Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20. Bölüm

@heliiosrex

Her bölüme bir şarkı ekliyorum. Şarkı eklemediğim önceki bölümler için, geri dönüp aklıma gelen ilk şarkıyı yaz.

 

Buraya kadar geldiysen, demek ki merak ediyorsun. Bir yorumun ya da eleştirinin benim için çok büyük anlamı var. Günlerdir yazma hevesim tükenmişti ve senin geri dönüşün, yeniden ilham bulmama yardımcı olabilir.

 

Seviliyorsunuz !

 

🫀

 

10 yıl önce

Viper

 

 

 

 

Vance, bir an kapıyı açıp açmamakta tereddüt etti, ama ben hızla onu üzerimden itip yerdeki tişörtümü aldım ve bir çırpıda giyindim. Vance, hayal kırıklığıyla bana baktı; yataktan oflayarak kalktı. Giyindiğimden emin olmak istercesine tekrar bana göz attıktan sonra kapıyı açtı.

 

Kapıdaki koruma bir şeyler söylemeye başladı, ama Vance onu dışarı doğru itip konuşmaya devam etti. Kapıya yaklaşarak dinlemeye çalıştım, fakat hiçbir şey duyamıyordum. Birkaç dakika sonra, Vance içeri girdiğinde beni kapının yanında görünce yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Yerden tişörtünü alıp giydi ve bana dönüp, "Baba seni arıyormuş. Ona geri dön ama olanlardan bahsetme," dedi. Sesinde emir verir gibi bir ton vardı, fakat altında hafif bir yalvarış seziliyordu. Yanına yaklaşıp gözlerine bakarak, "Bir tek şartla…" dedim, "Bir daha benden hiçbir şey gizlemeyeceksin."

 

Kafamı hafifçe eğip onaylamasını bekledim. Vance sessizce kafasını salladıktan sonra, derin bir nefes alarak telefonuma yöneldim. Ekranda beliren iki cevapsız aramaya baktım ve Kandemir'i geri aradım. "Toplantıya katıldık, sıradışı hiçbir şey olmadı," dedim, sesimde kararlılık vardı. Telefonu kapattıktan sonra, odada yankılanan sessizlik, içimdeki huzursuzluğun yerini belirsiz bir rahatlamaya bırakmıştı.

 

Vance, "Hadi yemek yiyelim," diye teklif etti. Bu teklifi reddetmeyecektim çünkü gerçekten çok açtım. Yemekte, Vance’in hareketlerini dikkatle izliyordum. Sevilmekten bile korkan bir insan olarak, onunla birlikte olmak beni huzursuz ediyordu. Bu dünyadaki herkesin benden nefret etmesine razıydım, ama kimse beni sevmemeliydi. Sevgi çok tehlikeli bir şeydi; incitmekten değil, kaybetmekten korkuyordum. Yalnız kalmaktan değil, yeniden kimsesiz kalmaktan korkuyordum.

 

"Ne o, yine daldın," diye sordu Vance, sesini duyar duymaz elimdeki bardağı bıraktım ve yüzüne baktım. Sakin bir şekilde yemesini bitirmesini bekledim. Vance, yemeğini bitirip sandalyesini itip kalkmak üzereyken, "Bir kahve içelim mi?" diye sordum. Sesim o kadar soğuk çıkmıştı ki, yüz ifademden durumun ciddiyetini anlar gibi olmuştu. Merakla yüzüme bakıyordu. Garson geldiğinde, "Sütlü kahve istiyorum," dedim. Vance de aynısından istedi. Garson uzaklaştıktan sonra, Vance hâlâ yüzüme bakıyordu. Kahveler geldiğinde, bir şeker çıkarıp attım. "Sütlü ve tek şeker," dedim, hafifçe gülümsedim. Vance'in bekleyişi sürüyordu. Kahvemden bir yudum alıp doğrudan konuya girdim.

 

"Vance, bundan sonra beraber çalışacağız ve bildiğin üzere baban benden seni korumamı istedi. Yani aslında, kendisine bilgi vermemi."

 

Vance hâlâ yüzüme bakıyordu. Konunun bu olmadığını anlar gibi, konuşmamın sonunu bekliyordu. Kahvemden bir yudum daha alıp derin bir nefes aldım ve söyledim:

 

"Vance, az önce yaşananları unutalım. Böyle bir şey olmamış gibi varsayalım."

