yatağa yasladı ve oturdu. Aniden değişen bu durum, ikimiz için de biraz şaşırtıcıydı. Ama onun o tatlı gülümsemesi, o sabahın tüm ağırlığını hafifletmişti.

 

Birden yataktan kalkıp, "Sana da günaydın," dedim. Yüzünde hala büyük bir soru işareti vardı, sanki uyanmakta zorlanıyordu. Yatağın kenarına oturmuş, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

 

Onun bu şaşkın halini görünce, biraz gülümseyerek, "Ne var? Sen beni yatağa davet ettin, şimdi suçlama," dedim. Gözlerini hafifçe kıstı ve kafasını hafifçe yana eğerek düşündü, ama yine de hiçbir şey hatırlayamadığı belliydi.

 

"Hiçbir şey hatırlamıyorum," dedi. Ben tişörtümü giyerken alaycı bir şekilde ona doğru eğildim ve yatak başlığını tutup, "Beni kırdın," dedim. "Nasıl bu geceyi hatırlamazsın?"

 

Derin bir nefes alıp, sesimi mümkün olduğunca yumuşatarak devam ettim. Viper'ın sinirlendiği çok belliydi, kaşları çatılmış, yüzünde bir karışıklık vardı. Ona sakinleştirici bir şekilde bakarak, "Bak, Viper," dedim, "Ben sarhoş ve kendinde olmayan bir kadına asla yanlış bir şey yapacak biri değilim. Merak etme, gerçekten hiçbir şey olmadı. Sadece biraz sarhoştun ve ben de sana yardım ettim."

 

Viper, hala şüpheli bakışlarla bana bakıyordu. "Evet, biraz kustun ve seni yıkamak zorunda kaldım," dedim, sesimdeki sakinliği koruyarak. "Ama merak etme, kıyafetlerin üzerindeydi," diye ekledim, onun rahatlaması için.

 

Viper'ın şaşkın bakışlarını görünce, yavaşça devam ettim, "Kendine biraz gelince üstünü değiştirdin ve seni yatağa yatırdım. Sonra da sen, yatakta yer var dedin, ben de yanında uzandım."

 

Viper'ın yüzüne hafif bir gülümseme yerleşirken, "Sende bayağı istekliydin sarıldığına göre," dedim şaka yollu. Viper, hafifçe koluma vurdu, ama artık biraz rahatladığı belliydi.

 

Gülümsedim ve ayağa kalkarak, "Bugün benim biraz işim var," dedim. "Sen istersen odada takıl ya da otelde bir şeyler yapabilirsin. Birkaç saate dönerim." Bu sözlerle onu yalnız bırakmak için odadan çıkarken, aramızdaki gerilimin yerini anlayış ve rahatlık almıştı.

 

————

 

Yaptığımız iğrenç işlerin ve bu dünyanın içine daha fazla sürüklemeye hiç niyetim yoktu. Tek istediğim, onu elimden geldiğince uzak tutmaktı. Buraya geliş amacımız olan iş için yola koyuldum. İspanya’nın bu bölgesinde, emrimizde çalışan adamların malları taşımak için kadın ve çocukları kullandığını öğrendik. Bu işleri yapan kadınlar vardı, evet, ama kullanılan kişiler bu işlerden habersiz, tamamen suçsuz insanlardı. Yanıma iki koruma alarak yola çıktık.

 

“Ev burası mı?” diye sordum, gözlerimi etrafa çevirerek.

 

“Evet abi,” dedi korumalardan biri, kısık bir sesle. Ev, bu işten aldığı kazanç dışında ekstra bir geliri olmayan biri için gereğinden fazla lükstü.

 

Arabadan inip evin kapısına doğru yöneldik. Henüz birkaç adım atmıştım ki, kapıda duran korumalardan biri aniden elini göğsüme koyup beni durdurdu. Gözlerim, göğsümdeki eline kayarken, içeride yaşananların ciddiyeti yüzünden hissediliyordu.

 

"Patron şu anda meşgul," dedi koruma, soğuk ve keskin bir tonla.

 

Patron, "El Carnicero" Montoya. Bu ismi duyan herkesin tüyleri diken diken olurdu. Ona “El Carnicero” (Kasap) demelerinin bir nedeni vardı; acımasızlığıyla tanınan, her hamlesini ölümcül bir doğrulukla planlayan bir adamdı.

 

Korumaya soğukkanlı bir şekilde bakarak, “Patronuna Vancenin geldğinii söyle”** dedim, sesime sakladığım tehdit açık ve netti.

 

Korumanın gözleri, sözlerimin ağırlığını kavradığını gösterircesine dondu. Bir an duraksadı ve elini çekip kafasını öne doğru eğerek kapıyı açtı.

 

Montoya, eve birinin girmesinden rahatsız olacak ki, hızla ayağa kalkıp sinirle arkasını döndü. O an, gözlerimiz buluştu. Beni görünce yüzündeki öfke bir anda eridi ve yerini sahte, aptalca bir gülümsemeye bıraktı. Kollarını açarak, "Kardeşim!" diye seslendi, yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Sanki aramızdaki gerilim hiç yokmuş gibi, bana doğru yaklaşmaya başladı.

 

Az sonra olacaklardan habersiz, sahte sıcaklığıyla gelip bana sarıldığında, içimden yükselen soğukluğu bastırarak hareketsiz durdum. Kolları etrafımda sıkılaştıkça, bu sahte gösterinin ne kadar tehlikeli olduğunu hissediyordum. Onun oyununu bozmak istemedim, henüz değil. İçimdeki öfkeyi kontrol altında tutarak, Montoya'nın beni kucaklamasına izin verdim, ama kalbimde buz gibi bir mesafe bıraktım.

