Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21. Bölüm

@heliiosrex

10 yıl önce

Viper

 

 

Ellerim ve kollarım bağlı olarak soğuk bir sandalyede gözlerimi açtım. Karanlık odada, zihnimde yankılanan düşünceler, birer birer yerine oturmaya başladı. Bu, artık kendimi kanıtlama vaktiydi. Arkadan gelen ağır adım seslerini duyduğumda, bakmak için başımı çevirme gereği bile duymadım. Sandalyeyi yerden sürükleyerek karşıma gelen kişi Kandemir'di.

 

Ağzımı sıkıca kapatıp, başımı sandalyeye dayadım. Kollarım arkamda birbirine kenetlenmiş, ayaklarım önüme sıkıca bağlanmıştı. Kandemir’in ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordum. Sonunda, konuşmayacağımı ya da yalvarmayacağımı anlayınca, o da konuşmaya başladı.

 

"Senin hakkında bir araştırma yaptım," dedi, sesi bir bıçak gibi keskin. "Ama geçmişine dair hiçbir şey bulamadım. Kime çalışıyorsun?"

 

"Hiçbir fikrin yok mu?" diye alaycı bir sesle sorduğumda, içimdeki sessizliği korudum.

 

"Senden duymak isterim," dedi, gözlerini gözlerime dikerek.

 

"Kimseye çalışmıyorum," dedim soğukkanlılıkla.

 

Kandemir, gözlerinde karanlık bir bakışla, "Bu kadar şeyi kendi başına öğrenmiş olamazsın. Kimsin sen? Ve kime çalışıyorsun?" diye üsteledi.

 

"Ne desem inanmayacaksın," dedim, sesim karanlığın içinde yankılanırken.

 

Bir süre sessizlik oldu, ardından Kandemir, "Bir daha sormayacağım. Söyleyecek misin?" dedi.

 

"Kimseye çalışmıyorum," diye tekrarladım, her kelime daha da ağırlaşarak.

 

"Tamam, öyle olsun," dedi Kandemir, yüzünde anlaşılmaz bir ifadeyle Fuat’a ve yanındaki adamlara dönerken. "Konuşmaya karar verdiğinde beni arayın. Ben hastaneye dönüyorum."

 

Arkasından bağırdım, "Vance uyandı mı?"

 

Kandemir adımlarını yavaşlatıp durdu, ama bana dönmedi, cevap bile vermedi. Hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp gitti.

 

Fuat’a dönüp tekrar sordum, "Bir haber var mı?"

 

Fuat, yüzüme üzüntüyle baktı. Bu bakışı biliyordum; sonucunu bilmediği için bu olaya bulaşmayacaktı. Arkasını dönüp odadan çıktı.

 

Ardından adamlardan biri yaklaşıp suratıma şiddetli bir tokat attı. Yüzüm sola savrulurken, kafamda çakan şimşeklerin sesiyle gözlerimi yumdum ve bekledim.

 

Üç saat boyunca süren işkencenin ardından, ağzımdan ve burnumdan akan kan, kollarım ve bacaklarımda oluşan morluklar, aklımda tek bir düşünce bıraktı: Aldığım eğitim bundan daha acımasızdı. Sandalyeden düşmüş, yerde yan yatıyordum. Gözlerim, yerdeki su birikintisinde kaybolmuştu, düşüncelerim dalgalanırken.

 

Fuat yanıma yaklaştı, kollarımı ve bacaklarımı çözüp beni tekrar sandalyeye oturttu. Vücudumdaki ağrılara alışıktım, ama aklım hâlâ Vance'deydi. Durup gülümsedim. Fuat yüzüme baktı, "Delirdin mi sen?" dedi. "Bak Viper, eğer gerçekten birine çalışıyorsan söyle. Vance ölmene izin vermez. Kaçarsın, bir daha da kimse görmez seni."

 

"Kaçmak mı?" diye sırıttım. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Kimseye çalışmıyorum."

 

Fuat, derin bir nefes aldı. Sağ tarafa başını çevirirken tekrar sordum, "Vance nasıl, haber var mı?"

 

"Sen hâlâ yalvarmadığının farkında mısın?" dedi. "Bu kadar dayaktan sonra sesin bile çıkmadı. 'Yapmayın' bile demedin."

 

Sözleri, içimde bir buz gibi eridi. Zar zor kelimeleri ağzımdan çıkardım, "Sence bu hayatımda yediğim ilk dayak mı? Sence daha önce işkence görmedim mi?"

