Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17. Bölüm

@heliiosrex

….

10 yıl önce

 

Viper

 

Bugün, yeni hayatımın ilk günü ve içimde garip bir his var. Belki de mutluluktur, ama mutluluğu nasıl tanıyabilirim ki? İspanya’ya adım atar atmaz, havaalanında elimde küçük bir valiz ve sahte pasaportumla, Ela Tokgöz olarak buldum kendimi. Planlarım çoktan yapılmıştı; Kandemir’e ulaşmanın en kestirme yolu, oğlunu kullanmaktı.

 

Bana ayarladıkları eve gitmek için bir taksi çevirdim. En azından İngilizce biliyordum. Adresi söyledim, camı araladım ve dışarıdaki serin havayı içime çektim. Afrika’nın boğucu sıcaklığı burada yoktu; her yerde insanlar özgürce yürüyüp mutlu görünüyorlardı. Kafamdaki ses, “Buraya alışman çok zaman alacak,” diyordu.

 

Verdiğim adrese yaklaşınca parayı şoföre uzattım ve araçtan indim. Karşımda sıradan bir apartman vardı, ama bu sıradanlığın altında beni bekleyen yeni bir hayat yatıyordu. Üçüncü kata çıktım, kapıyı açtığımda içeride sadece birkaç parça eşya vardı. Salonda bir koltuk, küçük bir kitaplık, orta sehpa ve minik bir televizyon... Çantamı bırakıp arka odaya yöneldim. İçeri girdiğimde basit bir yatak ve dolapla karşılaştım. Dolabı açıp içine baktım bir kaç parça temiz kıyafet bulunuyordu. Kapının eşiğine oturdum ve gözlerimi yatağa diktim. Hayatımda ilk kez gerçek bir yatakta uyuyacaktım. Bu anın hayalini Aden’le defalarca kurmuştuk; bize ait bir hayatın hayalini. Yaklaşık bir saat boyunca öylece oturdum. Sonra içeriden gelen telefon sesiyle hayallerimden sıyrıldım.

 

“Evet?”

 

“Viper, eve yerleştin mi?”

 

“Evet, az önce geldim.”

 

“Planın ne?”

 

“Oğlu Bora, Vance.”

 

“Aferin. Banka hesabında para var, şimdilik bununla idare et.”

 

“Tamam.”

 

“Bir hafta sonra sana yeni bir adres gönderilecek. Tüm bilgileri oraya göndereceksin.”

 

“Her hafta adres değişecek,” dedi ve cevap vermeme fırsat bırakmadan kapattı telefonu. Hâlâ kime çalıştığımızı ve neden bu bilgileri topladığımızı bilmiyordum.

 

Tekrar odaya dönüp yatağa baktım. Dolaptan rahat kıyafetler çıkardım ve üzerime geçirdikten sonra salona geçip koltuğa oturdum. Koltuğun rahatlığı beni içine çekti, gözlerim kapandı ve uykuya yenik düştüm.

 

 

Gözlerimi açtığımda hava kararmıştı. Karnım açlıktan gurulduyordu. Evde yiyecek bir şey bulamadım, bu yüzden dışarı çıkıp açık bir yer aramaya başladım. Birkaç sokak ötede bir bar buldum ve içeri girdim. İngilizce konuşmaya hazırlanırken barmenin Türkçe “Merhaba,” demesi beni şaşırttı.

 

“Merhaba, burada yemek var mı acaba?”

 

“Tabii ki, isterseniz masaya geçin; menüyü gönderebilirim.”

 

Arka tarafta bir masaya oturdum ve barmenin getirdiği menüye göz attım. Tam o sırada bir şarkı çalmaya başladı. Kampta nadiren müzik duyardık, hele Türkçe müzikleri hiç duymazdım. Şarkının sözleri ruhuma dokunuyordu, büyülenmiş gibi dinledim.

 

Kayıp bir şeyler var aramızda

Bilmediğim hâlde

Ziyadesiyle mahvolmuş, derin bir hâl içindeyim

İçindeyim...

