Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.Bölüm

@heliiosrex

10 yıl önce

Viper

 

 

 

Elim hâlâ yan tarafımda duruyordu, onun bana yaklaşmasını izlerken. “Uyanmışsın,” dedi, yumuşak bir sesle. Ben ise yaşadıklarımı anlamaya çalışıyordum, zihnim hâlâ sisli ve ağırdı. O, yavaşça yanıma yaklaştı. “İyi misin?” diye sordu, gözlerinde endişe vardı.

 

“İyiyim sanırım… Neredeyiz?” diye sordum, etrafıma bakarak. Her şey yabancıydı, ama onun varlığı bir şekilde tanıdık geliyordu.

 

“Benim evimde,” dedi, bakışlarını benden ayırmadan.

 

“Neden buradayım?” dedim, sonra ona döndüm ve bakışlarımı gözlerine diktim. “Sen, iyi misin? Ne zaman çıktın hastaneden?”

 

O, hafifçe gülümsedi, ama yüzündeki gölgeyi gizleyemedi. “Bu halde bile beni mi düşünüyorsun? Hastaneden çıkalı çok oldu.”

 

“Nasıl…”

 

“Dört gündür uyuyorsun. Daha doğrusu, uyutuluyorsun.”

 

Dudaklarımdan sadece tek bir kelime döküldü, “Baban…”

 

“Merak etme,” dedi, sesinde bir güven vardı. “Ben o durumu hallettim.”

 

“Ne yaptın?” diye sordum, ama cevabı bilmekten korkuyordum.

 

“Bunları merak etme,” dedi. “Dinlenmene bak, daha yeni uyandın.”

 

Derin bir nefes aldım, yaşadıklarımın ağırlığı omuzlarımı çökertmişti. “Bak,” dedim, gözlerimi onun gözlerinden ayırmadan, “Yine beni korumaya çalışıyorsan…”

 

“Hayır.” Sesinde bir sertlik vardı ama bu, beni koruma arzusunun sertliğiydi. “Viper sana orada işkence etmiş. Dört gün aç bırakmış… Eğer senden haberim olmasaydı…” Sesi titredi, sanki söylemek istemediği bir şey vardı. “Hayatımı kurtardın, böyle mi teşekkür ediyor?”

 

Vance’in gözlerine baktım, acısı benim acımdı. “Vance, onu da anlaman gerekiyor,” dedim.

 

“Nesini anlayacağım be?” diye çıkıştı, ama gözlerinde gördüğüm pişmanlık onu susturdu.

 

“Özür dilerim,” dedi, yumuşak bir sesle. “Bunları konuşmayalım, olur mu? Sen iyileşmene bak, sorun yok.”

 

Yanıma biraz daha yaklaştı, gözlerimi onun derin bakışlarına kenetledim. Elini tuttum, sıcaklığı avucumda hissediliyordu. “Babana söyleyemedim…” dedim, derin bir nefes alarak. “Seni o halde görünce… gözüm döndü. Ne yaptığımı hatırlamıyorum bile.”

 

“Hiç korkmadım,” dedi, sesi titrerken. “Ta ki seni orada görene kadar. Evde olmadığını düşünüyordum…”

 

Sözlerimiz bizi birbirimize daha da yaklaştırmıştı. O anların yoğunluğu, aramızdaki mesafeyi yok ediyordu. Onun yüzünde beliren o hafif gülümsemeyi görünce, cesaretim arttı ve ellerimi omuzlarına attım.

 

“Geçen söylediklerimi hatırlıyor musun?” diye fısıldadım, sesim hafifçe titriyordu.

 

“Neyi?” dedi, ama gözlerindeki bakışlardan unutmadığını biliyordum.

 

“Biliyorsun işte…”

 

“Ne olmuş?”

 

“Ciddi değildim…” dedim, ama sesimdeki kararsızlık her şeyden çok belliydi.

 

Yüzü yüzüme o kadar yakındı ki, nefesini tenimde hissediyordum. “Ben de,” dedi sadece, ama o iki kelime içimde bir fırtına kopardı.