 

Fuat, şaşkınlıkla kaşlarını çattı, yüzüme derin bir bakış attı. "Beş adamı tek başına nasıl etkisiz hale getirdin?"

 

"Daha önce kendimi çok fazla savunmak zorunda kaldım," dedim, karanlık bir sır gibi. "Bu benim ilk cinayetim değil."

 

"Dinliyorum," dedi Fuat, gözlerindeki şüpheyle.

 

"Ben çocuk esirgemede büyüdüm, Fuat. Ve emin ol, oradaki işkencelerden kimse sağlam çıkmadı."

 

Fuat, derin derin yüzüme bakarak söylediklerimin doğruluğunu anlamaya çalışıyordu. Telefonunu eline alarak ayağa kalktı ve depodan çıktı. Adamlar beni tekrar bağladıktan sonra beklemeye başladılar. Bir süre sonra, içlerinden birinin telefonu çaldı. "Efendim abi... Tamam abi... Çıkıyoruz."

 

Üçü de ayaklanıp çıkmaya başlayınca, arkalarından bağırdım, "Nereye gidiyorsunuz? Hey, kime diyorum!" Ama cevap bile vermediler, odadan sessizce çıkıp gittiler.

 

Odada yalnız kaldım, kanayan ellerim ve yorgun bedenimle. Kafamda yankılanan son söz, yalnızca Vance'ydi. Ama hiçbir ses duymadım, yalnızca işkence odasının derin sessizliği kaldı geriye.

 

 

Üç gün geçti, tam üç gündür bu karanlık odadaydım. Kollarımı ve bacaklarımı çözüp gitmek, özgürlüğe adım atmak elimdeydi. Ama bunu açıklamak, beş kişiyi öldürdüğümü anlatmaktan bile daha zor olurdu. Kapıda adamlar olabilir, ya da gözler üzerimde olabilir. Sadece bekledim. Aç kalmaya, uykusuzluğa alışmıştım. Hiçbiri görevden daha önemli değildi. Bu insanlar merhamet nedir bilmezlerdi. Buradan kurtulduğum an, hepsi bana ölesiye güvenecekti. Gözü kapalı inanacaklardı ve işte o gün, onları pişman edecektim. İçimdeki nefret tekrar yükseldi, damarlarımda dolaşan bir zehir gibi. Ama nefret hissetmemem gerekiyordu. Bu kişisel bir mesele değildi. Her şey beklenendi; kimse bana iyi davranacaklarını söylemedi.

 

Kendi kendimi teselli etmeye çalışırken, yavaş yavaş nefretimi ve öfkemi dindirmeyi başardım. Derin nefesler aldım, zihnimi temizlemeye çalıştım. Ayağa kalkıp esnemeye, kaslarımı gevşetmeye o kadar ihtiyacım vardı ki... Ama bir yandan da kendimi o kadar yorgun ve güçsüz hissediyordum ki tek isteğim derin, huzurlu bir uyku çekmekti.

 

Ancak bu lüksün benim için olmadığını biliyordum. Dinlenmek için değil, hayatta kalmak için nefes alıyordum. Bekledim, her anın içinde sabrı öğrendim, çünkü bu sabır bana zaferi getirecekti.

-

Günün sonunda bedenim açlığa ve yorgunluğa yenik düştü. Bilincim bulanıklaşmaya başladı, gözlerim ağırlaştı, kapanmaya direniyordu ama gücüm tükenmişti. İçimde derin bir korku belirdi; ölemezdim, değil mi? Hayır, bu sadece bir uyku, sadece uyuyordum. Uyku, bir yılan gibi yavaş yavaş beni sarıp sarmaladı. Gözlerim kapandı ve derin bir karanlığa doğru sürüklendim.

 

---

 

Gözlerimi açtığımda, kendimi bembeyaz bir odada buldum. Güneş ışığı, yumuşakça tenime dokunuyordu. Yavaşça doğrulduğumda, kaburgalarımdaki ağrılar yüzümü buruşturdu. Etrafıma bakındım; hiçbir şey tanıdık değildi. Kollarımda morluklara sürülen kremler ve sarılmış bandajlar vardı. Ayağa kalkıp odadaki aynaya doğru yöneldim. Yüzümdeki yaralar pansumanla kapatılmıştı. Üzerimde beyaz, zarif bir gecelik vardı. Kolumda damar yolu açılmıştı ve yatağın başında bitmiş bir serum duruyordu. Kafam iyice karışmıştı, bu nasıl bir yerdi? Ve bir anda, Vance aklıma düştü. O neredeydi? Durumu nasıldı?