 

O kadar kolay değil bu

Sakladığın hep bir şeyler var

Ellerini kaçır, tamam ama

Gözlerinde ayrılıklar

O kadar ucuz değil bu.

 

Ve o an, içeri girdi. Fotoğraflardan her bir yüz hattını ezberlediğim adam, Bora Yavuz, şimdi karşımdaydı. Uzun boyu, kumral, hafif uzun saçları, ela gözleri ve sert, karanlık bakışlarıyla gözlerini içeri de gezdirdi. Vakit henüz gelmemişti, bu yüzden sessizce kalkıp bardan çıktım.

 

Eve dönmeden önce markete uğradım ve yiyecek bir şeyler aldım. Salona geçip ışığı yaktığımda odanın parlaklığı gözlerimi aldı. Kamptan sonra bu kadar aydınlık bir ortamda bulunmamıştım. Teknoloji çok ilerlemişti ve ben bu hıza ayak uydurmalıydım. Koltuğa oturup yemeğimi yerken zihnimde planımı tekrar kurdum.

 

—-

 

Sabahın erken saatlerinde, güneş doğmadan önce uyandım. Mutfakta bir kahve hazırladım ve planlarımı gözden geçirdim. Günün ilk ışıklarıyla koşuya çıkmaya karar verdim. Spor kıyafetlerimi giyip evden çıktım. Bar evime birkaç sokak mesafedeydi. Barın önünden geçip Kandemir Yavuz’un evine doğru devam ettim. Bir saatlik koşunun ardından eve vardım, durmadan, ritmi bozmadan devam ettim.

 

3 saatin ardından Eve döndüğümde üzerimdekileri çıkarıp soğuk bir duş aldım. Planım kafamda netleşiyordu. Bu gece bara dönecektim ama bu kez kaçmayacaktım. Bora ile bu gece karşılaşacaktım. Ama bu kez onun peşindeydim.

 

Bilgisayarımı alıp koltuğa oturdum ve araştırmalara başladım. Kandemir Yavuz, dünyaca ünlü bir iş adamıydı. Ancak perde arkasında karanlık bir dünyayı kontrol eden, tehlikeli bir uyuşturucu baronuydu. Yavuz ailesinin ise sadece adı bilinirdi. Kandemir’in bir kızı ve oğlu vardı. Kızı, Lia, kimse tarafından tanınmıyordu. Oğlu Bora ise Kandemir’in kardeşinin oğluydu. Bora daha çocukken anne babasını bir “kaza” olarak duyurulan çatışmada kaybetmişti. O günden sonra Kandemir, onu oğlu gibi yetiştirmiş, tüm işlerini ona devretmişti. Bora daha 25 yaşındaydı, ama fazlasıyla deneyimliydi.

 

Görevim, yavuz ailesinin içine sızıp bilgi toplamak ve zamanı geldiğinde Kandemir’i ortadan kaldırmaktı. Bu gece Bora’yla ilk karşılaşmam gerçekleşecekti.

 

Bilgisayarın başında zaman nasıl geçti, farkında bile değildim. Saatin hayli ilerlemiş olduğunu görünce karnımın acıktığını hissettim. Barda yemek yemeye karar verdim. Odaya geçip üzerime bir tişört ve pantolon geçirdim. Botlarımı giydikten sonra saçlarımı toplayıp at kuyruğu yaptım, ceketimi aldım ve evden çıktım. Bara doğru ağır adımlarla yürümeye başladım. İçeri girdiğimde, önceki akşam beni karşılayan garson yine karşımda dikiliyordu.

 

"Dün de gelmiştiniz, değil mi?" dedi.

 

"Evet," dedim, sonra da ekledim, "Ama bu gece kalacağım."

 

Göz önünde bir masaya geçip oturdum ve yiyecek bir şeyler sipariş ettim. Ardından, kapıda gördüğüm iş ilanı aklıma geldi. Garson masayı toparlarken ona sordum, "Kapıda iş ilanı vardı, birini aldınız mı?"