 

O an, dudakları benimkilerle buluştuğunda, dokunuşunda bir titizlik vardı. Beni incitmemek için gösterdiği çaba, içimi ısıttı. Nefeslerimiz birbirine karışıyordu; kalbim onun göğsüne çarpıyordu ve bunun farkında olduğuna emindim. Dünya sessizleşmişti, zaman durmuştu sanki, sadece biz vardık. O anda, tüm acılarım ve korkularım kaybolmuştu, çünkü onunla olmak her şeyin ötesindeydi.

 

Vance, dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında, gözlerimdeki arzuyu gördü. Parmakları, yüzümdeki en ufak çizgiyi bile takip ediyordu, adeta beni hafızasına kazıyormuş gibi. Elleri, yavaşça boynumdan omuzlarıma kaydı, ve parmak uçları tenime dokunduğunda içimde bir ürperti hissettim. Kıyafetlerimizin varlığı, aramızdaki yakınlığa engelmiş gibi geliyordu.

 

Benim de ellerim harekete geçti; parmaklarım, onun gömleğinin düğmelerine dokundu. Yavaşça, her bir düğmeyi çözdüğümde, teni ortaya çıkıyordu. Vance, kıyafetlerini çıkarırken gözlerini benden ayırmıyordu, her hareketi nazikti, her dokunuşu yumuşaktı. Ben de, onunla aynı ritimde ilerleyerek, kıyafetlerimi yavaşça çıkarırken, bedenlerimiz birbirine daha da yaklaşıyordu.

 

Onun tenini, tamamen ortaya çıkmış haliyle hissetmek, aramızdaki bağı daha da güçlendiriyordu. Artık aramızda hiçbir engel kalmamıştı. Vance’in bedenini tamamen üzerimde hissettiğimde, nefeslerimiz daha da hızlandı. Ellerim onun sırtında geziniyordu, her dokunuşumla onu daha da kendime çekiyordum. Dudaklarımız bir kez daha buluştuğunda, öpücüğümüz artık geri dönüşü olmayan bir noktadaydı.

 

Vance, beni geri geri yatağa doğru yavaşça yönlendirirken, onun ritmine uyum sağladım. Parmak uçları, tenime adeta nazik bir fısıltı gibi dokunuyordu; sanki her an, en ufak bir baskıyla beni kırabilecekmiş gibi dikkatliydi. Yatağa ulaştığımda, üzerime doğru eğildi, ama sanki iki beden arasında bir bağ oluşmuş, onun ağırlığını tamamen taşıyordu. Ellerini yataktan destek alarak öyle bir denge kurmuştu ki, onun varlığı üzerimdeyken bile hafif bir rüzgar esintisi gibi hissettiriyordu. Aramızdaki mesafe neredeyse yok denecek kadar azdı, ama her dokunuşu, her hareketi, beni bir kristal kadar hassas görüyormuş gibi yumuşak ve özenliydi. Bu anın içinde, sadece fiziksel değil, ruhani bir yakınlık da vardı; sanki onunla bir bütün oluyordum.

 

Vance’in bana bu kadar dikkatli ve nazik davranması, içimde hem güven hem de arzu uyandırıyordu. Aramızdaki mesafe neredeyse tamamen kaybolduğunda, nefeslerimiz birbiriyle karıştı.

 

Gözlerinin derinliklerinde kaybolurken, dudaklarıma hafifçe dokundu. Bu dokunuş, adeta bir kıvılcım gibi, içimdeki tüm duyguları ateşledi.

 

Onun beni saran kollarında, kendimi hem güvende hem de kontrolsüz bir tutkunun ortasında buldum. Bedenlerimiz yavaşça birbirine karışırken, her anın tadını çıkarıyordum, her hareketi içimde daha derin bir yankı buluyordu. O an, zaman durmuş gibiydi, dünya sadece bizden ibaretti.

 

Ancak, tam o anın zirvesindeyken, Vance’in bir an duraksadığını hissettim. Gözlerimiz birbirine kenetlenmişti, ama ikimiz de sessizce aynı şeyi hissettik. Gözlerimizdeki arzuyu ve o anki yoğunluğu hissederken, kendimizi birbirimizin kollarında bulduk, bir yandan da bu anın ağırlığını ve derinliğini tamamen hissettik.

 

———

 

Birkaç saat sonra, odanın içinde huzurlu bir sessizlik hakimdi. Yanında uzanıyordum, bedenimiz birbirine sarılmış, nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Vance, hafifçe horluyordu, derin bir uykuya dalmıştı. Gözlerimi tavana dikip onun yanında olmanın getirdiği huzuru hissettim. Her şeyin değiştiğini biliyordum, aramızdaki bağ artık eskisinden çok daha güçlüydü.