 

Bu düşünceler zihnimde dolaşırken, odanın kapısı yavaşça açıldı. İçeriye adımları sessiz ama kararlı olan Vance girdi. Yüzündeki ifadeyi okumak zordu, ama varlığı bir an için içimi rahatlatmıştı.

 

 

 

4 gün önce

Vance

 

 

 

Gözlerimi açtığımda zihnimde beliren ilk isim Viper oldu. O nerede? Gözlerim odada dolaştı, sanırım hastanedeydim. Başımın üstünde duran hemşire, uyanır uyanmaz doktora haber vermek için hızla odadan çıktı. Kısa bir süre sonra doktor geldi ve durumumu anlattı; ameliyat geçirmiştim.

 

“Kendinize gelmenize sevindim. Sizi normal bir odaya alalım, birkaç gün daha burada kalmanız gerekecek,” dedi doktor.

 

“Birkaç gün mü? Kaç gündür uyuyorum ben?”

 

“Üç gün oldu.”

 

Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü. Beni merak etmiş olmalılardı, diye düşündüm. Doktora döndüm ve "Viper?" dedim. Doktor, kaşlarını kaldırarak başını sağa çevirdi. Yanıtı anlamadım ve hemen ekledim, “Babam burada mı?”

 

“Evet, sizi normal odaya alınca ziyarete gelebilir,” dedi.

 

Yaklaşık bir saat sonra, beni normal odaya geçirdiler. Yatağa uzandığım an, babam odaya girdi ve yanımdaki koltuğa oturdu. Sert görünmeye çalışıyordu, ama yüzündeki korkuyu saklayamıyordu. “İyi misin?” diye sordu.

 

“İyiyim baba, merak etme.”

 

“İyi, iyi aslanım, sana hiçbir şey olmaz.”

 

Kafamda dolanan soruları sormakla sormamak arasında kararsızdım. Ama babam buradayken, odaya kimsenin gelmeyeceğini biliyordum. Derin bir nefes alarak sordum, “Baba… Viper nerede? Buralarda mı? Onu göremedim. Hayatımı kurtardı, teşekkür etmek istiyorum.”

 

Babam, sakin bir sesle, “Merak etme, ben teşekkür ettim. Birkaç işi vardı, gelemedi,” dedi.

 

Bu sözler içimde bir boşluk bıraktı. Beni hiç mi merak etmemişti? Uyandığımı söylememişler miydi ona? “Peki, haberi var mı?” diye sordum.

 

Babam kısa bir "Evet" yanıtı verdiğinde, merak etmediğini anladım. Sonuçta, bu bir işti. Beni korumasını babam istemişti, bu yüzden Viper oradaydı.

 

Babamdan beni yalnız bırakmasını ve dinlenmek istediğimi söyledim. Ertesi sabah doktor odaya geldiğinde, en erken ne zaman çıkabileceğimi sordum.

 

“Şu an sadece gözetim altındasınız. Aslında yarın çıkabilirsiniz ama dinlenmeniz gerekiyor,” dedi. Hafif bir ağrım vardı, doktor bana bir iğne yaptıktan sonra odadan çıktı. Ancak aklım hâlâ Viper’deydi. İki gündür uyanıktım ve beni görmeye gelmemişti. Bu düşünce, içimde tarif edilemez bir boşluk yarattı.

 

—-

Akşama doğru Fuat yanıma geldi, yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle. “Geçmiş olsun, iyi olmana çok sevindim,” dedi.

 

“Teşekkür ederim, Fuat. İyiyim, sağ ol,” diye yanıtladım, ama gözlerinde bir suçluluk vardı.

 

“Keşke o gece yanında olsaydım. Hep kendimi suçluyorum.”

 

Başımı hafifçe sallayarak, “Fuat, o gece yanımda olan hiç kimse hayatta değil şu an. İyi ki orada değildin,” dedim. Fuat, yüzüme bakarak bir süre sustu. Gözlerindeki suçluluk ifadesi daha da derinleşti.

 

Biraz durakladıktan sonra, "Viper nasıl yaptı o kadar şeyi, sen gördün mü?" diye sordu.