 

Yüzündeki ifade silinmiş, yerine düz bir ifade almıştı. Sadece bana bakıyordu. Ne diyeceğimi pür dikkat dinliyordu.

 

"Ben ilişki falan istemiyorum. Seni kırmak da istemiyorum ama…"

 

Vance, birden kahkaha atmaya başladı. Sesi o kadar yüksekti ki, etraftaki insanlar dönüp ona bakıyordu. Şaşkınlıkla ona baktım, neye güldüğünü anlamaya çalışıyordum.

 

"Neye gülüyorsun?"

 

"Sana âşık olduğumu mu düşündün gerçekten?" dedi hâlâ gülerek. Yüzümdeki ciddi ifade yerini şaşkınlığa bırakmıştı.

 

"Tamam, öyle diyorsan," dedim sadece. Sesimdeki soğukluk, aramızdaki mesafeyi koruma çabamın bir yansımasıydı.

 

"Evet, öyle diyorum. Biraz yakınlaştık diye... Bir de ciddi ciddi oturup konuşmak mı istedin?" Vance'in sesi alaycıydı, yüzündeki gülümseme ise biraz daha derinleşmişti. Ayağa kalktı ve bana bakmadan birkaç adım attı. Adımları kararlı, ama yüzünde beliren o gülümseme bana ne düşündüğünü tam olarak anlatamıyordu.

 

Bir an duraksadı, başını çevirip bakmadan, "İstersen toparlan, akşam gidiyoruz," dedi. Sesi sakin, fakat altında bir tür belirsizlik vardı.

 

Söylediklerine tabii ki inanmadım. Onun da bildiğini düşündüğüm şey, bu anın sadece bir oyun olmadığıydı. Ama en azından onu rahatsız etmiştim. Derinlerde, aslında kırılmıştı. Bu da benim istediğim tek şeydi.

 

Kendi içimde bir savaş veriyordum, ama bunu ona göstermek istemedim. Derin bir nefes alıp odaya çıkmak üzereydim ki, içimde bir soğukluk hissettim. Aramızdaki bu karmaşık bağın, ne zaman ve nasıl çözüleceğini bilmesem de, şimdilik bu belirsizliğin içinde kaybolmamayı seçtim. Çünkü biliyordum ki, bu oyunda her şey Vance'in kontrolünde değildi.

 

Yol boyunca Vance'in ağzından tek kelime çıkmamıştı; ilk tanıştığımız zamanlardaki gibi suratsız ve ifadesizdi. Eve vardığımızda, hiç vakit kaybetmeden odasına yöneldi. Kandemir evde değildi. Ben de doğrudan odama gidip kapıyı kapattım ve gecenin ilerleyen saatlerinde rahatsız edilmemek için kilitledim. Üzerimi değiştirip kendimi yatağa attım. Zorluklara alışmak zaman alır, insan direnir, çabalar. Ama rahatlık? Ona öyle kolay alışırız ki, sanki hep oradaymışız gibi hemen kabulleniriz. Gözlerimi kapattığımda uykuya çoktan dalmıştım.

 

Bir anda, patlayan bir silah sesiyle irkilip yataktan fırladım. Kalbim çılgınca atıyordu. Hemen kapıya yöneldim, ama üzerimde silah yoktu. Sessizce dinleyip ortalık yatışacak mı diye bekledim, ama silah sesleri kesilmiyordu. Vance’in odasına koştum; ama o da yerinde değildi. Dolabını açtım, silahını aradım, ama almış olmalıydı. Tek başımaydım.

 

Odadaki köşede duran masayı ters çevirip bacağını kırdım ve çıkan demir çubuğu elime alarak sessizce aşağıya inmeye başladım. Salonun girişine geldiğimde, Kandemir’in iki adamının yerde hareketsiz yattığını gördüm. Salona kafamı uzatıp baktığımda, beş adamın etrafta olduğunu fark ettim. Vance’in karşısında ona silah doğrultan biri vardı. Vance beni görünce gözleri bana kilitlendi, bu hareketi karşısındaki adamın dikkatini çekti. Adam hızla arkasını döndü, ama ben çoktan duvarın arkasına saklanmıştım.

 

“Evi kontrol ettiniz mi?” diye sordu liderleri.