 

Vance’ın hareket etmeye başladığını hissettiğimde, gözlerimi açmadan önce uyandığını anlamıştım. Gözlerini açar açmaz bakışları benimkilerle buluştu, derin ve anlam doluydu. “Rüyamda seni gördüm,” diye fısıldadı. Hafifçe gülümsedim, ama o sözlerinin devamıyla içimi titretti: “Yedi saniyelik bir rüyanın içinde, sana sarıldığım o anı, hiçbir şeye değişmem.”

 

Bu kelimeler, ruhuma dokundu. Ardından yavaşça yaklaşarak dudaklarıma küçük, ama içten bir öpücük kondurdu. Geri çekildiğinde derin bir nefes aldı, sanki bir sır açığa çıkacak gibiydi. “Neden bunun ilk olduğunu söylemedin?” dedi, sesinde hafif bir sitem vardı.

 

Bir an duraksadım, içimdeki duyguların ağırlığını hissettim. “Bilmem,” dedim alçak bir sesle, “Belki de vazgeçersin diye düşündüm.”

 

Gözleri benimkilerdeyken, yumuşak bir gülümsemeyle cevap verdi: “Senden nasıl vazgeçebilirim ki?”

 

"Seni seviyorum, Viper. Bunu söylemediğim her an için özür dilerim," dedi. Sözleri beni şaşırtmadı ama kalbimin hızla çarpmasına engel olamadım.

 

Ne diyeceğimi bilemiyordum, kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Sadece sessiz kaldım, gözlerimi onunkilerden kaçırmadan. Vance hala bana bakıyordu, bakışlarında bir sakinlik ve güven vardı. “Bir şey söylemene gerek yok,” dedi, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. Yüzümü nazikçe avuçlarının arasına aldığında, içimde bir sıcaklık yayıldı, sanki tüm dünya sadece ikimizden ibaretti.

 

Bu kelimeleri söylemeye hala hazır hissetmiyordum. İçimdeki duygular karmaşıktı, sanki kelimeler yeterince güçlü değildi. Onun gözlerinin içine baktım, ama yine de dudaklarım mühürlü kaldı. Vance bunu anlamış gibi sessizliğimi kabullenerek, nazikçe başını eğdi ve avuçlarını yanaklarımda gezdirdi.

 

Bir ay sonra,

 

Evime döndüğümde, ilk iş olarak kitap rafında haritanın arkasındaki gizli bölmeye dokundum. Bu bölmenin ardında, defterimi yerinden çıkararak son bir ayın notlarını yazdım. Gerçekleri eksiksiz bir şekilde aktaracak cesareti bulamadığım için, kendi açımdan en uygun ve anlamlı ifadeleri kullandım. Ardından, bazı fotoğrafları ve belgeleri de ekleyerek defteri yerine yerleştirdim.

 

Telefonum çaldığında hızla yanına gittim ve açtım.

 

“Efendim, Vance?”

 

“Neredesin?” diye sordu Vance, sesinde bir telaş vardı.

 

“Eve geldim, birkaç eşyam kaldı,” dedim.

 

“Toparlanıp bana taşınsana,” dedi.

 

“Vance, bunu daha önce konuştuk. Lütfen…”

 

“Tamam, tamam ama bende kalacaksın. Sadece evin olsun,” diye yanıtladı.

 

“Ne için aradın?” dedim, konuşmanın amacını merak ederek.

 

“Unutuyordum. Akşam iş var, gelmek istersin diye düşündüm,” dedi.

 

“Ne işi?” diye sordum.

 

“Luis,” diye cevapladı.

 

Gözlerim karardı. Luis’i unutmamıştım ama şu an odağımda değildi.

 

“Birazdan çıkacağım. Yanına gelirim, konuşuruz,” dedim, planımı özetleyerek.

 

“Tamam, görüşürüz,” dedi Vance.

 

Evde kalan bilgisayarımı ve birkaç eşyayı çantama yerleştirdikten sonra evden çıktım. Vance, küçük ama oldukça kullanışlı bir araba ayarlamıştı. Arabaya bindiğimde, yola çıkmadan önce derin bir nefes aldım ve Vance’in evine doğru yola koyuldum.

