Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15. Bölüm

@heliiosrex

11 yıl önce

Viper 

 

Her şeyimi aldınız. Geriye hiçbir şey bırakmadınız. Artık zihnimde kurduğum düşüncelerin bile sahibi değilim. Vücudumda kırılmayan kemik kaldı mı bilmiyorum, ellerim güçsüz, bacaklarım yorgun, bedenim ise pes etmek üzere. Burada tam 8 hafta geçirdim. Sekiz hafta boyunca ölesiye dövüldüm, acıyla yoğruldum, ama pes etmedim. Bir tek kelimeyle tüm acılarımı, bu lanet hayata tutunmamı bitirebilirim. Ama o kelimeyi söylemek, henüz benim elimde. Bu hayattan vazgeçtiğimde, kimse beni geri döndüremeyecek. Ölümüm benim elimden olacak, başkasının değil. Teslim olmayacağım. Pes etmeyeceğim. Bu hayatı ben yeneceğim.

 

12 kişi geldik buraya. Görev yerlerimize gidebilmek için bu işkencelere katlanmak zorundaydık. Asla pes etmememiz gerekiyordu, çünkü sadece güçlü olanlar hayatta kalacak. Pes etmeye niyetim yok. Savaşmaya devam edeceğim. Varlığımın tüm gücüyle, hayata meydan okuyacağım.

 

Sözde yatak diye verdikleri sert tahtaların üstünde kemiklerim öyle bir sızlıyordu ki, her titreyişi kulaklarımı sağır edercesine yankılanıyordu. Uyku, burada unuttuğumuz bir lükstü; bu yer, huzur değil, acı sunuyordu. Her dört beş saatte bir yinelenen işkence, bedenimi daha da yıpratıyordu. Bir adam geldi, önümüze yemek niyetine bir tabak bulanık çorba gibi bir şey savurdu. Midem bulanarak yedim; başka çarem yoktu. Ellerim titreyerek, parmak uçlarımla kavradığım lokmaları zorla ağzıma tıkıyordum. Tabağı yere bıraktıktan sonra bacaklarımı karnıma çekip cenin pozisyonunda kıvrıldım. Gözlerim kurumuştu, yaş akmıyordu artık. Acı, beni usulca kendine benzetiyordu; zaten çocukluğumdan beri onunla dost sayılırdık.

 

İki adam gelip kollarımdan yakaladı, beni sürükleyerek hücreye doğru taşıdılar. Karşı koyacak halim yoktu; bedenim yerden kesildiğinde, yalnızca sessiz bir izleyici gibiydim. Kafamı geriye attım, tavanda sarı ışıkların titrek dansını izledim; 1… 2… 3… Kapı gürültüyle açıldı, beni içeri fırlattılar. Ardından bir adam beni yerden kaldırıp bir sandalyeye oturttu. Yüzüne bakmak için başımı bile kaldıramıyordum. Sadece geriye yaslandım ve ölümü düşündüm. Acaba bu andan daha mı acı verici olurdu? Belki de sadece bir anlık bir sızı, ardından ebedi bir karanlık… Bir daha asla gözlerimi açmamak…

 

“Pes mi ediyorsun, küçük kız?” dedi, sesi alay doluydu. Bana doğru yaklaşıp ellerini boynumdan aşağıya doğru gezdirmeye başladı. “Belki de bu günü başka bir şekilde atlatabilirsin,” diye ekledi, yüzünde aptalca bir sırıtışla.

Başımı zar zor kaldırıp gözlerimi onun yüzüne diktiğimde, bu durumun bir oyun olup olmadığını merak ettim.

 

Olsa da olmasa da, ölmeyi tercih ederim. Uzun uzun yüzüne baktım ve birden suratına tükürdüm. Adam kafasını sağa çevirdi, eliyle yüzünü sildi ve öyle sert bir tokat attı ki sandalyeden fırlayıp yere kapaklandım. Ama ağlamak yerine kahkaha atıyordum. Çılgınca bir gülüşle karşılık verdim. Pes etmeyecektim, hala gücüm vardı. Tek kelime bile etmiyordum.

 

Adam beni tekrar kaldırıp sandalyeye oturttu ve sorular sormaya başladı. “Sana kim emir veriyor? Söyle adını!” Tek bir ‘pes’ demem, bütün bu acıları sonlandırabilirdi. Ama asla konuşmayacaktım.