 

“Evet abi,” dedi biri.

 

“Üst kata baktınız mı?” diye sordu yine.

 

“Baktık abi, ama bir kapı kapalıydı.”

 

“Gerizekâlı, kontrol edin çabuk!” diye bağırdı lider, ve bana doğru birinin yaklaştığını fark ettim. Adımlarını dikkatlice dinleyerek, tam kapıya yaklaştığı anda pusuya yattım. Adam salondan çıkınca, ani bir hamleyle demir çubuğu hızla kafasına indirdim. Adam sendeledi, silahını elinden düşürdü. Hemen silaha uzanırken, onu yere devirdim ve boğazına tüm gücümle bastırdım. Nefes almaya çalışırken çaresizce kıvranıyordu. Birkaç saniye içinde gözleri karardı, bilincini kaybetti.

 

Diğer adam onun çığlığını duyup hızla odaya daldığında, çoktan silahını elime almıştım. Beni görür görmez saldırmaya kalktı, ama ani bir hareketle silahın dipçiğiyle yüzüne sert bir darbe indirdim. Burnunun kırılma sesiyle sendeledi, ve anında dizlerinin üzerine çöktü. Silahı elinde tutmaya çalışırken, kolunu burkup onu yere yatırdım. Bileğini bükerek silahı zorla elinden aldım ve kafasının arkasına silahın namlusunu dayadım. Bir anlık tereddütle, sıktım.

 

3. Adam üzerime yürüyordu. Anında silahı ona doğrulttum, ama merminin namluyu terk etmesi gerekmedi. Göğsüne attığım tekme onu duvara savurdu, kafası sertçe arkaya çarptı ve yere yığıldı. Gözlerini zorlukla açık tutmaya çalışıyordu. Yanına yaklaştım, ona merhamet göstermeyecektim. Direnmeye çalıştı, ama onun da bileklerini sıkıca tutarak, kolunu arkasına doğru kıvırdım. Çıkardığı inilti, her şeyin sona erdiğini belirtiyordu.

 

Salon sessizdi; sadece Vance’e silah doğrultan adam ve onun yanında duran biri kalmıştı. Yerdeki bedenlerin arasında dikkatlice ilerledim, elimdeki silahı adamın başına doğrultarak. Vance’in yüzündeki şaşkınlık her adımda artıyordu. Gözleri bir kolumdaki bandaja, bir elimdeki silaha, bir de yerde yatan adamlara gidip geliyordu.

 

Adamın gözleri beni fark edince irkilip silahını bana çevirdi, ama ben ondan daha hızlı davranıp tetiği çektim. Kurşun, adamın tam göğsüne saplanmıştı. Adamın elindeki silah gevşedi, parmakları titreyerek silahı yere düşürdü. Yavaşça geriye sendeledi ve ardından cansız bedeni yere yığıldı.

 

Liderleri hala vanceye silah doğrultuyordu. Fakat Vance gözlerini ondan ayırmıyordu.

 

Adam yavaşça Vance’e yaklaşıp arkasına geçti ve silahı kafasına doğrultmaya devam etti. "Vay vay vay, bu kimmiş be, yeni koruman mı? Güzelim, sen daha çocuk değil misin? Bunları nereden öğrendin?" dedi.

 

Elimdeki silahla yavaşça salona doğru yürümeye başladım, tek kelime etmeden. Adam konuşmaya devam etti, "İstediklerimi yaparsan kimseye zarar gelmez." Vance, kafasını sağa sola sallıyordu; yüzündeki şaşkınlık ifadesi kaybolmuş, sakin bir şekilde bana bakıyordu.

 

"Ne istiyorsun?" dedim.

 

"Ha, şöyle yola gelin," diye yanıtladı adam, "Bak, Vance’e de söyledim. Bir telefon açacak ve birine onay verecek, sadece bu."

 

"Ne onayı?"

 

" Sen anlamazsın, canım, büyükler arasında."

 

Silahı ona doğrultmaya devam ettim, adamın yüzündeki kendinden emin ifadeye karşılık. "Tamam, bu seferlik," dedi, "Sınırda geçmek üzere olan bir tır var ve Vance’in tırlarıyla birlikte sınırı geçebilir. Sadece Vance’in onayı gerekiyor."

 

"Tırda ne var?" diye sordum.