 

Eve döndüğümde, Vance hemen yanıma geldi ve Luis hakkında kafasında kurduğu intikam planını heyecanla anlattı. Plan basit görünüyordu, ama etkisi büyük olacaktı. Gece, sınır bölgesine gitmemiz gerekiyordu. Bizim tırların arkasından gelen Luis’in tırlarını ele geçirecektik. Tırları, Rafael’in düşmanlarına satacaktık, böylece Luis’in yapacağı hiçbir şey olmayacaktı. Ancak Luis’in adını kullanacağımız için Rafael ondan şüphelenecekti.

 

Tırları ele geçirme aşaması oldukça riskliydi. Gece, sınırdaki kontrol noktasından önce pusuyu kuracaktık. Tırların şoförlerini etkisiz hale getirecektik. Yani, operasyonun en kritik anı, şoförlerin fark edilmeden etkisiz hale getirilmesiydi.

 

Yanımızdaki adamların, tırların içindeki eşyaların tam kontrolünü sağlaması gerekiyordu. Tüm bu sürecin kusursuz işlemesi için her detayın mükemmel bir şekilde planlanmış olması gerekiyordu. Adımlarımızın sessizliği, hataların affedilmez olduğu bir geceyi işaret ediyordu.

 

Vance, en güvendiği üç adamını yanına alarak planı detaylı bir şekilde anlattı. Gece ilerledikçe, hazırlıklar tamamlandı ve evden çıkmak üzereyken, Vance yanıma yaklaşıp elimi tuttu. Gözlerinde kararlılık vardı.

 

"Bu gece ne olursa olsun, dikkatli olmanı istiyorum," dedi, sesinde bir endişe vardı.

 

"Merak etme. Her şey kusursuz olacak," dedim, güven verici bir şekilde.

 

"Seni seviyorum, V."

 

Sadece gülümsedim, kelimeler fazla gelir gibiydi. Ellerimiz birbirine sıkıca kenetlendi ve birlikte evden çıktık.

 

Arabaya yaklaştığımızda, Vance direksiyon başına geçti. Ben yanındaki koltuğa oturdum, diğer adamlar ise arka koltuklara geçti. Tek bir araçla yola çıkmamız gerekiyordu. Arkamızda iz bırakmamalıydık.

 

Araç hareket ettiğinde, gece karanlığı içinde sessizlik hüküm sürüyordu. Vance, dikkatle yola odaklanırken, arka koltuklarda bulunan adamlar plan doğrultusunda görevlerine hazırdı. Sıkı bir güvenlik önlemi altında ilerliyor, herhangi bir hata şansı bırakmıyorduk.

 

Hedefe doğru yol alırken, her an her şeyin yolunda gitmesi için dikkatli olmalıydık. Vance’in belirlediği rotada, iz bırakmadan ilerlemeliydik.

 

Gece yarısı sınır bölgesine vardığımızda, arabanın farları hafifçe titreyen karanlıkta sadece birkaç metreyi aydınlatıyordu. Vance, direksiyonu dikkatle çevirerek hedef bölgeye yaklaştı. Aracın içindeki gerilim artmıştı; herkes görevine odaklanmıştı.

 

Sınır kontrol noktasından geçerken, görevlilerin dikkatini çekmeden hızla yol aldık. Hedefe yaklaştığımızda, gölgeler içinde saklanan ekip üyeleri, pusunun kurulacağı noktayı kontrol etti.

 

Tırların geldiği sırada, Vance’in adamları dikkatle yerlerine geçti. İlk tır, hedef bölgeye yaklaştığında, ekipten biri sinyal verdi ve diğerleri hemen harekete geçti. Her şey sessizce ve hızlıca gerçekleşti. Şoförleri etkisiz hale getirmek için, ellerinde susturuculu tabancalar vardı. Birkaç saniye içinde, şoförler yere yığıldı; hiç ses çıkmadı.

 

Tırların kapıları açıldı ve Vance’in adamları, şoförleri etkisiz hale getirilmiş haldeki tırları devraldı. Her biri, sürücü koltuğuna geçti ve tırları belirlenen alana yönlendirdi. Ekip, kontrol noktalarını geçerken, herhangi bir iz bırakmadan hareket etmeyi başardı.