 

Ardından hayranlıkla anlatmaya başladım: “Eve döndükten sonra odasına geçip kapıyı kilitledi. Luis ve adamları evi aradılar ama orayı açmadılar. Silah sesini duymuş olmalı. Sessizce indiğini gördüm. Adamlar teker teker Viper’a yöneldi. Başta ben de şaşırdım, ama şimdi düşününce ne kadar zeki davrandığını anlıyorum. Yanımızdaki adamlar güçlüydü ama hiçbiri onun kadar akıllıca hareket etmedi. Viper, avını sabırla bekleyip yavaş yavaş yakaladı. Saklanmayı iyi biliyor.”

 

Ben bu sözleri söylerken, Fuat başını yere eğdi ve bir sessizlik çöktü aramıza. Onun bu durgun hali, beni de düşündürdü. Birkaç kez ağzımı açtım ama kelimeler dilime dolandı, bir türlü ne söyleyeceğimi bilemedim. En sonunda cesaretimi toplayarak, “Sahi, o nerede? İki gündür göremedim,” diye sorabildim.

 

Fuat suçsuzluğunu savunurcasına, “Abi, senden habersiz bir şey yaptık ama sen kendinde değildin, ben de babaya karşı gelemedim,” dedi.

 

Bu sözleri duyar duymaz, öfkeyle yatakta doğruldum, gözlerimi onun üzerine diktim. "Ne oldu?"

 

Fuat zorlanarak gerçeği söyledi, ama duyduklarım öfkemin sınırlarını zorladı.

 

“Nerede şimdi?” diye bağırdım.

 

Fuat yerini söyledi, ama “Abi, lütfen daha yeni uyandın,” diye ekleyerek beni sakinleştirmeye çalıştı.

 

"Başlatma lan abine!" diye patladım.

 

“Sen kime çalışıyorsun lan? Teşekkür edeceğinize yaptığınız işe bak!” Yataktan fırladım ama acıyla geri düştüm. “Emre nerede?” diye sordum.

 

"Dışarıda, abi," dedi Fuat.

 

"Emre'yi de al, git ve Viper'ı buraya getir, hemen!" Fuat odadan çıkarken öfkem bedenimi yakıyordu. Nasıl böyle bir şey yapabilirdi? Bana yalan söylemişti, haberi bile yokmuş. Öfkeden deliye döndüm, ona olan kızgınlığım tavan yapmıştı.

 

Geçen bir iki saat boyunca oturduğum yerde içim içimi yiyordu. Fuat odaya girince hızla ona döndüm. “Getirdik abi,” dedi. "Buraya neden getirmediniz?" diye hırladım. “Abi, uyuyor şimdi. Kendine gelsin.” Cevap beni çıldırtmaya yetti. "Ne demek uyuyor lan? Ne yaptınız kıza?" Sinirden kudurmuş halde, yataktan yavaşça kalkıp odadan çıktım. Birkaç kapı geçtikten sonra Fuat’ın gösterdiği odaya girdim. İçeri girdiğimde hemşire Viper'ın koluna bir serum takıyordu. Bizi fark edince, işini bitirip “Geçmiş olsun,” diyerek odadan çıktı.

 

Viper yatakta, kanlı kıyafetleriyle yatıyordu. Yüzünde sayısız iz, kollarında ve bacaklarında morluklar, yaralar... Gözlerimin önündeki manzara beni delirtmek üzereydi. Öfkeyle dönüp Fuat’a bir yumruk attım, onu duvara savuracak kadar şiddetli. “Sen mi yaptın?” diye hırladım. Fuat yerde, yanağını tutarken yüzüme suçlulukla bakıyordu. "Hayır abi, yapamadım. Çocuklar oradaydı," dedi. “Kalk! Kalk çabuk!” diye bağırdım. “Bunu yapanları gönder, gözüm görmesin hiçbirini! Elimden bir kaza çıkacak!” Fuat hızla odadan çıkarken, yavaş adımlarla Viper’a yaklaştım.

 

Nefes alışları düzensizdi. Sayıklıyordu, ama ne dediğini anlayamıyordum. Yanına bir sandalye çekip oturdum. Ellerimi onun elinin üzerine koydum, içimdeki suçluluk ve öfke bir araya gelip beni yakıyordu. Saatlerce o sandalyede oturdum, kafam ellerine yaslı. Kapının açılma sesiyle başımı kaldırdığımda doktorun içeri girdiğini gördüm. Yanıma yaklaşıp neden burada olduğumu sordu. “Sizi odanızda göremeyince merak ettim. Birazdan tekrar sizi görmeye gelirim. Ela Hanım’ın yakını mısınız?” Yavaşça Viper’ın—hayır, Ela’nın—yüzüne baktım. “Evet, yakınıyım. Durumu nasıl?” diye sordum.

