Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. Bölüm

@heliiosrex

Her bölümün sonuna beğenip yorum yapmanız bana büyük bir motivasyon kaynağı olacak. Desteğiniz için şimdiden teşekkürler!

 

Takipte kalın

 

Seviliyorsunuz!

 

🫀

 

11 yıl önce

Viper

 

Yerle bir olmuş bir dünyayı izliyordum. Aden’in cansız bedeni, ormanın karanlığına gömülmüş gibiydi. Çiçeklerle dolu taç, başının yanında bir zamanlar hayatı simgelerken şimdi sadece soğuk bir mezar taşı gibi görünüyordu.

 

Gözlerinde bir zamanlar parlayan umut, şimdi donmuş bir boşlukla değişmişti. Yere eğilip Aden’in yüzüne dokunduğumda, vücudunun soğukluğu derin bir korku ve acı dalgası yarattı. Bir zamanlar sıcacık ve canlı olan Aden, artık sadece bir ölümün kalıntısıydı.

 

O an, her şeyin bir hayal gibi olduğunu düşündüm, ama hissettiğim şiddetli acı ve boğazımdaki düğüm, bu anın gerçek olduğunu bana hatırlatıyordu. Aden’in boğazındaki morluklar, yaşamın ona sunduğu son acıyı temsil ediyordu.

 

Gözlerimden bir damla yaş süzülüp soğuk yüzüyle birleşti. Kalabalığın içerisinde fısıltılar yükseliyordu.

İntihar mı?

 

Bu düşüncesinin bile gerçek olamayacak kadar iğrenç olduğunu hissettim. Aden’in ölümünün ardında karanlık bir el olduğuna inanmak istiyordum. İntihar edebilecek bir ruhu yoktu; onun çabaları ve umutları, hayatının sonuna dek mücadele etmek için bir güç kaynağı olmuştu.

 

Kimse hiçbir şey demedi sorgulamadı, kurcalamadı.

 

Gömme işlemi başladığında, herkes ayrıldı; ben tek başıma kaldım. Sessizce bekledim, mezarın kazılması bitene kadar. Mezar, küçük bedeninin sığacağı kadar derin ve soğuktu. Çukurun içine girip bana uzatmasını istedim, ve Aden’i nazikçe yerleştirdim; canının acımasını istemiyordum. Mezarın üstünü kapatırken, sanki dünyadan bir parça kopmuş gibi hissettim. Tacını mezarın başına koydum.

 

“Hayallerimizi sen olmasan da gerçekleştireceğim sana söz veriyorum”

 

O da bunu isterdi. Son damla gözyaşım gözlerimden süzülüp toprağa düştü. Bir avuç toprağı alıp kampa doğru yürüdüm. Üstüm başım toprak ve çamur içinde kalmıştı, ama Aden’in kokusu hâlâ üzerimdeydi. Aden artık toprak olmuştu.

 

Yatakhaneye yaklaştığımda, açlıktan titriyordum; eğitim umurumda değildi, sadece toprağını saklayacak bir kutu bulmak istiyordum. Yatakhanede etrafı arayıp küçük bir kavanoz buldum. Toprağı içine yerleştirdikten sonra yatağa oturdum ve kavanoza gözlerimi dikip durdum. Düşünemedim sadece bakıyordum. Gerçek olamayacak kadar uzaktı olanlar.

 

Yatağa sessizce uzanıp kavanoza sarıldım. Burda ki en yakın arkadaşımı, dostumu kaybetmiştim.

 

——-

 

Aden’in ölümünden sonraki günler, sanki bir kâbusun içinde yaşamak gibi geçti. Gözlerim açıldığında, her şey aynıydı; ama hiçbir şeyin bir anlamı yoktu. Her sabah, Aden’in yokluğuyla uyanmak zorundaydım. Gözlerim, sabahın ilk ışıklarında bile karanlık bir boşlukla karşılaşıyordu. Her şey sessizdi, sadece kendi acıma karşı koymaya çalışırken duyduğum derin bir sessizlik vardı.

 

Nefes almak bile zorlayıcıydı. Her nefes alışımda, sanki ciğerlerimde bir ağırlık vardı; içimi saran acı, derin ve kalıcı bir yara bırakmış gibiydi. Her an, Aden’in gülüşü, sesi ve hayatta olduğunu hissettiğim anlar, aklımda sürekli bir yankı gibi dönüyordu.

 

Akşamları, kendimi yatağa gömdüğümde, ciğerlerim sanki boşlukta yüzüyordu. Gözlerimden akan yaşlar, geceleri yastığımı ıslatıyor, ama hiç rahatlayamıyordum. Her an, Aden’in sesi rüyalarımda yankılanıyor, uyandığımda ise sadece soğuk ve sessizlik kalıyordu.