 

"Oyuncak," diye yanıtladı adam, "Büyükler için."

 

Vance’in işaretini gördüğümde, tereddüt etmeden adamın üzerine yürüdüm. Göz göze geldiğimiz anda paniğe kapılıp silahını bana doğrulttu, ama parmağı tetiğe gitmeden önce silahını tekmeledim. Silah havada dönerken, ona doğru atıldım ve onu yere devirdim. Adamın çenesine sert bir dirsek atıp etkisiz hale getirdim.

 

Son kalan adam, şaşkınlık ve korku içinde geriye doğru bir adım attı. Vance hızla onun üzerine yürüdü, elindeki silahı tek bir hamlede adamın elinden aldı ve boğazını sıkarak onu duvara yapıştırdı. Adam can havliyle Vance’e saldırmaya çalıştı, ama direncinin kırılması sadece birkaç saniye sürdü. Vance’in gözlerinde acımasız bir kararlılık vardı. Adam son nefesini verdiğinde, sessiz bir öfkeyle onu yere bıraktı.

 

Peki, onay vermezsek ne olur?” dedim.

 

Adam gülümseyerek, “Canım sıkılır,” dedi.

 

Vance’in yüzüne baktım; gözleri, bana dikkatle bakıyordu ve gözleriyle bana bir işaret verdi. Hızla kararımı verdim. Vancenin eğildiğini görünce, silahımı çekip onun koluna ateş ettim. Kurşun, adamın kolundan geçerken, o da bir el ateş etti.

 

Bir an Vance’in vurulduğunu fark ettim. Kafası yere düşerken, hemen yanına koştum. Karnından vurulmuştu. Adamın üzerine yürüdüm, ama Vance, “Yapma,” diye bağırdı. Sadece bacağından bir kurşun daha sıkıp adamı etkisiz hale getirdim.

 

Vance, yerde karnını tutarak acı içinde kıvranıyordu. Telefonumu çıkarıp Kandemir’i aradım. “Bora vuruldu, neredesin?” dedim, sesimde panik vardı. Kandemir, “Yoldayım, 5 dakika içinde orada olacağız, bekle,” dedi ve telefonu kapattı.

 

Koşarak banyoya girdim, temiz bir havlu aldım ve geri döndüm. Vance’in yarasına bastırarak kanamayı durdurmaya çalıştım. Onun kafasını bacağımın üzerine koyarak onu sakinleştirmeye çalışıyordum. “Dayan, baban geliyor,” dedim, ama korku içimi sarhoş etmişti. Vance, kısıtlı bir sesle bir şeyler söylemeye çalışıyordu.

 

Eğilip kulağımı ağzına yaklaştırdım ve “Kimsin sen?” dedi. Yüzündeki ifade, gözlerindeki sorgulayıcı bakışla birleşerek.

 

Kandemir içeri girdiğinde, beş adamın yerde hareketsiz yattığını gördü. Vance’in yaralı haliyle yerde yattığını fark edince gözleri genişledi, ama bu şoku çabuk toparladı. “Vance’i taşımaya başlayın,” dedi, komut verir gibi. Ben, havluyu Vance’in yarasına sıkıca bastırarak arkasından koştum.

 

Arabaya yöneldik. Vance, arka koltukta kafasını kucağıma yaslamış, titreyerek acı içinde yatıyordu. Kandemir, diğer arabalarla bizi takip etmek üzere hızla uzaklaştı. Dakikalar, saatler gibi geçiyor; yol boyunca sadece “Daha hızlı” demekten başka yapacak bir şey bulamıyordum.

 

Hastanenin önünde durduğumuzda, adam arabadan fırlayıp içerideki doktorları çağırdı. Bir sedye getirildi, doktorlar Vance’i dikkatlice sedyeye yatırdı. Ben de zorlukla yürüyerek sedyenin yanından ayrıldım, ellerimdeki kanla baş başa kaldım. Vance, acil ameliyata alındıktan sonra Kandemir ve birkaç adamla hastane kapısının önünde bekledik.

 

Bir süre sonra dışarı çıkıp biraz hava almak istedim. Hastane bahçesine geçip bir sigara çıkardım ve yakmaya başladım. Derin bir nefes alırken, Kandemir’in arkamdan yaklaştığını fark ettim. Yanıma geldi ve ciddi bir şekilde, “Ne oldu?” diye sordu.