 

Luis’in tırları, hassas bir şekilde yönlendirilerek güvenli bir alana çekildi. Bu sırada, Vance ve ekibi, olası bir tehlikeye karşı tetikteydi. Her şeyin yolunda gitmesi için sürekli olarak iletişimde kalıyorlardı. Operasyonun bu aşamasında, herhangi bir hata ya da gözden kaçırılan bir ayrıntı, tüm planı riske atabilirdi.

 

Luis’in tırları, belirlenen alana getirildiğinde, ekip hızlıca araçları boşaltmaya başladı. Tırların içindeki yük, Rafael’in düşmanlarına satılacak şekilde ayrıştırıldı ve paketlendi. Vance, operasyonun her adımını yakından izledi, her şeyin düzgün ilerlediğinden emin oldu.

 

Şimdi geriye sadece yarın gelecek olan haberleri beklemek kalmıştı. Bütün iş yükü, satın alan adamlara kalmıştı. Vance, karşı tarafa çoktan haber vermişti.

 

Birkaç saat bekledikten sonra, satın alan adamlar geldi. Yükler hızla teslim edildi ve ödemeyi aldık. Vance, ödemeyi aldıktan sonra adamlara bir miktar para verdi ve hep birlikte oradan ayrıldık. Eve doğru yola çıktık. Aldığımız parayı bir süre dokunmamamız gerektiğini biliyorduk, ama bu dile kolay bir şey değildi; tam 3 milyon dolardı. O mallar daha fazla ederdi, ama sonuçta bizim değildi.

 

 

Vance’le kendi işimizi kurma hayali çoktan filizlenmişti. Ama içimde kök salan daha büyük bir sorun vardı, ruhumu kemiren bir görev. Bu yükten kurtulmam gerekiyordu, ama nasıl? Kamptan ayrılalı aylar geçmişti, ama yine de onların beklediği bilgileri toplayamamıştım. Görevden vazgeçmek zaten mümkün değildi, bunu biliyordum.

 

Zihnim bir karmaşanın içinde kaybolmuştu. Başladığım yolun sonu karanlıktı ve bu karanlık, sadece benim değil, herkesin üzerine çökecek gibiydi. Gönderdikleri adrese son gelişmeleri yazdım: Vance’in babasından ayrılmak istediğini ve Kandemir’den daha fazla haber alamayacağımı belirttim. Mektubu postaladıktan sonra beklemekten başka çarem yoktu. Beklemek, her geçen dakika daha da ağırlaşan bir yük gibiydi.

 

Ertesi gün telefonum çaldı. Vance arıyordu.

 

“Ne yapıyorsun?” diye sordu.

 

“Hiç, evdeyim,” dedim.

 

“Akşam seni bir yerlere kaçıracağım,” dedi, sesi sanki bir gülümsemeyi saklıyor gibiydi.

 

“Nereye?” dedim hafif bir kıkırdama ile.

 

“Sürpriz.”

 

“Tamam, öyle olsun.”

 

Telefonu kapattıktan sonra odama geçtim ve kıyafetlere bakmaya başladım. Bu gecenin özel olacağı belliydi, Vance her zamanki gibi sürprizlerle doluydu. Elbiseleri karıştırırken aklımda binbir düşünce dolaşıyordu. Hayallerim birer birer şekil alırken kapının çalmasıyla irkildim. Vance mi gelmişti? Akşam buluşacaktık, bu kadar erken gelmesi tuhaftı. Kendi kendime söylenerek kapıya yöneldim ve açmamla birlikte şefi karşımda buldum.

 

Şef hızla içeri girip kapıyı kapattı.

 

“Neden buradasın? Evimi biliyorlar, artık gelebilirler,” dedim, kalbimde yükselen korku ve öfkeyle.

 

“Merak etme. Seni biz eğittik. Ne yaptığımızı biliyoruz,” dedi, gözleri salona doğru kayarken evi dikkatlice incelemeye başladı.

 

“Ev bayağı değişmiş, kendine yeni bir hayat kurmuşsun bakıyorum,” dedi. Ama onun söylediklerini duymuyordum bile. Aklımda tek bir soru vardı: Neden gelmişti?

 

“Geç otur,” dedi, sert bir tonda.