 

Yürümek, konuşmak, hatta düşünmek bile zor hale geldi. İçimdeki boşluk, kendimi kaybolmuş ve terkedilmiş hissettiriyordu. Her şeyin üzerine düşen bu karanlık ve acı, her geçen gün daha da derinleşti. Aden’in yokluğu, hayatımda bir boşluk ve anlam kaybı yarattı. Bu acı, ciğerlerimi sararken, her anı ve her hareketi daha da zorlaştırdı, hayatımın her anını bir yas ve hüsranla doldurdu.

 

Bir hafta sonra yine uyanmış yatakta oturuyordum ve elimde tuttuğum kavanoza bakıyordum.

 

Başucumda duyduğum bir sesle irkildim. Kafamı kaldırdığımda, Victor’un ifadesiz yüzüyle karşılaştım. Yakın olduğumuzu biliyordu; uzun zamandır konuşmasak da destek olacağını düşündüm. Victor, yatağımın önünde yere eğildi. İki elimle kavanozu tutuyordum. Ellerini uzatıp bir elini yüzüme, diğerini elime koydu.

 

Bir an için gözlerimden yaşlar döküldü, ama kendimi toparlamaya çalıştım.

 

“İnsanlar, sevdikleri uğruna istemedikleri şeyler yapmak zorunda kalabilir.”

 

Victor’un sözleri kulağımda çınlamaya başladı. Zaman ve mekân bir anda anlamını yitirdi, sanki büyük bir uçurumdan aşağı atlıyordum, kanım çekiliyordu. İçim ürperiyor, sadece Victor’un yüzüne odaklanıyordum. Gözlerimden başka hiçbir şey görmüyordum.

 

Victor, doğruldu ve yanıma yaklaşıp başıma nazikçe bir öpücük kondurdu. Sonra sessizce ayrıldı, adeta bir gölge gibi kayboldu.

 

Gözlerim, Victor’un arkasında bıraktığı sessizliği takip ediyordu. İçimde bir boşluk, bir belirsizlik vardı; sorular, cevaplardan daha gürültülüydü. Gözlerim dolmuş, bedenim titriyordu.

 

Birkaç dakika geçtiğinde, içimdeki duygular yeniden şekillendi. İlk başta bir boşluk ve keder vardı, ama sonra o boşluğun yerini derin bir öfke aldı. Victor’a karşı hissettiğim bu öfke, bir volkan gibi patlamaya hazırdı. Aden’i benden almış, bana bu acıyı yaşatmıştı. Bu acının yanı sıra, yarattığım canavara karşı duyduğum korku da içimi sarhoş etmişti.

 

İçimdeki bu öfkeyi ve acıyı asla unutamayacaktım. Bu, sadece bir intikam değil, aynı zamanda kendim için bir adalet arayışıydı.Victor’a aynı acıyı yaşatmalıydım; ona, en sevdiğini kaybetmenin acısını hissettirmeliydim.

 

Bu kamptan ayrılma kararı, içimde büyüyen öfkenin bir yansımasıydı. Her ne pahasına olursa olsun, bu intikamı almak için buradan ayrılacaktım. Victor’un, bana yaşattığı acının bedelini ödeyeceği anı dört gözle bekliyordum. O an geldiğinde, ona bu acıyı yaşatacak ve kaybetmenin derin acısını en derinlerinde hissettirecektim.

 

Victor’un yaptıklarını şefe anlatmayı düşündüm, ama sonra fark ettim ki, Victor şefe güvenmese böyle bir şeye asla cesaret edemezdi. İçimdeki acı, her geçen gün biraz daha büyüyordu. Yaklaşan dövüş ise hem Aden’in intikamı hem de Victor’dan kurtulmam için bir fırsat olacaktı. İki kişiyi yenmem gerekiyordu; biri Aden’in hakkı, diğeri ise Victor’un cezası olacaktı. Bu, Aden’in söz verdiği şeyleri gerçekleştirmek için gerekliydi. Onun “Başarabilirsin,” dediği anları aklımda canlı tutuyordum. Evet, başaracaktım ve buradan ayrılacaktım.

 

Ancak dövüşe hazırlanmak düşündüğümden daha zordu. Son birkaç gündür güçsüz düşmüştüm, beslenme ve eğitim konularında geri kalmıştım. Ama geri çekilmek yoktu, çalışmaya devam ettim. Yemek sırası bende olmadığı için şanslıydım; ava çıkmam gerekmiyordu, bu yüzden ormana gidip saatlerce çalıştım. Kelimenin tam anlamıyla köpek gibi çalışıyordum. Her gece, vücudumdaki her bir kas ve her bir yara bana o dövüşün ağırlığını hatırlatıyordu.