 

"Hayır," dedi garson, "Patron görüşmeler yaptı ama kimseyi almadı henüz. İlgileniyor musun?"

 

"Evet," dedim ve "Patron burada mı?" diye sordum.

 

"Arkada, istersen çağırabilirim," dedi. Kafamı sallayarak teşekkür ettim. Birkaç dakika sonra, patron olduğunu tahmin ettiğim bir adam yanıma geldi ve elini uzattı.

 

"Merhaba, ben Doruk," dedi.

 

Bende hafif bir duraksamayla cevap verdim, "Ben de Ela… Ela Tokgöz."

 

"Türk müsün?" diye sordu, şaşkınlıkla.

 

"Evet," dedim hafif bir gülümsemeyle. Türkçem biraz bozuktu ama kampta pek çok Türk çocuk olduğu için dilimi unutmamıştım.

 

"İşe başvurmak istiyorsun sanırım?"

 

"Evet. Buraya yeni taşındım. Biraz birikimim vardı ama ev tutmak, eşya almak derken bitmek üzere. Okula gitmeyi düşünüyorum, o yüzden işe ihtiyacım var," dedim, durumu abartarak. Onu ikna etmem gerektiğini biliyordum.

 

Kafasını salladı, "Bize barmaid lazım. Herhangi bir deneyimin var mı?"

 

"Biraz var ama çabuk öğrenirim. Gerçekten bu işe ihtiyacım var," diyerek yalvaran gözlerle ona baktım. Görünüşe göre tuzağa düşmüştü.

 

"Tamam," dedi, "Bugün dene istersen. Duruma göre bakarız."

 

Ardından garsonlardan birini çağırdı, "Aslı, bir gelir misin? Bu Ela," dedi. Aslı bana dönüp, "Memnun oldum," dedi.

 

"Bende," diye karşılık verdim kısaca.

 

Doruk, "Bugün işe başlayacak. Biraz yardımcı ol, ne yapılacağını falan göster. Deneme günü gibi düşünün," dedi ve ayağa kalktı. Ben de kalktım, "Kolay gelsin o zaman," diyerek arka tarafa geçti.

 

Aslı, "İstersen beni takip et," dedi. Peşinden giderek barın arka kısmına geçtik. İçkilerin yerini ve orada bulunan tüm ürünleri gösterdi.

 

"Bu menüdeki içerikleri ezberlersen işin kolaylaşır, ama zamanla öğrenirsin. Şimdilik buradan bakarak hazırlayabilirsin. Genelde belirli içkiler gelir, kokteyl falan olursa bizden birini çağır, sana anlatırız," dedi. Sonra köşedeki bardakları gösterip, "İstersen onları temizle ve yerleştir. Birkaç saate açılır," diyerek uzaklaştı.

 

Kısa bir süre için yalnız kalmıştım, ama bu başlangıçtı. Görevim burada başlıyordu.

 

——

 

Bir kaç saat barda çalıştıktan sonra beklediğim an gelmişti. Bora kafeden içeri girdi ama ona bakmamaya çalışıyordum bir garsonla konuşup bara gelip oturdu.

 

—-

"Bir tekila shot, bir de bira," dedi, sesinde hafif bir titremeyle. Hiç yüzüne bakmadan içkilerini önüne koydum.

 

"Teşekkür ederim," dedi, ama ben cevap vermedim. Hemen arkamı dönüp barın diğer tarafındaki müşteriye yöneldim. Saatler ilerledikçe, adamın gözleri sürekli üzerimdeydi. Kucağıma düşmüştü; bu kadarını hayal etmemiştim ama işler yolunda gidiyordu. Bir süre sonra Doruk gelip yanına oturdu. Aralarında bir şeyler konuşuyorlardı, fakat onun gözleri hala üzerimdeydi. Rahatsız olmuş gibi bile davranmadım, umursamadım.

 

Sabaha karşı dört gibi Aslı yanıma gelip çıkabileceğimi söyledi. "Patronla konuşmam gerekiyor mu?" diye sordum.