 

Sigara dumanı havada dağılırken, Kandemir’e olayları anlatmaya başladım. “Ben uyuyordum. Silah sesiyle uyandım. Aşağı indiğimde, evde beş adam vardı ve etrafta bizden kimse yoktu. Ortalık karıştı ve Vance vuruldu,” dedim, yaşananları toparlamaya çalışarak.

 

Kandemir’in sorusu net ve doğrudan geldi. “Adamları sen mi öldürdün?”

 

“Evet,” dedim, “Onları ben etkisiz hale getirdim. Vance vurulduğunda, onu korumak için hemen müdahale ettim.”

 

Kandemir’in gözleri, sorusunu bir kez daha yöneltirken merakla parlıyordu. “Beş silahlı adamı sen mi etkisiz hale getirdin?”

 

“Evet,” dedim, sesimdeki kesinlikle. “Hepsini ben etkisiz hale getirdim. Vance vurulduğunda onu koruyabilmek için harekete geçtim. İnsan korkudan herşey yapabiliyor. Durumu kavrayıp en iyi şekilde çözmeye çalıştım.”

 

Kandemir’in ifadesi sertleşti. “Bu, korkuyla değil, bilinçli bir soğukkanlılıkla yapılmış bir iş.”

 

”Ne demek istiyorsunuz? Bende mi ölseydim?” dedim, sesim sert ve keskin.

 

“Öncelikle, burada hayatta kalan tek kişi benim. Evet, ben tehlikeyi göze aldım ve kazandım. Adamlarınız oğlunuzu koruyamadı, çünkü onun yanında kalan adamlardan hiçbiri işlerini iyi yapmadı. Oğlunuz da kendini koruyamadı. Eğer oğlunuz benim gibi bir koruyucuya sahip olsaydı, belki bu kadar sıkıntı yaşamazdınız. Şu an Vance’in durumu sıkıntılı, evet. Ama bu, benim ne kadar dikkatli ve etkili bir şekilde davrandığımı göstermiyor mu?”

 

”Bora’yı korumuş mu oldun ?”

 

”Bu işlerin kolay olmayacağı açık, ama çabam da kusur yok.”

 

Tek bir şey eksikti: O yaşlı bunak benden şüphelenseydi, bütün plan suya düşerdi. İşte bu yüzden Vance'yi kullanıyoruz ya... Yavaşça içeriye doğru adım attım. En azından biraz minnettarlık beklerdim, diye içimden geçirdim. Sigarayı öfkeyle elimden fırlattım ve hastaneye doğru yöneldim. Ameliyathane kapısına vardığımda, beklemeye başladım. Zaman, saatler değil sanki yıllar gibi ilerliyordu; geçmek bilmiyordu. Görev başarısız olursa ne olacağını düşünmeden edemiyordum. Kampa geri dönemezdim, geri dönüş artık benim için bir ölüm fermanı olurdu.

 

Geçen beş saatin ardından, doktor nihayet ameliyathaneden çıktı. Kandemir’le birlikte hemen yanına koştuk. Doktor, yorgun bir nefes aldı ve bize dönerek konuşmaya başladı.

 

"Kanamayı durdurmak için çok uğraştık," dedi, sesi yorgun ve ciddi bir tonda. "Mermi karaciğerini delip geçmiş. Yarasını onardık, ama damarlarından biri ciddi şekilde zarar görmüştü. Onu da tamir ettik, ama…"

 

Bir an duraksadı, sanki söyleyeceklerini tartıyordu. "Şu anda durumu kritik. Beklemekten başka çaremiz yok. Yoğun bakıma aldık. Bundan sonrası… zamana bağlı."

 

Başımdan aşağı kaynar sular akıyordu, sanki tüm dünya üzerime dökülüyordu. Derin bir öfke ve çaresizlik içindeydim; uzak duracaktım ondan, bana yaklaşmasına asla izin vermeyecektim. Neden zarar gördü? İçimdeki soru, yanıtlar kadar acı vericiydi. Kafamda dönen düşünceler, her geçen saniye daha da karışıyordu; neden bu kadar çok acı çekmek zorundaydık?