 

Son iki gün, sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp yemekhanede yemeğimi yedim. Ardından ormana gidip antrenman yaptım. Tüm vücudum acı içindeydi, ama bu acıyı kabullenmiştim, çünkü biliyordum ki bu, içimdeki öfkenin bir yansımasıydı. İki günün sonunda, dövüş sabahında, erkenden kalktım ve hazırlandım.

 

O an, içimde hem korku hem de kararlılık vardı. Victor’u yenmek ve Aden’in intikamını almak için yola çıktım. Bu savaşı kazanmak, her şeyden önce içimdeki savaşı kazanmaktı.

 

Dövüşe toplam 48 kişi katılacaktı. Herkesin ölmesi gerekmiyordu, ama dövüşten devam edemeyecek kadar kötü yaralananlar elenecekti. İlk kurayla belirlenen grup dövüşmeye başlayacak, bu ilk tur sonunda sadece 24 kişi kalacaktı. Ardından ikinci turda dövüşecekler ve her ikiliden sadece biri galip çıkacaktı. Katılanlar, kimlerin dövüşeceğini önceden bilmeleri ve bunu birbirlerine söylemeleri kesinlikle yasaktı. Dövüş saatine kadar, kiminle karşılaşacağımız tamamen belirsizdi.

 

Dövüş alanı yavaş yavaş kalabalıklaştı. Etraf insan doluydu ama herkesin sessizliği, ortamda ölümcül bir gerilimin varlığını hissettiriyordu. Şef ve adamları ringe çıktı ve bir konuşma yaptılar.

 

Dövüşle ilgili birkaç kural vardı: Pes etmek yasaktı, adil bir dövüş olması gerekiyordu. Rakip, dövüşmeyi bırakacak kadar bilincini kaybederse, dövüş sona erdirilebilirdi; ama yalvarmalar, merhamet dilekleri önemsenmeyecekti. Bu kuralları sıraladıktan sonra, büyük bir çuval getirildi ve şef ringten çıkıp alandan ayrıldı.

 

İsimler çekilmeye başlandı.

İlk isim Eve’ydi. Eve, oldukça güçlü, neredeyse 18’lerinin sonunda bir kızdı.

 

Dövüşlerde kadın-erkek ayrımı yapılmıyordu, karma bir düzen vardı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Nefesimi tuttum; adımın çıkmasını istemiyordum. Ama adım çıkmazsa, bir sonraki 46 kişiden biri olacağımı biliyordum, bu da kaçınılmazdı. Yine de beklediğim olmadı, adım çıkmadı.

 

O an derin bir nefes aldım. Ama bu sadece kısa bir erteleme demekti. Bu erteleme sadece içimdeki gerilimi artırmıştı. Diğerlerinin isimleri çekilirken, aklımdan geçen tek şey, Victor’a ve ona karşı duyduğum derin öfkeye odaklanmaktı. Dövüşe hazır olmalıydım, her ne olursa olsun.

 

Son sekiz kişi kalmıştı. Adam, çuvala elini daldırdı ve bir kağıt çıkardı. Gerilim had safhadaydı; herkes adının söylenmesini bekliyordu. Adam, "Victor" diye bağırdı. Victor'un adı söylenmişti. O an kalbim hızla atmaya başladı, ellerim titriyordu. İçimdeki öfke kabarmıştı. Artık sadece kendi adımın söylenmesini istiyordum. Victor’a acı çektirmek, onu yokluğumla sınamak istiyordum. Belki de onu öldürecektim ya da sakat bırakacaktım.

 

Adamın ağzından çıkacak son ismi beklerken, kalabalık arasından Victor’u gördüm. Gözlerinde bir endişe vardı, bana bakamıyordu ama ben gözlerimi ondan ayırmıyordum. Sonunda, adam "Viper!" diye bağırdı. Adımı duyunca, ikimiz de ringe çıktık. Çuvaldan çekilen sıraya göre rakiplerle dövüşmek zorundaydık. Victor tedirgin görünüyordu. Ya bana karşı dövüşmekten korkuyordu ya da benim onu öldüreceğimden. Akıllıca olan, öldürmemden korkmasıydı.