 

Karşısına geçip oturdum, ama içimde bir huzursuzluk vardı. Şef buraya geldiyse, bu önemli bir şey olmalıydı. Ama en fazla ne olabilirdi ki?

 

“Son attığın bilgiler elime geçti ve hemen yok ettim,” dedi, sesi tedirgin bir titremeyle doluydu. “Sen buraya tek bir amaç için gönderildin, o da Kandemir’i yok etmek. Geri kalan her şey planın parçası. Şimdilik Kandemir işimize yarıyor, o yüzden hâlâ hayatta. Ama işimiz bitince, senin görevin devreye girecek. Bu süre zarfında onun yanında olman gerek, karşısında değil. Sana güvenmesi gerek.”

 

Şefin kelimeleri boğazımdan içeri saplanan soğuk bir bıçak gibiydi. Gözlerim dudaklarından dökülen her sözcüğü izliyordu, ama zihnim bu gerçekleri kabul etmek istemiyordu.

 

“Bak Viper, kamptayken sana iyi davranmamış olabilirim. Ama hepsi sizin yaşayacağınız hayata bir hazırlıktı. Oraya geldikten sonra elimden bir şey gelmezdi. Ama artık hayatın senin elinde, ve benim yanımda yetişmiş birinin başarısız olmasını istemem.”

 

“Yani tek sorun bu mu?” dedim, acı bir gülümsemeyle.

 

“Tabii ki bu. Sen ne sandın? Vance’i bırak ve Kandemir’in yanına dönmeye çalış. Daha sonra bizden haber bekle. Bu, ilk ve son görevin olmayacak, ona göre hareket et,” dedi ve ayağa kalktı. Kapıya doğru yönelirken bir an durup tekrar yüzüme baktı. “Aklını başına al. Seni bir daha uyaracak kimse olmayacak,” dedi, ardından kapıyı açıp çıktı.

 

Bir rüyanın içinde kaybolmuş gibiydim. Hayatımın bana ait olduğuna inandığım o kısa anlar bir yanılsamaydı. Ama gerçek dünyaya, acımasız gerçeğe, yeniden uyanmıştım.

 

Odaya yönelip çıkardığım kıyafetlere baktım. Parlak renkler, yumuşak dokular... Hepsi birer maskeydi, ruhumun üstüne örtülen sahte birer örtü. Sonra birden, içimde yükselen bu acıyı ve öfkeyi dizginleyemeyerek, elbiseleri tek tek yırtmaya başladım. Kumaşlar ellerimde parçalanırken, içimdeki düğümler bir bir çözülüyor, bastırılmış duygularımın sesi odada yankılanıyordu. Her parça, her yırtık, bu acımasız kaderin üzerimdeki ağırlığını biraz daha hafifletiyordu. Yırtılmış kumaşları bir köşeye fırlattım. Bu, yalnızca bir başlangıçtı, ama en azından artık kendimle yüzleşiyordum.

 

Kalktım ve kararlılıkla hazırlandım. İçimdeki belirsizlik ve korkuyu susturarak kapının önünde durdum, derin bir nefes aldım, ardından kapıyı çaldım. Birkaç saniye sonra, çalışanlardan biri kapıyı açtı ve beni içeri aldı. Sessizce salona doğru yürüdüm, ayak seslerimin yankısı boş koridorda kayboldu. Salonun kapısından içeri girdiğimde, Kandemir’i gördüm. O, koltuğunda rahatça oturmuş, gözlerinde alaycı bir parıltı vardı. Bu bakışlar içimi kemirse de, adımlarımı durdurmadım.

 

"Vay vay vay, kimleri görüyorum," dedi Kandemir, sesinde gizli bir alayla.

 

“Bak, şunu söylemem gerekiyor, o gün yaptıklarınla ilgili seni hiç suçlamadım. Yapılması gerekeni yaptın. Ama Vance’yi de anlaman gerek.”

 

Derin bir nefes aldı ve sakin bir sesle sordu, “Benden ne istiyorsun?”

 

“Vance, tek başına iş kurmayı düşünüyor ama ben sensiz olabileceğini düşünmüyorum,” dedim, kararlılıkla.

 

Kandemir, oturduğu yerden hafifçe doğrulup bana baktı, kaşlarını kaldırarak, “Vance’in bundan haberi var mı? O günden sonra benimle hiç konuşmadı da,” dedi, alaycı gülümsemesini koruyarak.