 

Kandemir sinirle Fuat’a döndü. Fuat, her zaman Vance’in yanındaydı, ama o akşam Kandemir’le gitmişti. "Fuat, nerede o piç?" diye bağırdı.

 

Fuat, “Mekana götürdük, baba,” dedi.

 

“Gidiyoruz, iki kişi burada kalsın,” diye ekleyip arkasını dönüp yürümeye başladı. Ben de arkasından koştum.

 

“Sen nereye?” dedi Kandemir sert bir şekilde.

 

“Bende geleceğim,” dedim.

 

“Hayır, burada bekle,” diye karşılık verdi.

 

“Bende geleceğim,” diye tekrarladım.

 

“Size beklemek istiyorsanız bekleyin,” dedim, “Hadi Fuat, gidiyoruz,” diyerek önde yürüdüm.

 

Arabaya atladık; Fuat direksiyon başındaydı ve ben yanındaydım. Kandemir ise arkadaki iki araçtan birindeydi. Depoya yaklaştık ve arabadan indik. Depoya girdiğimizde, içeri de keskin bir metal kokusu vardı. Yerde kan lekeleri ve çeşitli araç gereçler dağınıktı.

 

Adam, bir sandalyeye sıkıca bağlıydı; elleri ve ayakları demir kelepçelerle sabitlenmişti. Kol ve bacaklarındaki yaralar sargılarla kapatılmış, kanamaları durdurulmuştu ama yüzündeki acı ifadesi her şeyi anlatıyordu. Yüzü, acı içinde buruşmuş ve gözleri korku doluydu.

 

Kandemir, adamın yanına yaklaştı, gözleri öfke ve intikam doluydu.

 

Sessizce bekleyip Kandemir’i izledim. Adamın konuşacak gücü kalmamıştı, ama gözleri benimle buluştuğunda ağzından kelimeler dökülmeye başladı. “Sen,” dedi ve gülmeye başladı. Yediği dayak yüzünden kırılan kaburgaları nedeniyle öksürmeye başladı. Gözlerim giderek büyüyordu. “Vance’in yeni koruması” diye Konuşmaya devam edince yanına yaklaşıp, elimle yüzüne bir tokat savurdum.

 

Kanlar içinde kalan adamın kafası sol tarafa savruldu ve ağzındaki kanla karışık tükürükler etrafa yayıldı. Kandemir’e dönüp, “Neden öldürmüyoruz?” diye sordum.

 

Kandemir soğukkanlı bir şekilde, “Çünkü babası,” dedi. O anda içeri biri girdi. Adını duymuştum; Kandemir’in ortağıydı. “Rafael,” bu da oğlu Luis olmalıydı. Ama neden böyle bir şey yapmıştı? İçimdeki sorular ve belirsizlikler, ortamın gerilimini daha da artırıyordu.

 

Rafael, Kandemir’e yaklaşarak kolundan tuttu ve selamlaşmaya başladı. Bu durumda, oğlunun hali göz önündeyken, Rafael’in nasıl bu kadar rahat davranabildiğine anlam veremiyordum. Kaslarım gerildi; öfkem ve şaşkınlığım iç içe geçmişti.

 

Rafael’in gözleri benim üzerimde kaydı ve yüzünde aptalca bir gülümsemeyle yanıma yaklaşıp elini uzattı. Ellerimde evdeki dört adamın ve Vance’in kanıyla karşılık verdim. Rafael, elimi tutup sıktı, ardından elimi yan çevirdi ve dikkatle baktı. “Oğlumu bu hale getiren sensin demek,” dedi. “Kaç yaşındasın?” diye sordu.

 

Ellerimi geri çekip sadece yüzüne ciddi bir şekilde baktım. Birkaç saniye sonra Kandemir’e döndüm. Kandemir’in ifadesi donmuştu. “18 yaşındayım,” dedim.

 

Rafael, dalga geçer gibi gülümsedi. “Benim yaşımla bir alakası yok,” dedim. “Adamlarınız çok beceriksiz.” Başını sallayarak Luis’e doğru yaklaştı. “Aramıza katılmadan iki yıl eğitim alan adamlar ve doğduğundan beri bu hayatın içinde olan oğlum beceriksiz ha?” dedi, sesi alaycı bir tonla. Rafael’in bu tavrı, içimdeki öfkeyi daha da artırıyordu.