 

Gözlerimi ona dikmiştim ama Victor, kalabalığın içinde birini arıyordu. Gözleri sürekli etrafta dolaşıyordu. Dövüşler başladığında, dört grup birden ringe çıktı. Her grubun başında bir hakem vardı. Dövüşler ilerledikçe, çocuklar bir bir eleniyor, sakatlanıyor, ölüyorlardı. Bu kadar kolaydı. Hayatlarımız burada ne kadar değersizdi. Buradaki çocukların çoğu bu hissizliği çoktan öğrenmişti. Benim hatam Victor’du. Ona duyduğum merhamet, içimdeki bütün duyguların canlı kalmasına sebep olmuştu.

 

Ama şimdi, içimdeki öfkeyi ve acıyı bastırarak, bu dövüşte Victor’a karşı kazanmalıydım. Belki de bu, ona vereceğim son ders olacaktı.

 

Kanlı ve sert dövüşler sürerken ben, bir köşede sessizce bekliyordum. Gözlerimi Victor’dan ayırmıyordum. Zaman daralıyordu, sıramız yaklaşıyordu. Kazananlar için kopan alkışlar ve kıyamet gibi bağırışların arasında, sessizce arkaya çekilen kaybedenler vardı. Gözüm hep onlardaydı. Onların yaşadığı acıyı, dökülen kanı, soğumuş bedenlerini hissedebiliyordum.

 

Sonunda, sıramız gelmişti. Bizimle birlikte üç grup daha ringe çıktı. Kalabalık nefesini tutmuştu; heyecan ve korku havada asılı duruyordu. Ringde yerimi aldım, Victor da tam karşımdaydı. Gözlerimiz bir an için buluştu. O an, her şey durmuş gibiydi. Zihnimde sadece bir düşünce yankılanıyordu: “Bu dövüşten tek bir kazanan çıkacak ve bu kişi ben olacağım.”

 

Dövüş başladığında, içimdeki öfke ve acı, bana güç verdi.

 

Hakemin düdüğü çaldığında, dünyadaki her şey sanki bir anda sessizliğe bürünmüştü. Zihnimde sadece Victor'un görüntüsü vardı. Öfkem beni ileriye doğru savurdu. Başlar başlamaz, hiçbir tereddüt göstermeden Victor’un üzerine atıldım. Ayaklarımın hızını kesmeme izin vermeden, iki bacağımı boynuna sardım ve tüm ağırlığımı onun üzerine verdim.

 

Victor’un dengesini kaybetmesi an meselesiydi; o an, zamanın yavaşladığını hissettim. Vücudu geriye doğru sendeledi ve ardından büyük bir gürültüyle yere düştü. Kontrol bendeydi, öfkemin ateşiyle hareketlerim daha keskin, daha güçlüydü. Yere serilmiş bir halde, onun üzerine çıktım, bir elimle boynunu sıkıca kavradım, diğer elim yumruk olmaya hazırdı. Gözlerim ona kilitlenmişti, tüm geçmişin, yaşadığım her acının hesabını soracak gibiydim.

 

Victor’un yüzündeki ifade önce şoktu, ardından gözlerinde bir korku parıltısı belirdi. Nefesi hızlandı, o an ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Yüzüme bakmaya çalışıyordu ama bakışlarındaki korku netti. Onun bu zayıf anını yakalamıştım, ve tam o an, içimdeki intikam ateşi daha da körüklendi.

 

Yumruklarım defalarca yüzüne indi, her darbede onu daha da kontrol altına alıyordum. Victor'un hareketleri giderek daha yavaş ve daha güçsüz hale geldi. Yumruklarımın her biri, onun bana yaşattığı acının bir karşılığıydı. İçimdeki öfke, yumruklarıma güç katıyordu, ama aynı zamanda bu öfkenin beni nereye sürüklediğinin farkındaydım.

 

Bir an durdum, nefes nefeseydim. Victor'un gözlerine bakarken, ona acı çektirdiğimi, ona hissettirdiğim çaresizliği görebiliyordum. Ama bu, yeterli miydi? Gözlerindeki korku, içimdeki boşluğu doldurabiliyor muydu? Elim bir an tereddüt etti. Bu tereddüt, bana vicdanımın hala canlı olduğunu hatırlattı. Ancak, içimdeki ses, onun Aden'e yaptığını asla unutmamamı söylüyordu.

 

Bir anlık tereddüdüm, Victor’a ihtiyacı olan fırsatı verdi. Gözlerimdeki kararlılığın yerini kısa bir an için bulanıklık alınca, o da bunu kaçırmadı. Beni itti ve hızla ayağa kalktı. Yüzü gözü kan içindeydi, ama hala dövüşmek için gücü vardı. İleri doğru atıldı, yumruklarını hızla savurmaya başladı. İlk birkaç yumruğunu engellemeyi başardım, ellerimle yüzümü ve bedenimi korumaya çalışıyordum. Ama Victor’un darbeleri sıklaşmış, şiddeti artmıştı.