 

“Senden başka herkes konuştu, biliyor musun?” dedi. “Onları serbest bıraktık. Kaç kişiyi öldürebiliriz ki? Pes edebilirsin.” Gözlerimin içine bakmaya devam ettim. “Onlara ihanet etmeyi mi seçiyorsun? Bu işkence sonsuza kadar sürmez. Ama eğer itiraf etmezsen, seni yaşatmayacaklar.”

 

Gözlerimdeki cesareti görebilir miydi? “Sevdiklerim mi?” dedim, alaycı bir şekilde. Adam yüzüme eğildi, sesi sinsice fısıldadı: “Victor’la kavgalı olduğunuzu öğrendim, küçük kız. Onu neden öldürmedin? Aden miydi neydi adı şu intihar eden ?”

 

Sözlerinin ardında bir anlam aradım. Neden bu konuyu açmıştı? Birden ayağa kalkıp yumruğumu savurdum, ama adam geri çekildi. Yalpaladım ama düşmedim. Tam o sırada, suratımda patlayan yumrukla yere serildim. Gözlerim karardı…

 

Bir anda suratıma çarpan soğuk suyla irkildim, boğulacak gibi oldum. Nefesim kesildi. Gözlerimi açtığımda, kollarımdan tavana bağlı iplerle asılıydım. Burnumdan akan kan, tişörtümün rengini değiştirmişti. Daha önce bu kadar çabuk bayılmamıştım. Neden buradaydım?

 

Uyandığımda köşede oturan adam hemen ayağa kalkıp yanıma yaklaştı. “Tek bir zayıf nokta, tek bir zaaf, ölmene yeter,” dedi ve bir tokat daha indirdi. “Sevgi yok,” diye ekledi, yüzümdeki acıyı küçümseyerek.

“Zaaf yok,” dedi, bir tokat daha attı. “Acımak yok,” dedi ve bir tokat daha savurdu. Her bir darbe, acının yeni bir derinliğine işaret ediyordu. “Bir daha en ufak bir tepkiyle kendini ele verirsen, ölürsün. Bunu unutma.”

Son sözlerini söyledikten sonra arkasını dönüp gitti. Kafamda, dövüşten sonra kamptan ayrıldığım anı hatırladım.

 

Maçı kazanan 12 kişi olarak köşede, yara bere içinde şefin gelmesini bekliyorduk. Yarım saat süren bir sessizlikten sonra, şef nihayet yaklaşıp yanımızdaki adamın kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonra bize dönüp yüksek sesle konuşmaya başladı:

“Evet, buradan gitmeye hak kazandınız.”

 

Bu sözler, kazanıp kazanmadığımızı sorgulamamıza neden oldu. Kazanmış mıydık? Kazandığımız şey bu muymuş? Sessizce birbirimizin yaralarına bakıp düşündük.

 

Şef devam etti: “Bundan sonra siz birer askersiniz. Buradan sonra gittiğiniz yerde ona göre eğitileceksiniz. Size tavsiyem: Pes etmeyin. İyi şanslar,” diyip yanımızdan ayrıldı. İşte bu kadardı. Sekiz yıllık kamp geçmişim bir çırpıda son bulmuştu. Veda buydu.

Yanımızda duran adam, bize arabayı gösterdi. Askeri tip, arkası açık bir araçtı. “Orada bekleyin,” dedi, “Hemen döneceğim,” ve yanımızdan ayrıldı. 12 kişi, yavaş yavaş, kimimiz topallayarak arabaya yaklaştık. Sessizce beklerken, çalıların arasında birini gördüm. Victor’dı; beni çağırıyordu. Etrafıma bakıp kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra yanına gittim.

Victor’un dudağı patlamış, gözü şişmişti, ama hala bana gülümsüyordu. Yanına yaklaştım, sessizce durdum. “Gidiyorsun,” dedi, “Beni bırakıyorsun.” Ağzımı açacaktım ki sözümü kesti. “Çok kıskandım, Viper. Benden başka birine ilgi göstermeni kıskandım. Özür dilerim yaptığım için. Ama seni seviyorum. Bunun için özür dilemeyeceğim.”

Yüzüne ifadesiz bakıyordum. “Sana olan merhametimin beni dönüştürdüğü kişiyi beğendin mi?” dedim. “Ellerimdeki kanı görüyor musun? Elimi bu kana sen buladın. Sevgi zayıflıkmış. Zaaflarımın olmaması gerektiğini çok güzel öğrettin bana. Beni yendin, Victor. Ama şimdi acı çekme sırası sende,” dedim ve yanından ayrıldım.