 

“Ben onu ikna ederim,” dedim, sesimdeki güveni kaybetmemeye çalışarak. “Sen yeter ki bizi kabul et.”

 

Kandemir’in yüzündeki gülümseme genişledi, gözleri hafifçe kısıldı. “Luis’in tırları sizin işiniz miydi?” diye sordu, sesine şüpheyle karışık bir merak hakim olmuştu.

 

Başımı hafifçe eğerek, “Evet, biz planladık,” dedim, açıkça.

 

Kısa bir sessizlik oluştu. Kandemir, gözlerini benden ayırmadan bir süre düşündü. Sonunda başını salladı, yüzündeki ifadeyle kararını belli ediyordu. “Ee, kabul ediyor musun?” diye sordum, merakla.

 

Kandemir, hafifçe arkasına yaslandı, derin bir nefes alarak. “Evet,” dedi. “Ama şunu unutma, bu iş birliği, sadece senin kelimelerin kadar güçlü.”

 

Vance, beni defalarca aramıştı, ama bu ilişkiyi ya da her neyse, sürdürmeye hiç niyetim yoktu. Sonunda ya o ölecekti ya da ben. Ama benim ölmeye hiç niyetim yoktu. Kapı büyük bir gürültüyle açıldığında, onun geldiğini anlamıştım. Oturduğum yerden yavaşça doğrulup giriş kapısına baktım. Vance’in öfkesi, onu tamamen ele geçirmişti. "Nerede o?" diye bağırıyordu.

 

İçeri girer girmez, babasının yakasına yapıştı ve yumruğunu havaya kaldırdı. Şu an tek ihtiyacım olan, bir baba-oğul düşmanlığıydı. "Vance!" diye bağırmamla, yumruğu havada kaldı. Dönüp bana baktı ve babasının yakasını bırakıp hızla yanıma geldi. Ellerimden tutup yüzüme baktı, gözlerinde endişe vardı. "Sen iyi misin?"

 

"Evet, iyiyim. Ne olmasını bekliyordun?" dedim, sesimde alayla karışık bir soğukluk.

 

"Sana ulaşamayınca ben..."

 

"Sen ne yaptın, Vance? Ulaşamayınca beni kurtarmaya mı geldin? Korumaya mı geldin? Ah Vance, çok kötü durumdayım, beni kurtar. Benim gücüm yetmez, öyle mi? Böyle mi olmamı istersin?" Sözlerim, onu sarsmıştı. Gözlerinde beliren şaşkınlık, adım adım geri çekilmesine neden oldu.

 

"Ben," dedim, soğukkanlılığımı koruyarak, "babanla çalışmak için başladım bu işe. Kendi başına iş kurmak ya da seninle bir hayat kurmak için değil. Masal aleminde yaşama, Vance."

 

Kurduğum cümlelerin ağırlığını her hücremde hissettim. Vance’in gözlerinde beliren acı, adeta içimi delip geçti. Kalbim sızladı, göğsümde bir baskı oluştu; ama geri adım atamazdım. Vance’in yüzü, hayal kırıklığı ve şaşkınlığın karışımı bir ifadeyle solgunlaştı. Sözlerim, bir hançer gibi onun umutlarını, aramızdaki bağı paramparça etmişti. Ama bu acıyı göze almak zorundaydım. İçimdeki o küçük, zayıf ses, onu daha fazla incitmeden susturmak istese de; mantığımın soğuk ve keskin uyarıları, beni geri tutuyordu.

 

Bu hikaye, hepimiz için karanlık bir sona doğru sürükleniyordu. Eğer onu bu uçurumdan çekip almanın bir yolu varsa, bunu ancak onu kendimden uzaklaştırarak başarabilirdim.

 

 

bölüm sonu

 

Eğer Vance’in yerinde olsaydınız, nasıl bir yol izlerdiniz?

 

Buraya kadar geldiyseniz, demek ki hikaye sizi de en az benim kadar etkiledi.

 

Yorumlarınızı okumayı ve düşüncelerinizi duymayı çok isterim.

 

Beğenilerinizi ve yorumlarınızı eksik etmeyin; bu hikayede hep birlikte yol alıyoruz.

 

Takipte kalmayı unutmayın, bir sonraki bölümde görüşmek üzere!"

Loading...
0%