 

O an, iki güçlü darbe savunmamı deldi. İlk yumruk kaburgama indi, bir sıcaklık hissettim, ardından ikinci yumruk çeneme çarptı, başım geriye doğru savruldu. Dengemi kaybettim ve sendeleyerek geri çekildim. Victor’un acı dolu yüzünde şimdi bir kararlılık vardı; belki de içinde yaşattığı korkuyu yenmeye çalışıyordu.

 

Nefes nefeseydim, ama bu dövüşü bitirmem gerekiyordu. Victor’a olan öfkem hala canlıydı, ama şimdi daha stratejik davranmalıydım. Kendimi toparladım, bedenimi savunmaya alarak Victor’un üzerime gelmesini bekledim. O, hızla yeniden üzerime atıldı, ama bu kez hamlelerini dikkatle izliyordum.

 

Bir yumruğunu savurduğunda, onun boşluğunu yakaladım. Elini tutup kendi gücünü kullanarak onu yere indirdim. Yere düştüğünde, hızla üzerine çullandım. Bu sefer tereddüt yoktu. Yumruklarım yine acımasızca yüzüne inmeye başladı. Her darbe, Victor’un iradesini biraz daha kırıyor, onu yavaş yavaş bitiriyordu. Onu tamamen alt etmek için sadece birkaç darbeye daha ihtiyacım vardı.

 

Yumruklarım arka arkaya inerken, Victor’un bilincinin yavaşça kaybolduğunu hissedebiliyordum. Son bir yumruk için elimi havaya kaldırdım, ama tam o anda, şefin sesi yankılandı: "Yeter!"

 

Şefin bu sert uyarısıyla durdum ve ona doğru döndüm. Nefes nefeseydim, öfkemi ve şaşkınlığımı dizginlemeye çalışıyordum. Bu dövüşe katılmak isteyen herkes katılabilirdi; Victor henüz kaybetmiş sayılmazdı, peki neden durdurulmuştum?

 

Şef, hızla ringe çıkıp beni Victor’un üzerinden kenara savurdu. Ardından, hakeme doğru döndü ve öfkeyle bağırmaya başladı: “Victor’un adını çuvala hanginiz yerleştirdi? Çuvalı ben hazırladım, içinde onun adı yoktu!” Hakemler, birbirlerine çaresizce baktılar, gözlerinde bir suçluluk izi vardı.

 

Victor, kendini toparlamaya çalışarak ayağa kalktı ve zorlukla konuştu: "Ben... ben yerleştirdim. Sana da söylemiştim, ama adımı yazmadın." Sesi titriyordu, ama kararlılığı hala hissediliyordu.

 

Şef, Victor’a dönerek gözlerini ona dikti: "Victor, daha 15 yaşındasın. 17 yaşının altında kimsenin katılmadığı bu oyuna seni kabul edemem," dedi. Sesi, öfke ve koruma içgüdüsüyle doluydu. Victor’un gözlerinde acı ve hayal kırıklığı vardı, ama geri adım atmaya niyeti yoktu.

 

Victor’un adını bu yaşta yazdırmak istemesi, ona verdiğim acının işe yaradığının kanıtıydı. Beni kaybetmeye dayanamayacağı belliydi. Hafifçe gülümsedim; maçı kaybetmemişti, çekilmişti ama beni kaybetmişti. Şef, Victor’u ringden dışarı sürüklerken arkasından bağırdım:

 

“Ee, ne olacak şimdi? Ben mi kazandım?”

 

Şef yavaşça bana döndü, ellerindeki kana baktı, sonra gözlerini yüzüme dikti. Bana ceza vermek, otoritesini sarsardı. Başka bir dövüş olmayacaktı. Bu yüzden kazanmıştım. Hem kamptan ayrılacaktım hem de Victor, beni sonsuza kadar kaybedecekti.

 

Şef, soğukkanlı bir şekilde “Kazananları toparlayın, ne yapılacağını anlatacağım,” dedi. Sonra kalabalığa dönerek sert bir sesle bağırdı, “Dağılın!”

 

Victor’un bir kolundan tutup onu revire doğru sürüklemeye başladı. Arada saydırdığı öfke dolu sözleri işitebiliyordum. Ama benim için önemli olan tek şey, kazanmış olmamdı. Victor yenilmişti. Kazanan bendim, her anlamda.

Loading...
0%