 

Tam o sırada adam da arabaya yaklaşıp, “Binin,” dedi. Arabaya bindik ve araç hareket etti. Victor öylece arkamdan bakıyordu. Bakışları ruhumu delip geçiyordu. Bir zamanlar bu çocuğu sevmiştim. Değer vermiştim. Ama onu bu hale ben getirdim. Beni de o

 

"Sevgi zayıflıkmış, bunu benden iyi kimse bilemez,” dedim, içimden geçirdiğim acıyı bir kez daha doğrulayan bir gerçek olarak. Bu gerçekle yüzleştiğimde, bu rüyadan tamamen uyandım. Artık gözlerimdeki perde kalkmış, gerçekle yüzleşmenin getirdiği acı, tüm uyku sersemi halimi silip atmıştı.

 

Birkaç hafta süren bu işkenceden sağ çıktıktan sonra eğitimler hız kesmeden devam etti. Yeni döneme adım attığımızda, hayatımız sadece fiziksel değil, psikolojik ve stratejik olarak da sınanacaktı.

 

Bizleri yalnızca savaş yetenekleriyle değil, aynı zamanda zihin oyunları ve casusluk taktikleriyle de donatmayı amaçlıyordu. İlk adım olarak, çeşitli senaryolar altında tepki verme yeteneğimiz test edildi. Bu, hem teorik hem de pratik uygulamaları kapsıyordu.

Teorik eğitimde, istihbarat toplama, analiz yapma ve bilgi güvenliği konularında dersler aldık. Çeşitli teknikler ve araçlar hakkında bilgi edindik. Bu bilgi, sadece düşmanı izlemek ve analiz etmekle kalmayacak, aynı zamanda kendi gizliliğimizi koruyacak ve yanlış bilgi akışını önleyecekti.

 

Pratik uygulamalarda, gece gözetleme, gizli geçişler, ve kaçış stratejileri üzerinde yoğunlaştık. Çeşitli arazilerde ve şehir ortamlarında, gizlice hareket etme ve iz bırakmama konusunda eğitim aldık. Bazen bu eğitimler, gerçek dünyadaki tehlikeleri simüle eden acımasız senaryolar içeriyordu.

 

Sahte kimlikler kullanarak, sosyal mühendislik ve manipülasyon teknikleri üzerinde de çalıştık. Bu, düşmanı yanıltmak, bilgi sızdırmak ve stratejik avantaj sağlamak için gerekliydi. Her birimiz, kendimizi bir başka kişiliğe bürünme ve bu kişiliği kusursuz bir şekilde oynama becerisi kazandık

.

Eğitim süreci boyunca, hem zihinsel hem de fiziksel sınırlar zorlandı. Bizi test eden ve sürekli olarak sınırlarımıza iten eğitmenler, her hatayı acımasızca değerlendirdi. Her başarısızlık, daha sert bir eğitimle karşılık buldu.

 

Zamanla, bu zorlu süreçler ve sert eğitimler, bizi yalnızca daha güçlü değil, aynı zamanda daha keskin ve daha dikkatli hale getirdi. Artık birer makine gibi işleyen, soğukkanlı ve stratejik düşünebilen askerler haline gelmiştik.

 

Kamptan farksız bir atmosferde, eğitimlerimiz devam ediyordu. Ancak buradan sonra yalnız olacaktık ve tamamen bize güvenmeleri gerekecekti. İsimlerini bile bilmediğimiz eğitmenler, 12 kişinin bulunduğu odaya girdi ve her birimize birer dosya uzattı.

 

“Ezberleyin,” dedi eğitmenlerden biri. “Her bir harfi, her bir kelimeyi ezberleyin. Hata yapma lüksünüz yok; aksi takdirde sizi buluruz, bundan şüpheniz olmasın.”

Dosyayı açıp okumaya başladım. Dosyanın üstünde büyük harflerle “Kandemir Yavuz” yazıyordu ve gideceğim şehir İspanya olarak belirtilmişti. Kafamda oluşan senaryodan, adamın sesiyle sıyrıldım.

Eğitmen devam etti: “Şimdi size bir kıyak yapacağım. Kendi isminizi seçebilirsiniz. Ona göre kimlik hazırlanacak.”

 

Bu teklif karşısında aklımda tek bir isim vardı. Gerçek ailemin verdiği isim. “Ela,” dedim içimden. Bu isim, geçmişimin ve kimliğimin bir parçası olarak, yeni kimliğimde de var olacaktı.

Loading...
0%