 

"Hayır, devam edebileceğini söyledi bana," diyerek gülümsedi. "Tamam, iyi geceler," dedim, ceketimi giyip Doruk'a da iyi geceler dileyerek bardan çıktım.

 

Dışarı adım atar atmaz, arkamdan birinin geldiğini hissettim, ama dönüp bakmadım. Eve ulaşıp apartmana girdim, hızla yukarı çıktım ve içeri girdiğimde ışığı açmadan pencereye doğru yaklaştım. Beklediğim gibi, beni takip etmişti. Pis sapık.

——

Bir hafta sonra telefonuma yeni adres geldi. Bilgisayarımı açıp durumu raporladım. Henüz harekete geçmediğimi, acele edersem şüphe çekeceğimi belirttim. Bir haftadır barda çalışıyordum, Bora ise her gün uğruyordu. Bütün garsonlar sigara bahanesiyle mola verirken ben onların yokluğunda çalışıyordum. Mola verebilmek için Bir gün bende sigaraya çıktım. Ve Aslı’dan bir sigara istedim. Aslı da bu samimiyetime dayanarak diğer arkadaşlarla iş çıkışında kalıp biraz takılacağını söyledi. İnsanlarla bağ kurma konusunda hep temkinli olmuşumdur, ama Bora’nın kalacağını düşünerek kabul ettim.

 

O gece saat üç gibi Doruk’tan izin alıp önlüklerimizi çıkardık. Daha önce hiç içmemiştim ve aslında denemeye pek niyetim yoktu. Nasıl bir tepki vereceğimi bilememek beni tedirgin ediyordu. Ama herkesin ısrarı karşısında birkaç kadeh içmek zorunda kaldım. Zaman geçtikçe etrafımdakilerin sarhoşluğunu izlemek tuhaf bir his uyandırdı bende. Onlar birer birer düşerken, ben ayakta kalıyordum. Başım dönüyor ama bilincim yerindeydi. Kendimi kontrol edebildiğimi hissetmek bana cesaret verdi ve içmeye devam ettim. Gece ilerleyip saat geç olunca, vedalaşıp bardan ayrıldım. Bora yine arkamdan geliyordu, adımlarımın sesine karışan bir gölge gibi.

 

Eve vardığımda montumu çıkarıp koltuğa attım kendimi. Yorgunlukla savaştığım bu bir haftada yatakta uyuyamamıştım. Sonunda gözlerim kapanmış olacak ki, uyandığımda hava kararmak üzereydi. Başımda hafif bir ağrı vardı, ama aklım berraktı. Dün gece olanları, sarhoşken bile yaşadıklarımı net bir şekilde hatırlıyordum. İçimdeki sıkıntıyı biraz olsun hafifletti bu düşünce. Demek ki bilincim sarhoşken bile beni terk etmiyordu. Yine de, bir daha gereksiz yere içmeyecek ve kimseye de bu durumu fark ettirmeyecektim.

 

...

 

O günden sonra tam üç ay boyunca her gece bara geldi. Çalıştığım saatlerde gözlerini üzerimden hiç ayırmadan beni izledi. İşten çıktığımda da eve kadar takip etti. Başlarda bu durumu anlamamıştım, fakat anladığımda tedirgin oldum. Durumu rapor ettiğimde, patronlar hemen anlamış olacak ki, devam etmemi söylediler.

 

Üç ayın sonunda, bir gece yine çalışırken onu bekledim, ama gelmedi. Aradan iki-üç gün daha geçti, fakat ortalarda yoktu. Durumu rapor ettiğimde, harekete geçmem gerektiğini söylediler. Her şey planlanmıştı: Kandemir Yavuz havaalanına gelir gelmez saldırıya uğrayacak, onu ben kurtaracaktım.