 

Montoya’nın gülümsemesi ne kadar geniş olursa olsun, ben onun kim olduğunu ve ne yapabileceğini çok iyi biliyordum. Bu sarılma, sahte bir kardeşlikten öte değildi; bir adım daha atmadan önce, birbirimizi ölçüp tartıyorduk.

 

"Vance! Seni buraya hangi rüzgar attı kardeşim?" diye konuştu Montoya, sıcak ama aynı zamanda sinsi bir tonla. Durumun ciddiyetinden habersiz, eski bir dostla buluşuyormuş gibi davranıyordu.

 

Soğukkanlı ve sakin bir şekilde ilerledim ve koltuğa geçtim, yüzümde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. "Montoya," dedim, sesimde derin bir dinginlik vardı. "Buraya gelmemin bir sebebi var."

 

Montoya’nın gülümsemesi, soğuk ifadem karşısında biraz sönük kaldı, ama yine de eski samimiyetini korumaya çalışarak, "Nedir mesele, kardeşim? Bir sorun mu var?" diye sordu. Ancak gözlerimdeki donuk bakış, Montoya’yı yavaş yavaş rahatsız etmeye başlamıştı.

 

Koltukta oturarak gözlerimi Montoya’nın üzerine dikti. "Sorun, senin sınırları aşman Montoya," dedim, sesim hala sakindi ama içimde derin bir öfke vardı. "Senin, insanları nasıl kullandığını duydum. Kadınlar ve çocuklar… Bu işe bulaşmaman gerektiğini biliyordun."

 

Montoya’nın yüzündeki gülümseme tamamen kayboldu, yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. “Vance, bunlar sadece iş, sen de bilirsin. Bu dünya böyle dönüyor,” dedi.

 

Montoya’nın masasının üzerindeki kesme tahtasına bir bakış attım. "Kasap olarak anılmayı seviyorsun, değil mi Montoya?" dedim, ayağa kalkıp bir adım daha ileri atarak. Montoya’nın gözleri, bakışlarımı takip etti ve masadaki bıçağa kaydı.

 

Masada ki bıçağı hızlı bir hamleyle kaptım. "Madem senin işin bu, o zaman gerçekten nasıl bir kasap olduğunu görelim," dedim, sakin ve soğukkanlı bir tonla.

 

Montoya geriledi, ama hızla ona doğru ilerleyip bıçağı Montoya'nın eline bastırdım, ardından acımasız bir şekilde 4 parmağını birden k*pardım. Montoya'nın yüzü acıyla buruştu, ama benim gözlerim hala donuk ve duygusuzdu.

 

"Kendi ellerinle bu kanı dökmeyi seçtin, Montoya," diye fısıldadım, Montoya'nın kanı yerde birikmeye başladığında. "El Carnicero olmak istedin, işte şimdi gerçekten bir kasap oldun."

 

Montoya, acı içinde yere çökerken, bıçağı yere bıraktım ve soğukkanlı bir şekilde odadan çıkmaya başladım. İçerideki sessizlik, Montoya’nın bağırışlarıyla bozuldu, ama benim geri dönmeye niyeti yoktu.

 

Kapıyı arkamdan kapattığımda, Montoya'nın cezası verilmişti; kanlı ve acımasız bir şekilde.

 

Arabaya doğru ağır adımlarla ilerledim. Montoya’nın evinin soğuk duvarları ardımda kalırken, içimde karanlık bir boşluk yankılanıyordu. Her adımda, bu dünyanın üzerimde bıraktığı izlerin ağırlığını daha derinden hissediyordum. Arkamda kalan kanlı sahne, işin doğasının ne kadar çirkin ve acımasız olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı.

 

Direksiyonun başına geçip motoru çalıştırdım. Arabayla yavaşça uzaklaşırken, bu işte vermem gereken zor kararların ağırlığı omuzlarımda daha da derinleşti. Montoya gibi insanların dünyasında, sert olmak zorundaydım. İlk zamanlar, her seferinde vicdanımın keskin bıçaklarıyla doğranmış gibi hissederdim. Geceleri uykusuz kalır, yaptıklarımın izleri zihnimin en karanlık köşelerine kazınırdı. Ama zamanla bu hisler donmaya, kalbim yavaş yavaş taşlaşmaya başladı. Artık, hiçbir şey hissetmiyordum.

 

Ama sonra Viper hayatıma girdi. Onunla birlikte, unuttuğum duygular yeniden filizlenmeye başladı. İlk başta bu değişimden korktum, çünkü duygular bu dünyada zayıflık demekti. Fakat Viper, bana yeniden insan olduğumu hatırlattı. Kalbimin köşesinde saklanan o küçük umut kıvılcımını yeniden alevlendirdi.

 

Onun bana verdiği bu gücü korumak zorundaydım. Viper’ın, bu karanlık dünyanın pençelerine kapılmasına izin vermeyecektim. Onu bu pislikten uzak tutmak için ne gerekiyorsa yapardım. Montoya gibilerinin hayatıma hükmetmesine, Viper’ın benimle birlikte bu bataklığa saplanmasına asla izin vermezdim.

 

Arabayı sürerken, Viper’ın yüzünü düşündüm. Onun ışığı, karanlığımın içinde parlayan tek şeydi. Ve bu ışığı söndürmelerine izin veremezdim. O, benim bu dünyada sahip olduğum son iyilik parçasıydı. Viper’ı korumak, kendimi korumaktı. Artık ne olursa olsun, bu yolda yalnızca ikimiz vardık. Ve her ne pahasına olursa olsun, onu koruyacaktım.

 

Loading...
0%