 

Doktor, "Birkaç gün aç kaldığı için güçsüz düşmüş. Yaralarını tedavi ettik, ilaçlarını yazarız, daha sonra tedaviye devam ederiz. Ciddi bir şey yok ama yarına kadar serum vermemiz gerekecek. Kendini toparlayacaktır," dedi. "Aç kalmış derken... Kaç gün?" diye sordum. “Buraya getiren beyefendi, beş gün olduğunu söyledi,” dedi doktor. Kafamdan aşağı kaynar sular dökülüyordu. Öldürmeye mi çalışıyorlardı onu?

 

Doktor bana birkaç şey daha söyledi ama hiçbirini duymadım. Sadece taburcu olabileceğimi söylediği kısmı hatırlıyorum. Yavaşça ayağa kalktım ve kapıya yöneldim. Dışarıda Fuat, Emre ve birkaç adam vardı. “Siz ikiniz buradan ayrılmayın, kimseyi içeri almayın. Fuat, Emre, siz benimle geliyorsunuz,” dedim, öfkeyle dolu bakışlarımla onları süzerek.

 

 

Arabaya binip hızla eve doğru yola çıktım. Babamın evde olduğunu biliyordum. Koşar adımlarla eve girdiğimde babam beni görünce şaşkınlıktan kalakalmıştı. “SEN NASIL YAPARSIN BUNU?” diye bağırdım. “Uyanacağımı düşünmüyor muydun? Beni çoktan öldürmüşsün.”

 

“Oğlum, neler söylüyorsun?” dedi babam.

 

“Bana oğlum deme!” dedim. “Daha ilk gün sana küçük olduğunu söyledim, yanına alma dedim. Ama şimdi ondan şüphe ediyorsun.“

 

“Bak, Bora...”

 

Lafını kesip bağırdım: “Bana Bora deme lan! Ben senin oğlun da değilim. Bora da değilim. Bora öldü. Annemle birlikte öldüler. Eğer bir daha Viper’a yaklaşırsan seni pişman ederim. Ondan uzak duracaksın.”

 

Sonra dönüp Fuat ve Emre’ye baktım. “Bu itleri de al. Bir daha yanıma herhangi bir köpeğini yaklaştırma,” dedim.

 

Odadan çıkarken, dönüp ekledim: “Ha, bu arada,” Fuat’ın belindeki silahı alıp Emre’yle Fuat’ın ellerine sıktım. “Sessiz kalmak da seni suça ortak eder.”

 

Bundan sonra Viper’i koruma sırası bendeydi. Arabaya binip hastaneye geri döndüm. Odaya girdiğimde Viper hâlâ derin bir uykuydı. Yanına yaklaşıp, alnına bir öpücük kondurdum. İçimdeki acı ve özlem titrek bir duyguyla birleşti. Yavaşça yanına oturdum, ellerini nazikçe tuttum ve başımı avuçlarına yasladım. Gözlerimi kapatıp, onu koruma sözümü içimden tekrarladım.

 

Uyumuş olmalıyım; gözlerimi açtığımda odanın güneşle aydınlandığını fark ettim. Kafamı kaldırıp Viper’e baktım, ama o hâlâ huzur içinde uyuyordu. Kapıdaki adamlardan biri içeri girip, “Abi bir şey lazım mı?” diye sordu.

 

“Viper bugün çıkabilir. Arabayı hazırla, benim eve gidiyoruz. Doktoru da çağır, odaya gelsin,” dedim.

 

Beş dakika içinde doktor geldi, çıkabileceğimizi söyledi ve birkaç ilaç yazdı. Ayrıca, birkaç gün daha uyuyabileceğini belirtti. Serumun da ihmal edilmemesi gerektiğini ekleyerek odadan ayrıldı.

 

Ardından adamlardan biri içeri girdi. “Abi, araba hazır,” dedi.

 

“Tamam,” diyerek Viper’i tekerlekli sandalyeye aldım ve hastaneden çıkıp eve doğru yola çıktık.

 

 

 

BÖLÜM SONU.

 

Loading...
0%