 

Sabahın erken saatlerinde havaalanının girişinde, sessizce beklemeye başladım. Siyah bir araba girişe yaklaştığında onun geldiğini anladım. Kandemir Yavuz kapıdan çıkar çıkmaz, bir adam üzerine atlayıp silahı kafasına dayadı. Korumalar ne yapacaklarını şaşırdı. Ben ise yoldan geçiyormuş gibi sakince yürüdüm ve saldırganı yeni görüyormuş gibi elimdeki çantayı fırlattım. Çanta yüzüne çarpınca gözlerini kapattı; o an silaha atlayıp elinden aldım ve yüzüne bir yumruk savurdum. Her şey sorunsuz ilerlemişti. Korumalar adamı yanımızdan çekmek için yaklaşırken, Kandemir Yavuz bana teşekkür etmek üzereydi ki, kolumda keskin bir acı hissettim. Yere düşecek gibi oldum ve Kandemir’in üzerine doğru yığıldım. O da beni yakalamaya çalıştı, tam o sırada ateş eden adam vuruldu ve etkisiz hale getirildi.

 

Arabaya bindirildim; sanırım hastaneye götürülüyordum. Neden vurulduğumu anlamamıştım, ama çektiğim acı daha önce yaşadığım hiçbir şeye benzemiyordu. Kolumun kanamasıyla bilincimi yavaş yavaş kaybetmek üzereydim. Hastaneye yaklaştığımızda, korumalardan biri beni kucağına alıp içeri taşıdı. Hastanedekiler, soru bile sormadan beni hemen içeri aldılar. Burası da satın alınmış olmalıydı, pek şaşırtıcı değildi. Kurşun kolumu sıyırıp geçmişti, sadece birkaç dikiş atıldı ve kolum hareketsiz kalması için sabitlendi.

 

Doktor, birkaç ağrı kesici yazdı ve dinlenmem gerektiğini söyleyip geçmiş olsun diyerek çıktı. Hemen telefonumu aldım; bu saçmalığın sebebini öğrenmek istiyordum. Bir mesaj geldi:

 

"Her şey çok basit oldu."

 

Durumu anlamıştım. Sorgulama hakkım yoktu. Mesajı silerken kapı açıldı. Birkaç adım sonra Kandemir içeri girdi. Gülümsedim, ama hemen arkasında devasa cüssesiyle dikilen Bora’yı görünce yüzüm düştü. Kandemir teşekkür etmeye başlarken, Bora saçmalamaya başladı. Tabi ki "Sizin için ölmeyi göze alamam, geri zekalı," diyemedim. Kandemir, Bora’yı dışarı gönderince benimle konuşmaya başladı. Tam da tahmin ettiğim gibi, bana bir iş teklif ediyordu.

 

"Bora benim oğlum gibidir. Ama bu aralar ne yaptığından pek haberim yok. Onunla çalışmanı istiyorum. Nereye giderse sen de onunla gideceksin. Gereken durumları bana rapor edersin."

 

İş basitti, ama fazla hevesli görünmek istemedim. Düşünmek istediğimi söyledim.

 

"Tamam, ama iyileşene kadar bizimle kalmanı istiyorum. Bu halde yalnız kalamazsın. Bir de barda çalışıyormuşsun, Doruk'u tanırım. Anlayışla karşılayacaktır. Dinlenirsin. Ben şimdi gidiyorum. Odanı hazırlatırım. Bora seni eve getirir."

 

İtiraz etmeme fırsat vermeden çıktı. Yarım saat odada boş boş bekledim. Doktor gelip beni gönderebilir diye düşündüm, ama bir türlü gelmedi. Kapı açıldığında doktorun geldiğini sandım ve söylenmeye başladım, fakat gelen Bora’ydı.

 

"Sen misin?" dedim.

 

"Kabul etmişsin," diye konuya girdi. "Sana ne?" diyemedim. "Evet," dedim kısaca. Yine saçma konuşmalarına başlamıştı. Beni neden düşündüğünü anlamıyordum, sonuçta tanımadığı biriydim. Ona Vance dememi istedi, sebebini daha sonra öğrenecektim. Ben de ondan bana Viper demesini istedim.

 

Vance'in tavırları ve karakteri hakkında ne düşünüyorsunuz ?

Viper Vance'ye karşı olan hisleri var mı sizce ?

Bu ikilinin sonu ne olur sizce ?

 

Loading...
0%