 

Rafael, soğukkanlı bir tavırla, “Kandemir. Luis’in cezası bende. Bu seferlik onu ben alıyorum,” dedi. Gözlerini adamlarına yöneltti, kaşlarını kaldırarak Luis’i alıp götürmelerini işaret etti. Luis, korkuyla titreyerek ve ağır adımlarla yanlarından geçerken, içimdeki öfke dinmiyordu. Oğlunun bu halde olduğunu görmek, Rafael’in tavırlarını daha da sinir bozucu hale getiriyordu.

 

Kandemir, Rafael’e dönerek, “Bir şeyler içelim mi?” diye sordu. Rafael, kafasını sallayarak olumlu yanıt verdi. Ben de adamlarla birlikte kapıya yöneldim, çıkmak üzereydim. Ancak arkamdan Kandemir’in sesi yankılandı.

 

“Viper,” dedi, “Sende gel.”

 

Duraksadım ve kafamda geçirdiğim düşüncelerle birlikte Kandemir’in yanına geri döndüm Ve ne olacağını merakla beklemeye başladım.

 

Deponun arka tarafında sıkça geldikleri belli olan bir bölüme geçtik. Burada iki tek kişilik ve bir tane iki kişilik koltuk vardı. Rafael, tek kişilik koltuklardan birine oturdu ve bana diğerini işaret etti. Ben de oturduktan sonra Kandemir, iki kişilik koltuğun ortasına geçti ve rahatça oturdu, kollarını koltuğun başına doğru attı.

 

Fuat, elindeki viski şişesini bardaklara doldurup Kandemir ve Rafael’e uzattı, en son bana da bir bardak getirdi. Bardakları gördüğümde, “Ben içmesem olur mu?” dedim. İkisinin de kaşları çatıldı, bu yüzden bir yudum aldım ve koltuğa rahatça yayıldım. İkisi konuşurken onları dikkatle dinliyordum.

 

Rafael, “Merak etme, bir daha böyle bir olay yaşanmayacak,” dedi. Kandemir, “Öyle diyorsan,” diyerek bardağı kafasına dikti. İkisi de donup üzerimdeki bardağa bakınca, baskıya dayanamayıp bardaktaki viskiyi kafama diktim.

 

Rafael, “Eee, Viper, sen kimsin?” diye sordu. Bu soruyu çok fazla duyuyordum. “Sıradan biri,” dedim.

 

“Sıradan biri ha,” dedi Rafael gülümseyerek. Fuat bardakları tekrar doldurduğunda, Rafael bardağı kaldırıp bana uzatarak, “Sıradanlığa,” dedi. Ben de ikinci bardağı bitirirken, başım hafiften dönmeye başlamıştı. İçimde garip bir huzursuzluk vardı. Vance o haldeyken buradaki bu rahat ortam, bana oldukça garip geliyordu. Kandemir, oğlunu severdi ve o bu haldeyken burada oturup içmesi bana mantıksız geliyordu.

 

Birden, düşünceler beynime hücum etmeye başladı. Evdeki olayları çok fazla sorgulamışlardı ve hemen ardından beni yanlarına davet etmeleri kafamı karıştırıyordu. Ayağa kalkıp çıkmak istedim, ama kalktığım gibi geri düştüm koltuğa. Kandemir’e dönüp, “Bana ne verdiniz?” dedim.

 

Rafael konuşmaya başladı, “Evde beş adamı tek başına öldüren birini kaba kuvvetle etkisiz hale getirmek istemedik.” Sözleri, kafamda yankılanıyordu ve uğultu gibi geliyordu.

 

Gözlerim kararmaya başladı ve bilincim yavaşça kapanıyordu. Her şey bulanıklaştı, renkler ve sesler birbirine karıştı. Sonrası tamamen karanlıktı; derin bir boşluk ve sessizlik. Kendimi, hiçbir şeyin olmadığı bu karanlıkta kaybolmuş hissettim, bir süre sonra bilinçsizce uykuya daldım.

 

Bölüm sonu

 

Ne düşünüyorsunuz ?

 

Devamını merak ediyor musunuz ?

 

Sizce Vipere ne olacak ?

 

Daha fazla merak ettiğiniz ve yapmak istediğiniz yorum varsa yazmaktan çekinmeyin

 

Görüşmek üzere.

 

 

Loading...
0%